Tekil Mesaj gösterimi
Alt 05 Aralık 2013, 01:59   Mesaj No:40

Uyarıcı

Medineweb Acemi Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:Uyarıcı isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 32986
Üyelik T.: 02 Kasım 2013
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 29
Konular: 0
Beğenildi:2
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cevap: GÜNCEL MANASIYLA[Lailahe illAllah] VE MANASI


Bismillahirrahmanirrahim

Şimdi Allah’ın izni ve keremiyle Asluddin ve Usuluddin nedir? Ve nelerden oluşur kısaca özetleye çalışıp kendimiz açısından bu konuyu kapatalım?

Aslud-dine ve Usulud-din kavramlarının tanımı ve hangi meselelerin bu kavramlara dahil olup olmadıklarının tespiti ancak bu kavramları bilmekle mümkündür.

O halde mesele hakkında hüküm çıkarılırken bu kavramların manalarına uygun haraket etmek mecburiyeti söz konusudur.

Önce Usul kelimesinin açıklamaya çalışalım.

Usul kavramı; Birşeyin aslının yani özünün çoğuludur.

Asıl ise lügat anlamında bir şeyin temeli en alt tabanı demektir.Misal olaral bir inaşşatın en alt katmanına “temel” denilmektedir.Bu söz o yapının aslını yani dayandığı şeyin merkezini ifade eder.

Bir başka misalde eski çağlarda oğullar babalarının ismiyle anılırlardı.Misalen Ammar bin Yasir yani Ammarın aslı kökü Yasir dir anlamında.

Araplarda yoğunluka kullanılan bu terim Kuran-i Kerim tarafından başka anlamlar yüklenmiş ve bu anlamlara İslam dinine göre şer-i mana olarak isimlendirilmiştir.


Kök (ASL) kelimesinin şer-i manası ise şer-i delildir.İşte bu sebeple şer-i delil asıl olarak kabul edilir.Dinde müzakere edilirken bu kaide üzere deliller sunulur hükümler bu kaide üzerinden önem ve ehemmiyet arz ederler.

Misalen; Namaz gibi bir ibadetin farz olduğundan söz ettiğimizde bu ibadetin asıllığından yani şer-i delilinden kelam etmiş oluruz.

"Sana vahyedilen kitabı oku ve namazı kıl..)Ankebut 45

Burada riayet edilecek yegane yol daha makbul olana uymak anlamındadır.

Misalen;Kuran ve sünnet Kıyas ve İcamının aslıdır.

Kaide Nedir;Bir şeyin emir edilmesi onun yerine ikame edilmesi gerekir,bir şeyin yasak edilmesi onun haram olduğunu gösterir.Bu İslam dininde bir kaidedir ve bu kaide tüm meselelerde asıldır.

Başka bir misalde şu olabilir;Eşyada asl olan helalliktir.Aksi ispat edilmeyene kadar o şey İslam şeriatine göre helallık anlamındadır.

Misalen Ekmek helaldir bunun mefhumu muhalifine bir delil olmadığı müddetçe bu nimet helaldir.Tüm nimetlerde bu bir kaidedir dolayısyla bu aslı olan helallık meselesinin aslıdır.

Bir şeyin harama yakın gözüküp Kuran ve sünnette hükmü belirtilmemiş ise bu şey haram hükmünde olan bir şey ile yakınlık derecesine göre benzerlik yapısına göre hükmü belirlenir.Bunada Kıyas denir.

Misalen;Bir şeyin haram olan içeçecek olup olmadığı Hamra kıyas yapılarak belirlenir.O halde hamr yasak olan içeceklerde asıl yani temeli oluşturur.

Bu misallar dahada çoğaltılabilinir.

Usulid-din bu temel kaideler gözetilerek dinde yol belirlemektir,yürümektir hüküm vermektir.Bu kaideler gözetilmeden hüküm vermek usulde hata yapmağa yol açmaktadır.

Şirk ve küfür olmayan bir ameli bu kaideleri gözetmeksizin büyük haram olan amellerle karıştırdığımızda aslud-dinde hata yapmış oluruz ki sizin içine düştüğünüz durumda budur.Bu sebeple ısrarla bu kavramları tanımlamanız gerektiğini ifade etmeye çalıştık.Yoksa sizi rencide etmek veyahut size üstünlük taslamak gibi bir gayemiz söz konusu değildir.Bundan Rahamnın rahmetine sığınıyoruz.

Kısaca bunları özetledikten sonra şimdi aslud-din tanımını açıklayabiliriz.

Aslud-din;Kerem sahibi olan Allah-ı tam manasıyla bilmek tüm ibadetleri ona yapmak ona ibadette ortak koşmamaktır.

Bu aslud-din kavramının birinci rüknudur.

İkinci rüknu ise şudur; Tağutu red etmektir.

Evet dinin aslı özü temeli budur bu tüm peygamberlerin ortak çağrısıdır.Tüm meseleler ancak bu kaide üzerinden hareketle hükme bağlanır.Şimdi ilgili ayetlere bakalım.

Nahl/36 (Andolsun, biz her ümmete: "Allah'a kulluk (İbadet)edin ve tağuttan kaçının" (diye tebliğ etmesi için) bir peygamber gönderdik....) Ayrıca bakara 256

Bu ayette açıklandığı gibi gelmiş geçmiş tüm peygamberlerin ortak çağrısı Allah’a kulluk etmek ve tağutu red etmektir.İşte dinin aslı budur.

Seyhulislam Muhammed bin Abdülvehhab diyor ki:

Islam dininin aslı ve kaidesi iki önemli hususu ihtiva etmektedir.

Birincisi:

Tek olan, ortağı olmayan Allah'a (c.c.) ibadet edip insanları buna davet etmek, dostluğu velayeti bunun üzerine bina etmek, bunu terk edenle-
ri de red etmektir.

İkincisi:

Allah'a ibadet hususunda şirkten sakındırmak ve bu hususta sert davranmak; düşmanlığı bundan dolayı yapıp, onu (yani şirki) isleyenleri
red etmektir. Muhammed bin Abdülvehhab



Dinin aslında tefsilat ve tahsis olamayacağı gibi mazerette söz konusu olamaz.Ancak gerçek manada ikrah altında olmak müstesna.

Keremiyle bolluk veren Allah şöyle buyurmaktadır.


“Kalbi imanla dolu olduğu halde, inkara zorlanan hariç kim iman ettikten sonra Allah’ı inkar eder, kalbini inkara açık tutarsa Allah’ın gazabı onların üzerinedir. Bunlara büyük bir azab vardır.” (Nahl: 106)

Bu dinin aslında geçerli tek mazerettir.Yani aslud-dinde tahsis ancak bu ayetin belirtmiş olduğu durumun ortaya çıkmasıyla mümkündür.

Tahsis şu demektir.

Misalen bütün kafir kadınların müslüman erkeklere nikah akti haramdır.Ancak Maide/5 ayetiyle ehli kitap kadınları diğer gayri müslim olan kadınlardan tahsis yani istisna edilmiştir.

Meseleyi somutlaştıracak olursak eğer bir kişi kendisini İslam dinine ad ediyorsa bu kişinin küfrüne hükm edebilmek için öncelikle bu kişinin söz fiil ve inancının hangi alanında problem olduğunun tespiti yapılır.Eğer bu problem aslud-din ile ilgili ise bu kişi tekfir edilir.

Yani bu kişi Allah’tan başkasına ibadet kapsamında olan bir söz fiil ve inancı taşıyorsa bu kişinin tevhid inancına itibar edilmez.

Eğer bu kısımda bir sıkıntısı yok ise o halde tağutu tüm çeşitleriyle red edip etmediğine bakılır.Burada da bir sıkıntı söz konusu değilse bu kişinin küfrüne hükm etmek küfürdür.İşte sizin yaptığınızda budur.

Çünkü Rasulullah s.v.s şöyle buyurmuştur.

“Kim bir kardeşini yani bir müslümanı tekfir eder ve o kişide tekfiri gerektirecek bir inanç mevcut değilse bu küfür kendisine geri döner.

Dolayısıyla Muaviye ye ve oğluna küfür isnat edip bu küfrü açıklayamayanlar bu hadise göre kendileri kafir olmuşlardır.Bu Rasulullah s.v.s in hükmüdür benim değil.Anlam olarak verdiğim o hadis sahih bir hadistir Buharide ve diğer sahih kaynaklarımızda geçer.

Devlet meselesine gelince.Bir devletin anayasasında aslud-dini bozacak bir tek hüküm dahi olması o devletin darül şirk devleti olması için yeterlidir.Bu sebeple sizden naslara dayalı bir tek delil istedim.

Peki bir devletin darül küfür devleti olduğunun tespiti ne şekilde yapılır?

Din şeriat sahibinin Allah Teala hazretleri olduğunu bildirilmiştir.Şeriat yasa demek, kanun demek, hak demek, hukuk demektir.

Aslud-dinin birinci şartını açıklarken ne demiştik hatırlayalım.İbadetlerin tamamnı Allah a yapmak ona hiçbir şeyi eş koşmamak.

Peki şeriat yapmak yani kanun yapmak yani hukuk yapmak yani yasa yapmak ibadetmidir ki bu aslud-dinden sayılsın bunun delili nedir?

Bi diyoruz ki evet bu bir ibadettir.Delilimiz şu ayettdir.

Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.Yusuf-40


Ayeti kerimeden da anlaşıldığı gibi hüküm sadece Allah a aittir bunun aksini yapmak ayetin deyimiyle- O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir-

Görüldüğü gibi hükümde başkalarına pay belirleme yani şeriat hakkı verme başkasına ibadet etme anlamına gelmektedir.

İşte yine başa döndük ve o makalenin anlatmak istediği meseleye geldik dayandık.

O makale sahibi verdiği örneklerle bunu veyahut şunu yapmak aslud-dindendir ve tevhidi bozar demek istemektedir.Zaten bunun aksini söyleyen tek bir ehli sünnet alimi yoktur.Bu icma ile sabittir.Yani bu tür meseleler aslud-dendir.

İşte bu sebeple Ehli sünnet alimleri Muaviye ve oğlu Yezidi ve Muaviyenin kurmuş olduğu devleti tekfir etmemelerdir.Çünkü ne Muaviyede ne de oğlunda nede kurduğu tevlet anayasasında dinin aslını bozan şeyler sadır olmamıştır.

Hiçbir şer-i delile dayanmadan Allah raslunun s.v.s in güzide vahiy katibine karşı ağza alınmayacak hakaretlerde bulunan zevat ancak şiilerdir.Biz bu bu zevatların adice hayasızca düzmece tarihlerini yansıtan kitaplarını biliyoruz.Sizden ve okuyuculardan bu insanfız ve hayasız taiefeden onların eserlerinden etkilenmemenizi istirham ediyoruz.

Bu mülakatın başından bu yana bizimle tartışanlara hep şunu söyledik.Bizimle ehli sünnet alimlerinin kaynakları üzerinden gelmelisiniz dedik fakat tüm ricalarımıza rağmen bu arkadaşlar şia kaynaklarındaki batıl iddialarla söylediklerimiz çürütmeye çalıştılar.

Sonuç itibariyle eğer bir mesele hakkında örneğin Emevi veyahut Osmanlı devletleri ve Sultanları hakkında bir hüküm verilecekse bu Sultanların ve kurdukları devletlerin hükmü usulud-din yani bu kaide üzerinden yaklaşılması gerekir ve ortada belgelerin olması gerekir.

Biz abdulmelik beye dedikki Hz.Musa adam öldürmüştür eğer adam öldürmek dinin aslından olsaydı Hz.Musa a.s ın haşa dinden çıkması gerekirdi.

O bize şöyle cevap verdi. Hz.Musa a.s ın şeriatı farklıydı Nebi Muhammed a.s ın şeriatı farklıydı.Abdulmelik bey şimdi bu yaptığınız işmidir?

Aslud-din ayettede belirtildiği gibi tüm peygamberlerin ortak çağrısıdır.Hz.Ademden Nebi Muhammed a.s e kadar ve kıyamate kadarda bakidir.İnsanlar doğar yaşar ve eskirler ancak bu kaide eskimez kıyamete kadar devam eder.

Abdulmelik bey adam öldürmeyi aslud-din olarak hükme bağlamış sonrada Hz.Musayı bundan istisna etmiştir.Yani dinin aslını bozan bir meseleye tahisis getirmiştir.Böylesi bir anlayış Tevhidi bozar.

Abdulmelik bey aslud-dine dair bir meselede tahsis Kuran ve sünnette ikrah hariç zaten herhangi delil bulunmamaktadır o halde aslud-dinde tefsilat veyahut tahsiz olduğuna dair bana bir tek alim sözü getirebilir misiniz?

Açıklamaya çalıştığınız meselelerin dışında kalan dine dair tüm meseleler aslud-dinin esaslarındandırlar.Amentü buna dahil.

Farkındayım yazı çok uzun oldu.Ancak böylesi Tevhid akidesni doğrudan ilgilendiren meseleleri bir kaç cümleyle ifade etmek yeterli gelmemektedir.

Şimdi abdulmelik bey Serdar bey ve Enes bey i tenzih ederek diyoruzki Allah için zalimlerin tuzaklarına düşmeyin.Edepsizce hayasızca en güzide sahabilere saldıran bazı kendisini bilmezlerin boş keseden attıklarına değil aşağıya aktaracağım ehli sünnet alimlerimizin Muvaiye ve devleti hakkındaki şu sözlere kulak veriniz.

Bana cevap yazmak zorunda değilsiniz sadece vereceğim deliller üzerine tefekkür ediniz.Bunuda Allah için yapınız.

Şunu belirtmeden geçemeyeceğim böylesi bir meselenin içerisine düştüğümden dolayı kendimi bedbaht sayarım.Böylesi lisanı edebi hayası bırakın bir müslümana bir insana dahi yakıştaramadığım bir uslüple Allah Rasulunun vahiy katipliğini yapmış ve hadis nakl etmiş ve Nebi s.v.s in övgüsüne mazhar olmuş Hz.Muaviye ye ve dava arkadaşlarına bu hakaretlere şahit olduğumdan dolayı Rabbimin affına sığınıyorum.

Ki büyük sahabi ile onların milyonlarca hakiki müslüman olan muhibleri hakkında böyle bir lisan kullanmanın fezahatinden, mes'uliyetinden titrerim. Ne çare ki bazı kalblere düşüreceği tereddütleri izale etmek maksadiyle buna cevap vermek mecburiyetinde bulunuyoruz.

Muaviye bin Yezidle başlayalım Allahın izniyle.

-Bizans’a karşı harekete geçen İslam ordusu H.668 yılında harekete geçti. Kadıköy önlerine gelindikten sonra yardım istendi.

Bunun üzerine Yezid komutasında hazırlanan yardımcı kuvvetlerle birlikte Boğaz’ı geçip İstanbul kuşatıldı (669).

Yaz boyunca devam eden kuşatma, kışın yaklaşması üzerine kaldırıldı. Bu kuşatma sırasında aralarında Ebu Eyyüp El-Ensari’nin de bulunduğu bazı Sahabeler şehit düştü.

Kuşatma neticesinde, Bizans’ın vergi vermesi şartıyla barış yapıldı.-alıntı

Ebu Eyyüp El-Ensari’nin kabristanın İstanbul da olduğu bilinmektedir.

Ebu Eyyüp El-Ensari gibi güzide bir sahabi ve daha birçok sahabi Nebi s.v.s in dizi dibinde dini öğrenmiş fakat her ne hikmetse bazıları kadar

Muaviye bin Yezidin küfrünü tespit etmekten mahrum basiretsiz bilinçleri kapalı olmakla itham edilmektedirler.

Birileri bindörtyüzyıl sonra ortaya çıkmış ve bu meselede onlardan daha adil hüküm verdiklerini dile getirmektedirler.Allah sizleri ıslah etsin.

Muaviye hakkındaki bir isnad ise İmam Buhari gibi büyük bir muhadisin eserinden kaynak dipnotu verilerek karalanmak istenmiştir.

Hazreti Muaviyenin hakkında İmamı Buhari, Sahihi Buharisinde şunu nakl eder:

(ذكر معاوية بن ابى سفيان رضى الله تعالى عنهما)diye haklarında tarziyehan bulunuyor, onların Resuli Ekremden rivayetlerini naklederek onların sahabeyi kiramdan olduğunu göstermiş oluyor.

Sonra imam Büharinin bu tezkiyesi olmasa bile kendisinin nakl ettiği hadisi şerif, Hazreti Muaviyenin faziletini isbata, kadrini ilaya kafidir.

İmamı Buhari, Sahihi Buharisinde Resuli Ekremin amuca zadesi, Ashabı kiramın pek fakihi bulunan İbni Abbas hazretlerinden şöyle rivayet ediyor:

قيل لابن عباس هل لك فى اميرالمؤمنين معاوية فانه مااوتر الا بواحدة قال اصاب انه فقيه Ya'ni: İbni Abbas hazretlerinden soruluyor ki: Müminlerin emeri Muaviyeye ne dersin, o yatsı namazından sonra vitir namazını yalnız bir rek'at olarak kılıyordu?. İbni Abbas hazretleri de diyor ki: İsabet etmiş, o şüphe yok ki fakihdir.»alıntı

Şimdi soruyorum size bir muhaddis müslüman görmediği birinden hadis nakl eder mi? Bu hadis usulü açısından mümkün mü?Yine soruyorum size İbni Abbas gibi bir alim bir ilim deryası bir sahabi yalan konuşur mu? Muaviyeye övgüyle söz eden bu fakihlerin fakihi İbni Abbas r.a sizin kadar bilmiyormuydu? Ki kendisi Muaviye ile savaşmıştır.

Ne büyük şehadet! Bununla Hazreti Muaviyenin Emirül-mü'min olduğu ve büyük bir din alimi bulunduğu ibni Abbas Hazretleri tarafından itiraf edilmiş olmuyor mu?.
-Bunun içindir ki müctehidîni izamdan bazıları vitirin bir rek'at olduğuna kail bulunmuşlardır.
* Maahaza Aynî merhum da Hazreti Muaviyenin fazile¬tini kaydediyor, ayni sahifede şöyle diyor
: وفيه دلالة ايضاً على فضله من حيث انه صحب النبى صلى الله عليه وسلم

Ya'ni: Bunda da Hazreti Muaviyenin faziletine delâlet vardın Çünkü o, Nebiyyi Zişan Efendimize müsahib olmuştur [Aynî. c: 7. s: 664.].


İşte Aynî merhumun görüşü, işte onun kanaat ve şehadeti!

Velhasıl: Bir zatın sahabei kiramdan olması, onun için en büyük bir fazilet teşkil eder. Bunu inkâr etmek ise hiç bir müslümana yakışmaz.
Artık öyle muhterem bir zata, «büyük bağî, kocaman fâsık, zâlim, katil> demek gibi bir fazîhai lisaniyyeden Allaha sığınırım. Ashabi kirama dil uzatanların yarın âhırette Mahkemeyi Kübrayı İlâhiyyede nasıl cevab vereceklerini düşündükçe titrerim-
Alıntı

Delilleri sunmaya devam ediyoruz.

Diğer bir isnad ise İbnul Esir güyya Hz.Muaviye ve devletine dil uzatmıştır aleyhinde konuşmutur.
Bizim kannatimize göre buda bir iftiradır.Bizim ulaştığımız bilgilere göre İbni Şehnenin «Ravzatül'menazir» adındaki tarih kitabında şöyle bir rivayet var.

-Güya İmam Şafi-i tilmizlerinden Rabia gizlice demiş ki «sahabeden dördünün, Muaviye ile Amr ibnü'asın ve Mugire ile Ziyadın şehadetleri kabul olunmaz» [îbni Esir tarihinin kenarında c: 11. s: 133.].


İmam Şafi-i gibi bir müçtehidin böylesi hassas bir konuda kanaatini gizli tutup buna açıklamaması ona şahsına atılmış en büyük iftiradır.Muaviye hakkında onca hadisi bilmesine rağmen böyle birşeyi hemde gizli söylemiş olması ihtimal dahilinde bile değildir.

Şu kesin kes bilinmektedirki İmam Şafi-i mezhebinde kendisini küfre nisbet etmediği müddetçe bir müpdenin dahi şehadeti kabul edilmektedir.
-Şafiî fıkhına ait, pek mu'teber bir kitap olan «Minhacüttalibin» de (تقبل شهادة مبتدع لا نكفر " bu geçer.
Artık bir kısım ehli hevanın bile şehadetini kabul eden bir müctehid, ashabı kiramdan olan bir zatın şehadetinin kabul edilmezliğini söyleyebilir mi?

İmam Şafi-i Hz.Muaviyenin, Amrül binas r.a dan rivayet almış ve bunu kendi kitaplarında neşr etmiştir.alıntı

Hadis ilminde bir kaide de şudurki hadis ravisinin güvenilir olması ve müslüman olması gerekmektedir.Bu kadar iftirayada pes doğrusu diyor ve esefle bu anlayışı kınıyoruz.

Biz sahih kaynaklarımızda şunu biliyoruz ki İmam Şafi-i Haretlerine Sıffın hadisesi sorulmuş O büyük İmam (Allah Taalâ bizim ellerimizi onların kanlarına bulaşmaktan korumuştur, artık dillerimizi de onların kanlarına daldırmak istemeyiz demiştir.)

Bütün ehli sünnet alimlerinin beyanına göre Sıffın savaşında Hz.Ali haklı idi Muaviye ise İçatahıdında isabet edememiştir şeklindedir.Bu sebeple ne fasık nede zalim olarak hiçbir sahih kaynakta resm edilmemiştir.

-Hidayenin yüksek sarihi ibni Hümam, Fethül'kadirinde diyor ki:- «Hazreti Muaviye câir olduğu halde ondan tekallüdi kazanın caiz olması, Hazreti Muaviyenin evvelce, ya'ni: imam Ali zamanında kazi ta'yin etmiş olduğuna göredir. Hazreti Hasanın hilâfeti Hazreti Muaviyeye teslim ettikten sonra ise bu câiriyet iddiasına mahal kalmamıştır. Muaviye, sahabei kiramdan Ebüdderdayi Şama kazı ta'yin etmişti. Radıyallahü anhüma[Fethülkadir c: 5. s: 461.].-alıntı

Dahada alimlerden Muaviye hakkındaki sözlerini övgülerini aktarmaya devam edeceğiz ancak böylesi büyük bir sahabiyi ve büyük fakihi fasıklıkla zalimlikle itham etmek ve olmadık yalanlarla onu karalamak ve ömrümüzü yiyen iddialar ortaya atmak ilim namına bir bühtan bir hezimet değilmidir?

Amr bin As r.a da büyük bir sahabidir.
-Sahibi buharı şârihı Aynî merhum diyor ki: Amribnil'as, Kureyşin zâhidlerindendir. Resuli Ekremden otuz yedi hadisi şerif rivayet etmiştir. Bunlardan üçü sahihi buharîde münderiçtir. Mısır valisi iken 43 senei hicriyesinde yevmi fıtırda vefat etmiş, cenaze namazını oğlu Abdullah kıldırıp sonra da sâna Bayram namazını kıldırmıştır. Radıyallahü anhüma [Aynî c: 2. s: 190.].-alıntı

-«İmam Malik demiştir ki: Bir kimse, Resuli Ekrem Sallallâhü aleyhi veselleme haşa seb etse katlolunur, ashabına sebbetse te'dip edilir. Ebubekre, Ömere, Osmana, Muaviyeye, veya Amribnil Ase şetm etse bakılır: Eğer “bunlar dalâlette idiler” derse katlolunur, böyle demeksizin nasm muşatemesi kabilinden olarak şetm etmiş ise şiddetli surette tenkid edilir.»-

İmam Malikin beyanına göre Muaviye ve arkadaşları için bunlar delalettedirler denilse bu diyen kişinin katli vaciptir.Siz ne dediğinizi bir düşünün.

-Maahaza Hazreti Muavîye, bir hutbesinde şöyle dua etmişti: «Ya ilâhi!. Ben Yezidi görmüş olduğum faaliyetinden dolayı veliyyiaht tayin ettim, artık sen onu umduğuma kavuştur, kendisine muin ol. Eğer onu veliyyiaht tayin etmeye beni babanın evlâdına olan muhabbeti sevk etmiş, o da ta'yin ettiğim şey'e ehil bulunmamış ise ona kavuşmadan ruhunu kabzet»[Savaikı muhrike: 134.].alıntı

İbni Haldun şöyle demektedir.

Maahaza gerek Muaviye ve gerek eşrafı Beni Ümeyye, Yeziye hüsnü zan edip tanzimi umur müslimîne salâh ve liyakatine itikat ve azm ve hezmine vüsuk ve itimat ile ol süst ahdü peymanı veliyyiahd eyledi. Ve illa Hazreti Muaviye, zümrei kibarı Ashabı kiramdan olup kâtib-üssırrı vahyi rabbani ve ra¬kam nüvisi hitabı subhanî olmakla Yezit gibi faciri cairin fısk ve fesadı malûmı olduğu halde emaneti kübrayı hilâfeti ol ha¬ini mehine teslim etmek töhmetinden masunüssaha olduğu zahirdik [Mukaddimei ibni Haldun, c: 2. s: 21.].
Ehl-i sünnet Alimlerinin Muaviye (ra) Görüşleri İkinci binin müceddidi

imam-ı Rabbani diyor ki:

(Hazret-i Muaviye'nin yanılması, Resulullahın sohbeti bereketi ile, Veysel Karani'nin ve Ömer bin Abdülaziz'in doğru işlerinden daha hayırlı oldu. Bunun gibi, Amr ibni As'ın yanlış bir işi, o ikisinin şuurlu işinden daha üstün oldu.) [c.1, m.120]

Din-i İslamın en büyük âlimlerinden İbni Hacer-i Mekki hazretleri de buyuruyor ki:

(Şüphe yoktur ki, Hazret-i Muaviye Sahabe-i kiramın nesep itibariyle büyüklerindendir. Peygamber efendimize nesep ile ve nikah ile çok yakın ve mahremleridir. Server-i âlem, Onun hilm ve sehasını meth ve sena buyurdu. Onda İslamiyet, sohbet, nesep, nikahla akrabalık şerefleri toplanmıştır ki, bunların her biri, Cennette Resulullahın yanında bulunmaya sebep olan şereflerdir. Bunlara hilm ve ilim ve Halifelik şerefleri de katılınca, kalbinde az bir safa ve sıdkı ve salahı ve imanı ve izanı olan kimse için artık bu hususta fazla anlatmaya lüzum kalmaz.) [Sava'ik-ul-muhrika]

Ebu İdris el-Havlani anlatır:
Hazret-i Ömer, Umeyr İbnu Sad'ı Humus valiliğinden azledince yerine Muaviye'yi tayin etti. Halk, "Umeyri azledip Muaviye'yi mi tayin etti" diye mırıldandı. Umeyr; "Muaviye'yi hayırla yâd edin. Zira ben Resulullahın, (Allah2ım, onunla (insanlara) hidayetini ulaştır!) dediğini duydum dedi. (Tirmizi)

İbnu Meryem el-Ezdi anlatır:
Muaviye'nin yanına girmiştim. Bana, seni hangi rüzgar attı diyerek ziyaretimden memnuniyeti izhâr etti. Ben de, Resulullahtan işitmiş olduğum şu hadisi size hatırlatmayı düşündüm dedim:

(Allah kime Müslümanların işlerinden bir şeyler tevdi eder, o da onların ihtiyaçlarını, isteklerini, darlıklarını giderirse, kıyamet gününde Allah da onun ihtiyaç, istek ve darlıklarını giderir.) Râvi der ki, bunun üzerine Hazret-i Muaviye insanların ihtiyaçlarıyla ilgilenmek üzere görevliler tayin etti. (Tirmizi, Ebu Davud)

Âmir İbnu Sa'd babasından naklen anlatır:
Resulullah Beni Muaviye Mescidine girdi. Orada iki rekat namaz kıldı, biz de onunla beraber kıldık. Sonra uzun uzun dua etti. Sonra yanımıza döndü. Buyurdu ki:

(Rabbimden üç şey talep ettim. İkisini verdi, birini geri çevirdi: Rabbimden ümmetimi umumi bir kıtlıkla helak etmemesini talep ettim, bunu bana verdi. Ümmetimi suda boğulma suretiyle helak etmemesini diledim, bana bunu da verdi. Ümmetimin kendi aralarında savaşmamalarını da talep etmiştim, bu geri çevrildi.) [Müslim]

Resulullahın torunlarından seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretleri buyuruyor ki:

(İmam-ı Ali şehid olunca, imam-ı Hasan müslüman kanı dökülmemesi ve rahat etmeleri için hilafeti bırakmak istedi. Muaviye'ye teslim eyledi. Onun emirlerine tâbi oldu. O günden itibaren Muaviye'nin hilafeti hak ve sahih oldu. Böylece, (Bu oğlum seyyiddir. Allahü teâlâ, onun ile, müminlerden, iki büyük fırka arasını bulur, barıştırır) hadis-i şerifinin manası meydana çıktı. Muaviye de, imam-ı Hasan'ın tâbi olması ile, dine uygun halife oldu. Böylece, müslümanlar arasındaki bütün anlaşmazlık sona erdi.) [Gunye]

Hazret-i Hasan, hilafeti kendi arzusu ile Hazret-i Muaviye'ye bıraktı. Onu halife olmaya layık görmeseydi, hilafeti bırakmazdı. Onunla harp ederdi. Hazret-i Hasan, layık olmayan birine hilafeti bıraktı, demek, Hazret-i Hasan'ı kötülemek olur. (H. S. Vesikaları)

Hadis imamlarından İbni Asakir bildiriyor ki:
Resulullah, Muaviye'ye, (Benden sonra, ümmetimin üzerine hakim olursun. O zaman, iyilere iyilik et, kötüleri de affet!) buyurdu.

Hazret-iAli, (Muaviye, hiç mağlup olmaz) hadis-i şerifini hatırlasaydım, Muaviye ile savaşmazdım buyurdu. İmam-ı Beyheki de diyor ki: Hazret-i Ali buyurdu ki, Resulullahtan işittim, (Ümmetimden bazıları, Eshabımı kötüleyecekler. Bunlar, Müslümanlıktan ayrılacaklardır) buyurdu. (Mevahib-i ledünniyye)

İmam-ı a'zam hazretleri, (Eshab-ı kiramın hepsini hayırla anarız) buyurdu. İmam-ı Şafii ve Ömer bin Abdülaziz de, Eshab-ı kiram arasındaki savaşlar hakkında (Allahü teâlâ, ellerimizi, bu kanlara bulaşmaktan koruduğu gibi, biz de, dilimizi tutup, bulaştırmayalım!) buyurdu. (M. Rabbani c.2, m.96)

İmam-ı Gazali

(Dinimizi bize ulaştıran Eshab-ı kiramdır. Onlardan birini kötülemek, dini yıkmak olur) buyurdu. İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyuruyor ki: Abdullah ibni Abbas buyuruyor ki: Cebrail aleyhisselam Peygamber efendimize geldi (Ya Resulallah! Muaviye'yi sana tavsiye ederim. Kur'an-ı kerimi yazdırmakta ona emniyet et, güven) dedi. Yine aynı sayfada yazıyor ki, Resul-i ekrem, bir gün mübarek zevcesi Ümm-i Habibe'nin odasına geldi. O esnada Hazret-i Muaviye başını, kız kardeşi Ümm-i Habibe'nin kucağına koymuş uyuyordu. Resul-i ekrem bu hâli görünce, (Ya Habibe! Kardeşini bu kadar çok mu seviyorsun?) buyurdu. O da evet deyince, Peygamberimiz buyurdu ki,(Onu Allah ve Resulü de seviyor.) [Tathir-ül-cenân s. 27]

İmam-ı Malik'in ictihadına göre, Hazret-i Muaviye dalalette idi diye kötüleyenin katline fetva verdiği birçok kitaplarda yazılıdır. (Mesela Eshab-ı Kiram, Ö. N. Bilmen s. 84)

Ebussuud Efendi, Muaviyeye lanet eden kimseye tazir-i beliğ ve hapis lazım olduğu fetvasını vermiştir.(488. Mesele sayfa 112)

Hazret-i Ali, Hazret-i Muaviye ve arkadaşları için, Onlar bizim kardeşimizdir, fasık ve kâfir değildirler' buyurdu. (Şerh-i Mekasıd)

İbni Teymiye bile, Hazret-i Muaviye'yi kötüleyenler hakkında kitap yazdı.

Ebussuud Efendi, Muaviye’ye lanet eden kimseye tazir-i beliğ ve hapis lazım olduğu fetvasını vermiştir. (488. Mesele sayfa 112)
Hazret-i Ali, Hazret-i Muaviye ve arkadaşları için, “Onlar bizim kardeşimizdir, fâsık ve kâfir değildirler” buyurdu. (Şerh-i Mekasıd)

İbni Abbas hazretleri, Muaviye bin Ebu Süfyan'ın bu anlattıklarını biz de biliyorduk buyurarak onu tasdik etmiştir. (Fedâilüs-Sahabe)

Server-i âlem namaz kıldırırken rükuda (semi Allahü limen hamideh) deyince, ilk safta bulunan Hazret-i Muaviye de, (Rabbena lekel-hamd) dedi. Böyle söylemesi, takdir ve tahsin buyurularak, bunu söylemek kıyamete kadar sünnet olarak kaldı. (Eshab-ı kiram)
Alıntı

Bu kadar delil sanırım şimdilik yeterlidir.Bir diğer zalim ve acımasızca iddia ise Muaviye bin Yezid hakkındaki iddiadır.Güyya Hz.Hüseyinin şehadet emrini Yezid vermiştir.Buna dair ehli sünnet alimlerimizin eselerindeki açıklamaları aktarıyoruz.

Hz.Hüseyin’in başı Küfe’ye getirildiği zaman Ubeydullah bin Ziyad elindeki asası ile Hüseynin ölmüş olan cesedinin dudaklarına vurdu.Orada bulunan ve başkaları dayanamayıp ona asasını çekmesini söylediler.Çünkü birçok defalar peygamberin öpmek üzere onun yüzüne eğildiğini gördüklerini söylediler.
Taberi k.z II.s.370

Biz ne bu şia kaynaklarına nede bu fırkaların itikadlerine itibar etmediğimizden dolayı bu bilgileri kabul etmiyor ve yalanlıyoruz.Bunu sizede tavsiye ediyoruz.Bu bilgilerin en sahih olanı ehli sünnet alimlerimizin eserlerinde geçer.

Ehli sünnet kaynaklarının hemen hepsi bu olayı şu şekilde anlatır.

Taberi ve de devamla şu bilgiler yer almaktadır.

Hz.Hüseyinin başı Şama getirildiği zaman Yezid Bin Muaviyenin buna çok üzüldüğünü gözlerinin yaşardığını ve o başı getirenlere “Hüseyinin başını getirmemiş olsaydınız bağlılığınızdan yine memnun kalırdım.Ben orada olsaydım onu af ederdim” demiş.
Şia kaynaklarının palavralarınında söyledikleri gibi o başı getirenlere hiçbir mükafat vermemiştir.--Ayrıca Yezid H.z Hüseyinin perişan bir şekilde getirilen ailesi ile birlikte ağlamış sonra onların bütün ihtiyaçlarını karşılayarak sağ salim Medineye varmalarını sağlamıştır.Taberi.

Ayrıca İbni Teymiyede bu olayı aynen bu şekilde nakl eder.

Hata yaptıysak bizdendir isabet ettiyesek RabbulAlemin-dendir.
Alıntı ile Cevapla