Konu Başlıkları: Mezhepler tarihi 7.8.hafta
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 20 Aralık 2013, 06:42   Mesaj No:2

Medine-web

Medineweb Site Yöneticisi
Medine-web - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu: Medine-web isimli Üye şuanda  online konumundadır
Medine No : 1
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:8
Cinsiyet:Erkek
Yaş:50
Mesaj: 3.038
Konular: 340
Beğenildi:1437
Beğendi:480
Takdirleri:10498
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Mezhepler tarihi 7.8.hafta

MEZHEPLER TARİHİ 8.HAFTA
MÜRCİE MEZHEBİ
Mürcie, İslamiyet’in ilk asrında ortaya çıkan Müslümanların birlik ve beraberliğini hedefleyen ve bu doğrultuda uzlaşmacı fikirleri ile tanınan siyasi ve itikadi bir mezheptir. Hz. Osman’ın şehit edilmesi ile başlayan siyasi hadiseler Müslümanları derinden sarstı ve yeni arayışlara sevk etti. Emevî-Hâşimî çekişmesine taraftar olmak istemeyen ve Haricî zihniyetini tehlikeli bulan bazı Müslümanlar dönemin siyasi tartışmalarından uzak kalmaya çalıştı. Onların bu siyasi tavrı, kısa bir müddet sonra itikadi bir hüviyet kazanarak Mürcie ekolü şeklinde teşekkül etti.
İsimlendirme Problemi
Mürcie kelimesinin "ertelemek, geriye bırakmak veya geciktirmek" anlamlarına gelen “ircâ” veya "beklenti içinde olmak ve ümit etmek" manasındaki “recâ” kökünden geldiği şeklinde iki temel görüş bulunmaktadır.
Mürcie kelimesini bir terim olarak ilk defa kullanan Haricî Nafi b. Ezrak’tır. O, bu kavram ile büyük günah işleyen kimselerin durumunu Allah’ın hükmüne bırakanlar anlamında ilk dönem Mürcie’sini (el-Mürcietü’l-ûlâ) kastetmiştir. Daha sonraki Hariciler ise, büyük günah işleyenlerin ahrette cezalandırıp cezalandırılmayacağı konusunda bir hüküm vermedikleri için Mürcie’yi Şüpheciler anlamında “Şükkâk” diye isimlendirmiştir.
Şia, hilafet sıralamasında Hz. Ali’yi dördüncü sıraya bırakanların hepsini, “geriye bırakanlar” anlamında Mürcie diye tanımlamıştır. Hadis taraftarları ise, amel-iman ilişkisini dikkate alarak “Amelleri imandan sonraya bırakanlar” veya “İmanı amelsiz söz olarak tanımlayanlar” anlamında Mürcie terimini kullanmıştır. Ancak bu tanımlamaların hemen hepsinde imanla ilgili fikirleri sebebiyle Mürcie fırkasını karalamak gibi bir amacının olduğu dikkat çekmektedir.
Mürcie, siyasi ve itikadi bir fırka olarak“Hz. Osman ve Hz. Ali başta olmak üzere büyük günah işleyenlerin durumlarını Allah'a bırakarak, onların cennetlik veya cehennemlik oldukları konusunda fikir beyan etmeyen topluluklara verilen ortak bir isimdir.” Şeklinde tanımlanabilir. Böyle bir tanım, önce siyasî bir tavrın tezahürü, daha sonra bu tavrın itikadî alana taşınarak temellendirilmek istenmesiyle uyum içindedir.
Mürcie ekolü mensupları kendilerini, “Cennet karşılığında canlarını ve mallarını Allah’a satanlar” anlamında Şârî; ümmetin birlik ve bütünlüğünü savunanlar anlamında da Ehlü’l-Cemaa ve’l-Mürciûndiye isimlendirmişlerdir. Muhaliflerce verilen isimlerden bir, “Ali ve Muaviye tarafında yer almayanlar anlamında Tarafsızlar (Mutezile)”, diğeri de “siyasi çekişmelerden uzak durup köşesine çekilenler anlamında Huleysiyye”isimleridir.
Mürcie'nin Doğuşu ve Teşekkül Süreci
Mürcie ekolünün ortaya çıkışında etkili olan sebeplerin başında Haricî zihniyet, kabilevî çekişmeler, Emevîlerin siyasî ve ekonomik politikaları, kentleşme ya da yerleşik hayata geçiş gibi siyasî, ekonomik ve toplumsal problemlerin etkili olduğu kabul edilmektedir.
Cahiliye dönemi Arap toplumunda kabilecilik/asabiyet anlayışı sosyal ve siyasi hayatın en belirleyici unsuruydu.Haşimoğulları Hz. Peygamber'in kendi aralarından çıktığı için, hem Ümeyyeoğullarına, hem de diğerlerine karşı daha nüfuzlu olmalarına rağmen hem Hz. Ebû Bekir, hem de Hz. Osman’ın halife seçimleri sırasında hilafeti elde edememişlerdi. Öte taraftan Hz. Peygamber zamanında siyasî nüfuzunu kaybeden Ümeyyeoğulları, Hz. Osman'ın hilafete gelmesiyle tekrar nüfuz sahibi olmuş ve önemli mevkilere gelmişlerdi. Hz. Osman'ın öldürülmesiyle başlayan olaylar, Cemel ve Sıffın'de Müslümanların birbiriyle savaşmalarına kadar varmıştı. Meşru halife Hz. Ali, merkezi yönetime isyan eden Şam Valisini yola getirmek üzere ordusuyla harekete geçmiş, ancak gelişen olaylar sebebiyle kendisiyle birlikte Muaviye'ye karşı savaşan bir grup ondan ayrılmıştı. Bunlar, başlangıçta savaşın durdurulmasını, Kur’an’ın hakem tayin edilmesini istemiş ve Hz. Ali’yi buna zorlamışlardı. Ancak, tahkimden bekledikleri sonucu alamayınca, tahkimi kabul eden herkesi tekfir etmişlerdi. Bunun üzerine Hz. Ali, “Hariciler” diye isimlendirilen bu grubun üzerine gitmiş, onların önemli bir kısmını ortadan kaldırmış, ancak sonunda bir suikasta uğrayarak öldürülmüştü. Büyük günah işleyenlerin kafir olduğunu kabul eden Hariciler, kendileri gibi düşünmeyen bütün Müslümanları tekfir etmiş, baskınlar yapmak suretiyle kanlarının akıtılmasını helal görmüş ve bulundukları bölgelerde terör estirmişlerdi.
Hz. Osman döneminden itibaren meydana gelen fitne hadiselerinden uzak duran ve yine Müslümanlar arasında meydana gelen savaşlarda taraf olmayan, bunu da sırf İslâm ümmetinin birliği için yapan Hz. Ali ve Osman taraftarlarının dışında tarafsızlar diye tanımlanan üçüncü bir grup oluşmuştu. Böyle bir tavrın ilk defa, Hz. Osman'ın öldürülmesinden sonra Medine'ye dönen ve “Şüpheciler” (Şükkâk) olarak tanımlanan gaziler tarafından ortaya konulduğu görülür. Çünkü bunlar, Hz. Osman'ın ölümü üzerine Medine'ye döndüklerinde, birlik ve beraberlik içerisinde bıraktıkları insanların birbirini öldürmekte ve birbirleriyle çekişmekte olduklarını görünce, onlardan hangisinin haklı olduğundan şüpheye düşmüş ve tarafsız kalmayı tercih etmişlerdir. Bunların kanaatine göre ayrılığa düşen grupların hepsi güvenilen ve doğruluğu kabul edilen kimselerdir. Bu gruplara karşı nefret duymak, kendilerine lanet etmek mümkün değildir. En doğru hareket onların durumlarını Allah’a havale etmektir. Mürcie’nin ilk tezahürü olarak isimlendirebileceğimiz bu tavır, aslında Hz. Osman'ın öldürülmesinden sonra Medine'ye dönen gazilerle sınırlı değildi. Özellikle Hz. Ali-Muaviye çekişmesi sürecinde benzer bir tavrın savaşlara katılmayan Abdullah b. Ömer, Sa'd b. Ebî Vakkâs, Muhammed b. Mesleme, Üsame b. Zeyd gibi sahabiler tarafından da sergilendiği bilinmektedir.Bunlar, başlangıçta Hz. Ali’ye biat etmekten kaçınmış, ancak daha sonra biat ettikleri halde ehli kıbleye kılıç çekmeyi reddetmiştir. Bu şahıslar, Müslümanların birbirine kılıç çekmesini kabul etmeyip, İslâm ümmetinin birliğini bozacak fitneden uzak durmayı din ve fazilet görmüşler, her asırda iktidarı ele geçiren imamı tanımışlar ve Ehl-i Kıble'den isyan edenle savaşı haram kılmışlardır.
Tarafsızlar diye isimlendirilen bu grubunun liderliğini Mekke ve Medine’de tartışmasız büyük bir nüfuza sahip olan Abdullah b. Ömer (ö.73/692) yapmakta idi. Kaynaklarda ilk Mürciî fikirler olarak ele alınan pek çok görüşün ilk defa onun tarafından ortaya konulduğu görülmektedir. O, Müslümanlara karşı savaşmanın doğru olmadığını ileri sürerek fitne döneminde Medine'ye ve Mekke'ye vali olarak kim geldiyse, onun arkasında namaz kılmış ve ona zekâtını vermiştir. Hatta o, Haccac'ın ve Haricî Necde b. Amir'in ve İbn Zübeyr'in arkasında namaz kıldığı için tenkit edilmiştir. Bu siyasi tavır, Hz. Ali'nin öldürülmesinden sonra Hasan'ın hilafeti Muaviye'ye devretmesiyle birlikte –siyasi anlamda hareket alanının daralması sebebiyle- daha da güçlenmişti.
Aslında Mürcie'nin siyasî ve dinî hareket olarak teşekkül tarihini, belli bir şahısla başlatmak yerine ilk mürciî fikirlerin toplum tarafından bir siyasî tavır olarak benimsendiği dönemden itibaren başlatmak daha doğrudur. Çünkü kaynaklarda, ilk “irca” fikrini ortaya attığından bahsedilen Medine'li Hasan b. Muhammed, Kûfe'li Hammad b. Ebû Süleyman ve Zer b. Abdullah, Basralı Hassan b. Haris el-Müzeni ve Ebû Salt es- Semmân gibi birden fazla kişi bulunmaktadır.
Mürcie’nin doğuşu ve tam bir ekol olarak tarih sahnesinde yerini alması, 72’de (691) telif edilen Sâlim b. Zekvan’ın Sire'si ve birkaç yıl sonra kaleme alınan Hasan b. Muhammed'in Kitâbü’l-îrcâ'sıışığında değerlendirildiğinde ekolün 60-75/679-694 tarihleri arasında teşekkül ettiği ortaya çıkmaktadır.
Sonuç olarak Mürcie, İslâm toplumunu tehdit eden başta Haricî zihniyetine, ikinci olarak Emevî-Haşimî çekişmesine, Emevîlerin Haricîlere ve kendilerine biat etmeyen kimselere karşı oldukça acımasız davranışlarına ve mevaliyi ikinci sınıf vatandaş olarak görmelerine, özellikle de Müslümanların birbirini öldürmelerine tepki olarak doğmuş, 60/679 ile 75/694 tarihleri arasında teşekkül etmiş uzlaşmacı, birlik ve barış taraftarı siyasî bir fırka olduğu anlaşılmaktadır.
Mürcie'nin Tarihçesi
Mürcie ekolü, ana fikirlerinin teşekkülünden kısa süre sonra toplumun Arap ve Arap olmayan her kesiminden büyük destek almış, önemli alimlerin katkısıyla çeşitli bölgelere yayılmaya başlamıştır. Nitekim meşhur Mürciî alim Hasan b. Muhammed b. Hanefiyye’nin Kitâbü’l-İrcâ adlı bir eser yazması ve bunu Basra, Mekke, Küfe ve diğer büyük şehirlere göndermesi ile birlikte “irca” fikrinin yayılmasında önemli bir rol oynamıştır.
a) Emevîler Dönemi
Bu dönemde Mürcii fikirlere gönül verenler, iç çekişmelerden olabildiğince uzak kalmış, ilim ve ibadetle meşgul olmuş; daha çok Horasan ve Maveraünnehir'de yürütülen fetih hareketlerine katılmak suretiyle kâfirlerle cihadı tercih etmiş ya da kadılık ve imamlık gibi resmî görevler üstlenerek haksızlıklara mani olmaya çalışmıştır. Mürcie mensuplarının siyasi çekişmelerden uzak durmaya çalışmaları, onların tamamen bir köşeye çekildikleri anlamına da gelmemelidir. Mürcie içerisinde, haksız tarafla mücadeleyi şart koşan kanada mensup olanlar Emevî yöneticilerinin açık haksızlıklarını eleştirmeden geri kalmamışlardır.Emevîler tarafından gerçekleştirilen ve İslam’ın ruhuna aykırı olan uygulamalar sebebiyle Mürcie grubu, Emevîlere karşı gerçekleştirilen isyanların hemen hepsine fert veya grup olarak katılmıştır. Bu isyanlar arasında tarihî sırayla, 81/700 yılında Abdurrahman b. Muhammed b. el-Eş'as, 101/719'de Yezid b. Mühelleb, 122/739'de Zeyd b. Ali ve 127/744 yılma kadar yaklaşık on üç yıl süren Haris b. Süreyc isyanları dikkat çekmektedir.
Mürcie'nin zafer yılları Ömer b. Abdilaziz dönemine rastlar. O, Medine valisiyken Mürcie mensuplarına yakın bir ilgi göstermiş ve önde gelen bazı Mürcii şahsiyetleri de açıktan korumuştur. Halife olduğu dönemde Mürcie mensuplarına yakınlığı devam etmiş ve onları desteklemiştir.Ancak onun ölümünden sonra Mürcie'yle Emevîler arasındaki ilişkilerin kötüleştiğini görüyoruz.
Haris b. Süreyc, Horasan bölgesinde Emevîler'e karşı on iki veya on üç yıl süren ve onların yıkılışını hazırlayan bir isyan başlattı. Bu isyan Emevî valilerinin zorba yönetimlerine ve kötü ekonomik politikalarına karşı sürdürülmekteydi. 128/746 yılında pek çok yakını ve taraftarıyla beraber öldürülmesine rağmen onun bu isyanı, bölgede Abbasî davetinin güçlenmesini ve Emevîlerin yıkılmasını dolaylı olarak etkiledi. Haris, Horasan ve Maveraünnehir'de sadece Mürciî fikirlerin yayılmasında değil, İslâm'ın yayılmasında ve insanların topluca İslâm'a girmesinde de önemli bir rol oynadı. Onun, Türklerle birlikte kaldığı yıllarda, İslâm'ı yayma faaliyetlerine devam ettiği anlaşılmaktadır.
b) Abbasiler Dönemi
Mürcie Emevî zulmüne son vereceği umuduyla Ebû Müslim’in faaliyetlerini ve ilk dönem Abbasî davetini desteklemişti. Ancak Ebû Müslim’in de aynı acımasız uygulamalara devam ettiğini görünce ona karşı çıkmışlardır. Bununla birlikte genel anlamda Mürcie Abbasilerle daha iyi ilişkiler kurabilmiştir. Nitekim Abbasiler, siyasi bir tercihte bulunarak Horasan'daki Haricî ve Şiî tehlikesine karşı Mürcie’yi desteklemiş, zamanla bu ekol mensupları bölgede güç kazanmıştır. Bu sebeple bölgedeki kadılık ve imamlık makamları, genelde, Mürciilerin eline geçmiştir. Bununla birlikte Mürcie’nin başarısı daimi olmamış, zamanla güç kaybetmeye başlamışlardır. Bunun sebepleri arasında Abbasiler döneminde resmî kadılık görevlerine atanmaları dolayısıyla, her ne kadar Abbasilerin her politikasını kabul etmedilerse de, özellikle akîde konusundan çok fıkıhla meşgul olmaları etkili olmuştur.
Mürcie'nin tarihinde iki önemli fikri kırılma yaşanmıştır.Birincisi Emevîler döneminde kader problemi, ikincisi ise Abbasiler döneminde Kur'an’ın yaratılmışlığı problemidir. Kader konusunda ortaya koydukları görüşler sebebiyle bu mezhebin mensupları “Kaderci/Özgürlükçü” ve “Cebirci” olarak ikiye ayrılmışlardır.Kur'anın yaratılmışlığı (halku’l-Kur’an) tartışmaları sürecinde ise ortak bir tavır belirleyemeyerek kimisi Mu'tezile'nin yanında yer alırken, kimisi de onların bu dayatmasına karşı çıkmıştır.
Abbasilerin ilk yıllarında Horasan'da Belh; Tahiriler döneminde Nisabur, Rey ve Herat; Samaniler döneminde ise, Mâverâünnehir'de Semerkand, Buhara ve Fergana şehri, Mürcie'nin faaliyet gösterdiği merkezler hâline geldi. Öyle ki Belh şehrinden Küfe'ye ilim öğrenmeye gelenlerin, özellikle Ebû Hanîfe'yi ve daha sonraları onun öğrencilerini tercih etmeleri sebebiyle, buraya
Mürrie'nin kalesi anlamında “Mürciabâd adı verildi.Abbasiler döneminde, bu bölgelerde Mürcie'nin tartışılmaz manevî lideri Ebû Hanîfe'dir.
Bölgede temelde Mürcii akideye bağlı Rey'de Neccârilik, Nisabur'da ve Sicistan'da Kerrâmilik, Semerkant'ta daha sonraları Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat olarak tanımlanan Maturidilik olmak üzere üç ayrı fikir ekolü ortaya çıktı. Maturidiliğin teşekkülüyle birlikte, Mürcie tanımlaması terk edildi.Muhammed b. Kerram ve taraftarları, Hüseyin b. Muhammed b. en-Neccar ve taraftarları Mürcie'nin aşırı uçlarını temsil ederken, Ebû Mansûr el-Mâtürîdî ve öğrencisi Hakîm es-Semerkandî gibileri bu akımın mutedil ve ana bünyesini temsil etmekle kalmamış aynı zamanda bu ekolün sistematik bir kelamını da oluşturmakla Mürcie ile Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat arasında bir köprü görevi görmüştür. Maveraünnehir’de Ebu Hanife’nin devamcısı olan Mâtürîdî, Ebû Hanîfe’nin mensup olduğu Mürcii anlayışı tezkiye etmiş, onunla diğer Mürciiler arasına mesafe koymaya çalışmıştır.
Mürcie'nin Görüşleri
Ortaya çıkış sürecinin tabii bir neticesi olarak Mürcie, Haricilerin iman ve küfürle ilgili görüşlerini reddederek kendilerine özgü ve orijinal bir yaklaşım ortaya koymuş ve böylece onlara muhalefet eden ilk fırka olmuştur. İman nazariyesiyle Haricîlere ve Hadis taraftarlarına karşı ortak bir tavır geliştiren Mürcie, diğer konularda kendi aralarında ayrılığa düşmüştür. Örneğin siyasi tutum noktasında Mürcie mensupları arasında ortak bir tavır bulunmamakta idi. Onlardan bir kısmı Emevîlere yönelik isyan hareketlerine destek verirken diğer bir kısmı tarafsız kalmayı tercih etmiştir. Bu hususta rivayet edilen hadislerden hareketle siyasi olaylara karışmayanlar arasında haksız tarafla mücadelenin şart olduğunu ileri süren, devlet başkanına itaati telkin eden ve bütün bunlardan uzak kalıp uzlet hayatını tercih eden şeklinde üç eğilimin varlığı tespit edilmiştir.
Mürcie’nin imametle alakalı görüşleri dikkat çekmektedir. Mürcie’nin çoğunluğu tarafından benimsenen görüşe göre halifenin Kureyş’ten olma şartı yoktur.Mürcie’yi, İslam düşüncesinde teorik ve pratik açıdan meşruiyetini halktan alan bir yönetim biçimini savunan ilk mezhep diye görmek mümkündür.
İtikadî Görüşleri
Mürcie’nin itikadi görüşleri, onların iman-amel nazariyeleriyle yakından ilişkilidir. Mürcie mensuplarının imanın tarifiyle ilgili görüşlerini üçe ayırmak mümkündür.
Birincisine göre iman kalpte gerçekleşen marifet veya tasdiktir. Buna göre iman yalnızca Allah’ı, peygamberlerini ve onlardan gelen şeyleri bilmektir. Küfür ise Allah’ı bilmemektir.
İkinci görüşte iman, Allah’ı ve ondan gelen her şeyi toptan kalp ile tasdik, dil ile ikrar etmektir. Bu görüş, Ebu Hanife ve taraftarlarınca benimsenmiştir.
Üçüncü görüşe göre ise iman, sadece dil ile ikrardan ibarettir.
a-İman-Amel İlişkisi
Mürcie mensupları iman ile ameli birbirinden ayırmış; amellerin iman olmadığını ve onun özüne dahil edilemeyeceğini benimsemişlerdir.Bir hükmün farz olduğuna inanmayan kafir, farz olduğuna inandığı halde yerine getirmeyen günahkar mümin olur. Bu itibarla insanlar, amelleri terk etmekle mümin ismini kaybetmez, ama tasdiki kaybetmekle iman ismini kaybederler.
İmanın, amellerle artmayacağı, amelleri terk etmek veya günah işlemekle de azalmayacağı fikri Mürcie tarafından ısrarla savunulmuştur.Ebû Hanîfe'ye göre, imanın eksilmesi, küfrün artması, küfrün artması ise imanın eksilmesi halinde mümkün olabilir.
Mürcie ile özdeşleşmiş diğer bir husus da imanda istisna meselesidir. Bir mümin, imanından asla şüpheye düşmemeli, hatta “Ben inşallah müminim” bile dememeli; bunun yerine “Ben gerçekten müminim” diyerek imanını teyit etmelidir. Çünkü inanılması gereken hususlara inanan herkes gerçekten mümindir.
Mürcie’nin teşekkülünde etkili olan diğer bir husus da, bütün müminleri iman konusunda eşit kabul etmeleridir. Onlara göre bütün müminler iman konusunda birbiriyle aynı olup, birinin diğerine üstünlüğü yoktur. Böyle bir anlayışla ırkî farklılıklara fırsat verilmediği gibi, günahkar müminle Salih amel işleyen bir mümin arasında da imanın bütünlüğü hususunda bir farklılık olmadığına vurgu yapılmıştır.
Mürcie, iman ve İslam'ın aynı manaya geldiği ve her Müslüman için mümin, her mümin için de Müslüman tabirinin kullanılabileceğini ileri sürmüştür. Bu prensip, Mürcie tarafından, “İman ve İslam tek bir isimdir. İmanın derece itibariyle İslam’a bir üstünlüğü yoktur.” şeklinde formülleştirilmiştir. Mürcie, bu fikri benimsemekle amelleri hem imanın hem de İslam’ın dışında bırakmıştır.
b-Büyük Günah Meselesi
Mürcie, ameli imanın bir parçası saymadığından büyük günah işleyenleri de tekfir etmemiş, böylesi kimselerin dünyadaki durumu ile ahiretteki durumunu birbirinden ayrı ele almıştır. Onlar, büyük günah işleyenleri imanlı olmaları sebebiyle mümin kabul ederler, ancak büyük günah işledikleri için aynı zamanda günahkar (fasık)tırlar. Fasıkların/günahkarların durumları Allah'a kalmıştır; dilerse affeder, dilerse cezalandırır. Fıskı imanın zıddı kabul etmediklerinden ve amelleri imanın bir parçası olarak görmediklerinden, büyük günah işleyeni fıskı ve fücuru ile birlikte kamil bir mümin saymaktadırlar. Onlar böyle bir ifadeyle, büyük günah işleyenin ne bu dünyada, ne ahirette hiçbir ceza görmeyeceğini kastetmişlerdir.
Mürcie, va’d ve vaîd konusunda genelde, Allah'ın va'dinin değişmeyeceğini, ama vaîdinin değişebileceğini kabul eder.Allah'ın istediği şekilde tasarruf hakkı vardır. Bu nedenle vaîdden dönmek noksanlık sayılmaz, çünkü vaîdden dönme fazilet sahibi ve bağışlayan birinin vasfıdır.
Görüldüğü üzere Mürcie’nin fikirleri genelde iman, büyük günah ve va'd-vaîdle ilgili problemler üzerinde yoğunlaşmaktadır. Ebû Hanîfe'ye nispet edilen eserler ve diğer Mürcii kaynaklardan hareketle onların temel anlayışlarını şu üç maddede sistemleştirmek mümkündür.
a) Bilinmeyen konularda hükmü Allah'a ertelemek: Cemel ve Sıffin savaşlarında ölen ve öldürülenlerin durumunu, başta Hz. Osman ve Ali olmak üzere, bu ilk ayrılıklarda yer alanların Cennetlik veya Cehennemlik oldukları hakkında verilecek karar Allah'a bırakılmalıdır.
b) Kıble Ehli'nden büyük günah işleyen hiç kimse tekfir edilemez. Günahkâr ve zâlim yöneticiler, kâfir değil günahkâr/ahlaksız mümindirler. Müslüman olduğunu söyleyen herkes iman üzerinedir.
c) Din birlik ve beraberliktir: Bir kimse iman ettikten sonra İslam toplumunun bir üyesidir. Bu bakımdan bütün müminler eşit olup birinin diğerine üstünlüğü yoktur. Ayrıca müminler birbirinin kardeşidir ve her birisi Allah'ın dostudur. Hangi mezhebe veya görüşe sahip olursa olsun, o kimse dışlanamaz, tekfir edilemez ve öldürülemez. Herhangi bir Müslüman sadece nefsini savunma ve zulme engel olma durumunda kılıca başvurabilir. Ancak bir Müslümanı Müslüman olduğu için öldüren küfre girer.
Mürciî Fırkaları
Bölgesel olarak: Horasan, Kufe, Irak veya Şam Mürcie'si şeklinde;
Fırka liderlerine göre :Sevbâniyye, Kerrâmiyye, Gaylâniyye, Şimriyye, Tumeniyye, Neccâriyye şeklinde;
Uzmanlık alanlarına göre :Fukahâ Mürcie'si ve Ehl-i Kelâm Mürciesi veya Ehl-i Sünnet karşısındaki konumuna göre, Sünnet Mürcie'si, Bid’at Mürcie'si şeklinde,
Kader problemine bakışlarına göre: Kaderci, Cebirci veya Halis Mürcie olarak;
Fikirlerine göre Kat'iyye, Şakkiyye, Vâcibiyye, Sâlibiyye şeklinde alimler tasnifler yapmaktadırlar.
Ana fırkalar ve alt kollarıyla birlikte tarihi kaynaklarda yer bulan Mürcie gruplarının hiç biri bugün varlığını devam ettirememektedir. Günümüzde doğrudan “Mürcie” ekolüne mensubiyeti ile tanınan her hangi bir ülke ya da topluluk bilinmemektedir.
Mürcie'nin İslam Düşüncesine Katkıları
Mürcie, iman, küfür, büyük günah ve amel-iman ilişkisi konusunda Haricîler ve Hadis Taraftarlarına; imamet konusunda Şîa'ya; va'd ve vaîd'le büyük günah meselesinde Mutezile'ye karşı çıkarak fikir özgürlüğü, adalet ve hoşgörü esasına dayalı bir iman nazariyesi geliştirmiştir. Bu nazariyede, bütün Müslümanların iman bakımından eşitliğini ve hiç bir müslümanın, Allah'a imanettiğini açıkça belirttiği müddetçe, İslâm'ın dışında kabul edilemeyeceği ve ona gayr-ı Müslim muamelesi yapılarak haraç ve cizye alınamayacağı tezi savunulmuştur. Akılcılığı benimseyen vesistematize eden ve tarihe Rey taraftarları olarak geçen Mürcie'nin itikadî ve fıkhî konularda ileri sürdükleri görüşleri sebebiyle yeni fethedilen bölgelerde , Horasan ve Mâverâünnehir'de yaşamakta olan çeşitli milletlerin, özellikle Türklerin topluca Müslüman olmasını kolaylaştırmıştır.
Haricilik, bedevî zihniyetin, Mürcie Medenî zihniyetin temsilcisidir. Nitekim onlar, yönetici ve halifenin halkın rızası ve seçimiyle işbaşına gelmesini savunmakla meşruiyetin kaynağını halka devretmek istemişlerdir.
Türkiye Müslümanları olarak Mürcie’nin bizleri ilgilendiren diğer bir yönü de bu zihniyetin, Maturidiliğin doğuşuna ve fikri sisteminin gelişmesine zemin hazırlamış olmasıdır. İmam Matüridi ve sonrasında gelen Matüridi kelamcılar, Mürcie’nin pek çok görüşünü geliştirip sistematik bir hale getirerek yaşamasını sağlamışlardır.
__________________

Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır.
Alıntı ile Cevapla