Tekil Mesaj gösterimi
Alt 23 Aralık 2013, 15:20   Mesaj No:4

enderhafızım

Medineweb Emekdarı
enderhafızım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:enderhafızım isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5879
Üyelik T.: 28 Aralık 2008
Arkadaşları:32
Cinsiyet:Bay
Memleket:İst
Yaş:39
Mesaj: 3.185
Konular: 1383
Beğenildi:174
Beğendi:17
Takdirleri:216
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
evtx Cevap: Din Felsefesi Ders Notları (14 Hafta)

4. HAFTA
KÖTÜLÜK SORUNU
1-Kötülük ve Kötülük Sorunu:
Swinburne geleneksel tasnife bağlı kalarak kötülüğü ikiye ayırır. İnsanların kasten veya ihmalde bulunarak sebep oldukları kötü durumlara, ahlaki kötülük derken; insanların kasıt ve ihmallerinin neden olmadığı diğer bütün kötü durumlara da doğal kötülük adını verir. Mutlak kudret sahibi bir varlık eğer istemiş olsa kötülükleri önleyebilir; mükemmelce iyi olan bir varlık da, kötülükleri önlemek isteyecektir. Ateistlerin kötülük problemine dayalı delilleri, Swinburne' e göre, şu şekilde bir mantıksal form içinde sunulmaktadır:
1. Eğer Tanrı varsa, O, her şeye gücü yetendir ve kusursuzca iyidir.
2. Kusursuzca iyi olan bir varlık, eğer onu önleyebiliyorsa, herhangi bir ahlaken kötü durumun meydana gelmesine asla izin vermez.
3. Her şeye gücü yeten bir varlık, bütün ahlaken kötü durumların meydana gelmesini önleyebilir.
4. En azından bir tane ahlaken kötü durum vardır.
— O halde (sonuç); Tanrı yoktur.
Bu sonucun doğru olması, her şeyden önce bu öncüllerin hepsinin doğru olmasına bağlıdır. Acaba bu öncüller doğru mudur? Bu sonucu kabul etmeyen bir teist, hangi öncülün yanlış olduğu iddiasından yola çıkmalıdır?
Swinburne, yukarıdaki öncüllerden birinci ve dördüncüyü açıkça doğru sayar. Teistik açıdan üzerinde durulması gereken ya ikinci ya da üçüncü öncüldür.
O,teistlerin bazen, bütün ahlaken kötü durumların meydana gelişini önlemenin mantıken mümkün olmadığını, dolayısıyla mantıken mümkün olmayanı yapmasını Tanrı' dan beklenmesinin doğru olmayacağını öne sürerek,üçüncü öncüle itiraz ettiklerini belirtir. Fakat ona göre, bu itiraz çok makul gözükmemektedir; dolayısıyla üçüncü öncül de yerinde kalabilir.
O halde, itiraza açık olarak geriye sadece ikinci öncül kalmaktadır. Swinburne'e göre, ateistik kanıta, normal ve en makul karşı çıkış, ikinci öncülü sorgulayan bir karşı çıkış olmalıdır. Zira ona göre, yanlışlığı daha aşikâr olan ikinci öncüldür. Çünkü kötü durumlar meydana getirmek veya gelmesine izin vermek her zaman kötü bir fiil değildir. Zira bir kişinin bazı iyi durumlar meydana getirebilmesinin tek yolu, ilk önce bazı kötü durumları meydana getirmesine veya onlara izin vermesine bağlı olabilir.
Bu durum karşısında ateist yukarıdaki kanıtını savunmakta ısrar edebilir; fakat kendisinin de kabul edebileceği gibi, aslında ikinci öncülü biraz değiştirerek yeniden oluşturması gerekmektedir.
Değiştirilmiş ikinci öncül özet bir ifadeyle şöyle olmalıdır: Kusursuzca iyi bir varlık, eğer onu önleyebiliyorsa, herhangi bir ahlaken kötü durumun meydana gelmesine ‘daha büyük bir iyilik uğruna gerekli olması hariç asla izin vermeyecektir.
Swinburne, üçüncü öncülde iddia edildiği üzere mutlak kudret sahibi bir varlığın,eğer öyle murat ederse her türden kötülüğü önleyebileceğini kabul eder; ancak ikinci öncülde öne sürüldüğü şekliyle,mükemmelce iyi olan bir varlığın her zaman her türden kötülüğü önlemeye çalışması gerektiği öncülüne karşı çıkar.
Şayet mükemmelce iyi bir varlık kötülüğün meydana gelmesine izin veriyorsa, kötülüğün ortaya çıkmasına izin
vermekle meydana getirilebilen ve ona izin vermeye değecek kadar büyük olan bazı iyilikler olmalıdır. Böyle bir durum söz konusu ise o zaman böyle bir varlığın kötülüğe izin vermeye hakkı var demektir.
Swinburne, kötülük problemi karşısında geliştirilen bazı geleneksel savunmaları tatmin edici bulmaz. Bunlardan biri, kötülüklerin çoğunun, günahlarından dolayı Tanrının insana verdiği ceza olduğu görüşüdür. Ona göre bu, bazı doğal kötülükleri açıklayabilir; fakat bebeklerin ve hayvanların çektikleri acıları izah etmekte yetersizdir.
Swinburne'un fazla tatmin edici bulmadığı bir başka görüş, doğal kötülüklerin, insanların dışındaki düşmüş melekler türünden varlıklarca meydana getirildiği görüşüdür.
Onun katılmadığı bir başka geleneksel teodise de, Hıristiyan düşüncesini üçüncü asırdan on üçüncü asra
kadar güçlü bir şekilde etkilediğini söylediği Neoplatonizm’ den Hıristiyan düşüncesine geçtiğini belirttiği, kötülüğün ademiliği, yani gerçek bir şey olmayıp iyiliğin yokluğundan ibaret olduğu görüşüdür.
Son olarak, kısaca belirtmek gerekirse o, Leibniz'in mümkün dünyaların en iyisi görüşüne dayalı iyimser teodisesine de katılmaz. Zira o, mümkün dünyaların en iyisinin mantıken mümkün olmadığını, daima daha iyi bir mümkün dünya düşünülebileceğini; dolayısıyla, Leibniz'in değil, Tanrı'nın daha başka ve daha iyi dünyalar yaratabileceğini öne sürmüş olan Thomas Aquinas'ın görüşünün haklı olduğunu savunur.
2- Genel Olarak Kötülük Problemi:
David Hume, Tabii Din Üstüne Diyaloglar adlı eserinde Philo'nun ağzıyla şu çetin soruyu soruyordu:
Tanrı kötülüğü önlemek istiyor da gücü mü yetmiyor?
Öyleyse O, güçsüzdür.
Yoksa gücü yetiyor da kötülüğü önlemek mi istemiyor? Öyleyse O, iyi niyetli değildir.
Hem güçlü, hem de iyi ise, bu kadar kötülük nasıl oldu da var oldu?
Tanrının ilim, kudret, irade ve iyilik sıfatlarını aynı kuvvetle savunamazsınız. Bunu savunan her teist sistem, büyük bir çelişki içindedir.
Platon; aynı problem üzerinde durmuş fakat bir çözüm
getirememiştir. Öyle görünüyor ki O, kötülüğü evrendeki düzensiz hareketlere bağlamakta ve ondan Tanrıyı değil de kötü ruhları sorumlu tutmaktaydı. Platon kötülüğün kaynağını maddede görmüyordu.
Farabi’ye göre; Kötülük, maddenin ilahi nizamı tam olarak kabul edip yansıtacak bir kuvvete sahip olmamasından doğuyor. İşte varlıkların karşı karşıya kaldıkları bir takim afetler, maddenin tam bir nizamı kabul edemeyişinden kaynaklanır. Farabi, “aslolan hayır ve nizamdır; kötülüğün şeylere duhulü sadece arızidir” diyor.
Farabi'nin burada sözünü ettiği kötülük, esas itibariyle "tabii" diye adlandırılan kötülüktür. İnsanın sebep olduğu "ahlaki" kötülüğün tabii kötülük içinde mütalaa edilip edilmeyeceği konusunda filozofumuz bir şey söylemiyor.
Onun bazı insanları "ıslahı mümkün olmayanlar" diye vasıflandırmasının sebebi de bu olsa gerektir.
Farabi'nin bu iyimser görüşünün arka planında onun sudur nazariyesi vardır.

İbn Sina bu konuda üstadının fikrini aynen benimser. Ona
göre, genelde iyiliğin hâkim olduğu bu alemde kötülük, gül ağacındaki diken mesabesindedir. Kötülük kemalin yokluğu dur. Onun kendi başına duran "salt", bir varlığı yoktur.
Gazali Allah’ın sıfatlarına dayanarak bu âlemin "mümkün âlemler arasında en iyisi, en güzeli olduğunu" söyler.
Gazali'nin bir cümlesi, daha sonra kısaltılmış bir şekle sokularak bu konuda yapılan tartışmaların adeta değişmez başlığını oluşturmuştur ki cümlenin alamı şudur: "olmuş olandan daha iyisi mümkün değildir." Gazali'nin bu ifadesi, "rahmeti amme" şeklinde tanımlanan "inayet" kavramı, âlemde görülen nizam ve gaye fikri ve Allah'ın öteki bütün sıfatlarıyla yakından ilgilidir.
Batı felsefesinde "teodise" tabirini meşhur eden Leibniz olmuştur. Leibniz, Gazali'nin cümlesini adeta iktibas etmekte ve bu âlemin mümkün âlemler arasında en iyisi olduğunu söylemektedir. Ona göre, her türlü kötülüğe rağmen, ilahi adalet, âlemde tecelli etmiştir ki, teodisenin anlamı da budur. Leibniz, kötülük problemini şöyle ifade eder: Doğru yolu seçmeyen bir varlığın ya kudreti, ya bilgisi yahut iyiliği eksik demektir. İçinde kötülüğün bulunduğu bu âlemi yaratan Tanrı, en iyi yolu seçmemiştir. Öyleyse O'nun ya kudreti, ya bilgisi yahut iyiliği eksiktir. Leibniz, buradaki ikinci hükmü reddetmekte ve âlemin bu haliyle de iyi olduğunu ispat etmeye çalışmaktadır.
Kötülük probleminin bazı teist sistemler için ciddi bir problem olduğunu inkâr etmek mümkün değildir.
O halde onu çözmenin bir yolu veya yolları var mıdır?
Problemi çözmek için genellikle iki ayrı yol takip edilmiştir:
Kötülük kavramını hareket noktası olarak seçen yol.
Tanrı kavramından hareket eden yol.

3-Kötülük Kavramının Yorumu:
Tanrının kötülükten sorumlu olmadığını belirtmek için
genellikle kötülük, tabii ve ahlaki diye ikiye ayrılmakta, birincisi bazen, tıpkı Farabi'nin yaptığı gibi, maddenin her kemali kabul edecek durumda olmadığına ikincisi ise bizzat insana mal edilmektedir. Bazı Hıristiyan ilahiyatçılar, fiziki kötülüğü insanın düşüşüne bağlamak istemekte, dolayısıyla onu ahlaki kötülüğe irca etmektedirler. Bu görüş, doğru değildir. Âlem, Âdem yaratılmadan önce de vardı ve âlemin o dönemlerinde de zelzeleler, fırtınalar, su baskınları v.s. vuku bulmaktaydı. İnsan yaratıldıktan sonra bu afetlerin bir kısmının insanın ahlaki kötülüğünden dolayı Tanrı tarafından meydana getirildiğine Tevrat, İncil ve Kur'an’da temas edilmiştir.
Bir başka çözüm şekli de "kötülüğün, iyiliğin bilinmesi ve takdir edilmesi için var kılındığını" öne süren görüştür. Bu görüşe göre, eğer dünyada her şey iyi olsaydı, iyi ne bilinir ne de takdir edilirdi.
Bir başka görüşe göre ise, belli oranda var olan kötülük, âlemdeki estetik görünüm ve yapıyı tamamlamaktadır. Çirkinlik olmadan, insan güzellik kavramını elde edemezdi.
Bu çözüm önerilerinin hepsine de itiraz edilmiştir:
Kötülüğün reel varlığını inkâr etmek, problemi çözmek
değil, ondan kaçmak anlamına gelir. İyilik bize aitse, kötülük de bizim dünyamıza aittir. Yağmurun yağması
toprak örtüsünün istediği miktarda ise iyidir. Eğer buradaki "iyilik" sözünün bir anlamı varsa sel felaketi için de
"kötü" demenin bir anlamı olmak lazım gelir.
İkinci olarak, iyiliği tanımak ve takdir etmek için "biraz" kötülüğün olması kâfi gelir. Kırmızıyı tanımak için onun kadar veya daha çok sarının bulunmasına ne gerek var?
Üçüncü olarak, kötülüğün estetik görünümü tamamladığı da söylenemez. Bir insanın güzelliğini göstermek için onun yanına hastalığın perişan ettiği başka bir insani getirmeye ihtiyaç olmasa gerektir.
Dördüncü olarak, bazı insanların kötülüklerden dolayı Tanrının bir toplumu "ibret olsun" diye cezalandırması veya ben "halime şükredeyim diye" başkasının perişan edilmesi, itirazcıya göre, hiçbir bakımdan savunulamaz.
Bu eleştirilerin haklı olan yanları vardır; olmayan yanları vardır. Dinlerin çoğu, kötülüğün varlığını inkâr etmiyor. Aslında, onların varoluş sebeplerinden biridir âlemdeki
ahlaki kötülük. Eğer dünyada sadece iyilik olsaydı, Hz. Muhammed'in "ben güzel ahlakı tamamlamak için
gönderildim" sözünün hiçbir anlamı kalır mıydı?

4-Sınırlı Tanrı Kavramı:
Kötülük problemini çözmeye çalışmanın ikinci bir yolu da işe Tanrı kavramından başlamaktır. Acaba D. Hume'un bölümün başında zikrettiğimiz ifadelerinden birini kabul edecek olsak, problemin çözümü daha kolay olmaz mı?
Şüphesiz o ifadelerden kabul edilmesi imkânsız olanları vardır. Sözgelişi, Tanrının iyi olmadığı asla söylenemez.
O halde, geride iki ihtimal kalıyor; Ya gücü, ya da bilgisi sınırlı olan bir Tanrı anlayışını benimsemek. Bunlardan özellikle "gücü sınırlı Tanrı" anlayışı, öyle görünüyor ki, birçok düşünüre cazip gelmiştir. Bazıları, "sınırlılık" sözünün anlamını çok geniş tutarak Tanrının sınırlı olmasının kaçınılmaz olduğunu söylemişlerdir.
İkinci olarak, onlar, sınırlı Tanrı anlayışıyla insanın ahlaki sorumluluğuna birdinamizm getirdiklerine inanmaktadırlar. "insan, kötülüğün ortadan kaldırılması için Tanrıyla el ele vermektedir".
Üçüncü olarak, onlar genellikle, söz konusu sınırı koyanın bizzat Tanrı olduğu, yani Tanrı kendi kendini sınırlandırdığı için dini bakımdan bir endişe duymaya gerek olmadığını söylemektedirler. Sınırlı Tanrı kavramı, öyle görünüyor ki, insanın hürriyeti meselesi, dolayısıyla ahlaki kötülük konusuyla çok daha yakından ilgilidir.

5-Kötülük Problemi ve Ateizm:
Teizmin aleyhinde kullanılan belki de en eski iddia, dünyadaki kötülüğün reel varlığından kaynaklanan iddiadır. "Eğer her şeye gücü yeten, her şeyi bilen ve mutlak anlamda iyilik sahibi olan bir Tanrı varsa, yeryüzündeki bu kadar kötülük nereden geldi?" sorusu, düşünce tarihinde yüzlerce kez sorulmuş ve cevaplandırılmaya çalışılmıştır.
Bazı teistler, kötülüğün reel varlığını inkâr ederek; bazıları onu insanın olgunlaşması için bir araç şeklinde yorumlayarak; bazıları kötülüğü Tanrı’nın öfke ve uyarısına bağlayarak, bazıları da sınırlı bir Tanrı kavramı kabul ederek Hume’un ortaya koyduğu dilemi çözmeye çalışmışlardır.
Ateist iddiaların çoğu, "dünyada gereğinden fazla kötülüğün bulunduğu" düşüncesi çevresinde dönüp
dolaşmaktadır. Her şeyden önce bu “gereğinden fazla” sözü, oldukça üstü kapalı bir sözdür. Kısacası," dünyada kötülük vardır" yargısıyla. “bilgi, irade, güç ve iyilik sahibi bir Tanrı vardır” yargısını hiçbir şekilde karşı karşıya koyup bundan bir ateizm çıkaramayız.
Alıntı ile Cevapla