Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 Arkadaşları:32 Cinsiyet:Bay Memleket:İst Yaş:39 Mesaj:
3.185 Konular:
1383 Beğenildi:174 Beğendi:17 Takdirleri:216 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cevap: Din Felsefesi Ders Notları (14 Hafta) 11. HAFTA DİNİ ÇOĞULCULUK:
Her ne kadar farklı dinler ilahi gerçekliğe verilen farklı cevapları izhar etseler de, onlardan her biri kurtuluşa, özgürleşmeye veya kemale ermeye başarılı bir şekilde yardım edebilir. Hinduizmin kabul ettiği üzere, birbirine eşdeğer pek çok yol özgürleşmeye veya kurtuluşa iletir.
Bazı dahili kontrol mekanizmaları, dini iddiaları idare edebilir; fakat bu mekanizmalar, dini gelenek, asli dini metinler, etkili entelektüel sistemler, insan varlığına dair yeni vizyonlar ve evliyaya yaraşır hayatlar üretmesiyle sağlanır. Çoğulculuk denen bu ikinci görüş, başkalarının yanı sıra John Hick tarafından benimsenmiştir.
Pek çok soru ortaya çıkmaktadır. İlk olarak, Hick bazı dinlerin Mutlak Gerçeklik görüşlerinin kökten farklı ve birbiriyle bağdaşmaz görüşlere sahip olduklarını kabul eder.
Bazılarına göre o, ikiliksiz, gayrişahsî, her şeyin ve hiçin ötesinde, bizim içinde yaşayıp düşündüğümüz bu fani dünyadan aşkındır. Başkalarına göre ise, gerçek kişiseldir, yaratıcı Tanrı insanların işleriyle her halukarda ilgilidir.
Gerçeğe dair bu tasavvurlar birbirleriyle uzlaştırılamaz göründüğü için, Tanrı'nın bütün bu muhtelif dini tasavvurları doğru olamaz. Bu durumda, çoğulculuk taraftarı, birbiriyle bağdaşmaz doğruluk iddialarıyla
ilgili olarak dışlayıcı argümana ne karşılık verecektir.
Cevap sadedinde, Hick, Immanuel Kant'dan uyarlanmış olan, bizatihi gerçek (numen) ve insani ve kültürel olarak algılanan ve tecrübe edilen gerçek (fenomen) arasında bir ayrımı gündeme getirir. Dini şahsiyetler numen olarak kendinde Mutlak Gerçeklikten bahsettikleri zaman, onlar sadece Mutlak Gerçeğin onlara nasıl göründüğünü tasvir edebilirler. Onların nitelemeleri, dünyalarını anlamak ve yapılandırmak ve varoluşlarına anlam vermek için kullandıkları yorumlayıcı kavramlara dayanır. Dolayısıyla, gerçeğin ikiliksiz olduğunu, tasvir edilemez olduğunu, kabul edenler, bir yorumlayıcı kavramlar, mecazlar ve imajlar kümesini kullanırlar; gerçeği kişisel olarak görenler başka bir kümeyi kullanırlar. İşte bu yüzden gerçek çeşitli yollarla tasvir edilebilir.
Hick, meşhur kör adamlar ve fil hikâyesini kullanır.
Daha önce hiç böyle bir hayvan görmemiş bir grup kör adamın önüne bir fil getirildi. Bir tanesi bacağına dokundu ve filin büyük bir canlı sütun olduğunu söyledi. Başka birisi hortumuna dokundu ve filin büyük bir yılan olduğunu söyledi. Başka birisi filin dişine dokundu ve filin keskin bir saban demiri gibi olduğunu söyledi .... tabii ki hepsi doğru söylemişlerdi, fakat her birisi bütün gerçekliğin sadece bir cihetine atıfta bulunmuştu ve hepsi de eksik kıyaslamalarla anlatmıştı.
Hangisinin doğru olduğunu söyleyemeyiz çünkü biz kör insanların fili temas edişini görebileceğimiz nihai bakış açısına sahip değiliz. Gerçeği ararken hepimiz körüz, kendi bireysel ve kültürel kavramlarımızın tuzağına düşmüşüz.
Bir kavramlar ve yapılar kümesi doğru da başka birisi yanlıştır diye bir durum söz konusu değildir. Hick'e göre, Mutlak Gerçeklik hakkındaki hükümler kurtuluşa veya kişisel dönüşüme eriştirme konusundaki etkinlikleri sayesinde tasdik edilen mecazlardır; dini gelenekler bunları korurlar çünkü pek çok insan bunları anlamlı bulmaktadır. ÇOĞULCULUĞUN ELEŞTİRİSİ:
Çoğulculuk çekicidir; bizim başka kişileri yargılayıcı olmaksızın kabul etme teşebbüsümüzle uyum içindedir. Yine de bu çekicilik bazen, bu bölümde daha önce de işaret edildiği üzere,epistemolojik ve ahlaki mülahazaları birbirine karıştırmaya yol açar. Orada iddia ettiğimiz üzere, doğruluk iddiaları veya inançlar hususunda yargılayıcı olmanın farklı inançları benimseyen insanlara kötü davranmayı zorunlu kıldığını ve müsamahakâr olmanın çeşitli doğruluk iddialarını aklen değerlendirmeyip olduğu gibi kabul etmeyi tazammun ettiğini ileri sürmek bir hatadır. O halde, çoğulcu görüşün kuvvetli ve zayıf olduğu noktaları özenli bir şekilde tedkik etmeye ihtiyaç duyuyoruz.
O zaman, bu münazaradaki çekişme mevzusu nedir? Cevap, kısmen, dinin mahiyetidir. Pek çok çoğulcu için, dinin önemli tarafı bireyi dönüştürme gücü, kişiyi benlik kaygısından gerçeklik merkezli olmaya hareket ettirmesidir. Durum bu olunca, dini inançlar ve ameller kişisel ve sosyal dönüşüm için önemli vasıtalardır, fakat özü itibariyle veya nihai olarak önemli değildir. Dolayısıyla, iki kişi belirli bir inanç veya amel konusunda ihtilaf edebilirler ve bu durum son tahlilde fark etmez. Hick şöyle yazar: "Mesela, İsa'nın insan bir babası olup olmadığı konusunda benimle ihtilaf eden birinin muhtemelen (kesin olmasa da) yanıldığını düşünürüm; fakat bunu düşünürken, o kişinin yine de ilahi gerçekliğe benden daha yakın olabileceğinin tümüyle bilincindeyim. Bu farkında oluş önemlidir, zira bunun, tarihsel yargıya dair böyle farklılıkların önemini azaltma etkisi vardır. Onlar hiçbir zaman sondan bir önceki aşamadan daha önemli olamazlar."
Fakat bu tamamıyla uygun bir din görüşü müdür?
Dinler Mutlak Gerçeklik hakkında doğruluk iddiaları ortaya atmazlar mı? Bu soru hakkında çoğulcular aralarında ihtilaf halindedirler. Bazılarına göre, doğruluk önermelere ait olarak anlaşılmamalıdır, sanki önermeler zamandan, bakış açısından ve onlara inanan bireyden bağımsız olarak doğru veya yanlışmış gibi.
Diğer çoğulcular dinlerin müntesiplerinin doğruluk iddiaları ortaya attıklarını ve sadece Mutlak Gerçeklikle ilgili olarak bu iddiaların fenomen olarak (onlara göründüğü kadarıyla) anlaşıldığını kabul ederler. Dolayısıyla dini iddialar birbirleriyle çelişmezler. Mesela, bir şeyin bana mavi göründüğü ve sana da mavi görünmediği iddiaları birbiriyle çelişmez. Doğruluk iddiaları ancak, ikimizin de söz konusu nesnenin her birimizin algıladığı renkte olduğunu iddia etmemiz durumunda çelişirdi. Benzer şekilde, bu görüşe göre, dinin müntesipleri karşılaştıkları şeyle ilgili olarak, kendi kültürel dini bakış açılarından konuşurlar, harici, nesnel ve büsbütün kuşatıcı bir bakış noktasından değil. Dolayısıyla onların iddiaları çelişkili olamaz.
Ayrıca, Gerçekliğe yaklaşmak için bizim kullandığımız
dil ve kavramlar, bizim gündelik tecrübemizin karakterini belirleyen bilimsel doğrulama türüne konu olamaz.
Bunlar "alemin dilsel resimleri veya haritalarıdır, bunların işlevi bizi kurtuluşu/özgürlüğü bulmaya yetenekli kılmaktır.
Bu yüzden bunlar bu kurtuluş işlevini yerine getirmedeki başarılarına ve başarısızlıklarına göre kendilerini test ederler." Mutlak Gerçekliğin nasıl bir şey olduğu, eğer yapılabilirse, sadece ahirette doğrulanabilir.
Çoğulcuların -doğruluk iddiaları hem tarihsel hem de kültürel olarak sübjektiftir ve sadece fenomenlere ilişkindir- şeklindeki iddiası Mutlak Gerçeklik hakkında kaçınılmaz şekilde şüpheciliğe götürecektir diye bir itiraz da ortaya atılabilir. Eğer Mutlak Gerçeklik hakkında konuşamazsak,
o zaman biz (Hick'in kıyaslamasıyla söylersek) gerçek
fil hakkında bir şey bilemeyeceğimiz gibi, ortada bir fil olduğunu bile ileri süremeyiz. Hick'in kendisi de Mutlak Gerçeklik hakkında bir şeyler söylemekten tamamıyla kaçınamaz. Hick'e göre, o "muhtevası zengin olandır", "ikincisi olmayan Bir’dir", zira çok sayıda mutlak olamaz.
Dışlayıcılığın tutarlılığına karşı bu eleştiri Mutlak Gerçekliğe dair gereken yüklemlerin bilgisini önceden varsayar. Kısaca, çoğulcuların Mutlak Gerçeklik bizim karşımıza çıkar demeleri iyidir hoştur, ama Mutlak Gerçeklik nedir? Bazı çoğulcuların, ateist Marksizmi
ve tabiatçı hümanizmi teizmin yanı sıra ve onunla eşit seviyede dinler grubuna katmaya arzulu oluşu vakıası,
bu problemin ciddiyetine işaret eder.
Yahudiler, Müslümanlar ve Hıristiyanlar, hakikaten bir Tanrı'nın olduğunu, onunla karşılaşmanın bizim hayatımızı anlamlı kıldığını iddia ederler, tabiatçılar ise ilahi olanı kabul etmeksizin veya onunla karşılaşmaksızın da anlamlı varoluşu bulabileceğimizi kabul ederler; Şeytancılar kötülüğü ve kuvveti ilahlaştırırlar. Bu inanç sistemlerinin akli iddiaları oldukça farklıdır. Birincisinde, anlam iyi ve kişisel olan bir Tanrı'yla karşılaşmaktan kaynaklanır; ikincisinde anlam kendi kendine yaratılmıştır;
üçüncüsünde ise kuvveti ve anlamı veren kötülüktür.
Hick gibi çoğulcular bir açmazla karşı karşıyadırlar. Eğer bizim belirli bir Tanrı kavramımız yoksa eğer biz Tanrı'nın ya da Mutlak Gerçekliğin bizatihi ne olduğu hakkında bir şey söyleyemezsek, bizim dini inançlarımız bilinemezcilikten farksız hale gelir. Eğer biz Tanrı hakkında konuşabilirsek, o zaman Tanrı'nın sıfatlarını tasvir etmek için birbirleriyle tutarlı bir yüklemler kümesini kullanabiliriz. Bu durumda, elimizde kendisiyle ilgili iddialarda bulunabileceğimiz bir esas var ve biz tamamıyla kör değiliz. İlke olarak biz, körlerin iddialarından hangisinin doğru olduğunu -eğer doğru varsa tabi- değerlendirebiliriz.
Kısaca, öyle görünüyor ki, Hick'inki gibi bir çoğulcu
görüş kabul edilir, ama bunun için sadece çok yüksek bir şüphecilik bedeli ödenmez, aynı zamanda inananların yaptıklarını düşündükleri şey de hiçe sayılmış olur.
Temel akideleri efsanelere dönüştürerek, "insanların
esaslı konulardaki en değerli inançlarını dışarıda bırakır.
Müslümanlardan, aslında, Kur'an'ın Tanrı'nın amaçları
için merkezi önemde olduğunu inkar etmelerini ister.
Yahudilerden Tanrı'nın Musa aracılığıyla kesin olarak konuştuğunu inkar etmelerini ister. Hıristiyanlardan İsa'
nın Tanrı'nın tarih içinde bedenlenmesi olduğunu inkar etmesini ister." Bu görüş inananları kendi imanlarının karşısındaki bazı problemleri ele almaktan da alıkoyar. Mesela, Hick'in kendi nefs eğitimi teodisesini ele alın, ki biz yedinci bölümde, acı ve ızdırap problemine bir yaklaşım olarak mütalaa etmiştik. Hick ona, artık aşkın gerçeğe uygulanamayacak olan ve dolayısıyla da onun iyiliğini kudretini veya adaletini haklı kılmak için kullanılamayacak olan tam bir efsane olarak bakar. KURTULUŞLARIN ÇOKLUĞU OLARAK
ÇOĞULCULUK:
Teolog S. Mark Heim'ın iddiasına göre, Hick de dahil olmak üzere çoğulcuların çoğu aslında kılık değiştirmiş kapsayıcılardır, zira onlar kurtuluşa yaklaşımların çokluğunu tanısalar da, gerçekte Mutlak Gerçekliğin sağlayacağı tek bir kurtuluşun savunmasını yaparlar. Onlar "kurtuluşu, dini gelenekleri yorumlamada evrensel, kültürler arası sabite" çevirirler. Fakat bunu yaparken, dini çoğulculuklarını terk ederler, zira onlar dünya dinlerine çoğulcuların kendilerinin savunduğu tek kurtuluş yolunu, yani "ben merkezlilikten, gerçeklik merkezliliğe dönüşüme" zorla kabul ettirmek isterler. Onlar çeşitli dinlerin gerçek farklılıkları olduğunu inkar etmekle, kendi çoğulculuklarına ihanet ederler.
Kendisini Hick'in benimsediği çoğulculuk türünden
uzak tutmaya çalışan Heim'a göre, gerçek çoğulcu, dini geleneklerin gerçekten kabul edilmesi ve değerlendirilmesi gereken bazı farklılıklar arz ettiğini kabul eder.
Bir dini geleneğe mahsus öğretiler önemli derecede doğruluk değerine sahip olabilir, bu nedenle bunların kuşatıcı bir kurtuluş kavramı uğruna kurban edilmemesi gerekir. Tam aksine, her bir dinin kendine has öğretileri, yabancılara o cemaatin kendi kurtuluşa erme görüşüne göre neyi önemli gördüğünü bildirir.
Her din, kendi kurtuluşuna sahiptir ve bu diğer dinlerdekine benzer olabileceği gibi onlardan farklı da olabilir. Fakat dinin dahili tutarlılığı bakımından, kurtuluş hususi bir yaklaşımın tamamlanması veya doruğa ulaşmasıdır. Bu anlamda, her din tamamıyla dışlayıcıdır.
Dinleri birbirine karma veya onları bir üst dinde eritme teşebbüsleri, onların yeganeliğinin ve kendilerine has kurtuluşlarının hakkını vermekten uzaktır.
Farklı dinlerce müdafa edilen kurtuluşların hem bu dünyaya hem de öbür dünyaya dönük tarafları vardır.
Heim özellikle birincisini vurgular, ikincisi hususunda
biraz bilinemezci bir tavır sergiler.
Bu hayatta her ne kadar dinlerin kurtuluşa ermek için tavsiye ettikleri yollar, çoğu zaman kemale ermeyi sağlasa da, farklı dinlerde bulunan kemale ermeler aynı kurtuluşun farklı görünüşleri değildir, fakat alternatif tasavvurları ifade ederler. Her bir din kendine has vizyonu gerçekleştiren kurtuluşa eriştirdiği için, dini kemale ulaşmak, her bir dinde tasvir edilen belirli yolu gerektirir. Heim "istikamet çoğulculuğunun" bir türünü benimser, buna göre gerçeklik çok yüzlü değildir; sadece tek bir gerçeklik vardır.
Heim'a göre pek çok kurtuluş veya kemale erme olsa
da, bu durum bu kurtuluşlarla ilgili olarak çeşitli dinlerin sağladığı bütün ayrıntıların doğru olmasını gerektirmez.
Çok çeşitli kurtuluşlar olabileceğine göre, kendinden feragat etme sonucunda bir kişinin özgürleşmeyi tecrübe etmesi, başka bir kişinin Mesih'e inanmakla kişisel ölümsüzlüğü kazandığı veya Konfüçyüs’çü faziletlerle bezenmesinin bir sonucu olarak toplumsal harmoniyi
elde ettiği iddiasıyla çelişmez. J. HİCK VE ÇOĞULCULUK:
Din felsefesi ile ilgili önemli eserleri olan J. Hick'in çoğulculuğunun temel dayanakları ve özelliklerini, astronomik eğretilemelerin ötesinde, ana hatlarıyla
şu şekilde belirlemek mümkündür.
Büyük Dünya Dinlerindeki Ahlaklılık: Kendi anlattıklarına göre, Hick'in, içinde yetiştiği dışlayıcı anlayışı terk edip, kapsayıcılıkta kalmayı da yeterli görmeyip, çoğulculukta karar kılmasındaki en büyük nedenlerin başında, öteki din mensubu sıradan aileler ve bazı olağanüstü bireylerle tanıştığında, onların genel olarak, başkalarıyla ilgilenme, nezaket, sevgi, merhamet, dürüstlük, güvenilirlik gibi ahlakı bakımlardan Hıristiyanlardan ne daha iyi ne de daha kötü olmadıklarını gözlemlemesi gelmektedir.
Dinlerin Doğruluğunu Değerlendirmede Kriter Yetersizliği:
Hick, dinler söz konusu olduğunda onlardan doğru olarak bahsetmenin pek doğru olmadığı kanaatindedir. Ona göre, dinin merkezi ilgisi doğruluktan ziyade kurtuluştur.
Dinlerin doğruluğundan söz etmek pek mümkün değildir. Ona göre, bir dinden, onun doğru veya yanlış olduğu şeklinde bahsetmek, bir medeniyetin doğru veya yanlış olduğunu söylemekten daha uygun değildir. "Zira insanlık tarihindeki ayırt edilebilir dini-kültürel akımlar anlamında dinler; insan tipleri, tabiatları ve düşünce formlarının çeşitliliğinin ifadeleridir.
Dinlerin Kaynağı ve Çeşitliliğine Bakış: Hick'e göre, eğer kendi inancımızın biricik üstün inanç olduğunu tekrarlamayı sürdürmeyeceksek, "global bağlamda teoloji yapmak için ufkumuzu genişletmeliyiz." İnsanlığın dini hayatını, kendi miras aldığımız kategoriler yerine, kendi dinimizi insanlığın tarih boyunca süren dini hayatının bir parçası olarak görmeliyiz. Bu durum da, dışlayıcı yaklaşımı aşarak, kendi dinimizin dışına taşırdığımız ufkumuzu, kapsayıcı yaklaşımda olanların yeğledikleri gibi, bu kez de sadece monoteistik dinlerin sınırına kadar götürüp, orada bırakmamayı gerektirir.
Pluralistik Tanrı Anlayışı: Hick'in çoğulculuk anlayışını dayandırdığı önemli görüşlerinden biri de, iki yönlü Tanrı anlayışıdır. Tanrısal gerçeklik bir ve aynıdır; ama o, gerçekte olduğu gibi kavranılamaz, bu durumda her din onu ancak belli ölçüde ve fakat daima eksik olarak kavrayabilir. Bu durumda yine aynı çoğulcu ve eşitlikçi sonuca varılmakta; dinler, bu kez de, bir aşkın varlıktan söz etmekte ve fakat onu hakkıyla kavrayamamakta birbirine eşit görülmektedir.
Kurtuluşa Erdirmede Dinlerin Eşitliği: Hick'e göre, bir kimsenin kendi dini tecrübe biçimine, ilahi gerçekliğe bilişsel bir mukabele olarak bakması için öne sürülen rasyonel açıdan haklı görme nedenleri, eşit ölçüde ötekilerin dini tecrübelerine de uygulanmalıdır. "Öteki gelenekler içinde yaşayan kişiler de, kendilerine özgü dini tecrübelerine güvenmekte ve ona dayalı olarak inançlarını oluşturmakta eşit ölçüde haklıdırlar. Çünkü bir kimsenin kendi geleneğine ötekilerden farklı davranmasının tek nedeni, çok insani olan, fakat çok ikna edici olmayan,
bir nedendir ki o da, bu geleneğin onun kendi geleneği olmasıdır." Gerçekçi olarak kabul edilmesi gereken hipotez, "dünyanın büyük dini geleneklerinin, aynı sonsuz ilahi Gerçekliğin farklı insani anlayışlarını ve ona gösterilen farklı mukabeleleri temsil ediyor olmaları"dır.
Kurtuluş açısından bakıldığında da, pluralizm, bütün dinlerden olan insanlara, hatta herhangi bir dinden olmayanlara, eşit ölçüde kurtuluş imkânı atfeder. Belki birçok dünyadaki birçok yaşamdan sonra da olsa, herkes sonuçta kurtuluşa erecektir. |