Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 Arkadaşları:32 Cinsiyet:Bay Memleket:İst Yaş:39 Mesaj :
3.156 Konular:
1383 Beğenildi:176 Beğendi:17 Takdirleri:285 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cevap: Dini Danışma Ve Rehberlik Ders Notları (14 Hafta FuLL) 10. HAFTA DİN VE RUH SAĞLIĞI 1. RUH SAĞLIĞI: Birey genel yapısı itibariyle madde (fizyolojik) ve ruh (psikolojik) olmak üzere iki boyutu olan bir varlıktır. Bireyin psikolojik yönündeki rahatsızlıklarına psikolojik (ruhsal) rahatsızlıklar adı verilir ve bu yönü iyi olan kişiye “ruh sağlığı yerinde” denir. Ruh sağlığı, bireyin kaygıdan, rahatsız edici işlev kaybına sebep olan semptomlardan uzak, içinde yaşadığı topluma ve kendisine yüklenen rollere uyum sağlamasıyla, günlük hayatın beklentileriyle ve stresiyle normal sınırlar içinde, (semptomatik davranışa başvurmadan) başa çıkabilmesiyle tanımlanan ruhsal durumdur. Ruh sağlığı kişinin kendilik bilinci, kendini kabul etmesi, kendine güvenmesi, ideal ben ile mevcut ben arasındaki farkın azalması, duygu ve düşünceleri dengeleyebilme kapasitesi ile strese karşı dengesini koruyabilme gücüne bağlıdır. Bu paralelde ruh sağlığı yerinde bir insan: 1- Kişisel özerkliğini sağlamış olmalı. 2- Yargılarının ve davranışlarının sonucunu kestirebilmeli. 3- Hissetme ve duygularını ifade etme yeteneğine sahip olmalı 4- Duygularını ve ifadelerini kontrol edebilmeli. 5- Yaşamdan mutluluk duymalı, haz alabilmeli. 6- Bireysel ve sosyal sorumluluklarını bilmeli ve yerine getirmeli. 7- Kendisi ve çevresiyle pozitif bir ilişki kurabilmeli. 8- İçsel uyarıcılarla dışsal uyarıcıların birbirinden farklı olduğunu ayırt edebilmeli. 9- Başarı ve başarısızlık gibi ruhsal hayatta düzensizlik ve dengesizlik oluşturan durumların üstesinden gelebilmelidir. Ruh sağlığı çalışmaları genelde üç değişik amaca yöneliktir: 1- Bireyin yaşadığı çevre ve toplum içinde mutlu, uyumlu ve başarılı olmasını sağlamak. 2- Ruhsal dengesizlik, bozukluk ve hastalıkların oluşumunu engellemek. 3- Ruhsal dengesizlik, bozukluk ve hastalıkların tedavisine yardımcı olarak, bireyi kendine ve topluma yeniden kazandırmaktır. 2. DİNDARLIK-RUH SAĞLIĞI İLİŞKİSİ: Dindarlıkla ruh sağlığı arasındaki ilişki, uzun yıllar tartışılmıştır. Modernlik öncesi dönemde akıl hastalıkları, kötü metafizik güçlerin sebep olduğu problemler olarak kabul edilmiş ve bunların kovulması ile tedavi edilmesine yönelik yöntemler geliştirilmiştir. Batıda yapılan ruh kovma ayinleri, dua etme ve günah çıkartma gibi pratik aktiviteler bu durumun açık örnekleridir. Türk toplumunda ise muska yazma, kurşun dökme, adak adama gibi bazı uygulamalar bu kapsamda değerlendirilebilir. Dinin ruh sağlığı üzerindeki rolü konusunda farklı görüşler mevcuttur. Ancak olumsuz tavır takınanlar bile dinin, ruhsal çöküntü içerisinde bulunan kişilerin, sıkıntılarını aşmada önemli bir rol üstlendiğini itiraf etmektedirler. Neticede “din” ile “dindarlık” arasında bir ayırım yapılmaktadır. Din, ruh sağlığı açısından temelde olumlu bir etkendir, ancak bazı din algılamaları kişinin ruh sağlığını bozucu etki yapabilir. Ruh sağlığı konusu günümüzde büyük oranda modernpsikoloji ve psikiyatrinin ilgi alanına girmektedir. Din ile ruh sağlığı arasındaki ilişki yöntem ve sonuçları itibariyle üç grupta değerlendirilebilir: 1- Ruh sağlığını hastalık belirtilerinin olmamasına bağlayan çalışmalarda dindar bireylerin dindar olmayanlara oranla zihinsel ve ruhsal açıdan daha sağlıklı olduğu tespit edilmiştir. 2- Zihinsel açıdan açık görüşlü, sosyal ilişkilerinde esnek ve kendiyle barışık olma gibi kişilik özellikleri ile dindarlık arasındaki ilişkileri konu edinen çalışmalarda dindarların daha katı ve dogmatik oldukları yönünde bulgulara rastlanmıştır. 3- Bireyde huzursuzluk ve suçluluk duygusunun yoğunluğu ile dindarlık arasındaki ilişkiyi ele alan çalışmalarda ise birbiriyle çelişen sonuçlar elde edilmiştir. 3. RUH SAĞLIĞI BAĞLAMINDA DİNİN BİREYSEL VE SOSYAL HAYATA ETKİLERİ: a) Dindarlık, Ahlaki Davranışlar ve Sosyal Uyum: Dinin sosyal hayat ve ahlaki davranışlar ile ilişkisi incelendiğinde genelde dindar insanın daha itaatkâr, ahlaki değerlere daha çok sahip çıkan ve toplum düzenine karşı daha uyumlu olduğu kabul edilmektedir. Dinler, mensuplarına bireysel ve sosyal hayatlarını düzenleyen ahlaki kurallar sunmaktadır. Bu kurallar, kişide ortaya çıkması istenen davranışlarla doğrudan ilişkilidir. Özetle sosyal ilişki ile ruh sağlığı arasında karşılıklı bir ilişkinin varlığı açıktır. Zira sosyal çevreye uyum süreci bireyin ruh sağlığını doğrudan etkilemektedir. Birçok araştırma sonucu, dinî cemaat üyelerinin üye olmayanlara göre hayatlarından daha memnun olduklarını ortaya koymuştur. Bireyin ruh sağlığının normal olması, sosyal çevreyle kurulan ilişkilere göre farklı biçimler alır. b) Dindarlık, Alkol ve Uyuşturucu Kullanımı: Dindarlık-alkol ve uyuşturucu arasındaki ters ilişki konusunda şu hususlar ortaya çıkmaktadır: 1- Dinin genel tutumu (teolojik sebep), 2- Aile ve sosyal dini gruplardan kaynaklanan dışsal etkiler (sosyolojik sebep), 3- Bireyin hayatında dinin yeri, din algısı ve yaşantısı ile ilgili duygusal ve zihinsel süreçler (psikolojik sebep). c) Dindarlık, Evlilik ve Cinsel Hayat: Dinlerin cinselliğe yönelik tutumları incelendiğinde evliliğin teşvik edildiği ve cinselliğin bu meşru zeminde yaşanmasını amaçladığı görülür. Bunun yanında evlilik öncesi ve dışı cinsellik yasaklanır. Homoseksüellik gibi sapkın cinsellik tercihleri büyük günah kabul edilir. Yapılan araştırmalar, dindar eşlerin oluşturduğu evliliklerin daha mutlu olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Araştırma sonuçlarına bakıldığında şu tespitlerde bulunmak mümkündür: 1- İbadetlerini yapan eşler arasında, yapmayanlara göre sevgi ve sadakat daha fazla; aile içi şiddet daha az görülür. 2- İbadetlerini düzenli olarak yapanlar evlenmeye, aile hayatına ve çocuk sahibi olmaya daha fazla önem verir, eşlerine ve çocuklarına daha fazla vakit ayırmaktadır. 3- Dini bağlılıkları kuvvetli olanlar ve ibadetlerini yapanlar, aile ile ilgili geleneksel değerleri daha fazla önemsemektedir. 4- Dindar eşler, aile hayatında daha uzun süre mutlu olabilmektedir. d) Dindarlık, Bedensel Sağlık ve Uzun Yaşama: Dindarlık ile beden sağlığı ilişkisini inceleyen araştırmalar, dindar insanların dindar olmayanlara kıyasla fiziksel açıdan daha sağlıklı oldukları sonucunu ortaya koymaktadır. Ancak bu çalışmalar teorik ve metodik çeşitli eleştirilere maruz kalmaktadır. Çünkü sonuçlar özellikle dindarlık ve hastalıklarla dini başa çıkma tarzının kavramlaştırılmasına göre değişebilmektedir. Doktorlar üzerinde yapılan ve din ile bedensel sağlık arasındaki ilişki konusunda görüşlerini yansıtan bir çalışmanın sonuçlarına göre doktorlar, dinin sağlık üzerinde etkisi olduğunu, ancak bunun sonuçlar üstünde değil, sonuca götüren vasıtalar üzerinde gerçekleştiğini düşünmektedirler. Yani onlara göre din sağlığı doğrudan etkilememektedir. Yapılan araştırmalarda dindarlık ile uzun ömürlü olma arasında doğrudan bir ilişki tespit edilmiştir. Hatta kalp ve akciğer hastalıkları başta olmak üzere kronik hastalar üzerinde batıda gerçekleştirilen çalışmalardan elde edilen bulgular, kiliseye devam etme oranı arttıkça ölüm yaşının yükseldiğini göstermektedir. Dolayısıyla dini inanç ve ibadetlerin fiziksel hastalıkların iyileşme sürecinde etkin bir rol üstlendiği söylenebilir. İnanç ve ibadetler dışında söz konusu süreci etkileyen çok çeşitli psiko-sosyal faktörün varlığı da inkâr edilmemelidir. 4. DİNDARLIĞIN RUH SAĞLIĞI ÜZERİNDE ETKİLİ OLDUĞU ALANLAR: a) Dindarlık ve Mutluluk: Dindarlıkla mutluluk arasındaki pozitif ilişki, üç temel bağlamda izah edilebilir: 1- Dini gruptan gelen sosyal destek ve bireyin inancından aldığı psikolojik destek. 2- Dinin insan hayatına anlam ve güven sunması. 3- Yaşanan bireysel dini tecrübelerden kaynaklanan mutluluk hissi. b) Dindarlık ve Özsaygı: Özsaygı kavramı, insanların kendileriyle ilgili olumlu veya olumsuz değerlendirmelerini ifade eder. Özsaygı düzeyleri yüksek kişiler fiziksel, ruhsal ve bireysel beceriler açısından kendilerini olumlu, değerli, beğenilmeye layık, sosyal çevreleriyle barışık olarak değerlendirmektedir. Bireyin etnik, ırkî ya da dini grubu, büyüdüğü ailenin otoriter veya demokratik yapısı, aile içi şiddete maruz kalmak ya da kalmamak, meslek, sosyo-ekonomik statü, cinsiyet, eğitim düzeyi, bedensel engelleri nin olup olmaması vb çok sayıda faktör bireylerin öz saygı düzeylerini etkileyebilmektedir. Üniversiteli gençler üzerinde gerçekleştirilen ve dindarlıkla özsaygı arasındaki ilişkiyi inceleyen bir çalışmanın sonuçlarına göre İlahiyat Fakültesi öğrencilerinin diğer fakülte ve bölümlerde öğrenim görenlere nispetle özsaygı düzeyleri daha düşüktür. Bununla birlikte dine önem verme düzeyiyle özsaygı arasında anlamı bir farklılık ortaya çıkmamıştır. c) Dindarlık ve Kaygı: Kaygı, bireylerin yaklaşmakta olduğuna inandıkları bir tehlikeden tedirginlik duyma durumumudur. Kaygı, insanın temel duygularından biridir. Bu anlamda sürekli kaygı hali, kişinin somut bir tehlikeyle karşı karşıya olmadığı anlarda bile tedirginlik duyup mutsuzluk ve huzursuzluk hissetmesi şeklinde tanımlanabilir. Kaygının oluşumunu besleyen üç temel faktör vardır: 1- İnsanın kendisinin ve sevdiklerinin ölümlü olması. 2- İnsanın hayati kararları bilinçli bir şekilde alma ve zorunlu olarak sonuçlarına katlanma durumunda kalması. 3- Bireyin, her şeyin bir anda değersizleşebileceği şeklinde bir duruma sürekli açık olması. Ülkemizde yapılan ve üniversite öğrencilerinin dindarlık ve ölüm kaygıları üzerinde gerçekleştirilen bir çalışmada, dindarlık düzeyi arttıkça ölüm kaygısının da yükseldiği tespit edilmiştir. Dindarlıkla kaygı arasında ters yönlü bir ilişkinin olması genellikle iki sebeple izaha çalışılmaktadır: 1- Dinin kişiye manevi bir destek sağlaması ve güven telkin etmesi. 2- Dini gruptan gelen sosyal destek. Yaşlılar üzerinde yapılan araştırmalarda dini inancın kuvveti ve dini pratiklerin yapılma sıklığı, ölüm korkusuna karşı olumlu etkide bulunmaktadır. Bu durum özellikle 60’lı yaşlara kıyasla, 70 ve üzeri yaşlarda daha belirgindir. Araştırmalar, içe dönük dindarlık düzeyi arttıkça kaygı düzeyinde düşüş görüldüğünü ortaya koymaktadır. Bu sonuca göre, içsel yönelimli dindarlar daha mutlu, dolayısıyla ruh sağlıkları daha iyidir. Dışa dönük dindarlar ise, stres oluşturan olayları daha fazla kaygı verici olarak algılama eğilimindedirler. d) Dindarlık, Depresyon ve Umutsuzluk: Depresyon, insanın yaşama isteğinin kaybolarak derin bir keder içine düştüğü, geleceğe yönelik kötümserliğin, geçmişe dair pişmanlıkların ve suçluluk duygularının yaşandığı, intihar düşüncesi ve teşebbüsü olasılığının güçlendiği bir hastalıktır. Depresyonda dört belirti grubu şöyle sıralanır; 1. Duygusal Belirtiler; üzüntü ve keder; çaresizlik, mutsuzluk, ağlama, intihar düşünceleri; haz ve yasamdan zevk alma duygusunun kaybolması. 2.Bilişsel Belirtiler; olumsuz düşünceler, düşük öz değer eğilimi, yetersizlik hissi, kendini suçlama. 3.Güdüsel Belirtiler; güdülenmede düşüş; edilgenlik. 4. Fiziksel Belirtiler; iştahsızlık, uyku bozuklukları, yorgunluk; ağrı ve sızı hislerinin abartılmasıdır. Yapılan deneysel çalışmaların çoğunda dindarlık düzeyi ile depresif belirtilerin arasında ters ilişki tespit edilmiştir; yani dindarlık düzeyi arttıkça, depresif belirtilerde azalma görülmektedir. 5. DİNDARLIK VE İNTİHAR: Bir problem çözme şekli olarak ortaya çıkan intiharın birçok sebebi olabilir. Bunlar; 1. Acı, matem ya da günahtan kaçış şeklinde ortaya çıkan intiharlar. 2. Öç alma, şantaj yapma ya da yardım çağrısı içeren agresif intiharlar şeklinde olabilir. Dinlerin intihar eylemine karşı takındıkları tavır çok açıktır. Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam, intiharı “günah” kategorisinde değerlendirerek yasaklar. Yapılan araştırmalarda dini inanç ve bağlanmanın intihar riskini azalttığı görüşü şu maddelerle temellendirilebilir: 1- Yaşanan zorluklara karşı inanan insan, “tanrı böyle istemiş” düşüncesi ile daha dayanıklı bir tavır takınabilir. 2- Ahiretteki ödül vaadi, dünyadaki sıkıntılarla baş etmeye yardımcı olabilir. 3- Tanrının her şeyi gördüğü inancı, kişiyi daha sabırlı hale getirebilir. |