Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 Arkadaşları:32 Cinsiyet:Bay Memleket:İst Yaş:39 Mesaj:
3.185 Konular:
1383 Beğenildi:174 Beğendi:17 Takdirleri:216 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cevap: KUR”AN Tercüme Teknikleri Ders Notları (14 Hafta FuLL) 12. HAFTA MEALLERDE TÜRKÇE’NİN İMKÂNLARININ KULLANILMASI: Kur‟an meali hazırlamak, hem Arapça‟nın, hem de Türkçe‟nin kendine ait hususiyetlerinin aynı hassasiyet ölçüleri içinde gözetildiği bir süreçtir. Bazen mütercimler Arapça‟nın gramer yapısının etkisinde kalarak meal hazırlarlar. Neticede ortaya edebi zevk ve estetikten yoksun sıkıcı, anlaşılmaz ve bir o kadar da devrik cümlelerden müteşekkil bir metin ortaya çıkar. Sıfatların niteledikleri şeylerden sonra geldiği “ki” bağlacının çokça kullanıldığı Türkçe kelimelerin Arap dilinin mantığı ve grameriyle ifade edildiği bir mealle karşılaşılırız. Hâlbuki tercüme iki önemli adımdan meydana gelir: Birincisi ilahi kelamı doğru anlamak, yani Kur‟an‟ın nazil olduğu dönemde konuşulan Arapçayı, içinde doğduğu kültürü ve mevcut söz dağarcığının Kur‟anla birlikte geçirdiği semantik (anlamsal) değişikliği bilmesi gerekir. İkincisi ise, ilahi mesajın anlamını diğer bir ifadeyle Sahabe-i kiram‟ın anladığı manayı çağdaş Türk insanına veya okuruna Türkçenin imkânlarını en ileri derecede kullanarak ifade etmektir. 1. ÖĞRENİLEN (MİŞ’Lİ) GEÇMİŞ ZAMAN KİPİ: Öğrenilen geçmiş zaman kipi Arapça‟da bulunmaz. Bu anlam, ancak siyaktan ve muhtevadan çıkarılabilir. Buna mukabil Türkçede, bu manayı ifade eden başlı başına bir zaman kipi mevcuttur. Bunu gereği gibi kullanmak, Türk okuyucular için oldukça cazip gelecek, bu sayede Kur‟an‟ın ihtiva ettiği bir kısım manalara daha mükemmel şekilde nüfuz etme imkânı bulacaklardır. Birinci örnek ve Tahlili: “Taha Suresi, 71” قَالَ آمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ إِنَّهُ لَكَبِيرُكُمْ الَّذِي عَلَّمَكُمْ السِّحْرَ فَلَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ فِي جُذُوعِ النَّخْلِ وَلَتَعْلَمُنَّ أَيُّنَا أَشَدُّ عَذَابًا وَأَبْقَى “(Fir‟avun), dedi: Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz? Şüphesiz ki o, size sihri öğreten büyüğünüzdür…” Hâlbuki Firavun, bu bilgiye müşahedesine dayanarak ulaşmış değildi. Bilakis neticenin ortaya çıkmasından sonra zan ve tahmini ile bu sonucu çıkarmıştı. Türkçemizde, kişinin görmediği veya kendisince kesin olmayan bir durumu, öğrenilen (mişli) geçmiş zaman kipi ile ifade etmek daha uygun olur. Yukarıdaki ayet şöyle ifade edilebilir: “Ya! dedi Fir‟avun, “Benden izin çıkmadan ona inandınız ha! Demek ki size sihri öğreten ustanız oymuş!” “Ya! Dedi: ben size izin vermeden ona iman ettiniz ha? O her halde size sihri öğreten büyüğünüz,” Elmalılı “Firavun, «ben size izin vermeden imân mı ettiniz? Şüphesiz ki size sihir öğreten elebaşınız odur.”Celal Yıldırım “(Firavun): "Ben size izin vermeden ona inandınız ha? O, size büyü öğreten büyüğünüzdür.” Süleyman Ateş İkinci Örnek Ve Tahlili: “Kehf Suresi, 63” قَالَ أَرَأَيْتَ إِذْ أَوَيْنَا إِلَى الصَّخْرَةِ فَإِنِّي نَسِيتُ الْحُوتَ وَمَا أَنْسَانِي إِلَّا الشَّيْطَانُ أَنْ أَذْكُرَهُ وَاتَّخَذَ سَبِيلَهُ فِي الْبَحْرِ عَجَبًا(Uşağı): “Gördün mü dedi, Kayaya sığındığımız vakit balığı unuttum…”. Burada dikkat çekilmek istenen husus “nesîtu” fiili Türkçe‟ye çevrilirken hangi zaman kipiyle aktarıldığında anlam daha güzel taşınabilir meselesidir. Zira Hazreti Musa (a.s)‟ın yardımcısı, bilinçli bir tarzda balık konusunu unutmuş değildi. Bu manayı, Türkçedeki öğrenilen (miş‟li) geçmiş zaman kipi, daha net ve sıradanbir okuyucunun bile hemen fark edeceği bir tarzda gösterme imkânıvermektedir. Dolayısıyla şöyle ifade etmek daha münasip olur: “Gördün mü, dedi, o kayanın yanında mola verdiğimizde balığı unutmuşum!” S. Yıldırım “Gördün mü? dedi: kayaya sığındığımız vakit doğrusu ben balığı unuttum…” Elmalılı “Genç, “Gördün mü? Kayaya sığındığımız sırada balığı unutmuşum” Diyanet “Genç yardımcısı dedi ki: Gördün mü, kayaya sığındığımızda, ben balığı unuttum.” A. Bulaç Burada ayrıca şunu da belirtelim ki; ayette geçen kaya, muayyen bir kaya olduğu için Türkçeye çevirirken “o” işaret sıfatını ilave ederek, “o kayanın…”şeklinde tercüme etmek gerekir, aksi halde konu muğlâk kalır. Yine “kayaya sığınmak” tabirinin yerine S. Yıldırım‟ın mealinde olduğu gibi “o kayanın yanında mola verdiğimizde…” demek Türkçe açısından daha güzeldir. Üçüncü Örnek ve Tahlili: “Yusuf Suresi, 17” قَالُوا يَاأَبَانَا إِنَّا ذَهَبْنَا نَسْتَبِقُ وَتَرَكْنَا يُوسُفَ عِنْدَ مَتَاعِنَا فَأَكَلَهُ الذِّئْبُ وَمَا أَنْتَ بِمُؤْمِنٍ لَنَا وَلَوْ كُنَّا صَادِقِينَ “Yusuf‟u eşyamızın yanında bırakmıştık. Bir kurt onu yedi.” Bu mealde özellikle “yedi” ifadesi eksik ve Türkçe açısından hatalıdır. Zira Kurdun onu yediğini onlar görmediklerine göre Türkçede bu durumun, görülen (di-li) geçmiş zaman yerine, öğrenilen geçmiş zaman kipi kullanılarak ifade edilmesi daha güzel olur: “ “Dediler: ey pederimiz, biz gittik yarış ediyorduk, Yusufu eşyamızın yanında bırakmıştık bir de baktık ki onu kurt yemiş,” Elmalılı "Ey babamız, dediler, biz gittik, yarışıyorduk; Yusuf’u yiyeceğimizin yanında bırakmıştık. Onu kurt yemiş!” S. Ateş. Dördüncü Örnek ve Tahlili: “Yusuf Suresi, 81” "Babanıza dönün, deyin ki: "Ey babamız, oğlun hırsızlık etti! Biz ancak bildiğimize şâhitlik ettik (tasın, onun yükünden çıktığını gördük, ötesini bilmiyoruz), Biz gizliyi bilenler değiliz.” S.Ateş. Ayet-i kerimede geçen “seraka” fiili “Ey babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık etti.” ifadesiyle tercüme edilmiştir. Hâlbuki onlar, o kardeşlerinin hırsızlık ettiğini görmedikleri gibi onun hırsızlık ettiğini kesin bir şekilde de öğrenmiş değillerdi. Dolayısıyla bu durumu Türkçede, öğrenilen geçmiş zaman kipi ile şöyle ifade etmek daha uygun olur. Şöyle ki: "Siz dönün, babanıza deyin ki: "Sevgili babamız, bizler farkına varmadan oğlun inan ki hırsızlık etmiş. Biz ancak bildiğimize şahitlik ediyoruz. (Söz verdiğimiz zaman, bu durumun ortaya çıkacağını nereden bilebilirdik?) Gayb bize emanet edilmiş değil ki!" S. Yıldırım “Siz dönün babanıza da deyin ki ey bizim babamız, inan oğlun hırsızlık etti, biz ancak bildiğimize şahadet ediyoruz yoksa gaybın hafızları değiliz” Elmalılı 2. MAZİ-MUZARİ İKİLEMİ: Birinci örnek ve Tahlili, “Nahl Suresi, 1” Bu âyetteki أَتَى أَمْرُ اللَّهِ فَلَا تَسْتَعْجِلُوهُ cümlesindeki “etâ” fiilini Arapça lafza uygun olsun diye bazı meal yazarları geçmiş zaman yani mazi fiili ile çevirirken bazıları da ayetin lafzından ziyade asıl anlamını esas aldıklarından gelecek zaman kipiyle çevirmişlerdir: “Allah‟ın emri geldi. Artık onu vaktinden evvel istemeyin.” H. Basri Çantay, S. Ateş. “Allah‟ın buyruğu gelecektir.” Diyanet “Allah‟ın emri gelmiştir.” Diyanet Vakfı “Allah‟ın emri geldi. Onunla yüz yüze gelmekte acele etmeyin.” Y. Nuri Öztürk “Allah‟ın emrini gelmiş bilin.” şeklindedir. Bazı meal yazarlarının “eta” kelimesini mazi fiili ile çevirmeleri asıl lafza uygun olma endişesinden ileri gelmiştir. Bazıları ise gelecek zaman kullanırken, mana ve maksadı gözetmişlerdir. Zira bu ayette Allah‟ın emrinden maksat, kıyamettir. Kur‟an-ı Kerim her iki fiil ile de ifade edilebilecek bir intiba vermek istemektedir. Yani gelecekte gerçekleşecek bir hadisenin zamanının müphem olması sebebiyle, yakında olabileceği intibaını da vermek istemektedir. İşte bu gayeyi ifade edecek altın bir fırsat Türkçemizde mevcuttur. O da şöyle çevirmekle olur: “Allah‟ın emri geldi gelecek!”Suat Yıldırım görüldüğü gibi bu kullanılış, şimdiki ve gelecek zamanı bir arada bulundurmaktadır. 3. GENİŞ ZAMAN İMKÂNI: Birinci Örnek Ve Tahlili: “Hicr Suresi, 23” وَإِنَّا لَنَحْنُ نُحْيِ وَنُمِيتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ “Gerçek biz, mutlak biz hem diriltiriz, hem öldürürüz. Biz (Hepsinin) vârisleriyizdir.” H. Basri Çantay“Şüphesiz biz, gerçekten biz yaşatır ve öldürürüz ve varis olanlar biziz.” Ali Bulaç“Şüphesiz biz diriltir ve biz öldürürüz! Ve her şeye biz vâris oluruz.” Diyanet Vakfı Zikredilen ilk mealde ve benzerlerinde “Biz diriltiriz, öldürürüz, hepsinin varisleriyizdir”şeklinde çeviri yapıldığını görüyoruz. Bunun yerine geniş zaman kullanarak Ömer Dumlu, Hüseyin Elmalı ve Diyanet‟in hazırladığı meallerde olduğu üzere “Doğrusu dirilten ve öldüren biziz; hepsinin gerisinde de biz kalırız.” şeklinde yahut S. Yıldırım‟ın mealindeki gibi “Hepsinden sonraya kalacak olan baki Biz‟iz” daha güzel ve tercih edilebilir. 4-İSTEK-EMİR ŞEKLİ: Birinci Örnek ve Tahlili: “Şuara, 39” وَقِيلَ لِلنَّاسِ هَلْ أَنْتُمْ مُجْتَمِعُونَ “Ve halka siz toplu musunuz denildi “ Elmalılı “Ve insanlara: Siz de toplanıcılar mısınız?” denildi.” H. Basri Çantay “İnsanlara siz de toplanır mısınız denildi.” Diyanet, Ömer Dumlu, Hüseyin Elmalı “İnsanlara da toplanmış mısınız, denildi.” A. Fikri Yavuz. Mealleri okuduğumuzda kısa bir âyetin özellikle de “müctemiûn” kelimesinin ne kadar farklı ve değişik vurgulamalarla ifade edildiği görülmektedir Ayette anlatılmak istenen maksat ve manaya göre ise bu kelimeyi istek-emir şekli ile çevirmek daha uygundur: “Halka da, Haydi ne duruyorsunuz, siz de toplansanıza! denildi.” 5. MAHZUF FİİLLER: Birinci Örnek ve Tahlili: “Kehf Suresi, 54” وَلَقَدْ صَرَّفْنَا فِي هَذَا الْقُرْآنِ لِلنَّاسِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ وَكَانَ الْإِنسَانُ أَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلًا“Şanım hakkı için, hakikat, biz bu Kur'an’da insanlara ibret olacak her türlü meselden tasrif yapmışızdır, insan ise her şeyin cedelce ekseri olmuştur” Elmalılı “Andolsun ki biz bu Kur'anda insanlar için her (çeşit) misâli (tekrar tekrar) açıklamışızdır. İnsanın husumeti ise her şeyden fazladır.” H. Basri Çantay. “Hakikaten biz bu Kur'an'da insanlar için her türlü misali sayıp dökmüşüzdür. Fakat tartışmaya en çok düşkün varlık insandır.” Diyanet Vakfı. Meallerini verdiğimiz âyette iki cümle vardır. İki cümle arasında ise mahzuf bir “fakat birçoğu bunları anlamadı” anlamında bir cümle vardır. Bu cümleyi takdir ederek meal verdiğimizde âyetin meali şu şekilde olur: “Biz bu Kur‟an‟da insanlar için her türlü misal ve öğüdü farklı üsluplarla tekrar tekrar ifade ettik. Fakat birçoğu bunları anlamadı. Zira bütün varlıklar içinde tartışmaya en düşkün olan varlık, insandır.” S. Yıldırım 6. ZAMAN UYUŞMAZLIĞI: Birinci Örnek ve Tahlili: “Şuara Suresi, 173” وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَرًا فَسَاءَ مَطَرُ الْمُنذَرِينَ “Üzerlerine taş yağmuru yağdırdık. İşte bak, azapla korkutulanların yağmuru ne kötüdür!” H. Basri ÇantayBurada zaman uyumunu sağlamak için cümlenin sonunu “ne kötü oldu!” diye bitirmek gerekirdi. İkinci Örnek ve Tahlili: “Kehf Suresi, 47” وَيَوْمَ نُسَيِّرُ الْجِبَالَ وَتَرَى الْأَرْضَ بَارِزَةً وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ أَحَدًا“O kıyamet gününü hatırla ki dağları yürüteceğiz ve arzı çırılçıplak göreceksin. İnsanları hesap yerine toplamışız da onlardan hiçbir kimse bırakmamışız.” A. Fikri yavuz Burada “göreceksin” ile “bırakmamışız” arasında zaman uyumu bulunmamaktadır. Diğer taraftan “hatırlamak” kişinin bizzat kendi başından geçen veya geçmiş zamandaki olaylar hakkında kullanılır. İnsanın, istikbalde meydana gelecek kıyameti hatırlaması Türkçe kullanılış bakımından müphem kalmaktadır. Bunun yerine şöyle demek daha uygun olur: “Gün gelecek, dağları yürüteceğiz, sen de yerin dümdüz hale geldiğini göreceksin. İşte bütün insanları mahşer meydanında topladık; eksik bıraktığımız bir tek kişi bile kalmadı!” S. Yıldırım. Üçüncü Örnek ve Tahlili: “Bakara, 34” وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنْ الْكَافِرِينَ“Onu hatırla ki meleklere: “Adem‟e (hürmet olarak) secde edin” demiştik de bütün melekler secde etmişlerdi” A. Fikri yavuz Zikredilen mealde hem hatırla kelimesi, hem de miş‟li geçmiş zaman kipi kullanmak isabetli değildir. Zira Hz. Adem‟in yaratılışına ve meleklerin secdesine Peygamber Efendimiz. (s.a.s.) şahit olmamıştır ki hatırlasın. İkinci husus Allah c.c. burada kıssayı anlatıcıdır, hadiseyi görmüş ve müşahede etmiştir. Bu nedenle miş‟li geçmiş zaman kullanılmaz. Onun yerine şu daha uygundur: “O vakit meleklere: “Adem (e hürmet) için secde edin!” dedik. İblis dışındaki bütün melekler secde ettiler. İblis bunu yapmadı, kibrine yediremedi ve kâfirlerden oldu.” S. Yıldırım Dördüncü Örnek ve Tahlili: “Mü’min suresi, 47” وَإِذْ يَتَحَاجُّونَ فِي النَّارِ فَيَقُولُ الضُّعَفَاءُ لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا إِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعًا فَهَلْ أَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا نَصِيبًا مِنْ النَّارِ“Hatırla o vakti ki ateşte birbirleri ile çekişirlerken zayıf olanlar büyüklük taslayanlara şöyle diyecekler…” (Fikri Yavuz). Mealde yine hatırla şeklindeki bir çeviri isabetli değildir. Kur‟an‟ın muhatapları gelecekte vuku bulacak Cehennem‟deki bir konuşmayı nasıl hatırlayabilirler ki? Şöyle demek daha uygun olur: “Ateşin içinde birbirleri ile tartışırlarken zayıflar, dünyada büyüklük taslayanlara: „Biz bunca zaman size tâbi olduk, bari ateş azabının bir kısmını olsun kaldırabilir misiniz‟ derler.” S. Yıldırım. 7. GENİŞ ZAMAN FONKSİYONUNDA KULLANILAN İSM-İ FAİLLER: Arapçada birçok yerde ism-i fail sigasıyla irad edilen hususlar, Türkçeye geniş zaman kipiyle çevrilebilir. Zaten Arapçada ism-i fail, muzari (şimdiki veya geniş zaman) manası taşımaktadır. Birinci Örnek ve Tahlili: “Şuara, 5” وَمَا يَأْتِيهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنْ الرَّحْمَانِ مُحْدَثٍ إِلَّا كَانُوا عَنْهُ مُعْرِضِينَ “Bununla beraber Rahmandan kendilerine yeni bir zikir gelmiyor ki ondan yüz çevirmiş olmasınlar” Elmalılı “Kendilerine, o çok esirgeyici Allah'tan hiçbir yeni öğüt gelmez ki, ondan yüz çevirmesinler.” Diyanet Vakfı Bu tür meallerin yerine “mutlaka yüz çevirirler” veya “Mutlaka arkalarını dönüp uzaklaşırlar.” denilmesi daha uygundur. İkinci Örnek ve tahlili: “Enbiya Suresi, 50” وَهَذَا ذِكْرٌ مُبَارَكٌ أَنزَلْنَاهُ أَفَأَنْتُمْ لَهُ مُنكِرُونَ “İşte bu (Kur'an) da bizim indirdiğimiz feyz kaynağı bir zikirdir. Şimdi siz mi bunu inkâr edicilersiniz?” H.B.Çantay “İşte bu (Kur'an) da bizim indirdiğimiz mübarek zikirdir şimdi siz bunu mu inkâr ediyorsunuz “ Elmalılı Yukarda meallerini verdiğimiz âyette öncelikle zikir kelimesinin tercüme edilmediğini görüyoruz. İkincisi âyette geçen ikinci “bu” işaret zamirinin asıl metinde karşılığı yoktur. Kur‟an hakkında sakîl ve yakışıksız bir ifadedir. “Bunu mu inkâr ediyorsunuz” yerine “Onu mu…” denilmelidir. Üçüncü husus “inkar edicilersiniz” tabiri de Türkçede yaygın bir kullanım değildir. Bu sebeplerden dolayı âyetin mealinin aşağıdaki şekilde olması daha uygundur:“İşte bu da sana indirdiğimiz kutlu bir mesajdır. Hal böyle iken siz onu inkâr mı edeceksiniz?” Üçüncü Örnek ve Tahlili: “Enbiya Suresi, 51” وَلَقَدْ آتَيْنَا إِبْرَاهِيمَ رُشْدَهُ مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا بِهِ عَالِمِينَ“Andolsun ki biz daha evvel İbrâhîme de rüştünü verdik ve biz onun ( buna ehil olduğunu) bilenlerdik.” H. Basri Çantay “Andolsun biz, daha önceden İbrahim’e de doğru yolu bulma yeteneğini vermiştik. Zaten biz onu(n olgun insan olduğunu) biliyorduk.” S. Ateş “Biz Mûsâ‟dan önce de İbrâhim‟e hidâyet ve akl-ı selim verdik. Biz onun halini pekiyi biliyorduk” S. Yıldırım “Andolsun, bundan önce İbrahim'e rüştünü vermiştik ve biz onu (doğruyu seçme yeteneğinde olduğunu) bilenlerdik.” Ali Bulaç “Yemin olsun, İbrahim'e daha önceden, doğruyu bulma gücünü vermiştik. Onu bilmekteydik biz.” Yaşar N. Öztürk “Ve gerçek şu ki, Biz (Musa'dan) çok önce İbrahim'e (de) sağduyu vermiştik ve o'na (yön veren saiki) biliyorduk” M. Esed. Meallerdeki “ve biz onu(n buna ehil olduğunu) bilenlerdik.” yerine “Biz, onun halini pekiyi biliyorduk.” demek daha uygundur. |