Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 Arkadaşları:32 Cinsiyet:Bay Memleket:İst Yaş:39 Mesaj:
3.185 Konular:
1383 Beğenildi:174 Beğendi:17 Takdirleri:216 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cevap: KUR”AN Tercüme Teknikleri Ders Notları (14 Hafta FuLL) 13. HAFTA MUKAYESELİ MEAL TAHLİLLERİ: 1. FATİHA SURESİ: Suat Yıldırım’ın Meali: 1 – Rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyla 2 – Bütün hamdler, övgüler âlemlerin Rabbi Allâh’adır. 3 – O rahmândır, rahîmdir. 4 – Din gününün, hesap gününün tek hâkimidir. 5 – (Haydi öyleyse deyiniz): “Yalnız Sana ibadet eder, yalnız senden medet umarız.” 6 – Bizi doğru yola, Sana doğru varan yola ilet. 7 – Nimet ve lütfuna mazhar ettiklerinin yoluna ilet. Gazaba uğrayanların ve sapkınlarınkine değil. Süleyman Ateş’in Meali: 1- Rahmân ve Rahim Allâh'ın adıyla 2- Âlemlerin Rabbi (sâhibi, yetiştiricisi) Allah'a hamdolsun. 3- (O) Rahmân'dır, Rahim'dir. 3- Din (cezâ ve mükâfât) gününün sâhibidir. 4- (Ya Rabbi) Ancak sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz! 5- Bizi doğru yola ilet: 6-ni'met verdiğin kimselerin yoluna. Kendilerine gazabedilmiş olanların ve sapmışların yoluna değil. (ya Rabbi)! Ali Ünal’ın Meali: 1. Rahman Rahîm Allah’ın Adıyla 2. Bütün hamd Âlemlerin Rabbi Allah içindir: 3. Rahman ve Rahîm; 4. Din (Hesap ve Hüküm) Günü’nün Maliki. 5. (Allah’ım) Ancak sana ibadet eder, ancak Sen’den yardım bekler ve dileniriz. 6. Bizi Dosdoğru yola Hidayet et. 7. kendilerine nimet lutfettiklerinin yoluna; üzerlerine gazab hak olmuş bulunanların ve dalalette olanlarınkine değil. Hasan Basri Çantay’ın Meali: 1–2–3) Hamd olsun Âlemlerin Rabbi, Rahman, Rahim, Dîn günü'nün (tek) sahibi ve mutasarrıfı Allaha. 4. Yalınız sana ibâdet (kulluk) ederiz, yalınız senden yardım isteriz. 5–6–7) Bizi doğru yola, kendilerine ni'met verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanlarınkine, sapıklarınkine değil. Öncelikle Hanefî mezhebine göre besmele Fatiha’ya dâhil değildir. Her surenin başında müstakil bir âyettir. Bu hususa riayet ederek sureyi tercüme eden sadece H. Basri Çantay’dır. S. Yıldırım ve diğer muhterem hocalarımız besmeleyi Fatiha’nın ilk ayeti tercüme etmişlerdir. İkinci husus Rahman ve rahim kelimeleri Allah lafzının sıfatlarıdır. Bu nedenle sıfattan sonra “olan” diye bir kelimeye gerek yoktur. Bu noktaya Elmalılı H. Yazır tefsirinde dikkat çeker. Maalesef Elmalılı Tefsirinin sadeleştirilmiş metinlerinde bile “rahman ve rahim olan…” şeklinde hatalı olarak besmele tercüme edilmiştir. Elmalılı’nın da belirttiği üzere doğru çeviri olsa olsa S. Ateş ve Ali Ünal’ın çevirilerindeki gibi olmasıdır. Bu bağlam da ikinci ve üçüncü ayetlerin birer sıfat olduğunu düşündüğümüzde Türkçe açısından en isabetli meal H. Basri Çantay’ın Mealidir. Rahman ve Rahim kelimelerinin esirgeyen ve bağışlayan şeklinde çevirileri de hatalıdır. Zira esirgemek, kıskanmayı ve cimriliği ifade eden bir kelimedir. En doğrusu bu iki ismi aynen bırakmaktır. Çünkü manalarını tam anlamıyla aktarmak imkânsızdır. Üçüncü ayeti “din günü” şeklinde çevirmek her ne kadar din kelimesindeki anlam genişliğinin muhafazası adına güzel olsa da Türkçe’de din kelimesi isim olarak meşhur olmuştur. Bu nedenle din gününün maliki” kapalı bir ifadedir. Buradaki din; ceza ve hesap anlamındadır. Elmalılı Hamdi Yazır hidayet kelimesindeki anlam zenginliğinin “iletmek ve göstermek” kelimeleriyle karşılanamayacağını kelimenin aynen “hidayet et” şeklinde tercümesinin daha isabetli olacağını söylemektedir. Ali Ünal’ın mealinde bu hususa dikkat edilmiştir. Hemen hemen bütün mealler “iyyâke” kelimesinin “na’budü” fiilene tekaddümünden meydana gelen hasr anlamını “ancak, sadece, yalnız” kelimeleriyle meale yansıtmışlardır. Yine “elhamdü” kelimesinin başındaki lam-ı tarifin istiğrak anlamı S. Yıldırım, Ali Ünal ve A. Fikri Yavuz tarafından “bütün” kelimesiyle mealde karşılanmıştır. Son bir husus ise A. Fikri Yavuz’un çevirisi serbest ve tefsire benzemektedir, Fatiha’dan olmayan “âmin” kelimesinin manasıyla mealini bitirmesi bunu göstermektedir. Âmin ifadesinin Fatiha’nın meali olarak çevrilmesi doğru değildir. 2- BAKARA SURESİ 285–286. AYETLER: Suat Yıldırım’ın Meali: 285 – Peygamber, Rabbi tarafından kendisine ne indirildi ise ona iman etti, müminler de. Onlardan her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve resullerine iman etti. “O’nun resullerinden hiç birini diğerinden ayırt etmeyiz” dediler ve eklediler: “İşittik ve itaat ettik ya Rabbenâ, affını dileriz, dönüşümüz Sanadır”. 286 – Allah hiçbir kimseyi güç yetiremeyeceği bir şekilde yükümlü tutmaz. Herkesin kazandığı iyilik kendi lehine, işlediği fenalık da kendi aleyhinedir.Ya Rabbenâ! Eğer unuttuk veya kasıtsız olarak yanlış yaptıysak bundan dolayı bizi sorumlu tutma. Ya Rabbenâ! Bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme.Ya Rabbenâ! Takat getiremeyeceğimiz şeylerle bizi yükümlü tutma. Affet bizi, lütfen bağışla kusurlarımızı, merhamet buyur bize! Sensin Mevlâmız, yardımcımız! Kâfir topluluklara karşı Sen yardım eyle bize! Süleyman Ateş’in Meali: 285- Elçi, Rabbinden, kendisine indirilene inandı, mü'minler de. Hepsi Allah'a, meleklerine, Kitaplarına ve peygamberlerine inandı. "O'nun elçilerinden hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz" (dediler). Ve dediler ki: "İşittik, itâ'at ettik! Rabbimiz, (bizi) bağışlamanı dileriz. Dönüş(ümüz) sanadır!" 286- Allâh, kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez. Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. "Rabbimiz, unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim mevlâmız(sâhibimiz, efendimiz)sin! Kâfirler toplumuna karşı bize yardım eyle!" Bakara Suresinin son iki âyeti yatsı namazlarından sonra camilerde okunur ve halkımızın ekseriyeti tarafından da ezbere bilinir. Üzerinde durmak istediğimiz birinci husus 286. Âyetteki لَا يُكَلِّفُ اللَّهُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَاcümlesinin nasıl anlaşılması gerektiğidir. Meallere baktığımızda ayetin hemen hemen “Allah hiçbir kimseyi güç yetiremeyeceği bir şekilde yükümlü tutmaz.” Şeklinde çevrilmiştir. Madem Allah insana gücünün yetmeyeceği şeyi yüklemez ise niçin âyetin devamında “Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme!” diye dua edilmesinin anlamı nedir? Bu sorunun en güzel cevaplarını Fahreddin er-Razî ve Elmalılı H. Yazır’ın tefsirinde bulmak mümkündür. Öncelikle âyetteki vüsât ve takat kelimelerini açıklayalım. Zira her iki kelime güç ve kudret olarak Türkçeye aktarılır. Vüs’at, ve takat kuvvet ve kudret anlamına gelmekle beraber vus’at, takat kelimesinden daha kapsamlıdır. Herhangi bir işi ve fiili kolay bir şekilde yapabilmektir. Takat ise, herhangi bir ameli zorla yapabilmeyi, insanın sabrının ve dayanma gücünün son sınırlarını zorlamasını ifade eder. Vüs’at insana verilen ilahi kapasite gerek zihnî gerekse bedeni olarak sahip olduğu potansiyel gücü temsil eder. Takat ise, insanın alışkanlıklarına ve yaşam tarzına göre de şekillenen güç ve kuvvetini temsil eder. İkinci olarak bu hususu açıklayıcı bir delil de merhum Allame Elmalılı Hamdi Yazır’ın Bakara suresi 184. Âyetin tefsirinde geçen “yutîkûne” kelimesiyle ilgili yaptığı açıklamalardır. Elmalılı, eğer itâka kelimesini vüsat kudret ve istitaat anlamında anlarsak âyete şöyle mana vermemiz gerekir demektedir: “Oruca gücü yetenlere fidye vermek vacip olur” Bu takdirde rahatlıkla oruç tutabilen, oruç tutmaya gücü yetenlere oruç yerine fidye gerekirse, farz olan orucu, oruç tutmaya gücü yetmeyen acizler mi tutacak sorusu akla gelir. Ayrıca orucun Müslümanlara belirli günlerde farz kılındığını bildiren bir önceki âyetle çelişki olur. Elmalılı bu noktaya değindikten sonra “itâka”, veya “takat” kelimesinin “vus’at”ten farklı olduğunu belirtir. Meselenin hakikati ise şudur: Yukarıdaki âyette, ihtiyarlık ve müzmin (daimi) bir hastalığa yakalandığından dolayı, gerek eda gerekse kaza olsun Oruç tutmakta çok zorlanan kişilere, oruç tutmak yerine her gün için fidye vermeleri gerektiği emredilmektedir. Elmalılı oruç tutmakta çok zorlanan tutamayacak derecede hasta olan bu kişileri “oruca dayanıp kalanlar” şeklinde tercüme etmektedir. O halde “itaka” masdarından türemiş takat kelimesi, insanın bir şeyi zar zor, bin bir meşakkatle başarması demektir. 3- HAŞR SURESİ 21–24. AYETLER: Suat Yıldırım’ın Meali: 22 – Allah’tır gerçek İlah! O’ndan başka yoktur ilah. Görünmeyen ve görünen her şeyi bilir. O rahmandır, rahîmdir. 23 – Allah’tır gerçek İlah, O’ndan başka yoktur ilah. O melik’tir, kuddûs’tür, selam’dır, Mü’min’dir, müheymin’dir, aziz’dir, cebbar’dır, mütekebbir’dir. Allah, müşriklerin iddialarından münezzeh ve yücedir. 24 – Allah o gerçek İlahtır ki Halik’tır, bârî’dir, musavvir’dir. Hâsılı, en güzel isimler ve vasıflar O’nundur. Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi O’nu tesbih ve tenzih eder. O, azizdir, hâkimdir. Mealde zikredilen isimleri Suat Yıldırım şöyle açıklar: Bâri’: Yaratıklarını düzgün ve âhenkli kılandır. Musavvir: Bütün mahlûklarına özel sûretlerini verendir. Melik: kâinatın gerçek hükümdarıdır. Kuddûs: bütün eksiklerden uzak ve yücedir. Selam: Kusurlardan salim olup yaratıklarına esenlik verendir. Mü’min: Güvenlik verendir. Muheymin: Her şeyin üzerinde gözetip kollayandır. Aziz: Üstün kudret sahibi, mutlak galiptir. Cebbar: Yaratıklarının hallerini ve işlerini düzelten ve iradesi ile onları istediği şekilde yönetendir. Mütekebbir: Büyükler büyüğüdür. Haşr suresi 22–24. Âyetlerde geçen isimler Kurân Yolu isimli tefsirde ise şu şekilde açıklanmaktadır: Melik: Egemenliğin mutlak sahibi, görünen ve görünmeyen âlemlerin asıl ve yegâne mâliki, Kuddûs: Her türlü eksiklikten uzak, mutlak kemal sahibi, yaratılmışların tasavvur ve tasvirine sığmaz, kutsî, Selâm: Esenlik kaynağı, esenlik veren, selâmete çıkaran. Mü'min: Güven sağlayan, kendisine güvenilen, vaadine itimat edilen, gönlünü imana açanlara iman veren. kendisine güvenenleri korkudan emin kılan, Müheymin: Görüp gözeten, yöneten ve denetleyen, evrenin mutlak hâkim ve yöneticisi. Azîz: Üstün, yenilmeyen, mutlak güç sahibi, yegâne galip, izzet ve şanın asıl sahibi ve kaynağı. Cebbar: İradesine sınır olmayan, murad ettiğini her durumda icra edebilen, hükmüne ve etkisine karşı direnilemeyen, yaratılmışların halini iyileştiren, yaralan saran, dertlere derman olan, erişilemez, yüceler yücesi, güç ve azamet sahibi. Mütekebbir: Büyüklüğü apaçık olan, azametini ortaya koyan, büyüklük ancak kendisine yaraşan, büyüklükte eşi olmayan. Halik: Takdir ettiği gibi yaratan. Bari': Örneği olmadan yaratan, yaratmanın bütün evrelerindeki inceliklerin asıl kaynağı, Musavvir: Biçim ve özellik veren, yarattıklarının maddî manevî, duyularla algılanan algılanamayan bütün şekil ve hususiyetlerini belirleyen, Hakîm: Bütün işleri ve buyrukları yerli yerince olan, hüküm ve hikmet sahibi. 4- İNŞİRAH SURESİ: Suat Yıldırım’ın Meali: 1 – Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi? Mirac gecesi Efendimiz Kâbe’nin yanında iken melekler tarafından göğsünün yarılıp zemzem suyu ile yıkanarak ilim ve hikmetle doldurulmasına işarettir. 2.3 –Senin belini çatırdatan o ağır yükünü indirmedik mi? 4 – Hem senin şanını yüceltmedik mi? 5 – Demek ki güçlükle beraber kolaylık vardır. 6 – Evet, güçlükle beraber kolaylık vardır. 7 – O halde bir işi bitirince, hemen başka işe giriş, onunla uğraş. 8 – Hep Rabbine yönel, O’na yaklaş! Süleyman Ateş’in Meali: 1- Biz senin (bunalan) göğsünü açmadık mı (ondaki bunalımları, sıkıntıları giderip, onu ilim, hikmet ve huzur ile genişletmedik mi)? 2- Ve atmadık mı senin üzerinden yükünü? 3- Ki (o, ağırlığından) sırtını çatırdatmıştı! 4- Senin şânını yükseltmedik mi? 5- Muhakkak her güçlükle beraber bir kolaylık vardır. 6- Evet, her güçlükle beraber bir kolaylık vardır. 7- O halde (işlerinden) boşaldığın zaman (ibâdete) dur. 8- Rabb'ine niyaz et, yalvar. Öncelikle bu surenin meali hazırlanırken dikkat edilmesi gereken husus bu sureninnezaman nazil olduğudur. Rivayetlerden anlaşıldığı üzere Duha suresinden sonra Mekke döneminin ilk yıllarında nazil olmuştur. İkinci olarak ilk ayette zikredilen “şerh-i sadr” ifadesi hakikî anlamda mı yoksa mecazî anlamda mı kullanılmaktadır? Bu hususta Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in çocukken, sütannesinin yanında kalırken kalbinin yarılıp temizlendiğine dair rivayetler vardır. Diğer bir rivayet ise, Mirac’a çıkmadan önce Hz. Peygamber’in kalbinin zemzem suyuyla yıkanıp içine ilim ve hikmetin konulmasıdır. Esas mesele Hadislerde zikredilen mucizevî hadisenin, İnşirah Suresi’nin tefsiri çerçevesinde ele alınmasıdır. Elmalılı Hamdi Yazır, yukarıda zikredilen iki rivayeti, birisinin Peygamberimizin çocukluk yıllarında olması diğerinin ise İnşirah suresinin tenzilinden yıllar sonra Peygamberimizin Miraca çıkmadan gerçekleşmesi nedeniyle tercih etmemektedir. Nitekim Suat Yıldırım ilk ayetin mealinin altına düştüğü açıklamada âyetteki şerh-i sadr ile Peygamber Efendimizin göğsünün açılıp zemzemle yıkanması hadisesi arasındaki ilişkiyi işarî bir delalet olarak değerlendirmiştir. Sarih bir delalet değil. O halde âyette geçen göğsün açılıp genişletilmesi, Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in yukarıda zikredilen iki meal ve açıklamalarından anlaşılmaktadır ki, peygamber efendimizin göğsünün şerh edilmesi açılıp genişletilmesi meselesi bir mecazdır. Son olarak vurgulamak istediğimiz bir husus belini büken, kemiklerini birbirine geçiren ağır yük anlamında kullanılan “vizr” kelimesinin bir diğer anlamı da vebal yani günahtır. Ancak “vizr” kelimesi bu ayette asla günah anlamında değildir. “Peygamberlere ait küçük zelleler” kastedilmiş olabilir mi denilirse ayetin devamındaki açıklama bu yorumu çürütür. Zira buradaki vizr insanın belini bükecek kadar ağır bir mesuliyeti ifade etmektedir. 5- TÎN SURESİ: Suat Yıldırım’ın Meali: 1 – İncir ve zeytine, 2 – Sina dağına, 3 – Bu emin beldeye yemin olsun ki: 4 – Biz insanı en mükemmel sûrette yarattık, 5 – Sonra da onu en aşağı derekeye düşürdük. 6 – Ancak iman edip güzel ve makbul işler yapanlar müstesnadır. Onlara ise hiç eksilmeyen ve tükenmeyen bir mükâfat vardır. 7 – Bütün bunlardan sonra ey insan, senin mahşere ve hesaba inanmana hangi engel kalabilir? 8 – Allah hâkimlerin hâkimi değil midir? Hz. Peygamber (a.s.m.) bu sûrenin sonunda: “Elbette! Bende buna şahitlik edenlerdenim” denilmesini istemiştir. Ali Özek ve Heyetin Meali: 1. İncire, zeytine, 2. Sina dağına, 3. Ve şu emîn beldeye yemin ederim ki, 4. Biz insanı en güzel biçimde yarattık. 5. Sonra da çevirdik aşağıların aşağısına attık. 6. Fakat iman edip sâlih amel işleyenler için eksilmeyen devamlı bir ecir vardır. 7. Artık bundan sonra, ceza günü konusunda seni kim yalanlayabilir? 8. Allah, hüküm verenlerin en üstünü değil midir? İlk üç ayette Hz. Musâ, Hz. İsa, Hz. Muhammed “S.A.V” gibi Ulülazm peygamberlere vahiy gelen kutlu yerlere dikkat çekilmiştir. İnsanın ahsen-i takvim üzere yaratılması meal okuyucusu tarafından kolaylıkla anlaşılabilir. Ancak akabinde zikredilen “radednâhü esfele sâfilîn” cümlesi açıklanması gerekir. S. Yıldırım’’ın ve Ali Özek’in meali “onu en aşağı dereceye düşürdük”,“çevirdik aşağıların aşağısına attık” ifadesinden maksat bizce anlaşılmamaktadır. Birbirini nakzeden cümleler izlenimi vermektedir. Bu surenin meallerinde dikkat edilmesi gereken nokta özellikle beşinci âyet ile altıncı ayeti birlikte anlamaktır. Zira altıncı ayetin başındaki “illâ” edatının müstesnası olduğu gibi müstesna minh’i de olmalıdır. Her iki ayeti bir cümle olarak okur ve anlarsak iki ayet arasındaki “durulmaz” anlamındaki durak işareti olan “lam elif” in âyetin okunuşundan ziyade anlamıyla ilgili olduğu da ortaya çıkar. 6- TEKÂSÜR SURESİ: Ali Özek ve Heyetin Meali: 1-Çokluk kuruntusu sizi o derece oyaladı ki, 2-Nihayet kabirleri ziyaret ettiniz. 3-Hayır! Yakında bileceksiniz! 4- Elbette yakında bileceksiniz! 5-Gerçek öyle değil! Kesin bilgi ile bilmiş olsaydınız, 6-Mutlaka cehennem ateşini görürdünüz. 7-Sonra ahirette onu çıplak gözle göreceksiniz. 8-Nihayet o gün (dünyada yararlandığınız) nimetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz. Suat Yıldırım’ın Meali: 1 – Dünyalıklarla böbürlenmek, oyaladı sizleri. 2 – Tâ boylayıncaya kadar kabirleri! 3 – Hayır (geçici dünya zevklerine bağlanmak doğru değil, sakının bundan) Hayır, ileride bileceksiniz, 4 – Evet, evet! İleride bileceksiniz. 5 – Sakının bundan! Eğer kesin bir tarzda (ilmelyakin) bilseydiniz böyle yapmazdınız. 6 – Siz cehennemi göreceksiniz. 7 – Evet, evet onu mutlaka gözlerinizle göreceksiniz. 8 – Sonra o gün nimetlerden hesaba çekileceksiniz. Süleyman Ateş’in Meali: 1- Çokluk yarışı, sizi oyaladı, 2- Nihâyet kabirleri ziyaret ettiniz (kabre girinceye kadar mal artırmağa çalıştınız). 3- Hayır (olmaz bu), yakında bileceksiniz (hatânızı)! 4- Yine hayır, yakında bileceksiniz (hatânızı)! 5- Hayır, (gerçeği) kesin bilgi ile bilseydiniz; 6- Mutlaka cehennemi görür (onun varlığını gözle görmüş gibi kabul eder)diniz. 7- Sonra onu kesin olarak gözle göreceksiniz. 8- Sonra o gün, (size verilen) ni'metten sorulacaksınız. Öncelikle belirtelim ki Kur’ân’ın kötülediği, mutlak çoklukla gururlanma değildir. Zira âyette geçen et-Tekâsür kelimesindeki elif lam istiğrak ifade etmez. Bilakis ahd-i sabık içindir ki o da geçici dünya zevkleriyle çok öğünmedir. O halde tekasür kelimesini sadece “çokluk” kelimesiyle tercüme eksiktir. Okuyucu için kapalıdır. Bu surenin mealleri hakkında söylenmesi gereken ikinci mesele حَتَّى زُرْتُمْ الْمَقَابِرَibaresi bir mecaz mı yoksa sebebi nuzûl kabilinden tarihsel bir olayın anlatımı mı? Tefsirler de Arap kabilelerinin aralarındaki rekabet ve asabiyet sebebiyle kendilerini överken kabirlerdeki ölüleri bile saydıklarını nakleden rivayetler vardır. Ali Özek ve heyetin hazırladığı meal söz konusu rivayetler esas alınarak cümle hakiki anlamı verilerek tercüme edilmiştir. S. Yıldırım ise, “hattâ zürtümü’l-mekâbir” cümlesinin ölmeyi, kabri boylamayı ifade eden bir deyim olarak kabul etmiş ve bu çerçevede âyeti tercüme etmiştir. S. Ateş ise, ayeti lafzî olarak tercüme etmiş, ancak ayetin mecazi anlamına parantez içinde yer vermiştir. Bu çelişki meallerde çokça yapılan bir yanlıştır. Tekasür suresini anlarken ve tercüme ederken dikkat edilmesi gereken son bir nokta da Kuran’ın ekseriyet itibarıyla tıpkı bu surede olduğu gibi konuşma diliyle nazil olduğu ve bunun üslûbuna yansıdığı gerçeğidir. Bu nedenle ayetler arasında, yazıya dökülmemiş ancak muhatap tarafından konuşmanın bağlamından çok kolaylıkla anlaşılabilecek ifadeler vardır. Bunlara îcaz ve hazf diyoruz. Bu surede ise beşinci âyetten sonra şart cümlesinin cevabı zikredilmemiş muhatabın izanına havale edilmiştir ve cümle burada bitmiştir. Altıncı âyette yeni bir cümle başlamaktadır. Hata yapılan yer, altıncı ayeti, beşinci ayetin devamı gibi anlamak ve çevirmektir. Doğrusu altıncı ayetle yedinci ayetin birlikte birbirini teyit eden cümleler olarak anlaşılmasıdır. Ali Özek ve heyet tarafından yapılan 5 ve 6. Ayetlerin “Gerçek öyle değil! Kesin bilgi ile bilmiş olsaydınız, Mutlaka cehennem ateşini görürdünüz.” mealinde çevirisi müphem ve kapalıdır. S. Ateş hocamız mevcut müşkili ve kapalılığı fark ederek parantez içinde bir açıklama ile problemi çözmeye çalışmıştır. Ancak zorlama bir tevile gitmiştir. Burada S. Yıldırım hocamızın beşinci âyeti çevirisine dikkatle bakarsak “Sakının bundan! Eğer kesin bir tarzda (ilmelyakin) bilseydiniz böyle yapmazdınız.” ayetteki şartın cevabı konumunda olan ama gizlenen “böyle yapmazdınız” cümlesi çok yerinde ve güzel bir çeviridir. 7- ASR SURESİ: Suat Yıldırım’ın Meali: 1 – Yemin ederim zamana: 2 – İnsanlar hüsranda. 3 – Ancak şunlar müstesna: İman edip makbul ve güzel işler yapanlar, Bir de birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler. Süleyman Ateşin Meali: 1- Asra andolsun ki, 2- İnsan ziyandadır. 3- Ancak inanıp iyi işler yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler ziyânda değillerdir Diyanet İşleri Başkanlığı Meali: 1- İkindi vaktine (Asra; çağa) and olsun ki, 2- İnsan hiç şüphesiz hüsran içindedir. 3- Ancak inanıp yararlı iş işleyenler, birbirlerine gerçeği tavsiye edenler ve sabırlı olmayı tavsiye edenler bunun dışındadır. Âyette geçen “asr” kelimesi, çağ, insanın ortalama ömrü, uzun zaman, peygamberlik çağı, ikindi namazı anlamlarına gelir. Âyette bu anlamlar muhtemel bulunmakla beraber, daha ziyade inanıp güzel işler yapan, hakkı ve sabrı tavsiye edenler dışındaki insanların, ömürlerini boşa geçirdikleri teması işlendiği için burada 'asr’ ile kastedilen insan ömrü. İkinci vurgulanması gereken nokta tıpkı Tîn suresinde olduğu gibi burada da illâ edatını öncesi ve sonrasıyla birlikte değerlendirip ikinci ve üçüncü ayetleri tek bir cümle gibi anlamak ve çevirmek gerekir. İmam Şafii (r.a) şöyle demiştir: “Kur’ân’dan başka hiçbir sûre nazil olmasaydı şu pek kısa sûre bile, insanların dünya ve âhiret mutluluklarını temine yeterdi. 8- HÜMEZE SURESİ: Ali Özek ve Heyetin Meali: 1. Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi âdet edinen herkesin vay haline! 2. O ki, toplamış ve onu sayıp durmuştur. 3. (O), malının kendisini ebedî kılacağını zanneder. 4. Hayır! Andolsun ki o, Hutame'ye atılacaktır. 5. Hutame'nin ne olduğunu bilir misin? 6. Allah'ın, tutuşturulmuş ateşidir. 7. (Yandıkça) tırmanıp kalplerin ta üstüne çıkar. 8. O, onların üzerine kapatılıp kilitlenecektir. 9. (Bu ateşin içinde) uzatılmış sütunlara bağlanmışlar. Suat Yıldırım’ın Meali: 1 – Vay haline her hümeze ve lümeze’nin, 2 – Böylesi mal yığar ve onu sayar durur. 3 – Malının kendisini ebedî yaşatacağını sanır. 4 – Hayır! (Vazgeçsin bu hülyadan, malı kendisini kurtaramaz) Mutlaka o Hutame’ye fırlatılır. 5 – Bilir misin Hutame nedir? 6.7 – Allah’ın tutuşturulmuş bir ateşidir. Bir ateş ki ta kalplere kadar işleyip yakar. 8.9 – Bu ateş mahzeninin kapıları, onların üzerlerine kapatılacaktır. Kendileri de uzun sütunlara bağlı bırakılacaklardır. Süleyman Ateş’in Meali: 1- (İnsanları) Diliyle çekiştiren, kaş ve gözüyle işâretler yapıp alay eden her fesâd kişinin vay haline! 2- O ki mal yığdı, onu saydı durdu. 3- Malının, kendisini ebedi yaşatacağını sanıyor. 4- Hayır, andolsun ki o, Hutame'ye atılacaktır. 5- Hutame'nin ne olduğunu sen nereden bileceksin? 6- Allâh'ın tutuşturulmuş ateşidir. 7- (Bir ateş) Ki gönüllere işler. 8- O, onların üzerine kapatılıp kilitlenecektir. 9- (Kendileri,) Uzatılmış direkler arasında (bağlı) olarak (kalacaklardır). Mekke’de indirilmiş olup 9 âyettir. Adını ilk âyetinden almıştır. İnsanları ayıplayıp hakaret etmenin çirkinliğini ve onları bekleyen cehennemin dehşetlerini tasvir eder. Bu âyetten anlaşılıyor ki, o kişinin alaycı tavrı, servet sahibi olmasından ileri gelmektedir. Mal yığma, bir de onu tek tek sayıp öğünme her ikisi de mala perestiş etme ve fakat bu malı kendisine nasib eden Allah’ın rızası için muhtaç insanlara ve diğer hizmet yerlerine harcamamayı iyice resmeder. Kalb diye çevirilen âyetteki fuâd kelimesi, maddî bedene kan ve hayat gönderen maddî kalb için değil de inanç, fikir, düşünce, hissiyat gibi düşüncelerin merkezi olan manevî latife hakkında kullanılır. Herhangi bir şeyin bütün kalbi kaplaması azabın şiddetini gösterir. |