Tekil Mesaj gösterimi
Alt 25 Aralık 2013, 05:29   Mesaj No:2

Medine-web

Medineweb Site Yöneticisi
Medine-web - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medine-web isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:8
Cinsiyet:Erkek
Yaş:50
Mesaj: 3.071
Konular: 340
Beğenildi:1382
Beğendi:464
Takdirleri:10171
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: İSLAM DÜŞÜNCE EKOLLERİ TARİHİ--ÜNİTE 8-9 özet--

ÜNİTE 9:TASAVVUFUN TEORİK VE AHLAKİ BOYUTU


** Vahideti Vücud anlayışını ilk defa sistematik olarak ele alan Muhyiddin ibnül Arabididir.

**Tasavvufi düşüncede varlık meselesi daha çok Vahdet-i Vücud(Varlığın Birliği) teziyle anlatılmaya çalışılır.
Vahdet-i Vücud; Varlık birdir, o da Hakk’ın vücudundan ibarettir. O’nun dışındaki varlıklar gerçek olmaktan çok, gölge varlıklardır. Diğer varlıklar Hakk’ın sıfat ve isimlerinin tecellileridir. Ve Allah zat olarak diğer varlıklardan münezzehtir.
** Vahdeti Vücud anlayışında Birlik bilgi ve düşüncededir. Vahdeti Vücud anlayışının iyi anlaşılabilmesi için Zat-Sıfat münasebetinin iyi bilinmesi gerekir.
** Vahdeti Vücud anlayışında varlıklar, Allahın Zatının değil, sıfatlarının tecellisidir.
** Tasavvufta ortaya çıkan yeni bilgi kaynağı keşf ve ilham
** ibnül Arabinin Allah ın isimleriyle ilgili görüşü ; Ehli sünnet anlayışında hadis kültürüne göre Allah ın 99 ismi olduğu görüşüne rastlamaktayız. Ancak bu anlayışın teorisyeni muhittin Arabi kurana bakıldığında Allah ın 87 ismi olduğunu söylemektedir. Arabiye göre Allah zatıyla aşkın sıfatları yönüyle aleme içkindir.
** vahdeti vücut anlayışında Allah la varlıklar arasındaki ilişki;Varlıklar Allah ın zatının değil sıfatlarının tecellileridir.
A’yân-ı Sâbite’; Dış alemde var olan eşyanın, Allah’ın ilmindeki hakikatlerine denir. Bir başka ifadeyle bunlar Allah’ın ilminde sabit olan yoklardır. A’yân-ı Sâbite’nin dış aleme nazaran varlığı yoktur. Bu, Hakk’ın hüviyetiyle duyular alemi arasında yer alan bir varlık alanıdır.
İbnü’l-Arabi’ye göre yaratıkların ve eşyanın üç safhası
a- Eşya birbirinden ayırt edilmeksizin ve aralarında bir farklılaşma olmadan, Allah’ın ilminde külli olarak vardır. Buna şuun-ı sâbite veya taayyün-i evvel denilir.
b- Eşya, a’yan-ı sabite halindedir. Birbirinden ayrılmış ve farklılaşmış bir vaziyette Allah’ın ilminde bulunur. Bu safhada varlıklar muşahhas şeyler olup buna taayyün-i sani de derler.
c- Eşya, a’yan-ı hariciye halindedir. Eşya dış alemde tecelli ve zühur etmiştir. Buna taayyün-i harici de derler. Yaratma(Hâlk) bu üç mertebeden ibarettir.
** Arabiye göre varlığın ilk tecelli eseri aklıevvelden meydana gelmiştir,İlk akıl tekdir. Ancak yapısında kesret istidadı bulunduğunu belirterek bu durumu izah etmeye çalışır.
İbnü’l-Arabi’ye göre, varlığın meydana gelişindeki yedili tasnif
Birinci Mertebe: Buna la-taayyün mertebesi de denir. Hakkın vucudu bu mertebede her türlü kayıttan uzaktır. Sırf zat mertebesidir. Ehadiyyet de denir. Bu mertebe vucud tecelliden münezzehtir.
İkinci Mertebe: Taayyün-i Evvel denir. Allah bu mertebede zatını sıfatlarını ve varlıkları toplu olarak bilir. Bu mertebeye ayrıca -vahdet -mutlak vahdet -hakikatı muhammediyye -gibi isimler verilir.o bu mertebede Allah, ismi cami ile isimlendirilmiştir.
Üçüncü Mertebe: Taayyün-i Sani mertebesidir. Bu mertebede Allah zatını sıfatlarını ve bütün mevcutlarını birbirinden ayırarak bütün ayrıntılarıyla bilir. Bu mertebede ilim suretleri ve bu suretler ilahi sıfatların suretleri olduklarından, bunlara ‘’vahidiyyet’’ ayanı sabite’’ ve hakikati insaniye denir
Dördüncü Mertebe: Ruhlar Alemi mertebesidir. bu mertebe zatı ilahinin latifliğini bir derece daha kaybetmesinden ibarettir. Bu mertebede her bir ruh kendini kendi mislini ve kendisini başlangıcı olan hakkı kavramıştır.
Beşinci Mertebe: Misal Âlemi denilir. bu mertebe parçalanma ve ayrılma kabul etmeyen latif mürekkeb eşyadan ibarettir. Ruhlar aleminde bulunan her ferdin cisimler aleminde bürüneceği suret teşekkül edr. Bu mertebeye hayal alemi de denir.
Altıncı Mertebe: Şehadet Âlemi denir. Bu mertebe cisimler alemi olup parçalanmayı ve ayrılmayı kabul eden kesif ve karmaşık eşyadan ibarettir. Bu mertebedeki varlıkları duyu organları ve akıl kolayca algılayabilir.
Yedinci Mertebe: Buraya kadar zikredilen bütün mertebeleri kendinde toplayan “Mertebe-i Camia”dır. İnsanı Kamil mertebesi de denir. Nasılki ismi azam Allah ın bütün isimlerini kendinde toplamışsa insan ı kamilde bütün alemleri toplamıştır.
** yaratılış mertebeleri hazaret-i hamse, (beş ilahi hazret) tenezzülat-ı seb-a (yedi ruhsal iniş) gibi isimlerler isimlendirilmiştir.
** Mutasavvıflar eşyanın his ve aklımıza nispetle görülen varlığa Gölge varlık demişler ki, vehmi ve hayali varlık demektir.
Bilgi nazariyesi: İnsanlık düşünce tarihinde hep üzerinde fikir imâl edilen konuların başında gelen bu hususta, mutasavvıflar kendi paradigmalarına uygun olarak görüşler ileri sürmüşlerdir. Buna da “marifet” adını vermişlerdir. Bilginin kaynağı konusunda da daha çok akıl yerine kalp merkezli bir anlayış benimsemişlerdir. Marifetinde eşyayı ve kendini tanımanın yanında bilginin sujesi olarak, Allah’ı hedeflemişlerdir. Yani insanın hedefi kendinden başlayarak, Allah’ı tanımak ve bilmektir. Netice de sufîlere göre asıl hedef kulluk olmaktadır.Tasavvufta bilgi, daha doğrusu marifet konusu, varlık konusuyla yakından ilgilidir.Çünkü varlık, marifet sayesinde bilinmektedir, insanın Allahı bilmesi,kendisinde bulunan ilahi nefha ruh sayesindedir.
Sûfîlere göre Kalp , bilginin kaynağının akıl değil de, kalp olduğuna inanır ve onun, aynı zamanda ilâhî aşk ve tecellî’nin merkezi olduğunu kabullenirler. Kalpten kasıt da, bildiğimiz et parçası değil, tam tersine insanın kendisiyle gerçek varlığı, Allah’ı tanıdığı, Hakk’ın kuluna orada tecellî ettiği, kulun Rabbini kendisiyle sevdiği, maddeden uzak rabbânî bir latîfedir. Başka bir ifadeyle kalp, insanda “zevke dayalı idrakin” merkezi olan bir mekanizmadır.
Sûfîlere göre marifet ile ilim arasında belli bir ayırım yaparlar. Sûfî deyişle marifetullah aklın sahası dışında kalan ve Allah’a, O’nun sevgisine, O’nunla irtibata geçme ve daha benzeri gerçekler karşısındaki tutumlarını tayin etmede bu ayırımın derin bir tesiri olmuştur. Hatta tasavvuf tarihinde öyle bir devir yaşanmıştır ki, sûfîler marifeti sülûkün en büyük hedefi olarak görmüşlerdir. Şayet tasavvufî hayatın “Allah ile bir irtibatı amaçladığı” ifade edilse, genel olarak sûfîlere göre, muhabbetullah yoluyla elde edilen marifetullah, veya marifetullah yoluyla elde edilen muhabbetullah olmadan bu irtibatın hiçbir manası yoktur.
Sûfiyye tabakasına göre Allah, irfan yoluyla tanınabilen bir hakîkattır; hatta onlara göre, mutlak anlamda bir hakîkattır ve Hak adına idrak edilen her şey O’na bir işarettir. Mutasavvıfların teorik planda ele aldıkları hususlardan biri de, İnsan-ı Kâmil konusudur. Bu da, sûfîlerin marifet nazariyesine uygun olarak, inansın ilâhî isim ve sıfatları kısmen kendinde gerçekleştirmesidir. Sufî düşüncede insanın yeryüzünün halifesi olması gerçeği de, bu isimlere yatkınlığı ve gerçekleştirme imkanından kaynaklanmaktadır. Ve insan potansiyel olarak kendinde nefha-i ilâhî taşımaktadır.
Sûfîlere göre nübüvvet ve velâyet konusunda farklı düşünmektedirler. Özellikle velâyet mutasavvıfların üzerinde durdukları temel konulardan biridir. Hakîm Tirmîzî’den başlayarak İbnü’l-Arabî’de zirveye ulaşan “Hatmü’l- Velâye” anlayışı, üzerinde en çok tartışılan konulardan biridir. Tirmîzî’nin başlattığı bu anlayış giderek benimsenmiş ve İbnü’l-Arabî tarafından daha da sistemli hâle getirilmiştir. İbnü’l-Arabî, hatm-i velâyet meselesini izah ederken, nebî ile velî arasındaki ilişkiye de temas etmiş, bu konuda şimşekleri üzerine çeken ilginç fikirler ortaya atmıştır. Ona göre nebîlik son bulmuştur, velîlik ise devam etmektedir. Çünkü Allah’ın isimlerinden biri de “Velî”dir.
İnsanı Kamil: Tasavvufta eğitimin, seyrü sülükun konusu insandır. Allahın yeryüzündeki halifesi ve ahseni takvim sırrına mazhardır. İnsanın Allahın halifesi olması, Allahın sıfatlarından bazı tecelliler taşıması sebebiyle insanı kamil denir.
**Hallacı Mansur Allah Ademi kendi suretinde yarattı, rivayetinden yola çıkarak, Allahın kendi nefsinde, kendisi için tecelli ettiğini söylemiştir, İbnül Arabide bu insanı kamil düşüncesine zemin hazırlamıştır.Daha sonrada bu fikri daha anlaşılır ve geniş bir şekilde Abdülkerim el–Cili ele almıştır.
Mutasavvıflara göre insanı kamil in temel nitelikleriinsanı kamil Allah ın bütün isimlerini bilen tek varlıktır. Yine o maddi ve manevi bütün kemal mertebelerini kapsar. İnsanı kamil hz Muhammet dir. İnsansı kamil varlığın ve hilkatin gayesidir. Eğer insanı kamil olmasaydı Allah bilinemezdi. İnsan alemin yaratılış sebebidir, o alemdeki varlıklar içerisinde en mütekamil olanıdır. Maddi yapısı itibariyle alemdeki mevcut her unsurlardan bir numuneye sahiptir. Bu özelliğinden dolayıdır ki Alemi Suğra Küçük alem denir.insanın ruhu Nefhi ilahi, yani hakkın kendi ruhundan üflemesi ile sonradan yaratılmıştır..
Nefsi Emare; insanın maddi yapısından kaynaklanan nefisdir, daima dünyaya, süfliliklere, nihayet esfeli safiline meylederken, ilahi menşeli olan ruhi yönü ise kendi aslına yani Allaha kavuşma arzusundadır.
Tevhit; Kelam ilminin ilahi boyutu tevhit ile ilgilidir.Ehlisünnet kelamcıları ve sufiler tevhide konuyu nasların ışığında ve akli isdidlal yönüyle izaha çalışmışlardır. Sufiler ise faklı bir yol takip ederek tevhide akıl yoluyla değil sezgi gücüyle ulaşılacağını kabul etmişlerdir.
Cüneyd bağdadi ye göre sufilerin tevhit anlayışı; Kadim olanı hadis olandan ayırd etmek vatandan çıkmak (kendisine herhangi bir makam izafe ermemek) nefsin arzu ettiği şeylerden alakayı kesmek malumu ve meçhulu terk etmek bunların hepsinin yerine hak tealayı ikame etmek.
Sufiler tevhidin bir tarifinin yapılamayacağını söylerler ve tevhitten şu üç manayı çıkarırlar.
1-Allahın kendi birliğini bilmesi ve bildirmesi
2- Allah ın insan da onun birliğini idrak etme gücünü yaratması
3- insanın Allah ın bir olduğunu ve bu husustaki hükmü bilmesi
Sufilerin Tevhit anlayışı
1- avamın tevhidi: bu eserin müessire sanat eserinin sanatçıya dalalet etmesi prensibinden hareketle istidlal yoluyla kainatında bir halıkının bulunduğuna hükmetmekten ibarettir. Buna tevhidi imani tevhidi ilmi de denir. Bu tevhit anlayışı ancak sahibini şirkten kurtarır ve İslam mertebesine ulaştırır. Bu sayede ona Müslüman muamelesi yapılır bu tevhidin en alt derecesidir.
2- havasın tevhidi: bu sebepleri bir taraf atarak alemde cereyan eden iyi ve kötü faydalı ve Zaralı her şeyde haktan başka bir şey görmemektir. Bu tevhide uylaşan tevekküle sarılır ve halka şikayette bulunmaz. Bu tevhit anlayışa sahip olan kimse gizli şirk tehlikesinden kurtulur. Hakkın zat ve sıfatında fani olur ve onun gözünde hakkın dışında her şey yok olur buna da tevhidi hali denir
3- havassul havassın tevhidi: bu tevhit cenabı hakkın her an ferdaniyet ve vahdaniyet sıfatıyla muttasıf olduğunu gerçekte hakkın dışında hiçbir şeyin bulunmadığını zevken bilmektir. bu arifleri ve sıdıkların tevhididir. Buna da tevhidi ilahi demişlerdir.
Mutasavvıflar tevhit hakkında şöyle bir derecelendirme yapmışlar
1- kusudi tevhit (vahdet i kusud) kulun kendi iradesini bırakıp Allah ın isteklerine tabi olmasıdır. İlk zahitlerin tevhit anlayışı budur. La maksude illallah la matlube illallah la marude illallah tan bu kasdedilir.
2- şuhudi tevhit (vahdet i Şuhut) kulun her şeyde Allah ı müşahede etmesidir. Güneş doğunca yıldızların kaybolması gibi. Bu müşahede konumuna ulaşan kimsenin gözü hiçbir şeyi görmez. Bu hale fena fişşuhud da denir. İmam rabbani bunu tevhidin en üst derecesi kabul etmiştir.
3- vücudu tevhit (vahdeti vucut) Allahtan başka hiçbir varlık yoktur anlayışındaki tevhittir. Şuhudi tevhit mertebesinden daha üst seviyededir. Bu mertebedeki kul Allah tan başka her şeyi kendisi dahil yok bilir. La mevcuda illallah la ifade edilir.
** Sufiler avamın tevhidi konusunda, anlayışında kelamcılarla birleşir.
Nübüvvet
Hâkim Tirmize göre nübüvvet:Perdenin kaldırılması ve gaybın sırlarına vakıf olarak Allahı bilme, Allahın nuruyla örtülü bulunan eşyanın mahiyetine basiret gözüyle nüfuz etme şeklinde izah etmiştir.
Fergani felsefi açıdan nübüvveti nasıl tanımlar;Nebi Allahın zatından sıfatlarından isimlerinden hükümlerinden ve muratlarından haber veren kimsedir.
** Şufilere göre Hz Muhammedin bir hakikatı bir de zahiri varlığı söz konusudur. Ferganinin Ruhul Azam dediği şeye İbnül Arabi hakikatı muhammediyye ve nur u muhammediyye gibi isimler vermiştir. İbnül Arabi fusus hikeminde tamamen bu konuyu işlemiştir.
Hakikatı muhammediyyeyi benimseyenler;Hz adem den Hz Peygambere kadar gelen her peygamber hakikatı muhammediyyenin nübüvvetinin bir görüntüsü diye kabul etmişlerdir
Velayet
Kelime olarak dost anlamına gelen veli çoğulu evliya, iki anlama gelmektedir. 1-işlerini Allah Tealanın gördüğü, kendine bırakmadığı kimse anlamında, 2- Allaha karşı ibadet ve taatını yerine getiren kimse
Veliliğin alametleri; bazı mutasavvıflara göre veliliğin dört alameti vardır bunlar;1- kendisi ile rabbi arasındaki sırları muhafaza etmesi,2- kerameti koruyup onu riya vesilesi yapmaması, 3-Allahın yaratıklarının eziyetlerine katlanıp onlara yük olmamamsı, 4-Allahın kullarını huy ve meşreplerine göre idare etmesi.nebiler masum veliler ise mahfuzdur.
** Veliler istikballe ilgilenmez yaşadığı anı değerlendirir. Bu yüzden onlara ibnül vakt denmiştir.
Hatmül Velaye; İlk zamanlarda Ehl-i Sünnet kelamcılarından farklı düşünmeyen sufiler, Hakim Tirmizi ile birlikte meseleye değişik bir açıdan yaklaşmaya başlamışlardır. Zamanla sufiler, alemi velilerden oluşan bir manevi hiyerarşinin yönettiğini kabul etmeye başlamışlardır. Bu konu tasavvuf literatüründe “Hatmü’l-Velaye”adıyla tartışılmaya başlanmıştır.Hakîm Tirmîzî’den başlayarak İbnü’l-Arabî’de zirveye ulaşan “Hatmü’l-Velâye” anlayışı, üzerinde en çok tartışılan konulardan biridir. hatmül velayenin tartışılmasının nedeni, ilk dönemlerde ehlisünnet kelamcılarından farklı düşünmeyen sufiler âlemi velilerden oluşan bir hiyarerşinin yönettiğini kabul etmişlerdir buna da hatmül velaye denmiştir. Nasılki hatemül enbiya varsa hatmül velaye de vardır demişlerdir.
İbnül Arabiye göre hatmül velaye ; nebi ile veli arasındaki ilişkiye temas etmiştir. Ona göre nebilik son bulmuş ama velilik son bulmamıştır. Hz peygamberin nebiliği bitmiştir. Fakat velilik bitmemiştir.İbnül Arabinin hatmül velaye konusunu Abdul Kerim em-Cilli nebi veliden üstündür demiştir. İbn teymiyye de arabiyi bu görüşünden dolayı küfürle tenkit etmiştir.
Keramet ; Kelime olarak kerem ihsan lütuf gibi anlamlar taşır. Terim olarak Salih müminlerde meydana gelen harikulede olaylara denir. Peygamberde zuhur ederse mucize. Fasık yada kafirde zuhur ederse istidrac denir.
** Mutezile Kerameti kabul etmezler, çünkü keramet sahibine peygamberlik izafe edileceğinden reddetmişlerdir.
** Sufiler kerameti kabul ederken Kuranda geçen Hz Süleymanın veziri asaf b behriyyanın saba melikesi belkısın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar getirmesi hadisesi ve hz Meryem in mabede girişinde Hak Teala tarafından rızık konulması delil gösterilir.
** Mutasavvıflar kevnî kerâmetler denilen menkıbelere konu olan olaylardan uzak kalmaya çalışmışlar, “en büyük kerâmet, istikâmettir” diyerek noktayı koymuşlardır.
mucize ve keramet arasındaki fark;mucize sahibi şeriatta tasarrufta bulunduğu halde keramet sahibi tabi olduğu nebinin şeriatına teslim olmak zorundadır.
keramet kaç türlüdür?
1-Kevni keramet. Deniz de yürümek, uçmak vs (tayy-i mekan) gibi kerametler böyledir.
2- ilmi keramet ilim irfanla ahlakla ilgili keramettir. Asıl keramet budur. . Müritlerin hallerini müsbet yönde geliştirmek, ilmi ve irfanıyla başkasına tesir etmek, kendisinin ve başkalarının kötü huylarını gidermek bu tür kerametlerdendir.
Sufiler keramet konusunda hangi hususlara şu konulara dikkat çekmişlerdir
1- kerameti gizlemek esastır. Kerameti izhar etmeyi hayz ı rical erkelerin hayzı olarak nitelemişlerdir. Kerameti gizlemeye Melamiler daha çok özen göstermişlerdir.
2-keramet velinin gayesi olmamalıdır. Ebu ali cürcani şöyle demiştir. İstikamet sahibi ol keramet sahibi olma. Çünkü nefsin kerameti istemekte bunun için harekete geçmektedir. Halbuki Allah senden istikameti istemektedir.
3-Keramete değil şeraite uymak esastır. Beyazıd bistami denizde yürümeyi balıkların daha iyi yaptığını tayı mekan eylemeyi de şeytanın daha iyi yaptığını söyler.
4-Keramet velinin maksada ulaşmasında bir perde olabilir.
Ahlaka dair kavramlar ; sıdk, ihlas, sabır, tevekkül, rıza,, fakr, züht, kanaat, istikamet, şükür
1-Sıdk; Doğruluk, gerçeklik ve kalp temizliği gibi anlamlar ifade eder.söz fiil ve davranışlardaki tutarlılık iç ve dışın birbirine uygunluğudur.
** Gazaliye göre sıdk; hem lisanda hem de niyet ve iradede hem de azim ve amelde olmalıdır. Bunlardan niyet ve iradedeki sıdkın adı ihlastır.
2-İhlas;Eylem ve ibadetleri yalnız Allah a özgü kılmak başka düşüncelerden temizlemek demektir. İhlas, tevhid inancının özü olduğundan, bunu anlatan sureyede ihlas suresi denmiştir.
**Sehl b. Abdullah Tüsteriye göre;insanlara en ağır gelen amel diye tanımlamıştır. Zorluğunun sebebi de nefse ait bir pay tanımamasıdır.
**Cüneyd bağdadi de;İhlâs kul ile Allah arasında bir sırdır demiştir.
**Haris el Muhasibinin Erriaye lil Hukukillah adlı eseri riya ve ihlas hakkında yazılan en eski eser
3-Sabır ; Sabır imanın yarısıdır, 2 yerde olur
a-Kulun iradi fillerinde, emredilenlere uymada sabır nehyedilenlere sakınmada sabır olmak üzere 2 ye ayrılır.
b- kulun iradesi dışında kalan belalarda
4-Tevekkül ;Vekalet kökünden türemiştir. İşini birine havale etme, işini gördürmek için birini vekil kılmak demek olan tevekkül kalbin vekile güvenip bağlanması anlamına gelir.Genel ve umumi ifadesiyle tevekkül, hareketlerini tabi ilahi kanunlara uydurduktan sonra Allah a dayanıp güvenmektir.
Gazali tevekkülü bilgi hal ve fiil olarak üç boyutta inceler. Tevekkülün bilgi boyutu, teslimiyet ve tevekkül, fiil da tabi şartların gerektirdiği eylemdir.
Tevekkül 3 derecede gerçekleşir
1-Kulun kendi vekiline karşı itimadı gibi Allah a güvenmesi.
2-Kulun annesinden başkasını tanımayan çocuk gibi sadece Allah a yönelmesi
3-Kulun kendini rüzgâr önündeki yaprak gibi Allah a teslim etmesi
Tevekkülü; tevekkül, teslim, ve tefviz diye üçe ayıranlar da vardır. Tevekkül Allahın vadine güvenmek, teslim onun bilgisiyle yetinmek ona teslim olmak, tefviz de hakkın hükmüne razı olmaktır.


5-Rıza ;Hoşnutluk beğenmek izin müsaade ve boyun eğmek manasına gelir.tasavvuf makamının en üstüdür. Rıza iki boyutludur. 1- kulun Allah tan razı olması 2-Allah ın kuldan razı olması
İnsanı rızaya alıştırıp hazırlayan 2 yol vardır
1- dünyalık istifademiz için mesela tedavi olmak için ilacın acılığına ameliyatın zorluğuna nasıl katlanıyorsak kendimizi kazaya rızaya da gelecekteki istifade için alıştırabiliriz.
2- sevgilinin rızasını alıp gönlünü hoş etmek için onun istediği güçlüklere isteyerek göğüs germek.
Rıza her konuda kaderin akışına teslim olmak
6-Fakr: ihtiyaç duyulan şeyin yokluğu demektir. Tasavvufta kulun kendinde bir varlık görmemesi her şeyi hakka irca etmesi şahsının amelinin halinin ve makamının Allah ın lütfu olduğunu kabul etmesidir.
Fakir derviş demektir. Bu itibarla fakirliği kaça ayırabiliriz?
Suret fakirliği: maddi anlamda fakirlik.
Manevi fakirlik: beşeri sıfatlardan sıyrılıp (fena-yı sıfat) kendini bir şeye malik görmemektir.
8-Züht ; Allahtan başka her şeyi gönülden çıkarmak değer vermemektir. Ne varlığa sevinmek ne de yokluğa üzülmektir.Aslında züht haz ve lezzet veren şeyleri büsbütün terk etmek değildir. Azaltmak ve içine dalmamaktır.
9-Kanaat; elde olanla yetinmek kanattır.
10-İstikamet ;Düzgün doğru hareket etmektir. Bir şeyin hakkını yapmak demektir. Peygamber hud suresi beni ihtiyarlattıyı demiştir.İstikamet sadece peygamber tarafından gerçekleştirilebilen bir makamdır.
11-Şükür; dil kalp ve beden olmak üzere 3 kısımdır.
Hamd le şükür ayrı şeylerdir. Hamd övmektir. Şükürden daha umumi bir mana ifade eder. Ayrıca her nimetin şükrü kendi cinsiyle olur.
__________________

Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır.
Alıntı ile Cevapla