Tekil Mesaj gösterimi
Alt 26 Aralık 2013, 13:08   Mesaj No:8

Medine-web

Medineweb Site Yöneticisi
Medine-web - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medine-web isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:8
Cinsiyet:Erkek
Yaş:50
Mesaj: 3.047
Konular: 340
Beğenildi:1308
Beğendi:422
Takdirleri:9472
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Yeniçağ Felsefesi Tüm Haftalar

8. Hafta
JOHN LOCKE
John Locke, İngiliz Aydınlanması’nı, dolayısıyla Avrupa’daki Aydınlanmayı başlatan düşünürdür. Hayatı çok büyük kısmıyla 17. yüzyılda geçmesine rağmen"(1632 1704), yazılarıyladüşünme özgürlüğünü ve eylemlerimizi akla göre düzenlemek anlayışını en geniş ölçüde yayan ilk düşünür olduğundan Locke 18. yüzyıl Aydınlanmasının gerçek kurucusu sayılır.

Onun ömrü boyunca savunduğu ilkeler, klasik Aydınlanmaya özgü olan düşüncelerdir: Birey özgür olmalıdır; akıl hayatın kılavuzu yapılmalıdır; kültürün her alanında - bilimde, dinde, devlet ve eğitimde - gelenek ve otoritenin her türlüsünden kurtulmalıdır. Nitekim onun devlet felsefesi siyasi liberalizmi hazırlamıştır; Hıristiyanlığın akla uygun olduğunu göstermeye çalışan yapıtı "doğal dine" yol açmıştır; eğitim üzerindeki düşünceleri rationel-doğal olan bir eğitim çığırını açmıştır.

Bütün bunlar da - siyasi liberalizm, doğal din, rationel eğitim -gelenek şemalarından kurtaran adımlardır. Tipik bir aydınlanmacı olan Locke' un yapıtları da düşünceleri gibi çok açık, çok anlaşılırdırlar; bunlar, bilimsel olmaktan çok yetiştirici-eğitici bir nitelik taşırlar (bu, bütün aydınlanmacıların bir özelliği); okuyanı bilime dayanan bir hayat görüsü üzerinde aydınlatmak isterler. Bu bakımdan onda belli birtakım kanıları yerleştirmek isterler; her türlü construction'dan kaçınan çözümleyici-betimleyici bir yöntemle okuyucunun kuruntularını, on yargılarını sarsıp onu olguları sade ve objektif bir şekilde görmeye alıştırmayı göz önünde bulundurur.

Başlıca eserleri:
İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme felsefi ana yapıtı; Eğitim ile İlgili Bazı Düşünceler, Hıristiyanlığın Akla Uygun Oluşu. Bu son eserde Hıristiyanlığın en uygun, gerçek bir akıl dini, doğal bir din olduğu gösterilmek istenir. Hükümet Üzerine İki İnceleme, Hoşgörürlük Üzerine Mektuplar. İlki Latince, ötekileri İngilizce olarak yayımlanan bu 4 mektup - sonuncusu tamamlanmamış - din baskısına karşı hoşgörülüğü” savunurlar; bu da, İngiliz Devrimine uygun, çünkü bu devrim inanmada özgür olma uğruna yapılan savaşlardan doğmuştur.

Yapıtlarının adlarından da anlaşılacağı gibi, Locke'un çalışma ve araştırmalarının ağırlık merkezi insandır (insanın bilgisi, dini eğitimi, devleri vs.) Locke çekişme ve anlaşmazlıklarla yüklü olan metafizik sorunlardan elden geldiği kadar uzak kalmak ister; onun istediği bir dünya-görüşü değil, hayata yol gösterip şekil verebilecek olan bir hayat-anlayışıdır. Bu hayat anlayışının teorik temellerini de, felsefi ana yapıtı olan İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme adlı eserinde buluruz. “İnsan bilgisi” üzerine bir öğreti olan bir yapıtta, bu bilginin kaynağı ve sınırları araştırılır;

Önemi Bilginin temellerini araştıran, eleştirmesini yapan, bu konuyu bu genişlikte ele alan ilk eser olmasıdır. Ancak bilgi teorisini, bilgi üzerindeki araştırmaları başlı başına bir felsefe dalı olarak ilk defa geliştiren Locke olmuştur. Her türlü metafizik savı bir yana bırakıp doğrudan doğruya bilginin yapısını ele alan, ilk o dur ve araştırmayı da “Essay”sinde yapmıştır, İnsan Anlığı Üzerinde Bir Deneme’nin konusu ve amacı, Locke'un kendi sözleriyle: “İnsan bilgisinin kökü, kesinliği ve genişliği üzerine bir araştırmadır…. Anlığın objelerin kavramlarına nasıl ulaştığını açıklamadır; bilgimizin kesinlik derecesini bir belirlemedir; sanma ile bilme arasındaki sınırları aramadır”. Kitabın önsözünde Locke bu, konuyu neden ele aldığını anlatır: Birkaç arkadaşı ile bazı felsefe sorunları üzerine tartışmalar yapmışlar ve bir sonuca varamamışlar. Bunun üzerine onun aklına “bütün bu gibi felsefe sorunlarına girmeden önce, anlığın gücünün nereye kadar ulaştığını, ne gibi objeleri kavrayabileceği, hangilerinin bu kavramanın dışında kaldıklarını araştırmak” düşüncesi gelmiş. Yine önsözde Locke, “bu yapıtını geniş görüşlü, çabuk kavrayışlı kimseler için değil, kabiliyet ve yetişme bakımından öyle pek derin olmayan kimseler için yazdığını” söyler.

"Essay”nin l. kitabında Locke “doğuştan düşüncelerin” olmadığı savıyla söze başlar. Locke'un savı, Descartes'in “ideae innatae” öğretisine karşı açık bir polemiktir.

Şimdi İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme adlı eserinde Locke'un "doğuştan düşünceler” öğretisini nasıl eleştirdiğini görelim. 1. Kitapta "bizde bir takım ideler” var diyor Locke. ("İdea" deyimini Locke, tasarım ve kavram ile eşanlamda kullanmaktadır). Her insan bilincinde bir takim tasarımlar bulur; öteki insanların söz ve eylemlerinden onların da bu gibi tasarımları olduğunu anlar. Bu ideler anlığa nereden gelmiştir? Bir anlayışa göre bunlar “doğuştan”dırlar; ruh bunları doğarken dünyaya birlikte getirmiştir. Böyle düşünenlerin dayandıkları başlıca kanıt da bir takim teorik ye pratik ilkelerin bütün insanlarca doğru sayılmasıdır. Locke, önce birtakım ilkeler üzerinde bütün insanların birleşmekte olduklarından şüphe eder sonra, birleşseler bile, bu ilkelerin "doğuştan" olmaları gerektiğini kabul etmez.
Doğuştan olan teorik ilkeler olmadığı gibi, doğuştan pratik önermeler de yoktur. Bütün ahlak kuralları temellendirilmeye muhtaçtırlar, yani gerçeklikleri için kanıt göstermek gerekir; bundan dolayı doğuştan değildirler. İlkelerin içindeki kavramlar doğuştan değilseler, ilkelerin kendileri de doğuştan olamazlar. İlkeler içinde öyle soyut kavramlar var ki, ancak uzun uzun düşünme ve dikkatle doğru olarak kurulabilirler. Özdeşlik, başkalık, olabilirlik, olamazlık gibi soyu kavramlar doğuşla birlikte getirilmezler; kendilerinden çok önce olan sıcak-soğuk, acı-haz duyumlarına dayanırlar. Tanrı tasavvuru da doğuştan değildir. Tanrı tasavvurunu her toplumda bulamıyoruz; üstelik yalnız çoktanrıcılar (polyheistler) ile tektanrıcılar (monotheistler) değil, bir dinden olan ayrı ayrı kimseler bile Tanrı tasavvurunda birbirinden ayrılıyorlar.

2. Kitapta Locke anlığa idelerin nereden geldiklerini araştırı. Ona göre anlık başlangıçta üzerine hiçbir şey yazılmamış olan düz beyaz bir kâğıt gibidir (tabular asa). Locke ruhta doğuştan olan yetilerin bulunduğunu yadsımaz. Ancak, idelerimiz deneyden gelirler; bütün bilgilerimiz eninde sonunda deneye dayanırlar ve deneyden çıkarlar. İdelerin (tasarımların) biricik kaynağı olan deneyi Locke, sensation (dış deney, dış duyum) ve reflection (iç deney, iç duyum) diye ikiye ayırır. Dış deneyin konusu, dışımızdaki algılanabilen nesnelerdir; iç deneyinki de ruhun icinde olup bitenlerdir, ruhun işlemleridir (operations). Duyular ruha nesnelerin duyulur niteliklerini (renk, sıcaklık-soğukluk, sertlik-yumuşaklık, tatlılık-acılık vb. tasarımlarını) edindirirler; diş deney (sensation), vücudumuzdaki bir uyarımın ya da bir hareketin beyne ulaşması, sonra da ruhumuzda bir duyumun dogmasıyla meydana gelir. İç deney (reflection}ise, dış deneyden (sensation) gelen tasarımlar ruhumuzda işlenirken bu eşlemeyi, bu yetkinliği duymak ve yaşamaktan meydana gelir. İç deney ile kendi ruhumuzdaki durumları ve etkinlikleri, dış deney ile de ruhumuzun dışındaki nesnelerin etkilerini kavrarız. İşte Locke'a göre bütün kavramlarımız -idelerimiz, tasarımlarımız- bu iki kaynaktan türerler.

Locke tasarımların kaynağını böylece gösterdikten sonra yapılarını incelemeye geçer. Tasarımlarımızın bir takımı basit, bir takımı da bileşiktirler. “Basit idelerden” bir kısmı ruha tek bir duyunun, bir kısmı da birkaç duyunun aracılığıyla ulaşırlar; bir kısmı yalnız iç deneyin, bir kısmı da hem hem de dış deneyin aracılığıyla ruhta meydana gelirler. Tek bir duyu ile edinilen basit tasarımlar, dokunma ile; sertlik-yumuşaklık, sıcaklık-soğukluk vb.; görme ile: ışık renkler vb.dir. Birkaç duyu ile edinilen basit tasarımlar: dokunma ve göreme ikisi birlikte, yer kaplama (uzay), şekil, hareket ve durgunluk tasarımlarını sağlarlar. Yalnız iç deney (reflection) ile edinilen basit tasarımlar: düşünme ve isteme (istenç) tasarımlarıdır. Hem diş hem de iç deneyle edinilen basit tasarımlar; haz, acı, varlık, birlik, kuvvet, zaman süresi tasarımlarıdır; bunlar, diş deney ile iç deneyin öğeleridir. “Bileşik ideler” (complex ideas), basit idelerin bir araya getirilmesinden, birleştirilmelerinden meydana gelirler. Basit ideleri edinirken ruh pasiftir,bileşik ideleri meydana getirirken de aktiftir.

Ruh kendine özgü birtakım aktlarla (edimlerle) basit ideleri bir gereç olarak işleyip bunlardan bileşik ideleri oluşturur. . Bu edimler de başlıca üç tanedirler: . Birkaç basit ideyi tek bir bileşik ide halinde bağlayan edim; bu, bütün bileşik ideler için zorunlu olan bir edimdir. 2. Basit ideleri ya da bileşik ideleri bir araya getiren, yan yana koyan edim. Bu edimde tek tek ideler birbirleriyle kaynaşmazlar, bundan dolayı her biri tek başına, ayrı ayrı görülebilir. Bu edim ile ruh, ideler (tasarımlar) arasındaki ilgileri kurar. 3. Bir ideyi gerçekte bağlı olduğu, birlikte bulunduğu öteki idelerden ayıran, soyutlayan edim. Bununla da anlık tümel kavramları kurar. Demek ki, iç ya da dış deneyden araçlı ya da araçsız olarak gelmeyen bütün tasarmlar - bunlar istedikleri kadar önemli, istedikleri kadar yüce olsunlar - ruhun verilmiş (deneyden edinilmiş) duyumları birbirine bağlamasından, düzenleme ve soyutlamasından - bu üç ediminden - oluşmuşlardır.

Bu üç edimle meydana gelen üç "bileşik ide" çeşidinin birincisinde önce modus'lar var. Maduslar, kendi başlarına bir varlıkları olmayan, tözlerle ilgili ya da tözlerin nitelikleri olarak düşünülen bileşik kavramlardır. Örneğin "uzay" ve "zaman" tasarımları birer modusturlar.

Bileşik idelerin ikinci grubunda "bağıntı tasarımları” yer alırlar. Bunlar için bir örnek "neden-etki tasarımı"dır. Bu ideye biz birtakım nitelikler ile nesnelerin, başka nitelikler ve nesnelerin etkileriyle meydanageldiklerini algılamakla varırız. "Uzay, zaman bağıntıları" ile "özdeşlik" ve "başkalık" da böyledir.

Bileşik idelerin üçüncü bir grubu, da, soyutlama ile elde ettiğimiz, yani bir tasarımı bağlı olduğu öteki tasarımlardan çekip ayırmakla meydana getirdiğimiz ideleri kapsar. Örneğin "beyaz" kavramını, karda, sütte, kireçte vb. beyazın bir arada bulunduğu öteki tasarımları bir yana bırakıp yalnız kendisini belirtmekle elde ederiz. Görülüyor ki, Locke "tümel kavramları" anlayışında nominalist; yani tümel kavramların gerçek objektif bir varlığı yoktur; "beyaz", "beyazlık" diye başlı başına var olan bir şey olamaz; bunlar nesnelerin belli bir niteliğine bizim taktığımız birer “ad” dır.

Locke'un bu nominalist görüşünü dil anlayışında daha aydınlık olarak görebiliriz. "Essay"nin 3. kitabı "Sözcükler Üzerine" başlığını taşır. Burada Locke bilgi bakımından dilin rolünü gözden geçirir. Ona göre sözcükler(kelimeler) tasarımlarımızın birer işaretidir - İlkin de kendi tasarımlarımızın. Ancak sonraları sözcükleri başkalarının da tasarımlarının, hatta nesnelerin kendilerinin işaretleri yaparız. Her bir şeyin ayrı bir adı olamayacağına göre, bir sürü benzer şeyleri bir araya getirir, ikinci derecede saydığımız birtakım halleri bir yana bırakıp bir soyutlama yaparak bir "tümel kavrama" (tasarıma) varırız ve buna bir ad takarız. Soyutlamayı adım adım ileri götürerek "varlık" kavramına kadar da ulaşırız. Ancak, soyutlama ile elde ettiğimiz cins ve tür kavramları yalnızca anlığımızın yaratılandır; bunlar nominal varlıklardır, real varlıklar değildirler, çünkü gerçek (real) varlık, kendi kendine kendi başına var olandır; bunu da bir çokluk bilemeyiz. Cins ve tür kavramlarımızla biz doğaya yapma sınırlar koyarız, onu yapma bölümler içine sıkıştırırız; doğanın kendisi ise cinsler ile türler arasına böyle kaskatı sınırlar koymuş değildir.

Duyumlar, yalnız, nesnelerin üzerimizdeki etkileridir; bizim duyumsadığımız nesnelere yüklediğimiz her bir nitelik, ancak, nesnenin bizde belli bir etki, yani anlığımızda belli bir tasarım yaratmak yeteneğidir. Bundan dolayı, Locke'a göre, hiçbir duyumun gerçeği olduğu gibi karşıladığını garanti edemeyiz.

Yalnız Locke; duyumları, nesnelerin gergeğini yansıtmak bakimından ikiye ayırır: 1. Birtakım duyumlar gerçeğin yansılarıdır. 2. Birtakım duyumlar ise gerçeğin yansıları değildirler, bunlar objelerin real niteliklerini yansıtmazlar, sübjektiftirler. Bunlardan ilkine Locke “birinci nitelikler” sonuncusuna da “ikinci nitelikler” der. Birinci nitelikleri ortadan kaldırdığımızda nesnenin kendisi de ortadan kalkar. İkinci nitelikler ise, rastlantılı olan, ancak belli birtakım ilintiler içinde nesneye bağlanabilen niteliklerdir.

Locke'a göre "töz" birtakım niteliklerin o bilemediğimiz taşıyıcısıdır. Böyle bir taşıyıcının olduğunu bir sonuç olarak çıkartabiliriz, ama tözün kendisinin ne olduğunu, yani kendisine bağlı olan nitelikleri ortadan kaldırdığımızda geriye kalan şeyin ne olduğunu bilemeyiz. Locke'un töz kavramında vardığı bu sonuç çok önemli. Cartesianismde töz kavramı büyük bir yer alıyordu; bunun metafizik ve dini nedenleri var (Tanrı, ruhun ölümsüzlugu) şimdi tözün ne olduğunu bilemeyince, manevi tözlerin varlığından şüphe etmeye pek yer kalmıyordu. Oysa Hobbes'un materyalizminden beri bu, üzerinde şiddetle çekişilen bir sorundu.

"Essay"nin 4. kitabında Locke, "bilginin değeri" probleminde vardığı sonuçları değerlendirir: Objesine uygun bilgi ancak iç deneyin algılarında olabilir; bize kendi ruh durumumuzu doğrudan doğruya yaşatan "basit tasarımlar" (simple ideas), içimizde olup bitenlerin doğru ve gerçek yansılarını sağarlar. Locke'un bu düşüncesi, Descartes felsefesinin “kesin bilgiyi ancak kendimizi bilme”de bulabileceğimiz görüşüne yakındır.

Tasarımların (idelerin) bağlantılarının kavratan bilgimiz de, inandırma gücü bakımından “intuitif” ve “demonstratif” bilgi diye iki dereceye ayrılır. Intuitif bilgide tasarımlar arasındaki uygunluğu ya da uygunsuzluğu doğrudan doğruya, başka tasarımların aracılığı olmadan görürüz. Bu, bilginin en yüksek derecesidir ("ak"ın "kara", "üçgen"in "daire" olmadığını bilişimiz gibi); bu çeşit bilgi, en açık ve seçik olan bilgidir; kendi varlığımızı bilişimiz de böyle bir intuitif bilgidir. Demonstratif bilgide ise ideler arasındaki uygunluk ile uygunsuzluğu bu idelerin doğrudan doğruya kendilerinden değil de, ancak başka idelerin aracılığı ile kavrayabiliriz. Bu bilgi için tanıtlar, belgeler vermek gerektir; o kadar kolay değildir, intuitif bilgi kadar da açık ve seçik değildir.

Locke'un bilgi teorisi felsefesinin ağırlık merkezidir. İnsan bilgisini yalnız iç ve dış deneyin içinde bırakan, insanın erişebileceği doğruluğu yalnız tasarımların kendi aralarındaki ilişkileri görmede bulan bu bilgi anlayışı modern bir nominalimzdir ve empirizmin de en yalın, en kavranılır şeklidir. Bu felsefenin Aydınlanma yüzyılı üzerinde yaptığı büyülü etki, pek çok da bu yalın biçiminden ileri gelmiştir.
__________________

Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır.
Alıntı ile Cevapla