Durumu: Medine No : 43 Üyelik T.:
03 Temmuz 2007 Arkadaşları:2 Cinsiyet: Yaş:38 Mesaj:
316 Konular:
35 Beğenildi:16 Beğendi:0 Takdirleri:10 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cevap: Din Eğitimi 1.2.3.Hafta Din eğitim ve Öğretiminin Niteliği Çocuğun her türlü yönlendirmeye müsait bir organizma olarak dünyaya geldiğini düşünürsek ona kazandırılacak her davranış programlamanın önemini kabul etmemiz gerekir. Belli yaşlara kadar kazanılan davranış biçimleri ve ve anlayışı mümkün olan en küçük yaşta ve zamanı geçmeden anlayışlar o yaşlardan sonra çok zor değişmekte, bazen değişmesi mümkün olmamaktadır. Bu sebeple, ruhen ve bedenen iyi yetişerek modern toplumun sağlıklı birer üyesi olacak bireyleri, çok daha küçük yaşlarda eğitim olayının içinde düşünmek eğitim bilimcilerin ortak görüşüdür. Elbette insanın manevi dünyasını geliştiren din eğitimi de bu yargının dışında sayılamaz. Bilgin, din ile ilgili eğitim vermenin gıda vermeğe benzediğini, bunun da doğumdan itibaren başlayabileceğini, ancak dozunun iyi ayarlanması gerektiğini söyler. Din eğitimi bireyin kişiliğinin şekillenmesi ve karakterinin oluşması ile de ilgili olduğu için din eğitimini bu yöndeki etkilemelerin başladığı doğum öncesinden başlatmak gerekir. Çocuk, hayatı farkedip, düşünme ve karar verme yeteneğini kazanıncaya kadar onun karakteri, inancı ve ahlâki özellikleri kendi iradesi dışında büyük ölçüde şekillenmiş olmaktadır. Ona şekil verenler için bu çok ciddi bir sorumluluktur. Işte bu sorumluluğun ideal bir şekilde yerine getirilmesi bir eğitim sorunudur. Çocuğun yaşı ilerleyip düşünce kapasitesi gelişince kendi inanç ve davranışlarını sorgulayacak, kendine mal edeceği inaç ve dünya görüşüne ulaşmaya çalışacaktır. Bu noktada onun önceden almış olduğu eğitim belirleyici bir rol oynamaktadır. Bireyler kendilerine mal edecekleri inanca geçerken ellerinde belirsiz değil, belirli; zayıf değil sağlam ölçüler ve inanç örnekleri bulunmalıdır ki, sağlıklı bir kıyas yapabilsinler. Insanlık yönünde geriye değil ileriye adım atabilsinler ve belki de insanlığın bu yönde mirasına katkıda bulunabilsinler. Bu bakımdan din eğitimi bir okul görevi olduğu kadar aynı zamanda bir aile yani ana‐baba görevi olarak düşünülmelidir. Diğer yönüyle de din eğitimi belli zamanlarda ve çocuğun gelişme dönemlerinde yürütülecek planlı ve programlı bir faaliyet olduğu kadar doğum öncesi tedbirlerle başlayıp hayat boyu hassasiyetlerle sürecek bir ilgi alanıdır. Din Eğitiminin Temelleri Din Eğitiminin Psikolojik Temelleri Kafasında bir dünya görüşü şekillendirmekte olan, sıkıntıları, felaketleri, mutluluk ve rahatlıkları ile hayatı yorumlama durumundaki insanın hafızasında ve bilgi dağarcığında belli miktarda dini birikim bulunacaktır. Zira din ümitsizliğin, ruhi çöküntünün, hiddet ve öfkenin ilacıdır. O yerine göre bir aşktır, heyecandır, dinamizimdir; bazen bir teselli, huzur ve mutluluktur. Inanma ve yaratıcı "Mutlak Varlık" a bağlanma, insandaki ihtiras, haksızlık, zulüm hislerini kırar; ona merhameti, hoşgörüyü, sevgiyi ve barışı öğütler; insanın içini rahatlatır ve bütün ahlâki ve insani erdemlerle onun iç dünyasını donatır. Iyi bir din eğitimi, bilgisayar programlarcasına iyi hasletlerle insanın iç ve dış dünyasını şekillendirir. Psikoloji çalışmalarında bireyin gelişimi ile ilgili ilkeler tespit edilmiştir. Bu ilkeler belli dönemlerde çocuğun gösterdiği gelişim özellikleri, bunların yönü ve niteliği ile ilgilidir. Her çocuk kalıtım ve çevre etkilerine bağlı bazı farklılıklar gösterse de gelişim evrelerini sıra ile takip ederek, benzer özellikleri göstererek, aynı ilkeler doğrultusunda gelişimini sürdürür. Gelişim evreleri ve bunlara dair ilkeler eğitimci için adeta bir doğa yasası hizmeti görür. (Binbaşıoğlu, 1988) Din eğitiminde de bu evreler dikkate alınarak bireyin inanma, dini duygu ve davranış geliştirme ihtiyacı karşılanacaktır. Din eğitimi, çacuğun gelişim özelikllerini, inanca yönelme ve dini değerleri kavrama eyilimleri dikkate alınmadan yürütülemez. Etrafında olup bitenleri tanıyıp anlamlandırmaya çalışan çocuğun bilgiye düşkünlüğü ve öğrenme hevesi, şahsiyetinin temelini oluşturacak bilgilerle karşılanırken belli düzeyde dini bilgiler özenle verilmeye çalışılacaktır. Ancak dini bilgilerin, onun zeka ve kavrama seviyesine uygun olması, kafasında cevap veremiyeceği sorular oluşturmaması gerekir. Çocukluktan gençliğe doğru ilerledikçe duygusal yaklaşımlarla güven, çalışkanlık, uyumluluk, vefa ve özveri duyguları benimsetilecektir. Gençlik çağına adımını atmış insana yönelik din eğitimi ise akla ve mantığa hitabeden ikna edici açıklamalarla verilmelidir. fakat duygusallığın etkili olduğu bu dönemde öğretimin duygusal yanı da ihmal edilmemelidir. Bulüğ çağının getirdiği hırçınlık, taşkınlık ve isyan havası, bu çağdaki din eğitimini çok hassas bir çizgiye getirmektedir. Genç çabuk ikna olduğu gibi çok çabuk da isyan edebilir. Hatta bu çağda kuralları çiğnemek, yasakları işlemek çok defa onun için zevk verici olur. Aynı zamanda toplumda önemli yeri olan, sevilen, sayılan başarılı insanlara özenme eğilimi bu dönemin tipik özelliklerindendir. Bu yüzden eğitim bazen uygun ve güzel modellerle örnekleme ve ideal olana özendirme yoluyla da verilecektir. Din Eğitiminin Sosyal Temelleri Eğitimin temel fonksiyonlarından biri de toplumun kültür değerlerinin ve davranış örneklerinin onun genç ve potansiyel üyelerine geçmesini sağlamaktır. Eğer bir toplumun inanç unsurlarının şekillendirdiği çok değerli sosyal, kültürel ve ahlâki değerleri varsa bu fonksiyon daha bir önem arzeder. En son ve en mükemmel din olan İslamiyetin toplumumuza kazandırdığı evrensel nitelikteki insani değerlerin korunması ve genç kuşaklara intikali bir din eğitimi görevidir. Bu aynı zamanda toplum bireylerinin eğitimi açısından sosyal bir görevdir. Din, haksızlık ve yolsuzluk düşüncelerini, zulüm hislerini kırar; merhameti, hoşgörüyü, sevgiyi ve barışı öğütler. Dünyevi çıkar amaçlarının karışmadığı saf ve arı bir dini anlayış ve yöneliş kişiyi erdemli, sorumlu, barışçı bir kimliğe kavuşturur. Şüphesiz toplumun gelişip güçlenmesi de onu meydana getiren bireylerin manevi yönden beslenmesine, moral değerlerinin yükseltilmesine, ahlak ve fazilet duygularının, onların benliklerinin bir parçası haline getirilmesine bağlıdır. Bu, kendiliğinden olması beklenen bir şey değildir; ciddi bir eğitim meselesi, bir okul işidir. Dinin sosyal kimliğin bir parçası olduğu toplumlarda eğitimin milli olmasının anlamı da budur. Topçu şöyle diyor: "Hakikat aşkına sahip insanlar cemiyet içinde çoğalmadıkça, hakikat aşkı cemiyet içinde en yüksek ve en muhterem yeri tutmadıkça ve hakikatin ihtirası toplum içerisinde bir umumi cereyan, büyük bir hareket haline gelmedikçe milli mektep gerçekten var olmayacaktır. Hakikat karşısında duyulması istenen bu aşkın, bu ihtiraslı akımın temeli dinidir, ilahidir.” (Topçu, 1970/8) Dolayısı ile din ferdin olduğu gibi toplumun da sosyal kontrolünün en önde gelen vasıtalarından biridir. Toplumda bu kontrol faktörü zayıflarsa ferdin ve dolayısı ile cemiyetin davranışlarında bir çözülme ve bozulma, medeniyette gerileme, içtimai ve ahlâki buhranlar görülür. İslam dininin öngördüğü insan tipinin özellikleri Kur' an‐ı Kerimde, inanç sahibi (amenu), akli melekelerini kullanır (ya'kılun), bütün hareket ve fiillerinde her zaman iyi işlere yönelen (amilu's‐salihat) olarak belirlenmiştir. Bu inançlı, akıllı ve faziletli insanlar topluma yön ve şekil verecektir. İşte dinin bütün bu olumlu etkilerini toplumun gelişip güçlenmesinde verimli kılmak din eğitiminin görevi olmaktadır. Bu yönüyle din eğitiminde hedef kitle toplumun bütünüdür. Her yaş ve çağdaki insana dinin verecek değerleri vardır. İnsanı ve toplumu bu değerlerden soyutlamak mümkün değildir. Din eğitimi her çağdaki insana verilecek bilgileri ve kazandırılacak davranışları planlayıp programlayacak bir disiplin olmak durumundadır. Din Eğitiminin Kültürel Temelleri Kültür, insan yığınlarının birliğini ve kaynaşmasını sağlayarak onları toplum yapan bilgi, inanç, ahlâk, sanat, hukuk, örf ve adetler bütünüdür. Toplumlar bu ortak değerler etrafında gelişip güçlenirler. Din, kültürü oluşturup şekillendiren en önemli unsurlardan biridir. En ilkelinden en gelişmiş olanına kadar bütün toplumlarda din unsuru kültürel yapının önemli bir parçası olarak etnik özellikten daha kapsamlı bir üst kimlik oluşturmaktadır. Toplumların oluşturdukları bütün değer yargılarının müşterek davranış normlarının, gelenek ve hukuk sistemlerinin temelinde onları birleştiren bir kutsallık bulunur. İslam, Türk toplumunun dini olduğu kadar aynı zamanda Türk kültürünün de temel kaynaklarından biridir. Bu bakımdan dini kültürel hayatımızın dışında ya da kültürümüzü dinden bağımsız olarak düşünmek ve değerlendirmek imkansızdır. Diğer yandan dinin dogma kabul edilen değişmez ilke, kural ve değer yargılarının sürekliliği yanında bunların sosyal ve kültürel yaşantılardaki yansımaları zamanla değişen hayat şartlarına göre değişime uğramaktadır. İşte bu süreçte din eğitimi bir yandan dini anlayış ve yaşantının doğru olarak devamına hizmet ederken bir yandan da uyum ve intibak sorunlarının çözümüne yardım ederek dini kültürün sağlam temeller üzerinde gelişmesini sağlayacaktır. Bu süreç, hem dinin sabitelerinin sürekliliğini her şartta korumak hem de kültürel yaşantımızda gelişme ve olgunlaşmayı sağlamak bakımından devam edecektir. İşte bu süreçte din eğitimi bir yandan dini anlayış ve yaşantının doğru olarak devamına hizmet ederken bir yandan da uyum ve intibak sorunlarının çözümüne yardım ederek dini kültürün sağlam temeller üzerinde gelişmesini sağlayacaktır. Din Eğitiminin Tarihi Temelleri Din ilk insanla birlikte var olmuş, tarih boyunca da insanların hayatlarını etkileyip yönlendirmiş birolgudur. İnsanlar ya var olan ve kabul gören bir dine inanmışlar yahut kendi inançlarını ve dinlerini kendileri belirlemişlerdir. Din olgusu devam ettiği sürece onun eğitim ve öğretimi de bir şekilde sürüp gitmiştir. Hıristiyanlık aleminde 9. yüzyılda kurulan İspanyol Fedaileri ile, 13. yüzyılın başlarında ortaya çıkan Fransisken ve Dominiken tarikatlarının Hıristiyanlığı yaymak üzere geniş çaplı faaliyetler yürüten organizasyonlardır. Bunlardan Fedailer ve Dminikenler silahlı mücadeleyi ve şiddeti de içeren yöntemler kullanmışlardır. Daha sonraları dünyanın her tarafında sistematik olarak yürütüle gelen, genel adı ile misyonerlik faaliyetleri, kendi dinini başka milletlere yaymanın çarpıcı örneklerini oluşturmaktadır. İslam dünyasında ise din, tarih boyunca Müslümanların hayatlarını, kimlik ve kültürlerini şekillendirmiş, onların yollarını aydınlatmış, birbirleri ile ve diğer insanlarla ilişkilerini düzene sokmuştur. Diğer milletlere karşı İslamlaştırma çalışmaları da ihmal edilmemiş olmakla birlikte dinde zorlama olmaması sebebiyle bu çalışmalar şiddet ve baskı içermeyen bilgilendirme, öğretme şeklinde yürütülmüştür. Cihat kavramı zannedildiği gibi şiddet yoluyla İslam’ın yayılması şeklinde değil, daha çok dini değerlerde sebat anlamındaki ceht ve gayret şeklinde anlaşılmıştır. Cihadın bunun dışındaki silahlı mücadele tarafı, tamamen savunmaya, saldırıları önleyip bertaraf etmeye yöneliktir. Müslümanların asıl üzerinde eğildikleri husus, dini değerlerin hayata yansımasını sağlamak olmuştur. Bunun için öncelikle kendi toplumlarında dinin eğitim ve öğretimini her düzeyde sürdürmüşler bunun için eğitim kurumları kurup geliştirmişlerdir. İslam tarihinde din eğitim ve öğretiminin yapılmadığı bir döneme rastlamak mümkün değildir. Ancak Osmanlının son dönemlerinde ortaya çıkan siyasi, sosyal ve kültürel gelişmeler din eğitim ve öğretimi konusundaki reflekslerin zayıflamasına, bu konudaki faaliyetlerin gelişigüzel yürütülmesine yol açmış, zamanla çok yönlü sıkıştırmalara maruz aklınca da savunma güdüsüyle iyiden iyiye geçerliğini yitirmiş usul ve yöntemlere sarılmak durumuna kalmıştır. Sonuçta Medreselerin dumura uğraması ile Osmanlı Devletinin gerilemesi sebep sonuç ilişkisi ile birbirlerini sürüklemiş yok olma noktasına getirmiştir. Osmanlının son yıllarında hayatiyetini kaybetmiş olan medreseler Cumhuriyetin kurulması ile tamamen ortadan kalkmıştır. Artık yeni dönemde din eğitimi toplum ihtiyaçları yönünden gözden uzak tutulmasa da pozitivist eğitim ve çağdaşlık tutkuları sebebiyle fazla dikkate alınmıyordu. Osmanlının son dönemlerinde dini kurumların yetersizliği ve pörsümüşlüğü yüzünden dillendirilen dinin gelişmeye mani olduğu fikri Cumhuriyet döneminde de etkisini göstermiştir. Yeni dönemde çağdaşlık ve laiklik tutkusu ile din eğitim arasında sağlıklı bir ilişki kurulamaması bu konuda bir güven ortamının tesis edilememesi sonucu din eğitimi yıllarca askıya alındı. Böylece yaklaşık 25 yıllık bir süre din eğitimi ve öğretimin resmi kanalla yapılamamış olmasının, ailelerin inisiyatifine terk edilmesinin meydana getirdiği boşluğun sonuçları ileriki yıllarda acı bir şekilde görülmüştür. Devletin din eğitimini alanından çekilmesi, ailelerin de bu konudaki yetersizlikleri sebebiyle dini alandaki bilgisizlik gittikçe büyüdü. Bunun sonucu olarak toplumda zümreleşmeler, zıtlaşmalar (dinsizyobaz) baş gösterdi. Halk, din eğitimi adına bulabildiğe yanlış‐ doğru, gerçek‐hurafe ayırt etmeksizin sarılmak zorunda kaldı. Gizli, saklı ve gelişigüzel dini eğitimler yapılır oldu. Çeşitli dini cereyanlar ortaya çıktı. Toplum bütünlüğü ciddi tehlikelerle karşı karşıya kaldı. Tarih boyunca din ile ilişkilerini en üst düzeyde tutmuş, dini değerler üzerinde bir medeniyet inşa etmiş bir toplumun bu hali gerçek bir sosyal bunalımın manzarası gösteriyordu. Sonunda gidilen yolun yanlışlığı geç de olsa anlaşıldı. Çok partili demokratik hayata geçiş yıllarında artık herkes din eğitimi alanında bir şeyler yapılması gerektiğine inanıyordu. Fakat toplumun inanç, duygu ve düşünce alanında açılan gedikler kolay kapatılacak gibi değildi. Telafi yönünde belli adımlar atılmaya başlanmış olsa bile bu gayretler, din eğitimi alanındaki olumsuzluklarla geçen uzun yılların açıklarını kapatmaya yetecek gibi değildi. O yılların getirdiği olumsuzluklar daha uzun süre hissedilecekti. Nahit Dinçer 1974 yılında şunları yazıyordu: "Şu kadarını ilave edelim ki, 12 mart 1971 öncesi anarşik olaylara katılan, eylemde bulunan gençlerin yaşları tetkik edilirse, bunların 1924‐1950 yılları arasında eğitim görenlerin çocukları olduğu ortaya çıkar. Bu hale göre o boşluk yıllarının çöküntülerini ve neticelerini daha uzun zaman, fakat olaylar çıktıkça görebileceğimizi son olaylar ispatlamaktadır. Terbiye, neticeleri hemen değil 40‐50 sene sonra görülen hassas bir müessesedir.” (Dinçer, 1974/49) Türkiye bundan sonra Dinçer’i haklı çıkarırcasına 1980 askeri müdahalesinden önceki olayları yaşayacaktır. Hatırlamak bile istemediğimiz o günler toplumumuzun parçalanıp yok olmanın eşiğine geldiğini gösteren acı tablolarla doludur. Sonuçta 12 Eylül 1980 askeri yönetimi Din Dersini ilk ve orta öğretim kurumlarına zorunlu ders olarak koyma ihtiyacını duymuştur. Böylece sosyal çalkantılarla, sancılarla, sıkıntılarla yaşanan yaklaşık yarım asırlık tecrübe, yöneticileri tekrar din eğitimi ve öğretiminin toplum için hayati bir konu olduğu noktasına getirmiş oldu. Yaşanan tarihi tecrübeler, özellikle İslam açısından din eğitim ve öğretiminin insan ve toplum için vazgeçilmez derecede önemli ve gerekli olduğunu göstermektedir. Bu tecrübeler, sadece din eğitim ve öğretiminin gerekliliğini ortaya koymakla kalmamakta aynı zamanda bunun nasıl, ne düzeyde ve ne ölçüde verilmesine dair de yol gösterici bilgiler vermektedir. Din Eğitiminin Felsefi Temelleri Felsefe eşyanın özü hakikati, bilgi, inanç, ahlak, tanrı, evren vb konularda sorular sorarak bunlarla ilgili gerçekleri anlamaya, kavramaya ve açıklamaya çalışır. Din, toplum, hukuk, siyaset, eğitim gibi konular da bir düşünce sistemi olan felsefenin ilgi alanındadır. Felsefe bu alanları gerçeklik, sebep, sonuç, amaç ve ilke bakımından akıl ve mantık çerçevesinde inceler. Din eğitiminin de müstakil bir alan olarak aynı düşünsel çerçevede ele alınması gerekir. Günümüzde bu konuda doyurucu müstakil çalışmaların ortaya çıktığı söylenemez. Din eğitim ve öğretiminin mahiyeti, gerekliliği, insan‐din‐tanrı ilişkisindeki konumu, yine bu bağlamda akıl‐din‐bilim ilişkisi gibi hususlar, belli ölçülerde din eğitimi bilimi, din felsefesi ve eğitim felsefesi kapsamında sitemleştirilip kayda geçirilmiş değildir. Durum böyle olmakla beraber din eğitimi konusunda dünyada değerlendirilmiştir. Ancak bunlar bir bütünlük içinde belirgin bir şekilde bir düşünsel temelin mevcut olduğu söylenebilir. İbn Miskeveyh ahlaki davranışların insana doğumdan sonra kazandırıldığını belirterek kişiye güzel duygu ve davranışları kazandırmanın bir eğitim görevi olduğuna dikkat çeker. İbn Sina da çocuğa küçük yaşlarda kazandırılan iyi davranışlar ve manevi duyguların onun hayat boyunca kişiliğinin temelini oluşturacağını söyler. Onun önerdiği okul programında Kur'ân, Şeriat, Dil, Ahlâkî şiirler, Beden eğitimi, Sanat ve Meslek öğretimi yer alacaktır. O, Şeriat dersinde İslâm’ın temel ilkelerinin, bilimin yarar ve üstünlüğünün, cahilliğin kötülüğünün örneklerle işlenmesi ister. Gazali, Mevlana, Zernuci ve daha birçok İslam bilgin ve düşünürü, İslami din eğitiminin temellerini oluşturacak düşünceler ileri sürmüşlerdir. Bu düşünceler çerçevesinde İslam coğrafyasında yaygınlaşan farklı düzeylerdeki din eğitimi kurumları İslam medeniyetinin oluşumuna kaynaklık etmiştir. Bu müesseselerin ilklerinden olan ve tarihte çok etkin bir yere sahip olan Nizamiye Medreseleri, bunları takip eden Osmanlı Medreseleri, dünya ve ahiret hedefini birleştiren inanç, ahlak ve fazilet değerleri ile bezeli, çalışkan, bilgili ve bilinçli insanlar yetiştirme deneyiminin tarihi tanıkları olmuşlardır. Bugün de din eğitiminin esasını teşkil eden düşünce aynı niteliklerde insanlar yetiştirilmesi hedefine yönelmektir. İslam eğitim düşüncesinin tarihi birikiminin odaklandığı İslam din eğitiminin temel dayanakları şunlardır: 1‐ Dini doktrinler (esaslar, ilkeler, kurallar) 2‐ İnsanın beşeri ve psikolojik özellikleri 3‐ Eğitim‐öğretimin gerekleri ve kuralları 4‐ Bireysel ve toplumsal beklentiler Bu dört unsurdan hiç birinin din eğitiminde dikkatten uzak tutulması veya ihmal edilmesi düşünülemez. Bunlardan birinin ihmal edilmesi, din eğitiminin olması gereken yapının dışına çıkmasına, birey ve toplum için beklenen sonucu vermekten uzaklaşmasına yol açar. Din Eğitiminin Hukuki Temelleri Sosyal hayata dair insan ilişki ve davranışlarını düzenleyen kurallar bütünü olarak tanımlanan hukuk ise ikiye ayrılır: Bunlardan biri; kaynağını tabiattan yani tabii olandan alan ve kaynağı ampirik olarak teşhis edilemeyen tabii hukuk, diğeri de gözlemlenebilir ve teşhis edilebilir kaynağa dayanan pozitif hukuktur. Tabii hukuk kendiliğinden vardır, pozitif hukuk ise insanlar tarafından yapılan düzenlemelerle ortaya çıkar. Bunların dışında kısmen farklılık arz eden üçüncü bir hukuk boyutundan daha söz edilebilir. O da dünya uluslarının birlikte düzenleyip kabul ettikleri genel ve kapsayıcı kurallardan oluşan evrensel hukuk kurallarıdır. Birleşmiş milletlerce benimsenip ilan edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi bu kabildendir. Hemen her toplumda yoğun tartışmalara konu olan din eğitimi meselesinin hukuki temelleri konusunda bütün hukuki boyutları dikkate alan bütüncül bir bakış geliştirilmediği taktirde uzlaşılabilir sağlam bir yol bulabilmek kolay olmamaktadır. Önce konu tabii hukuk bakımından ele alındığında insan olmanın gerektirdiği her şeyin bir kişi için temel hak olduğu gerçeği karşımıza çıkmaktadır. İnanmak, bir dine bağlı olmak, bir dini veya inancı öğrenmek ve öğretmek insan olmanın gereği olan tabii işlerdendir. İnsanı bu konuda yoksun bırakmak veya istemediği şekilde bir baskı ve zorlamaya tabi tutmak, insan olmanın en doğal özelliklerinden birini onun elinden almak anlamına gelir. Pozitif hukuk ise her toplumun kendi sosyal, kültürel ve antropolojik özelliklerine bağlı olarak insanları huzur içinde yaşatacak kuralları demokratik usuller çerçevesinde geliştirdiği düzenlemeleri içerir. Yasal veya kanuni alan da denilen pozitif hukuk alanı toplumdan topluma farklılıklar gösterebilir. Her toplum kendine özgü sorunlarının bu alandaki düzenlemelerle çözümler. Din eğitiminin kimlere, nasıl, ne ölçüde verilip verilmeyeceği de bu çerçevede belirlenir. Dolayısı ile din eğitimi faaliyetlerinin şekli, miktarı ve düzeyi toplumdan topluma farklılık gösterebilir. Birçok ülkede din eğitim ve öğretiminin devlet eliyle yapılmasına, bu konuda belli sınırlamalar getirilmiş olmasına rağmen hiçbir ülkede genel anlamda din eğitim ve öğretimini yasaklayan bir kanun maddesi bulunmamaktadır. Çünkü dinin insani bir olgu ve bir gerçeklik olduğu, maneviyatın insanın ayrılmaz bir yanını oluşturduğu, maddi tatmin kadar manevi tatminin de insan için bir ihtiyaç olduğu herkes tarafından kabul edilen bir gerçekliktir. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 18. maddesi de bu gerçekliği vurgulamakta, herkesin düşünce vicdan ve din özgürlüğü hakkına sahip olduğu, bu hakkın, bir dini inancı tek başına ve toplu olarak öğretme, uygulama özgürlüğünü içerdiği ifade edilmektedir. Bunun dışında Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilatı (AGİT) kararları gibi uluslar arası metinler de aynı hakları teyit etmektedir. Ülkemizde ise din eğitim ve öğretiminin temel insan haklarından olduğu anayasal güvenceyle kabul görmüştür. Yürürlükte bulunan Anayasa’nın 24. maddesinde kişilerin dini inanç ve kanaat özgürlüğüne sahip oldukları belirtilerek din ve ahlak eğitim ve öğretiminin devletin gözetim ve denetiminde yapılacağını hükme bağlamıştır. Ayrıca bir devrim kanunu olarak çıkarılan ve orta ve yüksek öğretim düzeylerinde din eğitimini öngören Tevhidi Tedrisat Kanunu da yine mevcut Türküye Cumhuriyeti Anayasasının 174. maddesi ile koruma altına alınmıştır. |