Durumu: Medine No : 43 Üyelik T.:
03 Temmuz 2007 Arkadaşları:2 Cinsiyet: Yaş:39 Mesaj:
316 Konular:
35 Beğenildi:16 Beğendi:0 Takdirleri:10 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cevap: Din Eğitimi 4.5.6.Hafta Din Eğitimi Özel Öğretim Metotları Ayrı bir alan olması sebebiyle din eğitimi ve öğretiminde de kendine özgü özel öğretim metotlarının kullanılacağı tabiidir. Bunlardan bir kısmı Kur’an ve Sünnette kullanılan ve İslam’ın kendi öğretim yaklaşımından gelen metotlardır. İslam dininin insanlara nasıl anlatılıp kavratılacağına dair genel çerçeve oluşturan bu metotların alınıp din eğitim ve öğretimi çalışmalarında öğretilen konulara en uygun gelecek şekilde kullanılması gerekir. Bunların dışında sosyal, kültürel ve antropolojik değişkenlerin ve din öğretiminin farklı hedeflerinin gerektirdiği metotlar da bilimsel çalışmalarla geliştirilecektir. Günümüzde din eğitim ve öğretimi, değişik alanlardaki farklı hedef kitlelere, farklı niteliklerde uygulanmaktadır. İlköğretim ve ortaöğretim kurumlarında okutulan Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Dersleri belli düzeyde genel dini bilgi ve din kültürü kazandırmaya yönelik bir din eğitimidir. İmam‐Hatip Liseleri ve İlâhiyat Fakültelerinde daha üst düzeyde mesleki nitelikte din eğitimi yapılmaktadır. Camilerdeki hutbe ve vaazlar, dini sohbet ve konferanslar, radyo ve televizyon konuşmaları da birer yaygın din eğitimi faaliyetleridir. Kuşkusuz bu değişik kategorilerdeki din eğitimi, her birine ait özel metotlarla yürütülecektir. Hangi alanda veya konudaki din eğitiminde hangi metodun kullanılacağı, mesleki din eğitiminde okutulan meslek derslerinin her birinde hangi metotların, nasıl uygulanacağı, deneysel yöntemlerle yapılacak bilimsel çalışmalarla tespit edilip geliştirilecektir. Din eğitimi bilimi alanındaki çalışmaların henüz yeni olmasına karşılık din eğitim ve öğretimi konusundaki özel öğretim metotlarına dair dikkate değer çalışmalar yapılmıştır. Türkiye’de 1982 yılından beri Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi derslerinin bütün ilk ve orta öğretim kurumlarında zorunlu dersler olarak okutuluyor olması da bu konudaki çalışmaları hareketlendirmiştir. Ancak bu çalışmaların hemen tamamı genel öğretimdeki Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Dersleri ile yürütülen din öğretimine ait olup dini konuların sınıf düzeylerine göre nasıl işleneceği, ders planları, hedefler ve bunları gerçekleştirme yollarına dair hususları kapsamaktadır. Henüz yeterli düzeyde olmamakla birlikte bir kısım çalışmalar da yaygın din eğitimi konusundaki davet ve irşat metotları, camilerdeki vaaz ve hutbelerin metot ve teknikleri ile ilgilidir. Mesleki din eğitimi alanında okutulan tefsir, hadis, fıkıh vb. Farklı meslek derslerinin daha verimli bir şekilde öğretimini sağlayacak yeni metotlar geliştirilmesine ihtiyaç vardır. Gelişen dünya şartları, teknolojik imkanlar, farklı kültürlerin etkileşimi gibi durumlar karşısında dinin insanlara en iyi şekilde nasıl öğretileceği sorusu canlı tutulup cevabının sürekli aranması din eğitimcileri için önemli bir görev ve sorumluluktur. Şüphesiz din öğretimi özel öğretim metotları konusunda tecrübeye dayanan sonuçlar elde edebilmek için deneysel çalışmalar yapılırken bir yandan da dinin temel kaynaklarında yer alan öğretim ilke ve metotlarının tespit edilerek bunların hangi durumlarda nasıl kullanacağının bilinmesi önem taşımaktadır. Çünkü İslam dininin eğitim‐öğretimle ilgili temel yaklaşımları, deneysel çalışmaların verilerinin ve onlardan elde edilen metot ve tekniklerin din eğitiminde kullanılmasında ölçü teşkil edecektir. Bu şekildeki ilişkilendirme, din eğitim ve öğretimi faaliyetlerinde hareket alanını görme ve güvenlik sınırlarını belirleme anlamına gelecektir. Aslında İslam’dan, pedagojinin ve psikolojinin metotlarına ters bir yaklaşım beklenmemelidir. İnsanı, onun ruhi fonksiyonlarını yaratan, insanın zihinsel ve fiziksel gelişimini belli kurallara bağlayan Allah'tır. Psikolojinin ve pedagojinin yaptığı sadece bu kuralları keşfetmekten ibarettir. Bilim her devirde yeni bilgiler ortaya çıkardığına göre demek ki her zaman insan için bilinmeyenler vardır. Ancak Allah'a göre bilinmeyen bir şey yoktur. O yüzden Allah'ın vahiyde işaret ettiği, veya vahyin değişik ürünü olan sünnette belirtilen öğretim ilke ve metotları, deneysel çalışmaların önünde ve onlara yol gösterme konumundadır. Öncelikle Kur'an’da, dinin insanlara ulaştırılması, anlatılması ve öğretilmesinde metodik bir yol gösteren üç temel kavramın yer aldığını görüyoruz. Bunlar; tebliğ, davet ve tartışma kavramlarıdır. Bunların dışında öğretimin daha çok teknik yönüyle ilgili inzar, tebşir, tezkir, irşad gibi kavramlar da dinin öğretilmesi ve benimsetilmesi anlamında Kur’an’da sıkça geçmektedir. Aynı şekilde Peygamberimiz de sözleri ve uygulamaları dinin öğretiminde yol gösterici, sınırlayıcı ilke ve metotlar ortaya koymuştur. Şimdi bu kaynaklardan hareketle İslam eğitimi konusunda genel nitelikteki belli başlı özel öğretim metotlarını incelemeye çalışalım. Tebliğ Metodu Tebliğ kelimesi sözlükte, bir bilgiyi, bir haberi insanlara ulaştırmak, açıklamak demektir. Terim olarak ise Allah'ın emirlerini, İslam dininin temel esaslarını insanlara anlatma ve açıklama anlamını taşımaktadır. Kur’an’da tebliğ ile ilgili ayetleri incelediğimizde bunu öncelikle bir peygamber görevi olduğu, anlıyoruz. Demek ki, din eğitiminde tebliğ açık, fakat isteyen kabul eder, isteyen etmez yaklaşımında yalın bir bildirme ve anlatma işini ifade etmektedir. Yukarıda da ifade edildiği üzere bu bir peygamber görevidir, zannedildiği gibi her müslümanın yerine getirmesi gereken bir yükümlülük değildir. Peygamberin dışında bu görevi ifa etme lüzumu ortaya çıktığında o taktirde peygamberin varisleri olarak alimler tebliğ görevini ifa edeceklerdir. Çünkü ilâhi mesajı doğru intikal ettirebilmek için onun bütünüyle iyi kavranması gerekir. Yine Kur’an’dan anlaşıldığına göre tebliğin muhatapları müslüman olmayan, kendilerine ilâhi mesaj ulaşmamış veya bu işe ehil olan tarafından ulaştırılmamış kimselerdir. Onlara İslam’ın doğruları bir alternatif yapı olarak anlatılıp açıklanır. İsterlerse delil gösterilerek hakikatin ispatı cihetine gidilir; ilgilenmez veya reddetme tavrı içinde olurlarsa, ikna etme ve kabul ettirme çabası içine girilmez. Müslüman olanlara ve İslam’ı bildiği, onun temel esasları hakkında yeterli bilgiye sahip olduğu halde İslam’ı kabul etmemiş olan kimselere tebliğ yapılmaz. İlâhi mesajı aldığı halde kabul etmemiş olan veya kabul ettiği halde tam olarak sindirememiş, onun sınırları çerçevesine girememiş olanlara karşı“tebliğ“den farklı bir metot kullanılacaktır. Bu da davet metodudur. Davet Metodu Davet kelimesi sözlükte, çağırmak, gelmesini ve kabul etmesini istemek, nida etmek anlamlarına gelmektedir. Propaganda anlamındaki «diaye» kelimesi de davet kelimesi ile aynı köktendir. Bilindiği üzere propaganda, bir şeyin iyi ve güzel yönlerini anlatarak onu beğendirmeye çalışmaktır. Kur’an’da ise davet insanları Allah'a, Allah yoluna ve hayra çağırma, İslam’ın güzelliklerini onlara benimsetme görevi olarak geçmektedir. Ancak bu görev, insanları dini doğrulara ikna etmeyi, o doğrular istikametinde tutum ve davranışlar geliştirmelerini sağlamayı gerektirdiği için özel beceri isteyen bir iştir. Ayette davet anlamında dinin öğretilmesi işinin hikmetle ve güzel öğüt ile yapılacağı açıkça belirtilmektedir. Bu kavramlara biraz yakından bakıldığında bunların ancak belli yeterliklere sahip kişilerin yapabileceği önemli beceriler olduğu anlaşılacaktır. Bu bakımdan Kur:’anda davet görevini herkesin değil belli bir grubun yapması istenmektedir. Davetin nasıl yapılacağı hususunda Kur’an’da zikredilen hikmet (ustalıklı söz), güzel öğüt (iletişim ve enformasyon teknikleri), inzar (uyarmak), tezkir (hatırlatma), beyan (açıklama), tebşir (müjdeleme) birer davet tekniği olarak verilmektedir. Allah, Peygamberin dini insanlara öğretmesini O’na bu kavramlarla emretmiş ve İslam’ın ilk öğreticisi olan Peygamberi bu ifadelerle vasıflandırmıştır. Ayetlerde ve hadislerde dinin anlatım biçimi olarak yer alan bu müjdeleme, kolaylaştırma, uyarma, öğüt verme, hatırlatma , etkileyici sözlerle anlatma tavırlarının her biri, davetin uygulanış şekilleridir. Buna göre davet yalın bir öğretim değil, dini doğruları kavratma ve dini değerler yönünde tutum ve davranışlar geliştirmek üzere belli tekniklerin kullanılacağı kapsamlı bir öğretim metodudur. Çoğu zaman birbirine karıştırılan tebliğ ile davet metotları arasında önemli farklar bulunmaktadır. ayet ve hadislerden ve onların açıklamalarından da anlaşılabileceği üzere bur farklar şunlardır: 1) Tebliğ peygamber görevidir, davet bu iş için yetkin olanlarca yürütülür 2) Tebliğin muhatabı mümin olmayanlardır, davet ise müminleri de kapsar. 3) Tebliğ sadece bir duyurma ve bildirmedir, davet ikna etmeyi gerektirir. 4) Tebliğ yalın bir öğretimdir, davette ise çeşitli öğretim teknikleri kullanılır. Tartışma Metodu Tartışma, insanlar arasında dini konulardaki tereddütlerin ortaya konularak, kapalı yönlerin aydınlatılması, zihindeki soruların cevaplandırılması ve ikna yoluyla sağlam kanaatler oluşturma çabasıdır Kendisine bir bilgi veya haber ulaşan kişinin onu hemen kabul etmemesi, irdeleyip tartışması doğal bir tutumdur. Bilgiye muhatap olan kişi kuşku ve tereddütlerini ortaya koymak, yorumunu ve bakış açısını dile getirmek, ikna olamadığı hususlarda sorular sormak ister. Tartışma, muhatabın bu özelliği dikkate alınarak ona rahat bilgilenme imkanı veren bir metottur. Zihin eğitimi bahsinde de açıklandığı üzere İslam dini insanların dini konularda zihni muhakemeye dayanan sağlam kanaatlere ulaşmalarına önem vermektedir. "Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış." (Nahl 16/125) anlamındaki ayette, insanların Allah yoluna nasıl çağrılacakları bildirildikten sonra ayrı bir metot olarak "tartışma" emredilmektedir. Fakat bu bir fikir yarıştırma, münazara ve üstünlük kurma çabası değildir. Ayetteki "en güzel şekilde" kaydı, tartışmanın, serbest ve rahat bir ortamda kanaat oluşturmayı sağlayacak nitelikte yapılması gerektiğini göstermektedir. Ancak her konu herkesle tartışılabilir mi? Hangi konu kiminle tartışılacaktır? Bu sorulara verilecek cevaplar, verimli ve faydalı sonuç elde edilmesi, gereksiz zıtlaşma ve düşmanlıklara meydan verilmemesi bakımından önemlidir. Kur'an‐ı Kerim bunun muhatabın değerlerine saldırmaksızın bir edep çerçevesinde yapılmasını emretmektedir: Gerçeği arama niyeti olmayan sabit fikirli, İnatçı kişilerle tartışma yapılamak gereksiz ve faydası olduğu gibi dinin temel inanç meseleleri iyi maksatlı olmayan tartışmalara konu edilemez. Tartışma metodunun uygulanabilmesi için iki şartın yerine gelmesi gerekir Bunlardan ilki tartışılacak konu özelliği itibariyle tartışmaya müsait olması ve sağlıklı bir öğretim için buna ihtiyaç bulunmasıdır. Cuma namazı niçin başka gün değil de cuma günü kılınıyor, tarzında bir soruya bir şekilde cevap verilebilir, fakat bu tartışma konusu yapılamaz. İkinci olarak da muhatabın kabiliyeti, anlayışı ve niyeti tartışmaya müsait olmalıdır. Ünlü müfessir Hazin, şu üç grup insanla tartışma yapılabileceğini ifade etmektedir: 1‐ Akıllı, bilgili, olgun insanlar 2‐ İlmi olgunluğa ulaşmamış olan iyi niyetli, sağlam karakterli kimseler 3‐ Belli bir fikre sahip olan tarafgir, tartışmacı kimseler Üçüncü grupta yer alan belli bir fikre sahip taraflı kimselerin inatçı olmaması, ortaya çıkacak gerçeği kabul etmese bile saygı göstermesi, hasmane tutum almaması gerekir. Tartışma, günümüz eğitim anlayışında, sınıf içinde grup tartışması ve soru cevap yöntemi şekline uygulanmaktadır. Din eğitiminde bu metot, ayetteki "en güzel şekilde" tanımlaması doğrultusunda olumlu ve yaralı tartışma kuralları çerçevesinde akademik öğretim faaliyetlerinde uygulanabilecek etkin bir metottur. Örnek Olma ‐ Model Sunma Metodu İslam kaynaklarında sıkça görülen öğretim metotlarında biri de, öğretici kişilerin, tutum ve davranışları ile öğrenecek kişilere örnek olmaları, öğretmek istedikleri değerlere uygun ideal davranışları onlara model olarak göstermelidir. Bir davranış biçimini sözle anlatmaktan, onu göstermek daima daha etkilidir. Zira görme yoluyla algılanan objelerin kavranması, işitme yoluyla algılanan objelerin kavranmasından daha güçlü ve kalıcı olmaktadır. Modern pedagojide, çocuğun, çevresinde idealize ettiği kişileri örnek alıp onları taklit etmesi bir öğrenme yaklaşımı olarak değerlendirilmektedir. Öğrenmeyi dış süreçler açısından inceleyen davranışçı ekolde, çocuğun çevresindeki yetişkinlerin hareketlerine, etrafında olup biten olaylara bakarak yeni bilgiler öğrenmesine sosyal öğrenme veya gözleyerek öğrenme denmektedir. Bandura tarafından geliştirilen bu kuramda, çocuğun ilgi çekici, saygın ve popüler modeller karşısında etkilenmesi ve bu etkilenmenin taklit eğilimine dönüşmesi olgusu üzerinde durularak, öğrencilerin ilgilerinin öncelikle yeni, farklı, sürpriz ve ideal durumlara çekilmesi gerektiğine işaret edilmektedir. Öğrenme, en özlü anlatımla duyular yoluyla alınan uyarıcılara organizmanın gösterdiği tepki olarak ifade edilir. Kuşkusuz en etkili uyarıcılar görme duyusu ile alınanlardır. Çocukta görme duysunun çok hızlı gelişmesine karşılık zihinsel gelişme oldukça ağır seyretmektedir. Bu sebeple küçük yaşlarda görme duyusu ile alınan uyarıcılar zihni bir değerlendirme ve ayıklamaya tabi tutulamaz; onlara karşı organizmanın tepkisi beğeni ve hayranlık şeklinde, bazen de korku şeklinde ortaya çıkar. Palmade der ki; "çocuk yetişkinlere karşı (önce ebeveyne) sevgi ve korku karışımı bir duygu besler. Gelişimin başlangıcında yetişkin onun için ahlâk ve gerçeklik kaynağıdır." (Palmade, 1995) Çocukta başlayan bu özenti ve taklit davranışları giderek kalıcılık kazanır ve zamanla bu kalıcı kazanımlar onun karakteri haline gelir. Örnek edinme veya model alma, yetişkinlerde de benzer sonuçlara götürmekte, bu tarz etkilenme toplumlarda kültür değişmeleri boyutuna kadar varmaktadır. İnsanın yapısında var olan bu özelliği dikkate alarak İslam kaynaklarına baktığımızda dinin öğretiminde örnek olma ve model göstermeye önem verildiğini görmekteyiz. Bütün peygamberler insanlara her bakımdan örnek olacak kişiler olarak seçilmiş, yanlış davranışlarda bulunmamaları için Allah tarafından özel koruma (ismet) altına alınmışlardır. Bundan dolayı Cenab‐ı Allah onlara uymayı, onların ahlâklarına bürünmeyi, hayatın bütününde onların yolu üzere yürümeyi emretmiştir. Kur'an‐ı Kerimde hikayelerle, kıssalarla anlatıma oldukça yer verilmiştir. Bu anlatımlarda çoğu kez belirgin tutum ve davranışlar örnek gösterilerek onlardan ibretler ve dersler alınması istenmiştir. Temsili Anlatım Metodu Temsil, anlaşılması güç bir durumu, daha belirgin ve çok bilinen benzeri ile anlatmaktır. Soyut kavramların somut olaylarla canlandırılıp şekillendirilmesi de bir temsildir. Temsilde kavramın veya durumun kendisi değil, benzeri söz konusudur. "Temsilde hata olmaz." atasözümüz anlatılanın bir benzetme olduğunu belirtmek için kullanılır. İnsanların kavramakta zorlandıkları soyut kavramları onlara anlatabilmenin en kolay yolu, somut olaylardan veya varlıklardan benzerlerini bulup temsil göstermek suretiyle anlatmaktır. Bazı bilgileri daha etkili ve çarpıcı bir şekilde sunmak ve zihinlerde yer etmesini sağlamak için de yine temsile baş vurulur. Allah'ın sıfatları, peygamberlik, vahiy, ahiret hayatı, cennet, cehennem, melek vb. konuları anlatmada zorluklar vardır. Acaba «Bunlar haktır, kabul etmek gerekir. Bu bir inanç meselesidir; inanmaktan başka çare yoktur.» tarzında mı anlatmalıyız; yoksa, inanmanın bile düşünce ve mantık süzgecinden geçirerek kanaat getirme olduğunu kabul edip ikna edici temsiller kullanmalı mıyız? Bu, din eğitiminde cevaplandırılması gereken önemli bir sorudur. Geniş bir alanı, örneğin bir stadyumun zeminini iletken bir sacla kaplasak. Sonra bu alana bir yerinden elektrik akımı versek. Kontrol kalemimizi alıp sahanın değişik yerlerinde kontroller yapsak; bu alanın her tarafında elektriğin mevcut olduğunu anlarız. Gözümüzle göremediğimiz elektrik bu alanın her tarafında nasıl mevcutsa Allah da O'nu göremesek ve nasıl olduğunu bilemesek de her yerde mevcuttur. Böyle bir anlatımla insan zihnini Allah'ın her yerde mevcut olduğu fikrine yaklaştırmış oluruz. Kuşkusuz temsil, anlatılmak istenen şeyin aynı olmadığı gibi elektrik de Allah'ın aynı değildir. Bu noktaya dikkat edildiği taktirde böyle bir temsilin dini yönden ne sakıncası olabilir? Kur'an ve hadislere baktığımızda bunun sakıncası olmak bir yana, bu tür temsilin etkili bir anlatım yolu olarak kullanıldığını görmekteyiz. Tedrici Öğretim Metodu Kur'an‐ı Kerim, getirdiği bütün değerlere yabancı olan bir toplumda nazil olmaya başlamıştır. Allah her şeye kadir olduğu halde Kur'anı bütün halinde bir defada göndererek toplumdaki köklü değişiklikleri bir anda yapmayı tercih etmemiş, bunu yirmi iki yıla yaymıştır. Böylece Allah, kendi oldurma gücüyle insanları birden belli yöne çevirmek yerine işi onların iradelerine havale ederek kendilerinin anlayış ve kavrayışlarını zaman içinde, aşamalı olarak bir noktaya getirmelerini murat etmiştir. İşte bu, eğitimde tedrici bir yoldur. Tedricilikte, insanların anlayış düzeylerine, kavrama ve benimseme kabiliyetlerine göre bilgi muhtevasının belli bir öncelikler düzeninde sunulması esastır. Hz. Muhammed'in peygamberliğinin Mekke döneminde daha çok inanç esasları ile ilgili ayetler gelmiştir. Cuma namazının farz oluşu, içki ve kumarın yasaklanması gibi bir çok temel konulardaki emir ve yasaklarla ilgili ayetler peygamberliğin on üçüncü yılından sonra Medine döneminde gelmiştir. Yetişkinlerin yıllar öncesinden edindikleri ve alışkanlık haline getirdikleri davranışlarını ve kendileri için dünya görüşü, hayat tarzı haline getirdikleri anlayış ve düşüncelerini terk etmeleri, onların yerine yenilerini benimsemeleri kolay olmamakta, belli bir zaman almaktadır. Dolayısı ile zihinlerdeki ve yaşantılardaki köklü değişiklikler için bir psikolojik hazırlık ve alıştırma süresine ihtiyaç vardır. Bu yüzden önce kabul edilebilir Çocuklar için durum daha farklıdır. Onların köklü alışkanlıkları ve kişiliklerinin bir parçası haline getirdikleri görüş ve düşünceleri yoktur. Üstelik onların anlama ve kavrama kabiliyetleri de yaşları ile sınırlıdır. Çocukların eğitimleri tıpkı beslenmeleri gibidir. Yeni doğan çocuk yalnız sütle beslenmeye müsaittir; biraz büyüyünce diğer sıvı gıdaları alabilir; çiğnenmesi gereken gıdaları ise ancak dişleri çıkmaya başladıktan sonra yiyebilir. Çocuklardaki zihin gelişimi ise daha ağır seyretmekte, rüşt çağına kadar devam etmektedir. Bu bakımdan çocuk buluğ çağına gelinceye kadar dinin emir ve yasaklarından sorumlu tutulmazlar. Tabi sorumlu tutulmamak emir ve yasakların onlara öğretilmeyeceği anlamına gelmemektedir. Peygamberimiz“çocuğu yedi yaşından itibaren namaza alıştırınız on yaşına geldiğinde kılmaları için zorlayınız buyurarak eğitimin daha erken yaşlarda başlatılacağına işaret etmiştir. Ancak çocuğa verilecek din eğitimi, onun gelişmesini tamamlayana kadar geçen süre içinde, her çağdaki zihni kapasitesine uygun önceliklerle ve aşamalı bir şekilde olacaktır. İşte tedrici eğitim yaklaşımı, bu şekilde sıkmadan, bıktırmadan alıştırarak en verimli sonucu almak için önceliklerden hareketle aşamalı bir yol takip etme esasına dayanır. Tedrici eğitimdeki temel hareket noktaları şöyle sıralanabilir: 1‐ Kolaydan başlayıp zora doğru ilerlemek 2‐ Somuttan başlayıp soyuta varmak 3‐ Bilinenlerden hareketle bilinmeyenlere gitmek 4‐ Her konuya uygun birbirini tamamlayan öncelikler belirleyip kademeli bir program uygulamak Özendirme‐Sakındırma (Terğib‐Terhib) Metodu Bireyleri öğrenme eylemine sevk etmek ve onlara öğrenme motivasyonu sağlamak için eğitimde ödül ve müeyyide unsurları kullanılır. Bunlar öğrencinin tutum ve davranışı ile ilgili hemen ortaya konulan sonuçlar olarak öğretim etkinliğinin bir parçası şeklinde uygulanır ve duruma göre değiştirilebilir. İnsanları bir anlayışa veya davranışa yönlendirmek için Kur’an’da sıkça kullanılan özendirme ve sakındırma şeklindeki anlatım tarzı ise ödül ve müeyyideden farklı olarak bir öğretim metodu niteliğindedir. Bu bir bakıma öğretim etkinliğine, öğrenim konusu davranışlara dair sonuçlardan başlama metodudur. Öncelikle bir konuda insanların kazanmaları istenen bilgi, tutum ve davranışların kazanılması ve/veya kazanılmaması durumunda karşılaşılabilecek sonuçlara dikkat çekilir. Böylece kişide olumsuz sonuçlardan kaçınma veya olumlu sonuca ulaşma arzusu uyandırılarak öğrenmeye karşı güçlü bir ilgi ve motivasyon sağlanmış olur. Bu metotta öğretim konusu yapılacak insan davranışlarını sınıflandırıp şu üç kategoride ele almak gerekir: (1) Yapılması istenen gerçekleşmemiş davranışlar (2) İstenmediği halde yapılmış bulunan davranışlar (3) Yapılması muhtemel gerçekleşmemiş davranışlardır. Bu üç yönlü anlatımda ilkinde Allah’ın bildirdiği esaslara, emir ve yasaklara inanıp O’nun yapılmasını istediği doğru işleri yapan kimselerin ahirette karşılaşacakları güzellikler anlatılır, onlar için ahirette korku ve endişe verici bir durumun olmayacağı bildirilir. Böylece insanlar doğru inançlara sahip olmağa, doğru tutum ve davranışlar göstermeye özendirilir Özendirme ve sakındırma metodunda insanların umut, kaydı ve güven duyguları esas alınarak onların güçlü bir şekilde bilgi ve davranışa yönelmeleri sağlanmış olur. Ancak burada insanın şiddetli korku ve umutsuzluk gibi uç duygulara kapılmasına sebep olacak yaklaşımlardan kaçınılması gerekir. Umut ve kaygı kişide öğrenme motivasyonu sağlarken umutsuzluk ve aşırı kaygı öğrenmeyi olumsuz yönde etkilemektedir. (Selçuk, 1992) Zira duyguların en az ve etkisiz olduğu durum ile en yoğun olduğu durumlarda insanda aldırmazlık hali ortaya çıkar. Bruner’e göre bilginin en az kabul edilebilir olduğu durum duyguların yoğunlaştığı aşırı şevk ve heyecan halidir. İnsanın bu durumuna “işlevsel sabitlik“ hali denilmektedir. (Bruner, 1991) İşlevsel sabitlik hali yaşayan kişi öğrenmeye ilgisiz ve duyarsız olduğu için ona yöneltilen öğretici etkiler istenilen sonucu vermeyecektir. Tekrarlayarak Belletme Metodu Öğrenme olayını açıklamaya çalışan psikologlar “davranışçı“ ve “bilişsel“ olmak üzere iki temel kuram geliştirmişlerdir. Bunlardan davranışçı kuram, öğrenmeyi uyaran tepki ilişkisinde tepkinin şartlanmasına bağlamaktadır. Şartlanma ise uyarcıların tekrarlanması ile gerçekleşen bir durumdur. İnsan öğrenmek istediği bir bilgiyi, bir davranışı tekrarlamak suretiyle ona aşinalık kazanır. Bir kez duyulan bir bilgi ile defalarca duyulan bir bilgi insan zihninde aynı ölçüde yerleşmez, tekrarlanan bilgi daha güçlü ve kalıcı bir şekilde öğrenilmiş olur. Kur’an’da iyice kavranıp akıldan çıkarılmaması gereken hususlar sıkça tekrarlanmaktadır. Aynı şekilde Peygamberimiz de önemine binaen bazı sözlerini iyice bellensin akılda kalsın diye üç kez tekrarladığı bildirilmiştir. Öğretimde bir sözün belli miktarda tekrarlanması dikkatin uyarılmasına ve söylenenin zihne yerleşmesine yardım ederken aynı zamanda öğrenilenin pekiştirilmesi görevi de görür. Pekiştirilmeyen öğrenmeler çoğunlukla kalıcı olmamakta, psikolojide sönme denilen bir tarafa itilme ve dikkatten uzaklaştırılma sonucu etkisini kaybetmektedir. Öğrenilmiş bir davranış hemen unutulmaz amam zamanla “sönme“ ye uğrar. Öğrenme ne kadar kuvvetli bir şekilde yerleşmişse sönme de o ölçüde yavaş olmaktadır(Selçuk, 1992). Bu bakımdan tekrarlama aynı anda yapıldığında öğrenmeyi kuvvetlendirirken fasılalarla yapıldığında da sönmeyi önlemektedir. Ancak tekrarlama usandırmaya sebep olacak şekilde yapılmamalıdır. Hangi bilginin ne zaman ve ne sıklıkla tekrarlanacağı hususu önemlidir. Bir şey ne kadar çok tekrarlanırsa onun o ölçüde iyi öğrenileceği zannedilmemelidir. Tekrarlar yersiz, ilgisi ve abartılı olduğunda sıkıcı ve usandırıcı olur. Tekrarın en verimli olduğu durumlar; konunun önemli ve ilginç olduğu, Rahman suresinde olduğu gibi tekrarla ilgili bilgilerin sıralandığı, ifadelerde uyum ve insicamın bulunduğu, tekrarın şiirimsi bir ahenk kazandığı durumlardır. |