Durumu: Medine No : 43 Üyelik T.:
03 Temmuz 2007 Arkadaşları:2 Cinsiyet: Yaş:39 Mesaj:
316 Konular:
35 Beğenildi:16 Beğendi:0 Takdirleri:10 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cevap: Din Eğitimi 7.8.9.Hafta TÜRKİYE'DE DİN EĞİTİMİ BİLİMİ ÇALIŞMALARI Bilimsel Çalışmaların Başlaması Türkiye'de din eğitiminin bilimsel bir disiplin haline gelmesinin çok yeni olduğunu belirtmiştik. Bu yeni alanın kısa sayılabilecek bir sürede gelişip Türkiye’deki din eğitimi anlayışında önemli açılım sağlayacak düzeye gelmesinin belli önemli sebepleri vardır. Bunlardan ilki din eğitim ve öğretim kurumlarının Türk Milli Eğitim Sistemi içinde yer alması ve diğer eğitim kurumları ile bir bütün halinde yürütülüyor olmasıdır. Özellikle Yüksek İslam Enstitüleri tecrübesinden sonra yüksek dini öğretimin üniversite disiplini içinde ilâhiyat fakülteleri olarak yer almasından sonra akademik arayışlar daha rasyonel ve bilimsel temele kavuşmuştur. Bu durum; metot, teknik, hedef, felsefe olarak genel eğitim alanında kaydedilen gelişmelerin din eğitimi alanında kullanılmasına imkan vermiştir. İkinci sebep de ülkemizde din eğitim ve öğretimi ile ilgili faaliyetlerin uzun bir tarihi geçmişinin olması ve bu konuda zengin bir tecrübe birikiminin bulunmasıdır. Günümüzde eğitim bilimi birçok alt disiplinlere ayrılıp eğitim felsefesi, eğitim psikolojisi, rehberlik ve psikolojik danışma, eğitim yönetimi, eğitim ekonomisi, eğitim planlaması konularında önemli bilgi ve tecrübeler ortaya çıkınca yapılacak iş bunları din eğitimine uygulayarak yeni teoriler geliştirmekti. Fakat önce bunun düşünülmesi, böyle bir ihtiyacın fark edilmesi gerekiyordu. İlkokul, ortaokul ve liselere kademeli olarak din derslerinin konulması, imam-hatip liselerinin açılarak yaygınlaşması bu ihtiyacı hissettirecek yeterli sebeplerdi. Bir diğer önemli sebep ise din eğitiminin üniversal düzeyde, Üniversitelerde müstakil fakülteler olarak yer almasıdır. Tevhidi Tedrisat Kanunu ile 1924 yılında açılan ve o zamanın şartlarında sonuçsuz kalan Darülfünun İlahiyat Fakültesinden sonra ilk İlahiyat Fakültesi 1949 yılında Ankara üniversitesine bağlı olarak açılmıştır. Ardından 1959 yılından itibaren Milli Eğitim Bakanlığına bağlı birer yüksek okul olarak açılmaya başlayan Yüksek İslam Enstitülerinin 1982 yılında çıkarılan 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu ile ilâhiyat fakültelerine dönüştürülüp lisansüstü öğretim yaptırır hale gelmesi ile ilahiyat alanında da bilimsel araştırmaların önü açılmış oldu. Böylece din eğitiminin de bir bilim dalı haline gelmesinin yolu açılmış oldu. Nitekim Türkiye'de din eğitimi alanında yapılan ilk bilimsel araştırma, 1976 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde liselerdeki din derslerinin problemlerinin tespiti ve bu derslerin nasıl geliştirileceği konusunda olmuştur. Bunu, İslam din eğitiminin batı eğitim anlayışları ile mukayeseli olarak ele alınmasına, din eğitiminin eğitim bilimi ile ilişkilendirip müstakil bir disiplin olabileceğinin ortaya konulmasına dair çalışmalar izlemiştir. Yine Ankara İlahiyat Fakültesinin programında yer alan Pedagoji dersinin 1979-1980 öğretim yılından itibaren "Din Eğitimi" adını alması, 1982 yılından sonra açılan yeni İlâhiyat Fakültelerinin programlarına da bu dersin konulması ile bu alana karşı bilimsel ilgi artmaya başlamıştır. Yine Ankara İlâhiyat Fakültesinin öncülüğü ile Din Eğitimi Anabilim Dalı kurulmuş ve böylece bu Fakültede başlatılan din eğitimi alanındaki akademik çalışmalar kısa sürede diğer fakültelere de yayılmaya başlamıştır. Halen bütün ilahiyat fakültelerinin Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü içinde Din Eğitimi adıyla bir ana bilim dalı yer almakta ve bu konudaki bilimsel çalışmalar artarak devam etmektedir. İlk zamanlar (1980’li yıllar) Din eğitimi bilimi alanındaki akademik çalışmalar tamamen bu disiplinin kurucusu olan Beyza Bilgin’in kişisel gayretleri ile Ankara merkezli yürütülüyordu. Diğer ilâhiyat fakültelerden din eğitimi alanında akademik çalışma yapmak isteyenler de bu imkanı Ankara’da buluyordu. Daha sonra Bilgin’in akademik kariyer kazandırdığı kişiler diğer ilâhiyat fakültelerinde aynı çalışmaları sürdürmeye başladılar. Bu durum din eğitimi bilimi alanındaki çalışmalarda genel bir anlayış ve bilimsel yaklaşım bütünlüğü oluşmasını sağlamıştır. Bu ortak anlayışın temel karakteri, diğer ilâhiyat bilimleri alanlarındaki çalışmalardan farklı olarak eleştirici, sorgulayıcı ve uzlaştırıcı bir tutum takınmak, güncel problemlere çözümler arayıp yeni teklif ve teoriler geliştirebilmek, ilgili bilimlerle özellikle eğitim bilimleri ile sıkı bir işbirliği içine girerek bilgi paylaşımını gerçekleştirmektir. Din eğitimi bilimi alanında gelişen bu anlayış diğer ilâhiyat bilimleri alanlarındaki çalışmaları bir ölçüde etkilemeye başladığını söylemek yanlış olmaz. Ancak din eğitimcileri de tabii olarak diğer ilâhiyat disiplinlerinin sistem ve anlayışlarından etkilenmektedirler. Bu karşılıklı etkileşim her alanda mutlaka daha yararlı sonuçlar elde edilmesini, ilâhiyat alanının bütünüyle daha iyiye doğru yol almasını sağlayacaktır. Din Eğitimi Biliminde Farklı Yönelişler Eğitim bilimi gibi din eğitimi de insanı konu almaktadır. Bir farkla ki; eğitim bilimi insanın genel olarak eğitilmesi üzerinde dururken din eğitimi, onun kutsala bağlılığını, mutlak varlık olan Allah'la ilişkisini, bu ilişkinin insan davranışlarına yansımasını ele alır. İslam dini açısından ise din eğitimi bilimi, İlâhi Vahyin gösterdiği değerler doğrultusunda insanın nasıl kişilik geliştireceğini, onun duygu, düşünce ve davranışlarının Allah'ın iradesine uygun olarak nasıl şekillendirileceğini araştırır. Bu hususta eğitimin rolünün ne olacağını hayatın bütününü ilgilendiren bir problem alanı olarak ele alır. Gerçek şu ki din eğitimi biliminin birbirinden ayılması mümkün olmayan üç ayağı vardır: 1- Doğuştan getirdiği fıtratı ve doğumdan itibaren gösterdiği gelişim özellikleri ile insan 2- Onun uyması gereken ilâhi ölçüler ve 3- İnsanın bu ölçülere uyumunun nasıl sağlanacağı sorusu. Din eğitimi bilimcileri bu üçünün mahiyetini birbirleriyle ilişkili olarak kavramaya ve ilişkilerinin uyumunu en üst düzeyde sağlayacak bilgiler, görüşler ve düşünceler geliştirmeye çalışmaktadırlar. Tabii olarak bu konuda farklı yaklaşımlar ortaya çıkmaktadır. Olayın tabiatından kaynaklanan farklı yaklaşımları yadırgamamak, aksine probleme değişik bakış açıları kazandıran fikir zenginliği olarak görmek gerekir. Din eğitimi biliminin geçmişi çok yeni olmasına rağmen bu alanda kısa sürede farklı görüş ve yaklaşımların ortaya çıkmış olması, ileride çok daha güzel gelişmelerin olacağının işaretidir. Bugün belirginleşmiş olan görüşlerden biri, insanı merkeze koyup din eğitiminde onun ruhi fonksiyonlarını, gelişim özelliklerini, tepkilerini esas alarak ona göre eğitim kademelerini, her kademeye uygun eğitim hedef ve yöntemlerini belirlemek gerektiğini savunmaktadır. Bir görüş de, insanı tanımanın ancak onu Yaratan'ın verdiği bilgilerle mümkün olacağını, dolayısıyla din eğitiminde hedef, metot ve prensiplerin ancak Yaratan’ın bize sunduğu Vahyi iyi anlamak ve doğru yorumlamakla mümkün olacağını savunmaktadır. Bir diğer görüş ise Vahyin sünnetle başlayan tatbikatının tarihi süreçte olgunlaşmış bulunan geleneksel tecrübelerini esas almaktadır. Görüşlerin bu şekilde ayrışması, onların her birinin din eğitiminin temel öğeleri olan Vahiy, geleneksel birikim ve bireysel özelliklerden birini alıp diğerlerini hesaba katmaması anlamına gelmemektedir. Bu öğeler birlikte din eğitiminin ana unsurlarıdır. Vahye dayanmayan bir din eğitimi olamayacağı gibi, gelenekleri yok sayan veya bireysel özellikleri hesaba katmayan bir din eğitimi de olamaz. Görüşlerin farklılığı, din eğitimi etkinliklerine hedefler ve metotlar belirlemede hangi öğenin esas teşkil edeceği noktasındadır. Bu görüşleri, konunun daha iyi anlaşılması ve yeni düşüncelere ışık tutması bakımından ayrı ayrı ele alıp bunları temsilcilerinin ifadelerinden hareketle açıklığa kavuşturmaya çalışalım. Nakil Merkezli Yaklaşım İslami naklin iki ana kaynağından biri Vahiy diğeri de onun tatbikatı ve açıklaması niteliğindeki sahih sünnettir. Nakil merkezli düşünceye göre Vahiy, insan davranışlarını yönlendiren temel değer ölçüleri getirmiştir. İnsanın eğitilmesi, ona olumlu tutum ve davranışlar kazandırılması hususunda nakillerde yer alan bu değer ölçülerine uyulacaktır. Ancak insan gösterilen değer ölçüleri yönünde davranışlara yönelirken yaratılışı gereği doğuştan sahip olduğu psikolojik özelliklerinden, içinde yaşadığı çevreden edindiği duygu ve düşüncelerinden bağımsız değildir. İnsanın eğitilebilmesi için onun psikolojik özelliklerinin ve duygusal tavırlarının bilinmesi gerekir. Bu bakımdan nakil merkezli görüşe göre Vahiy sadece insan davranışlarını yönlendirecek değer ölçüleri koymakla kalmayıp insanın şahsiyetindeki yaratılıştan gelen temel özellikleri de gösterir. İnsanı eğitirken Allah’ın bildirdiği bu özelliklerden hareket etmek durumundayız. Biz insanın çeşitli olay ve tutumlar karşısında nasıl tepki göstereceğini bilemeyiz. Kendi metotlarımızla insan psikolojisini inceleyerek onun özelliklerini tespit etmemiz imkansızdır. İnsanın şahsiyetindeki temel özellikleri, onu neyin nasıl motive ettiğini en iyi bilen Allah'tır. İnsanın ruhi özelliklerini Allah bize açıkça bildirmiş iken bunu tekrar incelemenin gereksizliği bir yana insanı belli şartlar altında inceleyip değişken şartlara göre yapılacak tespitlerle insanın temel özelliklerine ulaşmak da imkansızdır. Bu görüşün temsilcisi sayabileceğimiz Bayraklı bu konuyu işlediği “İslam’da Eğitim” adlı eserinde şöyle diyor: "Kendi metotlarımızla insan psikolojisini incelediğimizde, onu bazı şartlar altında gözetleyebiliyoruz. Bu metotla hiçbir etki altında kalmadan, insan şahsiyetindeki temel taşları tespit etmemiz imkansızdır. En iyi tetkik veya gözlem, insan şahsiyetini fıtrat halinde yakalamaktır. Yani durgun enerji halinde iken onun özelliklerini tespit etmektir. Çeşitli olay ve tutumlara karşı tavırlarıyla onun gerçek bilgisine ulaşamayız. Onu bizim elimizde değil, Allah'ın iradesinde tanımalıyız. İnsan psikolojisini coğrafi, sosyal ve iktisadi şartlar altında inceleme yerine, ilâhi fıtrat düzeyinde incelememiz gerekir. En üst eğitici (Rab, eğitici manasına gelir) Allah olduğuna göre insan psikolojisini de en iyi bilen, onu yaratandır. İnsanı neyin nasıl motive ettiğini en iyi bilen O'dur: «Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vermek istediğini de biz biliriz, biz O'na şah damarından daha yakınız” (Kaf, 50/16) İnsanın eğitilebilmesi için nefsindeki özelliklerin anlaşılması zaruridir. Mademki eğitim insan üzerinde bir tasarrufudur. Öyle ise bu tasarruf, bilmeden yapılmaz. İnsanın insan elinde bir oyuncak olmaktan çıkması için onu iyi tanımalıyız. Onun şahsiyetindeki ilâhi unsurları zedelemeden, birini diğerine kurban etmeden eğitebilmemiz için onu iyi bilmeliyiz. Bunu bizden Allah istemektedir. Önce bu özellikleri bize gösteriyor, sonra da bu özelliklere dikkat etmemizi istiyor."(Baraklı, 1983/103-104) Bu görüşler, insanın ruhi özelliklerinin deneysel araştırmalarla doğru olarak tespit edilemeyeceğini, bunların ancak nakille bilinebileceğini belirtmektedir. İnsanın nakiller yoluyla bilinebilecek özellikleri de Kur'an ayetlerine dayanarak şöyle sıralamaktadır: 1- Hakimiyet-Bozmak-savaşmak: "O vakti hatırla ki, Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım demişti. Melekler de, biz seni hamdile tesbih ve noksanlıklardan tenzih etmekte olduğumuz halde orada fesat çıkaracak ve kanlar dökecek kimse mi yaratacaksın? dediler." Bakara, 2/30) 2- Nankörlük: "Muhakkak ki insan Rabbine karşı çok nankördür." (Adiyat, 100/6) 3- Cahillik: "Biz emaneti göklere, arza ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler; ondan korktular da onu insan yüklendi. İnsan cidden çok zalim, çok cahil bulunur." (Azhab, 33/72) 4- Zalimlik (yanlış yapma): Yukarıdaki ayet (Azhab, 33/72) 5- Azgınlık (tepki gösterme): "Doğrusu insan azgınlık eder" (Alak, 96/7) 6- Kıskançlık (Hırs, tamah): "Eğer bir kadın, kocasının geçimsizliğinden veya yüz çevirmesinden endişe ediyorsa, bir anlaşma ile aralarını düzeltmelerinde karı-koca üzerine günah yoktur. Sulh en hayırlı bir iştir. Zaten nefislerde kıskançlık hazırlanmıştır..." (Nisa, 4/128) 7- Zayıflık (Acz): "Allah din hususundaki tekliflerini hafifletmek ister. Zira insan, sabır ve tahammül bakımından zayıf yaratılmıştır." (Nisa, 4/28) 8- Cimrilik: "Gerçekten insan haris ve cimri yaratılmıştır" (Mearic, 70/19) 9- Acelecilik: "İnsanda acelecilik yaratıldı. Yakında size alametlerimi göstereceğim. Şimdi siz acele etmeyin" Enbiya, 21/37) 10- Sevgi: "İnsanlara, kadınlar, oğullar, altın ve gümüşten istiflenmiş yığınlar, yaylıma salınmış otlar, davarlar ve ekinlerden yana nefsin isteklerine karşı sevgi süslenip bezendi." (Sad, 38/32) 11- Mücadele: "İnsan batıl ile düşmanlık ve münakaşa etmekte her şeyden fazladır" Kehf, 18/54) 12- Korku: "Öldükten sonra geride aciz ve küçük çocuklar bıraktıkları taktirde gadre ve zulme uğrayacaklar diye endişe edenler, himayeleri altındaki yetimler hakkında da aynı korkuyu taşısınlar..." (Nisa, 4/9) 13- Cinsi arzu: "Kendilerine ısınmanız için nefislerinizden sizin için eşler yaratması, aranızda bir sevgi, bir acıma ve bir yakınlık ilgisi kurması Allah'ın ayetlerindendir." (Rum, 30/21) 14- İnanma: "O halde, gerçek Müslüman olarak kendini dine doğrult. Allah'ın dinine ki, insanları onun üzerine yaratmıştır..." (Rum, 30/30) İnsan tabiatının bu özelliklerini ilâhi bilginin ışığı altında belirledikten sonra İslam eğitiminin prensipleri de bu özellikler üzerine kurulacaktır. (Bayraklı, 1983) İnsanın Vahyin gösterdiği ölçüler istikametinde eğitilmesini sağlayacak olan prensipler de yine nakillerin ışığında şöyle tespit edilmektedir: 1- İrsiyet prensibi 2- Çevre prensibi 3- Hürriyet prensibi 4- Tekamül prensibi 5- Zaruret prensibi 6- Muvazene prensibi (Dengeleme prensibi) 7- Örnekleme prensibi 8- Ceza prensibi 9- Sevgi ve merhamet prensibi 10- Hidayet prensibi Bu prensiplerin geniş açıklamaları, tamamen nakillerle ve onların yorumları ile yapılmaktadır. Özellikle tekamül prensibinin açıklamasında bireyin gelişmesine göre eğitim merhaleleri hususunda verilen bilgiler dikkat çekicidir: "İnsanın yaratılışında, onun ilâhi eğitimdeki tekamül sistemi insanın hayatında da dikkate alınmalıdır. İslam bir ferdin tekamülünü eğitim açısından şu merhalelere ayırır: 0 - 2 yaş 2 - 7 yaş 7 - 10 yaş 10 - Buluğ yaşı Öğretim ve eğitim bu yaş kesimlerine göre ayarlanır. İki yaşına kadar çocuk hürdür. Yaşına göre hiç kayıt altında değildir. Öğrendiklerini şuursuz öğrenir. Mesela: Yürüme, ilk konuşma gibi. Fakat süt kesimi onun şahsiyetinde önemli bir dönemdir. Çünkü dışardan, zorla müdahale yapılır. Yedi yaşında öğretim safhası başlar. Artık zihin tekamül etmiştir. Öğretime hazırdır. «Çocuklara 7 yaşında namaz kılmayı öğretin» hadisi bize bunu açıkça belirtmektedir. 10 yaş ise öğrenilenin uygulamaya başlanacağı yaştır. «On yaşında kılmazlarsa dövün» hadisi de bu çizgiyi belirlemektedir."(Bayraklı, 1983/143) Burada verilen hadisin eğitim konusunda genel hüküm ifade ettiği ve öğretim yaşının 7, uygulama yaşının da 10 olduğu belirtilmektedir. Ayrıca eğitimde cebri bir müdahalenin olduğu, bunun ne zaman ve nasıl yapılacağı da nakille belirtilmiş olmaktadır. Bu hususta beşeri mülahazalarla hareket edilemeyeceği vurgulanmaktadır. Naklin dışında, insanların kendi beşeri mülahazaları ile insanı etkilemelerinin önlenmesi ve onun istikamet üzere tutulabilmesi için dış çevredeki yabancı fikirlerinin etkilerinden uzaklaştırılması gerekir. Böylece bir bakıma Roussoau' cu bir görüş benimsenmekte, İslam eğitimine de bu açıdan tanım getirilmektedir: "İslam eğitimi bir hazırlık bir yetiştirme demektir. İnsanı doğuştan alıp ölüme kadar, istikamet üzere tutmak, kimseden etkilenmeden (veya az etkilenerek) o yolda yürümek için insanı yeterli kılmaktır. Başka bir ifadeyle, insanı dış çevresinin yabancı fikirlerin dışında tutup fıtratını dışa yansıtma ameliyesidir. Sun'ilikle fıtriliğin mücadelesinde fıtratın galip gelmesini temin etmektir."(Bayraklı, 1983/106) Bu görüş istikametinde din eğitiminin keyfiyetine ait detayları bile nakillerin yorumunda arayan çalışmalar da yapılmıştır. Bunlardan biri Bayraktar BAYRAKLI’nın danışmanlığında Zeki BİYİK tarafından yapılan daha sonra makale olarak da yayınlanan (Bıyık, 1994) "Mülk Suresi'nin Eğitim Açısında Yorumu" başlıklı Yüksek lisans tezidir. Bu çalışmada sınıf yönetimi, öğretmen otoritesi, öğretmen davranışları, öğretim teknikleri vb. konularına dair ayrıntılar Mülk suresindeki ayetlerin yorumlarından çıkarılmaktadır. Örneğin“tebareke” kelimesinden eğiticinin bereketli ve yüce bir şahsiyete sahip olması gerektiği, “biyedihi’il mülk ifadesinden eğiticinin eğittiklerine sahip çıkması, onlara hakim olması gerektiği anlamları çıkarılmaktadır. ” Bıyık çalışmasında, Mülk suresinin bir öğretim programı önerdiğinden de bahsederek şöyle demektedir: "Mülk suresinin önerdiği öğretim programı, çağdaş bir program anlayışıyla yorumlanınca, çağları aşan bir planlama ile karşı karşıya kalınacağı bir gerçektir." "Hiç eskimeyecek bir program sunan Mülk Suresi'nde, İlâhiyat, feza ilmi, tabiat bilgisi, hukuk ve iktisat gibi dersler yer almaktadır." Görünen o ki, din eğitiminde alınacak tavır, uygulanacak metot ve teknikler konusunda nakli esas alan yaklaşım, gelişen hayat şartlarını, sosyal, kültürel ve antropolojik değişkenleri göz ardı etmektedir. Bütün insanlarda fıtrat gereği var olar ruhi özeliklere dair nakilden gelen bilgilerin insanı tanımada yeterli olacağı kabul edilirken fıtri özelliklerin kültürel ortamda doğumdan itibaren yaşanan çevre şartları ile nasıl şekillendiği, farklı kişilik kalıplarına bürünmüş, ilgileri ve kabiliyetleri farklı bireylerin nasıl eğitileceği sorusu cevapsız kalmaktadır. Ayrıca nakiller dini konularda temel bilgi kaynağı olmakla birlikte aklını kullanarak bilgi üretme, yöntem ve teknikler geliştirme, dünyevi işleri en iyi şekilde yürütecek yollar bulma konuları insanın çaba ve iradesine bırakılmıştır. Bun konuda Kur’anda oldukça fazla delil mevcuttur. Yine Kur’anda “Allah size emanetleri ehline vermenizi emreder” (Nisa, 4/58) anlamındaki bir ayetle işlerin ehil olanlar tarafından yürütülmesi emredilmiştir. Ehliyet uzmanlığı, uzmanlık da hem nakillerle hem de deneysel çalışmalarla elde edilen bilimsel bilgilere sahip olmayı gerektirir. Birey Merkezli Yaklaşım Din eğitimi biliminde dikkate değer bir görüş de, eğitimi bir bilim ve sanat olarak kabul edip din eğitimi çalışmalarını bu çerçevede ele alan görüştür. Eğitim, insanın gelişim ve öğrenme özelliklerinden hareketle geliştirilen belirli ilkelere dayanmak, uygun metot ve tekniklerle yürütülmek durumundadır. İnsanı en iyi şekilde yetiştirebilmek için bu alandaki arayışlar ve deneysel çalışmalar bir bilimsel disiplin içerisinde devam edecek ve her duruma uygun yöntem ve teknikler geliştirilecektir. Bu yaklaşımın temel aldığı esas şudur: Din eğitimi, eğitim biliminin ortaya koyduğu bilimsel verilerden bağımsız olarak ve bilimsel arayıştan uzak usullerle yürütülemez. Genel eğitimin nasıl ki belirli ilkeleri, öğretim metotları, aşamalı hedefleri varsa din eğitiminde de aynı şeyler kendi amaçları doğrultusunda olacaktır. Eğitimin temel prensiplerini ve uzak hedeflerini inanç ve idealler (zihniyet) belirler. Din eğitiminde bu nakillerdir yani vahiydir. Ancak eğitimin ara hedefleri, deneysel bilimlerin sonuçlarından gelen öneriler dikkate alınarak, yetişmekte olan bireylerin gelişme basamaklarına göre belirlenecektir (Bilgin, 1988/19). "Eğitim işi hem bir bilim hem de bir sanattır. Bilimdir, çünkü belirli ilkelere dayanır, deneylerde elde edilen sonuçlardan, gözlemlerden yararlanır, insanı en iyi yetiştirmek gibi bir amaçla usuller geliştirir, sonuçlara varır; Sanattır çünkü eğitim işini üstlenenler, eğitecekleri insanın durumuna, ona neyi ne için öğreteceklerine uygun olarak kendilerine tavsiye edilen çeşitli metotları kullanmak, gerektiğinde değişiklik yapmak durumundadırlar."(Bilgin-Selçuk, 1991/30) Bu görüşün hareket noktası olarak şunlar söylenmektedir: Allah, bilimsel problem çözme metotları ile ve deneyle varılan bir bilgi objesi değildir. Fakat O, büsbütün bilinmez de değildir... Allah tasavvurunun oluşmasında geleneklerin naklin ve kişisel tecrübelerin rolü birliktedir... Din eğitimi çalışmaları, mevcut bilimleri ve teknik gelişmeleri iman ile ilişki içine sokmak durumundadır... Din eğitimi bilimi, bütün deneysel araştırmaların sonuçlarına açıktır, açık olmak durumundadır. Ancak bu sonuçları, onların yorumları ile birlikte hazır olarak alıp kullanmayacak, onları nötr olarak alıp kendi ihtiyaçlarına göre yorumlarını kendisi yapacaktır. Bu fikirlerin sahibi Beyza Bilgin, din eğitiminde birey merkezli yaklaşımın temsilcisi sayılır. Onun “Eğitim Bilimi ve Din Eğitimi” adlı eseri din eğitimi bilimi konusunda kaleme alınan ilk eser olma özelliğine sahiptir. Bilgine göre bireyin gelişim ilkeleri, öğrenme psikolojisi, bireysel özellikler vb. eğitimin keyfiyetine dair deneysel çalışmalar ve bu konulardaki arayışlar din tarafından yadırganmamaktadır. Aksine temel kararlar üzerinde düşünülmesi, fikir ve düşünceler geliştirilmesi dini bir tavır olarak değerlendirilmektedir. Kur'an-ı Kerimde bu tavırda olmayanlar açıkça kınanmaktadır: "Onların kalpleri vardır ama anlamazlar, gözleri vardır ama görmezler, kulakları vardır ama işitmezler..." (A'raf 7/179) "Göklerde ve yerde nice belgeler vardır ki, yanlarından yüzlerini çevirerek geçerler." (Yusuf 12/105) Allah, insanın, varlıklara ve olaylara baş gözüyle değil akılla, duyguyla bakmasını, onlardan kararlarına ve düşüncelerine temel olacak ibretler ve sonuçlar çıkarmasını öğütlüyor: "Bu insanlar, devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yerin nasıl yayıldığına bakmazlar mı?"(Ğaşiye,88/17-20) Hal böyle olunca varlıklar ve olaylar hakkında deneysel araştırmalar yapmak, onlardan yeni tutum ve tavır geliştirmemize yardım edecek sonuçlar çıkarmak Allah'ın istediği bir husustur. İşte eğitimin ara hedeflerini belirleyecek olan düşünce biçimi budur (Bilgin, 1988). Beyza Bilginden sonra din eğitiminde Birey Merkezli Yaklaşım'ın ikinci temsilcisi sayabileceğimiz Mualla Selçuk' un çalışmaları da bu yöndedir. Selçuk "Çocuğun Eğitiminde Dini Motifler" adlı eserinde din eğitiminin psikolojik temelleri üzerinde durarak çocuğa, yetişme basamaklarındaki fizyolojik, sosyal, duygusal, zihinsel ve dil bakımından hazır oluş durumuna göre eğitim vermek gerektiğine dair açıklamalarda bulunmaktadır. Ünlü psikologlara dayanarak okulöncesi ve okul çağı çocuğunun gelişim özelliklerine dair detaylı tespitler yapan Selçuk eserinde, bu özelliklere göre yürütülecek din eğitimi konusunda da metodik bilgiler vermektedir. Ona göre birey merkezli yaklaşım, temelini çağdaş eğitim akımlarından biri olan "Çocuktan Hareket Akımı"ndan almaktadır. Bu akım, çocuğun her gelişim basamağındaki fizyolojik, duygusal, zihinsel ve sosyal durumu hakkındaki deneysel bilimlerin bulgularından yararlanılarak eğitim hedeflerinin ve programlarının buna göre tespit edilmesini savunmaktadır. Doğal olarak din eğitimi de aynı sonuçlardan yararlanacaktır. Selçuk şöyle diyor: "Çocuk merkezli yaklaşımda, gelişim psikolojisinin bulgularından yararlanılacak, bu sayede çocuğa sunulacak muhtevanın özenle seçilmesi sağlanacaktır. Psikolojinin bulguları, eğitim programlarını çocuğun kabiliyetlerini dikkate alarak düzenlememize yardımcı olacaktır." Gelenekçi Yaklaşım Din eğitimi alanındaki bilimsel çalışmalarda diğerlerinden ayrılan onlara göre kısmen farklılık gösteren bu yaklaşım Hz. Peygamber'in eğitim - öğretim alanındaki uygulamaları ve bu uygulamaların günümüze kadar ulaşan tarihi mirası üzerinde yoğunlaşmaktadır. Hz. Muhammed'in en önemli vasfının eğiticilik olduğuna dikkat çekilerek, Kur'an’da O'nun müminler için en güzel örnek olduğu (Ahzab, 33/21) bildirildiğinden eğitim alanında da O'nun uygulamalarının ve o uygulamalar üzerinde gelişen tarihi tecrübenin esas alınması gerektiği üzerinde durulmaktadır. Gelenekçi yaklaşım, birey merkezli yaklaşımın dayandığı temelleri kabul etmekle beraber pedagojinin deneysel verilerini kullanırken Peygamberin uygulamalarına uygunluğun gözetilmesini savunur. Bu görüş istikametinde yaptığı çalışmalarla ve "Bir Eğitimci Olarak Hz. Muhammed", "Bir eğitimci Olarak Akif", "Bir Eğitimci Olarak Nasreddin Hoca" adlı eserleriyle dikkat çeken Abdullah Özbek şöyle diyor: "Ferdi farklılık, modern psikolojinin en çok üzerinde durduğu konudur. (...) Birbirlerinden bir çok yönden ayrılıklar gösteren fertlerin varlığını kabul etmek, eğitim işinin bir takım esaslar dahilinde yapılmasını zorunlu kılar. En azından öğretimde kullanılan çeşitli metotların esnek olmasını gerektirir." "Eğitim açısından insanı tanımanın önemi büyüktür.İnsanların bilgi ve idrak seviyelerini hesaba katmadan herkesten aynı anlayışı beklemek herkese aynı metodu uygulamak gerçekleri hiçe saymak demektir." (Özbek, 1988/84-85) Tamamen birey merkezli yaklaşımı andıran bu tespitler yapılırken bireysel farklılıkların dikkate alınması ve din eğitiminde farklı metotların kullanılması hususunda pedagojik verilerin kullanılması kayda bağlanmaktadır. "Din eğitimcisi olarak hizmet verenler, Hz. Muhammed'in de bir eğitimci olduğunu düşünerek pedagojinin verilerinden istifade etmeye yöneleceklerdir. (...) Çünkü Hz. Muhammed, gönderiliş sebepleri arasında«eğitimcilik» vasfını özellikle zikretmiştir." "Hz. Muhammed, yetişmiş ve yetki verilmiş bir muallimdir. Kur'an'ı bu sıfatla öğretmiştir. Kur'an O'nun temel görevinin eğitim ve öğretim olduğunu bildirmiştir. (Al-i İmran, 3/164) Kendisi de «Ben gerçekten muallim olarak gönderildim.» demek suretiyle bunu teyit etmiştir."(Özbek, 1988/41) Bu görüşlere ilham kaynağı olan ayet ve hadislerle onlara dayalı olarak Hz. Peygamber'in uygulamaları, asırlar boyu dini eğitime yön vermiştir. Geçmiş devirlerde tamamen nakillere dayanan dini eğitim, ayet ve hadislerin ezberlenmesi, bunların belli şekillerde açıklanmasına dair standart usullerle kurumsallaşmıştır. Bu geleneksel yapıda, eğitim organizasyonları yalnız erkekler içindi. Kız çocukların ve kadınların eğitimi aileye bırakılmış, aile içindeki bilgi ve tecrübe aktarımı yeterli görülmüştü. Geleneksel öğretilerin dışında çocuğa ve yetişkine neyi, nasıl öğretelim diye bir arayışa gerek görülmemiştir. Çünkü en iyi öğretici Allah'tır, Peygamber de bir öğretici olarak gönderilmiştir; dolayısıyla bütün öğretim metotları ayet ve hadislerde mevcuttur. İslam alimlerinin eserlerinde eğitim konusundaki açıklamalar, nelerin caiz olup olmadığına dair bir çeşit yönetmelikler şeklinde yer almıştır. Ayrıca ilmin üstünlüğüne, ilim öğretme ve öğrenmenin faziletine dair ayet ve hadislerle bunların yorumlarına dair geniş açıklamalar yer almıştır. Din eğitiminde bugünkü gelenekçi yaklaşım dediğimiz anlayış kuşkusuz bütünüyle geleneklere bağlı kalmamakta, modern bilimin tecrübelerinin farkında olarak pedagojinin ve psikolojinin imkanlarından yararlanmayı göz ardı etmemektedir. Ancak bu anlayışın sahipleri, sünnetle şekillenip gelenekleşen uygulamaları eğitim görüşlerine temel referans kaynağı kabul etmektedirler. Din eğitiminde gelenekçi yaklaşım doğrultusunda fikirler ileri süren bir diğer isim de kendisi hadisçi olmasına rağmen çalışmalarını Peygamber'in eğitim uygulamaları ve öğretim metotları üzerinde yoğunlaştıran İbrahim Canan'dır. O da "Hz. Peygamberin Sünnetinde Terbiye" adlı eserinde "...sadece sünnetten gelen malumatı sunmakla yetinmeyip... Sünnetten varit olan terbiyevi esasları, umumiyetle batı menşeli olan bugünkü anlayışla karşılaştırma" ya çalışmıştır. (Canan, 1982/12) Bazı eğitim teorisyenlerinin görüşlerini, "henüz beşeri tecrübeden geçmeyen, hasıl edeceği direk ve yan neticeleri bilinmeyen bir kısım nazariye ve tahminler" olarak değerlendiren Canan, Rousseau'dan Piaget'e kadar eğitim alanındaki batılı düşünürlerin çocuğun yetişme basamaklarına dair görüşlerinin esasta bir olduğunu ileri sürmektedir.(Cana, 1982/70) Ona göre eğitim bilimcilerin görüşlerinde istifade edilecek hususlar bulunmakla beraber, bunların hepsi sonuçta beşeri mülahazalardır. İslam eğitiminde asıl olan sünnetten gelen uygulamalardır. Canan söz konusu eserinde Peygamber'in uygulama ve öğütlerinden hareketle, çocuğun eğitimini, anne-baba olacak eşlerin nikah öncesinden başlatarak farklı bir eğitim kademelemesi yapmakta ve Peygamber'in çocukla ilgili bütün söz ve uygulamalarını detaylı bir eğitim programı olarak sunmaktadır. Sonuç olarak denilebilir ki; farklılıkları olsa da bu yaklaşımların her biri din eğitiminde kime, neyin, nasıl öğretileceği konusunda birer bilimsel arayıştır. Bu bakımdan farklı yaklaşımlar, problemlerin çözümünde fikir üretme ve geleceğe yönelik teori geliştirme bakımından din eğitimi bilimi için bir zenginlik olarak görülmelidir. Çünkü insan sübjektif bir varlıktır. Her insanın kendine has anlayışı, kavrayışı, bakış açısı ve değerlendirişi vardır. Eşyayı ve olayları kendi özellikleri ile algılamaya çalışır. Bu yüzden de her insan bir olayın kendine bakan yanını görme şansına sahiptir. Değişik gözler ve değişik bakış açıları, olayların bütün yönlerini görme ve olayı bütünü ile doğru kavrama imkanı sağlar. Kısaca, her görüşün belki eleştirilecek yanı vardır ama yararlanılacak tarafı daima daha çoktur. |