Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28 Aralık 2013, 14:41   Mesaj No:5

Medineweb

Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:5
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:342
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: sakarya ilitam İslam Hukuk Usulü 1-8. haftalar

5. HAFTA

Kur’an‐ı Kerim: Şer’î Hükümlerin Birincil Delili
Bunlardan birinci sırada yer alan Kur’an‐ı kerim şer’î bir hükmün vaz’ edilişinde diğer aslî ve ferî
delillerin ya da kaynakların temel referans çerçevesini oluşturmaktadır. Bu meşruiyet kaynağı (Kur’an),
“Yüce ALLAH tarafından Hz. Peygambere vahiy kanalıyla Arapça olarak indirilen ve insanlığa tevatür yoluyla nakledilmiş ve mushaflarda yazılı olan Fatiha suresi ile başlayıp Nâs suresi ile nihayete eren ilahi kelâm” olarak tanımlanmaktadır.
Bu ilahi kelam, Şârî Teâlâ’nın son umûmî hitabı olarak vahyederek, Hz. Peygamber aracılığıyla insanlığa tebliğ ettiği semavî beyândır.
Bu semavî beyanın tecessüm etmiş olduğu metin olarak, Kur'an’ın inanç, ahlak ve hukuka ilişkin
öğretilerini anlama ve yorumlama işlevi, İslâm tarihi boyunca ilim adamlarınca farklı ilmi disiplinler
çerçevesinde konu edilmiştir. Bunlardan ilahi vahyi anlama konusunda bize temel bir mekanizma ya da yöntem bilgisi sunmakta fıkıh usulü, ıstılahta “Müctehidin, şer’î amelî hükümleri tafsîlî delillerinden çıkarabilmesi için gerekli olan kural ve prensipler” şeklinde tarif edilmiştir.

Kur’an tevatür yoluyla nakledilmiştir. Tevatür, normalde yalan üzerinde birleşmesi aklen mümkün
olmayan bir topluluğun aynı özellikteki bir topluluktan yaptığı rivayettir. Kur’an inzal olduğu andan
itibaren her dönemde hem sözlü hem de yazılı olarak tevatüren sabit olmuş bir metin olup, tevatüren
nakledilmemiş olan bir metin Kur’an olarak adlandırılamaz.

Tedrici olarak yirmi üç yıllık bir peygamberlik sürecinde inzal olunan bu ilahi kelâmın içerdiği
kurallar bütünü için şer’î hükümler (ahkâm‐ı şeriyye) ifadesi kullanılmaktadır. Şer’î hükümler de
düzenleme alanlarına göre itikadî hükümler (ahkâm‐ı i'tikâdiyye), amelî hükümler (ahkâm‐ı ameliye) ve ahlaki hükümler (ahkâm‐ı ahlâkiye) şeklinde türlere ayrılmaktadır.

İlahi kelâmın şer’î hükümler kapsamındaki düzenlemeleri ahkâm ayetleri olarak
nitelendirilmektedir. Bunların sayısal değerleri ve tasnifi konusunda farklı görüşler yer almaktadır. Bu
meyanda ahkâm ayetlerinin sayısını iki yüz, beş yüz ve sekiz yüz olarak belirleyenler fıkıh ve tefsir bilginleri bulunmaktadır. Farklı tasnifler söz konusu olmakla birlikte, içerdiği hükümler açısından ahkâm ayetlerinin yaklaşık olarak yüz kırkı ibadetlere, yetmişi aile hukukuna, yetmişi medenî hukuka, otuzu ceza hukukuna, yirmi ikisi savaş ve barış hukukuna, on üç veya yirmisi muhakeme usûlüne, onu da iktisadî ve mali konulara ilişkindir.

Kur’an’da hükümler genellikle icmalî tarzda (toplu biçimde) ifade edilmiş, ayrıntılara girilmemiştir
(tafsilî değildir). Aynı zamanda bu hükümler çoğunlukla küllî olup cüz’î değildir. Namaz, oruç, hac ve zekat gibi pek çok konu böyledir. Bu ibadetlerin ahkamına ya da uygulanmasına ilişkin tafsili hükümler Hz. Peygamberin sünnetinde yer almaktadır.
Bununla birlikte, miras ve aile hukuku ile ilgili bazı konularda hükümler ayrıntıları ya da tafsilatı ile verilmiştir. Kur’an’ın ayrıntılara inmeden genel ve kapsayıcı hukuk prensipleriyle yetinmesi İslam hukukunun kıyamete kadar her devirde ve her şart altında insanların ihtiyaçlarına çözüm üretebilecek nitelikte olmasının garantisidir.

Dil Unsuru ve Lafız‐Mana İlişkisi
İslam hukuk usûlü ilminin beslendiği üç temel disiplin bulunmaktadır. Bunlar, kelâm, dilbilim ve
şer’î hükümlerdir.
fıkıh usûlü literatüründe dilbilime ilişkin olarak bazı meseleler konu edilmiştir.

Dilin Kökeni
Antik dönemden itibaren dilin kökenine ilişkin teorilerin dil ile varlık arasında ya da sözcüklerle nesneler arasındaki ilişkinin mahiyetini sorguladığı görülmektedir. Bu meyanda filozoflar, sözcük ile nesne arasındaki ilişki meselesini tartışırlar. Buna göre kimisi bu ilişkinin
doğal/doğuştan olduğunu, kimileri de bu ilişkinin ıstılahî (uylaşımsal) olduğunu öne sürerler. Bu teorik tartışmalar İslâm düşüncesini temsil eden disiplinlerden yalnızca birinin alanında değil, dil, kelâm ve fıkıh usûlü gibi birden çok disiplinin tartışma konusu olarak gündeme gelmiştir. Nitekim disipliner anlamda fıkıh usûlü bağlamında da bu teoriler ele alınmıştır.

Dilin Vahiy/Tevkîf Yoluyla Konulduğu Görüşü
İbn Hazm dili, “isimlendirilenler (müsemmeyât) ve anlaşılması murâd edilen anlamların (meânî)
kendisiyle ifade edildiği lafızlar” olarak tanımlar. Her ümmetin bir dili olduğunu ve bunun ayette (İbrahim, 4) geçtiği üzere ALLAH’ın iradesi olduğu konusunda ihtilafın olmadığını ifade eder.

Dilin Istılah Yoluyla Konulduğu Görüşü
Dilin köken açısından ıstılahî ya da uylaşımsal olduğu görüşünü ilk olarak Ebû Hâşim el‐Cübbâî ileri
sürmüştür. Bu konudaki tartışmanın bir tarafını dilin tevkîfî olduğunu öne süren Eşarî, diğer tarafını da Ebû Hâşim temsil etmektedir. Âmidî de dilin kökeni tartışmasında Ebû Hâşim el‐Cübbâî ve bir grup kelâm bilgininin dilin ıstılah ya da uylaşım yoluyla insanlar tarafından oluşturulduğunu öne sürdüklerini belirtir.
“Biz her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara (emredildikleri) şeyleri açıklasın” (İbrahim, 34) ayetinin bi’set ve tevkîf karşısında dilin önceliğini vurguladığını belirterek kendi yaklaşımlarını delillendirme yoluna giderler.
Ayrıca ona göre ALLAH’ın meleklere hitap etmesi de daha önceden bir dilin varlığının kanıtıdır.

Dilin Tevkîf ve Istılah Yoluyla Konulduğu Görüşü
Dilin kökenine ilişkin temel yaklaşımlardan bir diğeri de, dilin bir kısmının tevkîfî yolla geri kalan
kısmının ise ıstılah yoluyla ortaya çıktığı şeklindedir. Bu yaklaşımın da kendi içerisinde ikiye ayrılması söz konusudur. Bunlardan ilkine göre, dilin başlangıcı tevkîfî kökenli, daha sonra oluşan dil ise ıstılahîdir ki, bu görüş Ebû İshak el‐İsferâînî’ye nispet edilir. İkinci eğilim ise, dilin başlangıçta ıstılahî olduğu daha sonra üstbildirim yoluyla tamamlandığı doğrultusundaki yaklaşımdır.

Gazzâlî, belirtildiği üzere, dilin kökenine ilişkin bu üç temel yaklaşımın olduğunu ifade eder. Daha
sonra her bir yaklaşımın olabilirliğini belirtir. Bu yaklaşımlardan hangisinin doğru olduğunun
belirlenebilmesi için akli bir delilin ya da mütevâtir bir haberin varlığının zorunlu olduğuna işaret eder.
Ancak böyle bir delil bulunmadığı için bir tercihte bulunmanın imkansızlığını ve böyle bir tartışmanın
pratiğe dönük bir yararı olmadığı için gereksiz olduğunu belirtir. “ALLAH Adem’e isimleri öğretti” (Bakara, 31) ayetinin dilin tevkîfî kökenli olduğunu öne süren yaklaşımı delillendiren kesin bir nas olmadığını, farklı bir yorum içerdiğini belirtir.
Sonuçta doğruluk ihtimali ağır basan yorum, dillerin çoğunun Adem’den sonra meydana geldiği
doğrultusundadır. Bu yaklaşımların her birinin doğru olmasının mümkün olduğunu, hiç birisinin kesin ve tek doğru olmadığını savunan bir diğer görüş yer almaktadır ki, bu da cumhurun yaklaşımıdır.
Alıntı ile Cevapla