Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 Arkadaşları:5 Cinsiyet:erkek Yaş:37 Mesaj:
4.833 Konular:
926 Beğenildi:342 Beğendi:0 Takdirleri:62 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cevap: sakarya ilitam İslam Hukuk Usulü 1-8. haftalar
7. HAFTA
I. HASS LAFIZ
A. Hâss Kavramı
Sözlükte, “münferit, tek, yalnız” gibi manalara gelen “hâss” usul terimi olarak “tek bir mânayı (bu
mananın fertlerini) teker teker ifade etmek üzere konulmuş lafız”dır. Tanımda geçen “tek bir manayı”
kaydı hâss lafzı müşterek’ten, “teker teker” kaydı da âmm’dan ayırmaktadır.
Arapça'da hâss lafzın birçok çeşidi vardır. Başlıcaları harfler, özel isimler ve cins isimleri, sayı isimleri,
tesniyeler, emir ve nehiyler, mutlak ve mukayyettir. Hâss lafız bir kelime olabileceği gibi bir cümle de
olabilir. Mesela emir ve nehiyler cümle formunda hâss lafızlardır.
B. Hâss’ın Delaleti
hâssın konulduğu mânaya kesin bir şekilde delâlet edeceği ve aksine bir delil bulunmadıkça bundan başka bir mânaya çekilemeyeceği konusunda birleşmişlerdir
Hâss lafız mutlak olarak gelmişse onu kayıtlayacak başka bir delil bulunmadıkça hüküm mutlaklığı üzere sabit olur.
Hâssın kat’î olmasıyla asla başka ihtimalin bulunmadığı değil, delile dayanan bir ihtimalin
bulunmadığı kastedilir. delil dayalı bir ihtimal söz konusu ise hâss lafız bu yönde yorumlanabilir.
1. Mutlak
Mutlak, “belirli olmayan bir ferdi veya fertleri gösteren ve kendisinin herhangi bir sıfatla
kayıtlandığına dair bir delil bulunmayan lafız”dır. Mesela “adam/adamlar, kitap/kitaplar
öğrenci/öğrenciler, kuş/kuşlar” dediğimizde hep birer mutlak lafız söylemiş oluruz. Mutlak lafız, delâlet ettiği fertleri mâhiyet (hakikat) itibâriyle ifade eder.
mutlak ve âmm lafız ilişkisi
Hem mutlak, hem de aşağıda açıklanacak olan âmm lafız umum ifade eder. Ancak mutlak ile âmm
lafız arasında şöyle bir fark vardır: Mutlak delalet ettiği fertlerden herhangi birini ifade eder, bununla
birlikte diğer fertlere de ihtimali vardır; âmm ise delalet ettiği fertlerin hepsini içine alır. Mutlakta şüyû, âmm’da ise istiğrak ve şümûl özelliği vardır.
a) Mutlakın Hükmü
Bir nassda mutlak olarak yer alan bir lafız başka bir nassda mukayyed olarak gelmemişse, mutlak
haline göre amel edilir ve takyidine dair delil bulunmadıkça herhangi bir şekilde takyid edilmesi doğru
olmaz. Bu kural Mecelle’de “Mutlak itlakı üzre cari olur. Eğer nassen yahut delaleten takyid delili
bulunmazsa” şeklinde ifade edilmiştir (md. 64).
2. Mukayyed
Mukayyed de “Belirli olmayan bir ferdi veya fertleri göstermekle birlikte, kendisinin herhangi bir
sıfatla sınırlandırıldığına dair delil bulunan lafız”dır. Mukayyed, mutlakın aksine herhangi bir sıfatla
nitelenerek kapsamı daraltılmış olan lafızdır.
a) Mukayyedin Hükmü
Bir nassda mukayyed olarak yer alan bir lafız başka bir nassda mutlak olarak geçmemişse kayıtlı
haline göre amel edilir ve kaldırıldığına dair delil bulunmadıkça bu kaydın dikkate alınması gerekir.
b) Mutlakın Mukayyede Hamli
Mutlak ve mukayyet lafızlar her zaman yukarıda belirtilen durumlarda bulunmaz. Bazen lafız bir
nassda mutlak halde iken aynı lafız bir başka nassda mukayyed haldedir. Bu durumda, herbiri ile kendi bulunduğu yere göre mi amel edilecektir, yoksa mutlak mukayyede hamledilecek ve mutlakın anlamı mukayyede göre mi belirlenecektir? İşte “mutlakın mukayyede hamli” demek lafzın mutlak olarak kullanıldığı yerde de mukayyedden çıkan anlamın esas alınmasıdır.
1) Her iki nassda hüküm ve hükmün dayandırıldığı sebebin bir olması halinde, mutlakın mukayyede
hamledileceği konusunda alimler görüş birliği içindedir. Bu duruma şu iki ayeti örnek gösterebiliriz:
“Leş, kan, domuz eti... size haram kılındı.” (Maide 3)
“De ki: Bana vahyolunanda, leş ve akıtılmış kan..dan başka yemek yiyecek kimseye haram kılınmış bir şey bulamıyorum.” (En’am 145)
Birinci ayetteki “ed‐dem” (kan) lafzı mutlaktır, “mesfûh” (akıtılmış olma) kaydını taşımamaktadır.
İkinci ayetteki, “ed‐dem” lafzı ise mukayeddir. “Mesfûhan” (akıtılmış) şeklinde kayıtlanmıştır.
Her iki ayette hüküm aynı olup “kan”ın yenip içilmesinin haram kılınmasıdır.
Her iki ayette yer alan hükmün sebebi aynı olup kan yiyip içmenin zararlı oluşudur.
Bundan ötürü fakihler, birinci ayetteki mutlak lafzı ikinci ayetteki mukayyet lafza hamletmişler ve şu
hükme varmışlardır: Haram kılınan kan, akıtılmış kandır. Ette, damarlarda, ciğerde ve kalpte kalan kanın ise yenmesi haram değildir.
2) İki nassda hükümlerin sebebi bir olmakla birlikte bu hükümler farklı ise, bu takdirde mutlakın
mukayyede hamledilmeyeceği hususunda yine bilginler ittifak etmişlerdir.
Mesela, abdest hakkındaki ayette şöyle buyrulmuştur: “Ey iman edenler! Namaza duracağınız zamanmyüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi yıkayın!” (Maide 38)
Teyemmümle ilgili ayet ise şöyledir: “Ve (bu hallerde) su bulamamış olursanız temiz toprakla
teyemmüm edin: Yüzünüze ve ellerinize ondan sürün.” (Maide 6)
Abdest ile ilgili ayette “eydî” (eller) lafzı “ile’l‐merâfık” (dirseklere kadar) kaydı ile mukayyeddir.
Teyemmüm ayetinde ise aynı lafız mutlak olarak zikredilmiştir.
İki nassda yer alan hükümler farklıdır: Birincide yıkamanın, ikincisinde ise meshetmenin farz oluşu.
3. İki nassda hüküm bir, fakat herbir nassdaki hükmün dayandığı sebep farklı ise, Hanefilere göre
mutlak mukayyede hamledilmez, diğer fakihlere göre hamledilir. Mesela, zıhar keffareti ile ilgili ayette şöyle buyurulmuştur: “Kadınlarına zıhar edip de sonra söylediklerinden dönenlerin, karılarıyla temas etmeden önce bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir.” (Mücadele 3)
Hata ile adam öldürme fiilinin keffareti hakkındaki Kur’an ayeti ise şöyledir: “Yanlışlıkla bir mümini
öldüren kimsenin, mümin bir köle âzâd etmesi... gerekir.” (Nisa 92).
Birinci ayette “rakabe” (boyun, yani köle) lafzı mutlak olarak zikredilmiştir. İkinci ayette ise aynı lafız
“mü’mine” kaydı ile mukayyeddir.
Her iki ayette hüküm aynıdır: Köle âzâd etmenin gerekliliği.
Ayetlerden her birindeki hükmün sebebi diğerininkinin sebebinden farklıdır. Birinci hükümde sebep
zıhâr, ikinci hükümde sebep ise hata ile adam öldürmedir.
Bu yüzden, Hanefi bilginler mutlakı mukayyede hamletmemiş, hangi olay hakkında gelmiş ise o olaya
ait olmak üzere her biriyle ayrı ayrı amel etmek gerekir demişlerdir.
Hanefiler dışındaki fakihler ise, bu durumda mutlakı mukayyede hamlettikleri için, onlara göre zıhâr
keffaretinde de hata ile adam öldürme keffaretinde olduğu gibi âzâd edilecek kölenin “mü’min” olması gerekmektedir.
4) İki nassda hem hükümler hem hükümlerin sebepleri farklı olduğu takdirde, mutlakın mukayyede
hamledilemeyeceğini de bilginler ihtilafsız kabul etmişlerdir. Mesela bir ayette hırsızlık eden erkek ve
kadının ellerinin kesilmesinin gerektiği (el‐Mâide 5/38), diğer bir ayette ise abdest alırken ellerin
dirseklere kadar yıkanmasının farz olduğu (el‐Mâide 5/6) ifade edilmiştir. Birinci ayette “eller” lafzı mutlak, ikinci ayette ise eller lafzı “dirseklere kadar” ifadesiyle mukayyettir. Birinci ayette ellerin kesilmesi gerektiği hükme bağlanmıştır. Bu hükmün sebebi ise hırsızlıktır. İkinci ayette ise elleri dirseklere kadar yıkamanın farz olduğu hükme bağlanmıştır. Bu hükmün sebebi ise namaz isteğidir. İşte burada hüküm ve sebep bakımından herhangi bir bağ bulunmadığı için mutlak mukayyede hamledilmeyip her biriyle ayrı ayrı amel edilir.
II. ÂMM LAFIZ
A. Âmm Kavramı
Sözlükte “kapsayan, şamil olan, genel” gibi anlamlara gelen “âmm” terimi Fıkıh usulünde “tek bir
manayı gösteren ve belirli bir miktarla sınırlı olmaksızın bu mananın kendisinde gerçekleştiği bütün fertleri kapsayan lafızdır”
Âmm lafızlardan bir kısmı vaz‘ (sözlük anlamı) itibariyle umum manası taşır. Bir kısmı ise bu
anlamlarını cümle içinde kullanım biçiminden veya siyak ve karineler yardımıyla kazanmışlardır.
Buna göre başında “kül (her biri)” ve “cemî (bütün”) kelimeleri,
başında cins (istiğrak) ifade eden lâm‐ı tarif bulunan lafızlar,
marifeye muzâf olan çoğullar,
topluluk isimleri ve cins isimleri, sorular, ism‐i mevsuller, şart isimleri, olumsuz cümledeki belirsiz (nekira) kelimeler, çoğul emir kipleri
ve benzerleri Arap dilinde umum ifade ederler.
B. Âmm’ın Delaleti
Âmm lafzın kullanılış itibariyle içine aldığı fertlerden bir kısmının dışarıda tutulmasına, yani
kapsamının daraltılmasına tahsîs denir.
Tahsîs edildiğine dair bir delil olmadıkça âmm lafzın bütün fertlerine delalet etmesi esastır.
Mütekellimûn usulcülerinin çoğunluğuna göre âmm lafzın delaleti esas olarak zannîdir (ihtimallidir).
Hanefîler ile diğer bazı mütekellimûn usulcülerine göre ise tahsîs edilmediği sürece âmm lafzın
delaleti kat’îdir (kesindir). tahsisten sonra geri kalan fertlerine delaleti zannî olur.
C. Âmm’ın Tahsîsi
Çoğunluğu teşkil eden bilginlere göre âmmın umum anlamından çıkarılıp
bazı fertlerine hasredilmesi mutlak olarak “tahsis” sayılır, bunu sağlayan delile de “muhassıs” adı verilir. Umum anlamını engelleyen delil ister munfasıl (sözden ayrı) isterse muttasıl (söze bitişik) olsun hüküm aynıdır. Ancak eğer bu delil âmm’dan ayrı ise âmm ile amelden daha sonra gelmiş olmamalıdır. Çünkü bu takdirde artık “tahsis”ten değil “nesih”ten söz edilebilir. Bu bilginlere göre umum lafızları iki yolla tahsis edilir. Bunlar “munfasıl” tahsis yolları ve “muttasıl” tahsis yollarıdır.
1. Munfasıl tahsis yolları
Munfasıl muhassıs, âmmı ihtiva eden nassın bir cüz’ü (parçası) olmayan tahsis delili demektir.
Munfasıl tahsis yolları akıl ve algı (siyak ve hâl karineleri)), konuşanın sözlü beyanı (niyet, garadü’lmütekillîmin), kullanım örfü ve naklî delildir. Naklî delil bir nassın hükmünün bir diğer nass ile tahsis edilmesi demektir. Mütekellimûn usulcülerine göre muhassıs nass âmmın hemen akabinde (ona bitişik olmadan) gelebileceği gibi, âmmdan tamamen ayrı olarak da gelebilir.
2. Muttasıl tahsîs yolları
Muttasıl muhassıs kısaca âmm lafzın kullanıldığı cümle içinde, kapsamı bir açıdan daraltan bütün
unsurlardır. Özne‐yüklem ilişkisini açıklayan, daraltan veya pekiştiren bütün kayıtlar, yani cümlenin özne ve yüklem dışındaki bütün öğeleri umum lafızlarını tahsîs eder. Usul bilginlerinin geneli bu kayıtları istisna, sıfat, şart ve gaye olmak üzere dört ana başlıkta toplarlar.
Hanefiler de esas itibariye bu yolla âmm lafzın kapsamının daraltılacağını kabul ederler. Ancak onlar
bunların hepsine tahsîs adı vermezler. Onlara göre âmmın umum anlamından çıkarılıp bazı fertlerine
hasredilmesine sadece, a) Muhâssısın âmm lafzı ihtiva eden nassdan müstakil/munfasıl olması, b) Âmm’a zaman bakımından mukârin, yani her ikisinin aynı vakitti teşri kılınmış olması, c) Kat’îlik ve zannîlik bakımından âmm’ın derecesinde olması halinde “tahsîs” adını verirler.
Hanefilere göre eğer muhâssıs (istisna, sıfat, şart ve gaye gibi) müstakil değilse (âmm’a bitişik ise),
Hanefîler buna tahsîs değil; “âmm’ın bazı fertleri ile sınırlandırılması” (kasr)” adını verirler. Hanefilerin
burada “tahsîs” terimini kullanmaktan kaçınmalarının önemli bir sebebi “mufhûm‐i muhâlif”i kabul
etmeyişleridir. Nitekim mefhûm‐i muhalif de Hanefi kaynaklarında “tahsîsu’ş‐şey’i bi’z‐zikr” adıyla
anılmaktadır.
III. MÜŞTEREK LAFIZ
A. Müşterek Kavramı
Müşterek, “Her biri ayrı bir vaz‘ ile olmak üzere birden fazla manaya konulmuş lafız”dır. Türkçede
buna eşsesli, yani çok anlamlı kelimeler denir. Müşterek lafzın bütün anlamlarının hakikat olması gerekir. Anlamlarından biri hakikat, diğeri mecaz veya kinaye olan kelimeler müşterek olarak kabul edilmezler.
B. Müşterek’in Hükmü
Usulcülere göre lafızda asıl olan müşterek olmamaktır. Dolayısıyla lafızda müşterek olmama ihtimali
varsa, öncelikle bu tercih edilir. Lafzın müşterek olduğu kesinleştiği takdirde lafzın sîgasına, siyak‐sibakına (bağlamına) bakılarak ya da onunla ilgili başka nasslardaki açıklamalara müracaat edilerek delâlet ettiği anlamlardan biri tercih edilinceye kadar tevakkuf edilmesi (duraksanması) gereklidir. Bu anlamlardan biri tercih edildiğinde, artık bu lafız müşterek olmaktan çıkar ve “müevvel” adını alır.
C. Umûmü’l‐Müşterek
Müşterek bir lafzın bütün manalarının aynı anda kastedilmiş olmasına “umûmü’l‐müşterek” adı
verilir. Hanefî alimlerinin çoğunluğu, “umûmü’l‐mecâz”ı kabul etmezler. Onlara göre müşterek, ifade ettiği manalar için bir tek vaz‘ ile konmamış, her bir mana ayrı bir vaz‘ın konusu olmuştur. Bir nassdaki müşterek lafız ile onun bütün manalarının kastedilmesi müşterekin vaz‘ özelliğine aykırı düşmektedir. Vaz‘a aykırılık ise caiz değildir. Bununla birlikte bazı Hanefî alimleri müşterek lafzın yer aldığı ifadenin olumsuz olduğu durumlarda onun bütün manalarının kastedilmesini caiz görmüşlerdir.
Safiîler ve onlarla aynı düşünceyi paylaşan bazı alimlere göre ise nass ister olumlu ister olumsuz
olsun “umûmü’l‐müşterek” yani müşterek lafızla onun bütün manalarının kastedilmesi mümkündür.
|