Gecenin Getirdiği
Gecenin bir müstesna vaktindeyim........ Belki de gece yarısı mı demeliyim....
Ilık günün En sevgili zamanı, Güneşin son gülümsemesi Gün ertesi, gece öncesi... Ağaçlar kızıl Toprak masmavi Öyle bir yaşam kokar ki, Gün tükenirken Sen bilmezsin. Öyle ben, öyle sen ki bu sükunet... Sen bilmezsin Solurken günün son zerrelerini Çekerim içime seni de.. En yaşanmışlarla beraber Şafak vakti salacağım göğe yine seni de Bendeki bütün renklerinle Gölgelerle birlikte bana dönesin diye Ama kokun kalsın... Bırak, bırak bu canım gün döngüsünde kalsın Ne olur Öyle hatırlayayım kızıl mavi seni Nasıl sessiz değil mi Dil susmuş, ben susmuş, kalemim yazıyor Bozmasın sesim kokundaki sükuneti Ve işte geceye verdim seni...
Fonda Kazancı Bedih... Sıra Gecelerinde ben de kendime bir minder kapmış gibiyim... Geceler zulmetle ayrılık bestesi yapıyor...
Çayın öte yüzünde Ceylan oynar düzünde Ben yarimi tanıram Çifte ben var yüzünde Ağam yar değme bana Paşam yar değme bana Toyda vuruldum sana Can Sultanım vurgunum sana
.....................................
Gecem ve ben..... Gecemle bütünleşen ben... Ben mi geceyim.... Gece mi ben...
Neyse...
Şiirden nesire geçelim bakalım... bahtımızda ne var ?....
....................................
Biliyorsunuz gelmiş geçmiş en büyük AZAMET (SAV), daha çocuk iken pırıltılı bir ameliyat ekibi tarafından cerrahi müdahaleye tabi tutulmuş. İçinden kocaman bir ur çıkarmışlar, sonrada ışıltılı masmavi steril bir sıvıyla her tarafını bir güzel yıkamışlar. Yine pırıltılı eskortlar sürekli O’nu gözetim ve koruma altında tutmuşlar.
Gülü kokladım kokundur diye Seyrine daldım, yüzündür diye Yaprağına dokundum, tenindir diye Ben GÜL'e vuruldum, SANA benziyor diye...
Ve tabi ki, beklenen o muhteşem an gelmiş. Ululazim bir kılavuz üç aşamada gerekli ortamı oluşturmuş. Ondan sonra Asıl Kaynaktan veri transferi başlamış…
Sonra O Büyük Şahsiyet ve Gönüldaşları, her an el ele, diz dize olmuşlar. Gönüldaşları pür dikkat hep onu izlemiş ve O’nun terbiye tahtında yetişmişler.
Desem ki sen benim için, Hava kadar lazım, Ekmek kadar mübarek, Su gibi aziz bir şeysin; Nimettensin, nimettensin !!..
Hani meşhur hikayedir. Bir büyük veli, beni bir kedi irşad etti demiş ve sebebini de şöyle anlatmış:
- Bir gün bir duvara yaslanmış oturuyordum. Karşıda baktım ki bir kedi, bütün vücudu kasılmış bir vaziyette, bir duvar deliğinin önünde pür dikkat ve son derece sessiz bir şekilde bekliyor. Onu izlemeye koyuldum. Hilafsız, tam yarım saat kedi o vaziyette bekledi ve sonunda muradına erdi. Delikten çıkan avını kapması artık anlık bir işti.
Ondan sonra bu şahsiyet, Ustasının her anını bu kedi dikkatiyle izlemiş ve kendisi için gerekli verilere ulaşmış.
Ol kim gide uzak yola Gerçek azık ala bile Almaz ise yolda kala İrmeye hergiz Menzile.
Bir gün halktan birisi Zen ustası İkkyu'ya;
"Ustam en yüce bilgeliğin temel kurallarını şu kağıda yazıver" deyince, İkkyu hemen fırçasını alıp kağıda "dikkat" diye yazmış. Adam "hepsi bu mu ?" diye sorunca, bu kez fırçasını tekrar almış "Dikkat !! Dikkat !!" diye iki kez yazmış. Adam biraz can sıkıntısıyla "bu yazdığında öyle ince bir anlam, fazla bir derinlik göremiyorum" deyince de, bu sefer kağıda "Dikkat !! Dikkat !! Dikkat !!" diye üç kez yazmış.
“Acılara sabırla karşı koydular, tatlı oldular.”
Demek ki, zavallı ve ahmak insanlara tarihin her döneminde rastlamak mümkün olabilmektedir.
Bakınız !! En büyük hastalık ahmaklıktır.
Hz. İsa (A.S.) bir gün çarşıda koşarken, birisi ona niçin böyle koştuğunu sormuş. O da “bir ahmaktan kaçıyorum, ben İsmi Azamı bir kez ölüye okuduğumda ölü Allah’ın izniyle diriliyordu. Bu ahmağa üç sefer okuduğum halde bana mısın demedi” demiş.
Biri gelmiş bu halka müjde diye; Biri, etraf için eza olarak... Kimi -lakin- yaşar ceza olarak.
Gerçekten akıllı insanlarla dostluğun hali bir başkadır.
Arif ile sohbet lal- ü mercan incidir Cahil ile sohbet can incidir
Hani bazı tipler vardır... Tüm sermayeleri 50-60 kilo et yığınından ibarettir.... Kendilerine cazibe veren şey ise yalnızca bir deri parçasıdır. Ama sonuçta deriyi kaldırdığınızda altından ciğer patlağı gibi et çıkacaktır. Bunların karşı cinsten olanları ise, dünyaya yalnızca 45 derecelik bir açıdan bakarlar. Filozofun biri böyleleri için;
“ömrü sofra ile tuvalet arasında geçen insana yazıklar olsun !!”
demiştir.
Hemen her insan uzun yaşamak ister. Öyle zannediyorum ki, diğer bütün toplumlarda da bu böyledir. Bizim toplumumuzda; “Allah uzun ömürler versin” duasını almayan insanımız hemen hemen yok gibidir. Her ne kadar islami çerçevedeki prosedürü farklı olsa da, hapşıran birisine etraftan koro halinde “çok yaşa !!” nidalarını hep duyarız.
ÇOK YAŞAMAK !!!... PEKİ AMA NASIL?.....
Bir dostum bana vaktiyle şöyle yazmıştı:
Her duamızda muhakkak ki, uzun Yaşama isteği var; Eni olmazsa - eğer - bir ömrün Boyu olmuş.... ne çıkar!
“En”den ve “boy”dan ne kastettiği sanırım anlaşılıyor. Ben de nazire olarak şöyle demiştim:
Bizim de duamızda uzun Ama hayırlı yaşama isteği var Eni olmazsa -eğer- bir ömrün Ama boyunca azabı var Öyleyse ensiz geçen bir ömrü Uzatmanın ne alemi var Yoksa eğer bir azametli Sultan “En” yok ömründe ancak “boy” var Fikrimce bu fakire sorarsanız Zikrimce bir çift sözüm var Ustasız geçen bir ömrün Ne tadı vaaaar, ne tuzu var….
Tekrar ana menüye dönecek olursak; o büyük ve ululazim ŞAHSİYET (SAV), Gönüldaşlarının “SETUP”ında gerekli düzeltmeleri yapmış ve gerekli programları yüklemiş. Zaman zaman da yüklü programları “Update” etmiş.
Ben gelmedim dava için Benim işim sevgi için Sevelim, sevilelim Dünya kimseye kalmaz.
Sonra bu gelenek, bugüne kadar sürüp gelmiş.... Mutluluk döneminden günümüze kadar uzanan ağ sistemi tüm insanlığa online olarak hizmet vermiş…. Ve hala vermekte…. Menzile ulaştırmaya çalışan eller olarak…. Elbette bu elleri tutup tutmamak ademoğlunun tercihindedir.
Ancak bilinmelidir ki, Menzile ulaştırmak için uzatılmış eller sabırla beklerken, bu ellere hayır diyecek ellerin, bu kavle dayanamayacak yüreklerin hamallığını yapmanın ne gibi bir izzeti, şerefi olabilir ?
Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek Sen bir ahu gibi dağdan dağa kaçsan da yine Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek
Eller…. Nurlu eller…. Kainatı kucaklayan eller…. yıllardır eksik kalan parçayı bulduran eller… duyguları dumura uğramış ademoğluna can suyu veren eller…
Her yağmur bir gök bulur kendine Her yeşil bir dal Her deniz bir martı Doğacak güneş bir kuytu bulur kendine... Ama ben senin gibi bir dost bulamam...
Ruh güzelliğini nadide bir elmas gibi sunan….. çağlayan misali sevgiyi gönüllere akıtan.... hikmeti gergef gergef yüreklere, beyinlere işleyen…. aşk parıltılarını ruhlarda dans ettiren Canlar Canının nurlu ellerini öpüyor, öpüyor, öpüyorum....
Tutsam ellerini içim ürperir hazdan Başım döner gözlerin gözlerime değse Kalan tek hatıradır gülüşün her vuslattan Sen bastığın yerde çiçeklerin büyüdüğü Her zaman en güzel, her yerde eşsiz Sen yaprak, sen köpük, sen kuş tüyü Sen sevgi nehirlerimin aktığı BÜYÜK DENİZ
Günümüzde insanların bir çoğu basit ve gayesiz bir hayatın çarkları arasında heba olup gitmekteler. Bu insanlara göre mutluluk (ya da mutluluk zannettikleri şey) yalnızca oyun ve eğlenceden ibaret….
Bize bir nazar oldu, Cumamız pazar oldu, Bize her ne olduysa Azar azar oldu.
Bir filozof bu husus için şöyle söylüyor:
“Birkaç yüzyıl sonra dünya üzerinde yaşayan insanlar, 20. yüzyılın çağdaş insanını şöyle tanımlayacaktır: Gazete okur, çiftleşirlerdi...”
BÖYLE BİR SUFLİ HAYATI REDDEDİYOR; SUFİ BİR HAYATA MERHABA DİYORUM….
Necip Fazıl Üstad muhteşem bir davette bulunuyor;
“Varlık, hudutsuz girift bir ağaçtır; ve Sen, Sen Kainatın Efendisi, onun, hudutsuz girift köküsün !
Bu köke bağlı gövde !... Bu gövdeye bağlı kalın dal !.... Kalın dala bağlı ince dal !.... İnce dala bağlı yaprak !.... Yaprağa bağlı ana lif hattı !... Ana lif hattına bağlı şube çizgisi !... Şube çizgisine bağlı küçücük, minicik böcek !...
Ben de buyum ! Bütün insanlık budur ! Ve böyle bir böcek olmaktan üstün paye yoktur !
Böcekler, böcekler ! Üşüşün yapraklara !... Ve küçücük çıkıntı noktalarını tutun ! Şube çizgisi, ana lif hattı, yaprak, ince dal, kalın dal, gövde derken, işte kök !...
Bu hesabı yapabilen, bu nisbeti kurabilen; merkeze doğru namütenahi tek ve muhite doğru namütenahi dağınık bağlantı nizamına tutunabilendir ki, ebediyen kurtulmuştur !...
Böcekler, böcekler ! Üşüşün yapraklara !... O mukaddes kökün beslediği ağaçta, yaprak yaprak, her ferde mahsus birer çıkıntı noktası mevcut... Güneşin doğmasıyla batması arasındaki fani ve serseri böcek hayatından kurtulmak istiyorsanız, üşüşün, üşüşün, üşüşün !...”
Evet.... Üstadın ne müthiş bir seziş ve anlatış kabiliyeti var değil mi ?.... Deryadan adeta inciler çıkarıyor ....
Bir an sevgilinin diyarına varasım gelir. İçindeki Halili göresim gelir. Sözünü işitirim, fakat yüzünü göremem. Yüzünü görmek için canımı veresim gelir.
Gerçek SANATKAR, kapsama alanına girenlere sahip olabilendir. Tıpkı GÜNEŞ USTA ve etrafındaki TALEBE GEZEGENLER gibi.... Düşünün bir kere… Maazallah, GÜNEŞ USTA ipleri bıraktığında TALEBE GEZEGENLERİN hali nice olur ?... Çekim gücü olmayıp da SANATKARIM diye zeybeklenenlerin dağda eşkıyalık yapması şiddetle önerilir….
SON SÖZ:
Şikayetler güldendir Güle sor, bülbüldendir. Ne güldür, ne de bülbül Derdimiz GÖNÜLDENDİR. AŞKINIZ CEMAL, CEMALİNİZ NUR, NURUNUZ AYN OLSUN !!!...
Ahmet Levent, 20.9.2007
NOT: Mısralar, biri dışında sahiplerine aittir.