Cevap: Şehadete Giden Yol - İstanbul – 1434 Şehâdete Giden Yol - İstanbul 1434 / 2013 Bölüm-20
Çok geçmedi Nu’mân vâlîlikten alındı ve Kûfe, Basrâ Vâlîliğine eklendi. Basrâ Vâlîsi Ubeydullah İbn Ziyâd idi. Şimdi her iki şehir ve bu merkezî şehirlere bağlı beldeler de artık Ubeydullah’ın velâyeti altına girmişti.
Yezîd, Ubeydullah İbn Ziyâd’ı sevmezdi. Onu Basrâ vâlîliğinden azletmeye niyetliydi. Âzâdlısı Sercun’un tavsiyesi Kûfe’nin idâresinin de ona verilmesi yönünde olmuştu. Sercun, zeki ve kurnaz biriydi. Yezîd onunla istişâre eder ve fikirlerine de değer verirdi.
Esâsen Yezid’in olgun akla ve basîrete, basîretli insanların istişârelerine şiddetle ihtiyâcı vardı. Ancak o, olgun akıl ve basîret sâhibinden ziyâde işine geleni, hoşuna gideni, emellerine hizmet edeni tercih ediyordu. Sercun, Kûfe’nin de Basrâ’nın da hakından Ubeydullah’ın gelebileceğini söylemiş, bunda ısrar etmiş ve Yezîd’i iknâya muvaffâk olmuştu.
Yezîd, bir mektûb yazarak Basrâ’ya, Ubeydullah İbn Ziyâd’a gönderdi. Ona; “Kûfe’ye vardığında Müslim İbn Akîl’i yakalat, ele geçirince de öldür veya sürgün et!” diyordu. Ona göre çözümün yolu buydu. Ubeydullah da böyle işlerin adamıydı.
Ubeydullah İbn Ziyâd, Basrâ’dan ayrılarak Kûfe’nin yolunu tuttu. Kûfe Basrâ’ya göre daha kuzeydeydi. Fırat nehrinin batı yakasına kurulmuş bir şehirdi. Orta Irak’taydı. Diğer bir ifâde ile Irak’ın merkezî sayılabilecek bir noktasındaydı. Basrâ’da yerine kardeşi Osmân İbn Ziyâd’ı bırakmış, şehir halkını da tehdît etmişti. Yaptığı tehdît sıradan bir tehdît de değildi. Karşı geleni, yakınlarını, hattâ dostlarını ve tanıdıklarını, en uzakta bulunanlarını bile öldüreceğini, insâf etmeyeceğini ilân etmişti.[1]
Kûfe’ye başında siyah bir sarıkla girdi. Sarığın ucuyla yüzünü kapatmıştı. Gözleri açıktaydı. Sahrâlarda yolculuk yapanlar bunu hem rüzgârla hareket eden kum taneciklerinden, hem de güneşten korunmak için yaparlardı. Yüzü kapatmak, ağız kuruluğunu da önler, su ihtiyâcını azaltırdı. Ancak Ubeydullah’ın yüzünü kapatmasının asıl sebebi bu değildi.
Sarığı, elbisesiyle de bütünleşiyor, söz ve tavırları da onları tamamlıyordu. Yol üzerinde rastladığı her guruba “Selâmün Aleyküm” diyerek selâm veriyor, uzun yollar aşarak dostların yanına gelmişcesine sıcak hitâb ediyordu.
İnsanlar; “Ve aleykümü’s-Selâm Rasûlullah Torunu! Hoş geldin, safâlar getirdin!” diyorlardı. Onu Hz. Hüseyin zannediyor, sevinçle pırıldayan gözlerini ona çeviriyor, yol yorgunu bu azîz insanı daha da yormamak için bu kadarla iktifâ ediyorlardı.
Çoğu Müslim’in şahsında Hz. Hüseyin’e biât etmişler, Kûfe’ye geleceği günü bekliyorlardı.
Ubeydullah’ın çevresinde 17 süvârî vardı. Onların arasında Kûfe’ye girmişti. Her guruba selâm vererek halk arasında ilerlemeye devam etti. İnsanlar da ona karşılık veriyorlardı.
Kendisini alamayanlar, yol yorgunluğunu bildikleri halde ona yaklaşıyor, onun bineğinin yanında, yakınında yürüyor, birlikte ilerlemeye devam ediyorlardı. Çevresinde yer alan insanlar giderek çoğalıyordu. Şimdi çevresinde ciddî bir kalabalık oluşmuştu. O, sadece selâm vermekle iktifâ ediyor, sessizliğini koruyarak yola devam ediyordu... [1] El-Kâmil Fi’t-Târîh (3/ 388). |