Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 Arkadaşları:32 Cinsiyet:Bay Memleket:İst Yaş:39 Mesaj:
3.185 Konular:
1383 Beğenildi:174 Beğendi:17 Takdirleri:216 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cevap: Şehadete Giden Yol - İstanbul – 1434 Şehâdete Giden Yol - İstanbul 1434 / 2013 Bölüm-25
Çıktıkları yol, tehlikeli bir yoldu. Ancak zulüm ve haksızlıkların devam etmemesi için çıkılması gereken bir yoldu. Sıkıntılar göğüslenmeli, engeller aşılmalı ve asıl yatağından çıkan nehir, yeniden ana mecrâsına dönmeliydi.
İslâm'ın ilk günleri, Râşid Halîfeler devrindeki günlerle bu günler arasındaki fark ne kadar büyük ve ne kadar derindi. İnsanların da huzûr ve güven dolu günlere olan hasreti ne kadar uzamış, ne kadar çoğalmıştı. Geceler huzur dolu sabah ışıkları ile aydınlanmıyor, günler sükûnetin çöktüğü gecelere kucak açmıyordu. İnsanlar evlerine bedeni yorgun olsa da kalbi huzûrlu dönmüyor, anneler, çocuklar, evlerinin erkeğini sevinç ve huzûrla karşılayamıyorlardı.
Şerîk, Müslim'i, evinde barındıran Hânî'ye haber gönderdi. İbn Ziyâd, ziyâretine gelecekti. Bu ziyâret,Müslim için iyi bir fırsat olabilirdi. gelmeli ve yolundaki bu büyük ve tehlikeli engeli kaldırmalıydı. İbn Ziyâd'ı durdurmak için bundan daha iyi bir fırsat yakalanamazdı. Elindeki güç ve imkânlarla harekete geçerse bir daha kolay kolay durdurulamazdı.
Haberi alan Müslim b. Akîl, Şerîk'in evine geldi. Şerîk onu evin uygun bir yerinde sakladı. İbn Ziyâd gelip oturunca, dikkatler dağılınca su isteyecekti. Bu, Müslim'e harekete geç, durum uygun mesajıydı. Böyle anlaştılar. Bu mesajı duyunca Müslim ortaya çıkmalı ve yezîd'in vâlîsi İbn Ziyâd'ı öldürmeli ve yolun üzerindeki bu tehlikeli engeli yok etmeliydi. Müslim yerini aldı. Her şey hazırdı. Ubeydullah ibn Ziyâd geldi. Şerîk'in yatağının kenarına oturdu. Mehrân isimli bir hizmetkâr ayakta ve hizmete hazır ve tetikte bekliyordu.
İbn Ziyâd ve Şerîk bir süre konuştular. Uygun vaktin geldiği kanâati hâsıl olunca Şerîk; “Bana su verin!” diye seslendi. İşâret verilmişti. Müslim’in ileri atılması ve İbn Ziyâd’ın işini bitirmesi bekleniyordu. Olmadı. Müslim, ortaya çıkmaktan çekindi. Sanki eli ayağı tutulmuştu. Tereddüt başladı mı, çok geçmez beyne ve yüreğe hâkim olurdu. Öyle de oldu. Müslim saklandığı yerde kala kaldı.
Bir câriye su talebini duymuş, elinde su kabı ile misâfirlerin bulunduğu salona ilerliyordu. Saklandığı yerde Müslim’i gördü. O da ne yapacağını bilemez bir duruma düştü. Kalbi çılgınca atmaya başladı. Vücûduna, heyecânına hâkim olamaz duruma düşmüştü. Böyle bir durumda suyu götürsün mü, götürmesin mi, Müslim’i haber versin mi, vermesin mi? bilemedi. Heyacânını saklamanın yolunu da bulamıyordu. Su elinde hiçbir şey görmemiş ve olmamış gibi ilerlerse, Şerîk’in yanına varırsa heyecânı fark edilmez miydi? İçinde bulunduğu hâl farkedilir ve sorulursa o zaman ne diyecekti?! Zihni de, kalbi de, bedeni de tereddütler içindeydi. İlerledi olmadı, geri döndü. Su istendiğini hatırladı tekrar salona yöneldi, birkaç adım attı sonra yine durdu, gidemezdi, gidemedi geri döndü. Bu tereddütü bir daha yaşadı…
Şerîkk de heyecanlanmıştı. Asıl soğukkanlılığını koruması gereken oydu. İşâreti duyulmamış olamazdı. Hem Müslim’in hem de hizmetkârların duyacağı bir sesle söylemişti. Beklenen ve plânlan olmamıştı. Su isterken içi kavrulmamış olsa da şimdi içi kavrulmuştu. Kızgınlığını ve hayâl kırıklığını ustaca kelimelerin içine yerleştirerek yeniden seslendi: “Ölümüm ondan olacak olsa da bana su verin. Beni sudan mı koruyorsunuz!?”
Suyun gecikmesi tabiî bir gecikme değildi. Şerîk’in sözleri ve tavrı da farklı idi. İbn Ziyâd’ın hizmetkârı, aynı zamanda koruması olan Mehrân tehlikeyi sezmiş, tuzağı anlamıştı. Efendisine dokundu. İbn Ziyâd da dokunuşun manÂsını anlamıştı. Derhal ayağa kalktı ve kapıya yöneldi. Şerîk onu odada tutmak istiyordu. Arkasından seslendi: “-Ey Emîr! Sana bazı tavsiyelerim var!”
İbn Ziyâd; “-Döneceğim!” diye cevap verdi. Nasıl döneceğini Allah bilirdi. Ancak İbn Ziyad tamamıyla uyanmamıştı. Kendisine tuzak kurulabileceğine, bunun Şerîk’in evinde olabileceğine fazla ihtimâl vermiyordu. Hizmetkârı onu zorlarcasına evden çıkarttı; aceleyle atına bindirdi ve hayvanı hızla harekete geçirdi.
Mehrân, sanki bu devrede nefesini tutmuş gibiydi, bütünüyle efendisini korumaya kilitlenmişti. Hareket edince sanki derin bir nefes almıştı. Efendisine; “-Seni öldürmek istediler!” dedi. Sesi emîn ve kararlıydı.
İbn Ziyâd onun bu sözlerine; “-Yazıklar olsun! Ben onların dostuydum. Bu insanlara ne oluyor?” diye hayıflı bir cevap verdi.
Sözleri Mehrân’ın kuruntu yaptığı manâsı taşımıyordu. Ona inanmıştı. Mehrân tecrübeli biriydi, kolay yanılmazdı. Şaşkınlığı hayâtın bir dilimini paylaştığı, birçok istişârede bulunduğu, dostluğuna ve iyi tavsiyelerine şâhid olduğu Şerîk’in tavrına idi. O ziyâretine gitmişti. Bu ziyâretin halkı da rahatlatacağını zannetmişti. Sanki ümitlerinin hepsi birden çökmüştü.
Kasrına doğru yol alırken beyninde fırtınalar esiyor, iç dünyâsında ihtimaller, öfkeler, kavgalar, sorular ve cevaplar birbiriyle yarışıyordu… |