Cevap: Şehadete Giden Yol - İstanbul – 1434 Şehâdete Giden Yol - İstanbul 1434 / 2013 Bölüm-32
Kadın; “-Ey Allah kulu! Nasıl bir iyilik istiyorsun?” diye sordu.
Sorarken; “Ben ne yapabilirim ki?” der gibiydi.
Müslim kadının kendi adını duymuş olabileceğini ümit ediyordu. Şehir onun gelişiyle çalkalanmıştı. 18.000 kişi ona biat etmişti. Bu yüzden adı duyulmamış olamazdı. Hz Hüseyin için biat aldığı dalga dalga yayılmıştı. Şimdi yanında kimse olmasa da bu kadar insan yanına gelerek onun elini tutmuş ve ona biat etmişti. Bu aklına geldiğinde yüreğinde yeniden bir acı hissetti. İçindeki yara sızlarken sözlerine devam etti:
“-Ben Müslim İbn Akîl’im. Bu millet beni inkâr etti, aldattı...” Sözlerine devâm edemedi, kadın sözünü kesmişti: “Sen Müslim misin?”
“-Evet.”
Bu cevâbla kapı açıldı. Kadın ona; “-Gir!” dedi. Müslim, açılan kapıdan içeri girdi. Omuzlarına binen terkedilmişlik ve çâresizlik yükünü dışarı bırakamadı, o da kendisiyle birlikte girdi.
Kadının adı Tav‘a idi. Yaşlıca bir kadındı. İki çocuğu vardı. Büyüğünün adı Bilâl idi. Bilâl evden çıkmış, kadın onun dönüşünü bekliyordu. Müslim kapıyı çalınca onun geldiğini zannetmişti. Sonra da o gelir ümidiyle yeniden kapıya çıkmıştı. Günler karışıklığın hâkim olduğu günlerdi. Tav‘a’nın gönlü de karışıktı. Kısacası huzûrsuzdu.
Evet, Müslim’in şehre gelişini duymuştu. Onun gelişini takîb eden hâdiselerden de haberdârdı. Ancak Müslim’i çâresizliğin kucağına iten çözülmeden haberi yoktu. Şimdi öğrenmiş ve üzülmüştü. Bunun manâsı kara bulutların kolay kolay dağılmayacağıydı. İlâhî kader Müslim’i onun kapısına getirmişti. Hayât ne kadar garîb, dünyâ ne kadar değişken, günler sînesinde nice sürpriz taşıyordu.
Kadın, Müslim’i farklı bir bölüme aldı. Aldığı oda iskân için kullanılmayan bir yerdi. Odayı onun için hazırladı. Belliydi ki Müslim’in sadece kalbi değil bedeni de yorgundu. Kalbinin yorgunluk derecesini bilemese de bedenininki hissediliyordu. Onun için yere döşek serdi.
Müslim, sönük gözlerle yatağa baktı. Belki uyku beden yorgunluğunu giderebilirdi. Kırık kalbinin yorgunluğunu ne giderebilirdi, yıkılan duygularını ne tamir edebilirdi, bilmiyordu. İçine çöken garip duyguların ve hüznün bir devâsı var mıydı?.. Onu da bilmiyordu.
Kadın Müslim’e yemek teklîf etti. Müslim yemek istemiyordu. Bunu kadına kesin bir tavırla söyledi. O yüzden kadın ısrar edemedi. Yemek yemeye iştahı yoktu. İç dünyâsı yıkılmış,dış dünyâsı kararmıştı. Böyle bir durumda yemeği ne yapsındı… |