Cevap: Şehadete Giden Yol - İstanbul – 1434 Şehâdete Giden Yol - İstanbul 1434 / 2013 Bölüm-35
Bir taraftan taş yağmuru devam ederken evin çatısını örten kamışları, dolayısıyla da damın yükünü taşıyan kirişleri ateşe verdiler.
Duman, evin içini doldurmaya başlamıştı. Ateş giderek çatıda yayılıyordu. Sıcaklık dayanılmaz bir hâl almıştı. Müslim, kılıcı elinde dışarı fırladı. Çâresiz kalıp dışarı çıkışını bekleyenlerin üzerine atıldı. Hâlâ mücâdeleye devâm ediyor, vazgeçeceğe de benzemiyordu.
Dışarda bekleyenler ve Müslim’in saldırısı ile karşı karşıya gelenler yaralı aslana saldıran sırtlanlar gibiydiler. Ona yaklaşamıyorlar, çevresinden de ayrılmıyorlardı. Yaklaşmaya, sinsi ve ânî bir darbe indirmeye çalışıyor, onun hamlesiyle geri çekiliyorlardı. Tavırları canı tatlı olanların tavırlarıydı.
Müslim ise her şeyi göze alan bir yiğidin, kaslarında kalan son enerjiyi, son gücü kullanmaya azimli bir insanın kararlılığı ile dövüşüyordu. Çevresindekileri dağıtınca kısa nefesler alıyor, onların saldırısı ile yeniden harekete geçiyordu…
Kaldığı evin sâhibi olan Eş‘as’ın torunu Abdurrahmân artık dayanamadı. Onun bu gözü karalığı ve kararlılığı, bedeninden akan kanlara rağmen yılmadan vuruşması şefkatini ve hayranlığını celbetmişti. “-Can güvenliğini ben sağlayacağım! Seni koruyacağım!” dedi. Bu, emân manâsına geliyordu. Bir müslümanın emân verdiğine başkaları dokunamazdı. Emân verilen insan, verenlerin hukûkuna riâyet ettiği gibi emân verenler de emân verdikleri insanların can ve mâl emniyetini temîn ederlerdi. Bu, İslâm hukukunun bir gereği idi.
Allah Rasûlü(sav) şöyle buyuruyordu ki;
المـُسْلِمُونَ تَتَكاَفَأُ دِماَءُهُمْ ؛ يَسْعَى بِذِمَّتِهِمْ أَدْناَهُمْ وَ يُجِـيرُ عَلَيْهِمْ))
(( أَقْصَاهُمْ وَ هُمْ يَدٌ عَلَى مَنْ سِوَاهُمْ
“Müslümanların kanları birbirine denktir. İctimâî açıdan en düşük olanın verdiği güven dahî geçerlidir. En uzağı bile koruma hakkına sâhibdirir. Onlar, başkalarına karşı tek bir eldir…” [1]
Abdurrahmân onu sevmiş, takdîr etmişti. O, Allah Rasûlü’nün amcasının oğlunun oğluydu. Yiğit bir insandı. Onun bu hâli, içini burkmuştu. Onu kurtarmak istemişti. Ancak verdiği söze sâdık kalabilir veya zâlimler karşısında yerine getirme gücü bulabilir miydi?Abdurrahman’ın bu tavrı, yangının içinde hissedilen meltem gibiydi. Müslim’i kısmen durgunlaştırmıştı. Abdurrahmân’ın silâhsız olarak yaklaşmasına ve elini tutmasına izin verdi... [1] Sünen-i Ebû Dâvûd, Cihâd (3/ 183-185 H. No: 2751), Sünen-i İbn Mâce, Diyât (2/ 895 H. No: 2683- 2685). |