Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 Arkadaşları:32 Cinsiyet:Bay Memleket:İst Yaş:39 Mesaj:
3.185 Konular:
1383 Beğenildi:174 Beğendi:17 Takdirleri:216 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cevap: Şehadete Giden Yol - İstanbul – 1434 Şehâdete Giden Yol - İstanbul 1434 / 2013 Bölüm-38
İçeriden haber geldi. Haber üzerine Müslim’i, Vâlî İbn Ziyâd’ın huzûruna çıkardılar. Müslim, şimdi can düşmanının önündeydi.
Dünden bu güne durum ne kadar değişmişti. Dün daha güçlü mevkîde olan kendisiydi. Şimdi çâresiz, kolu kanadı kırıktı. İbn Ziyâd’a selâm vermedi. Onun selâm vermediğini gören muhâfız devreye girdi. “-Emîre selâm vermeyecek misin?” dedi.
Bu soru değil emirdi. “Unuttuğun bir şey var, yerine getir,” demekti.
Müslim; “-Hayır!” dedi. Eğer katlimi istiyorsa selâmın ne manâsı var. Katlimi istemiyorsa istediğiniz kadar selâm veririm.”
Bunu söylerken “Nerde o insâf!” der gibiydi.
Vâlî, ona yöneldi ve ithâm eden bir üslûbla konuşmaya başladı: “-Ey İbn Akîl! İnsanların yanına geldin. Onlar birlik ve dirlik içindeydiler. Onları böldün, parçaladın. Artık aynı sözü konuşmaz oldular. Onları birbirlerinin aleyhine kışkırttın, birbirlerini öldürmeye teşvîk ettin.”
Müslim; “-Hayır!” dedi. “Bunun için gelmedim. Geldim çünkü şehir halkı, babanın izzet ve şahsiyet sâhibi hayırlı insanları katlettiğini, insanların kanlarını haksız ve manâsız sebeplerle döktüğünü, Kisrâların, Kayserlerin yolunu tuttuğunu, onların kendi halkına yaptığını müslüman halka yaptığını düşünüyorlar.
Biz insanlara hak ve adâleti emretmek, onları Allah’ın kitâbı ile hükmetmeye davet için geldik.”
Müslim’in sözleri İbn Ziyad’ı öfkelendirmişti.
“-Ey fâsık! Sen nerede, bu söylediğin nerede? Bu dediğini neden Medîne’de içki içerken yapmadın?!” İbn Ziyâd’ın sözleri de Müslim’i öfkelendirdi. Allah şâhiddir ki o hiçbir zaman içki içmemişti. Aklından bile geçirmemişti. Karşısındaki alçak da bunu biliyordu. Aklına gelen her nev'î yalan ve iftirâ ile onu halkın gözünde yaralamaya, küçük düşürmeye çalışıyordu. Her şahsiyetsiz insanın üste çıkma gayretlerinden biri daha sergileniyordu. Hep bu şekilde sefîhçe bir yol tutarlardı. Müslim; “-Ben mi içki içiyorum?” dedi. ”Allah’a yemîn olsun ki Rabbim senin yalan söylediğini biliyor. Sözünü hiçbir bilgiye dayanmadan söylediğini de biliyor.
İçki içecek biri varsa sensin. Buna benden çok daha yakın olduğun bir gerçek. Ben asla senin söylediğin gibi biri olmadım. Müslüman kanlarını dökenler, bunu kendilerine hayât tarzı seçenler, Allah’ın mükerrem kıldığı canlara hiçbir haklı bir hükme dayanmadan kıyanlar, nice hayâtı zulümle söndürenler, bazen sırf öfkelendiği, bazen de kapıldığı vehmi bahâne edinerek insan katledenler, arkasından hiçbir şey yapmamış gibi çalıp oynayanlar benden daha çok içkiyle anılmaya lâyıktırlar.”
İbn Ziyâd, Müslim’i halkın önünde horlamak, küçük düşürmek istiyordu. Ancak böyle devam ederse kendisi küçük düşeceğe benziyordu. Müslim’in sözleri iyi nişân alınmış oklar gibi hedefini daha iyi buluyordu. Çünkü hedef geniş bir hedef, Müslim de iyi bir okçuydu. İşlediği cürümler, gevşek hayât tarzı Müslim’e geniş bir hedef sunuyordu.
Esâsen meclîste hazır bulunanlar şu anda güçlünün yanında olsalar, düşerek yükseldiklerini zannetseler de kimin ne olduğunu iyi biliyorlardı. Müslim’le eşit şartlarda söz yarıştıramayacağını İbn Ziyâd da biliyordu. Askerleri ile güçlü olmanın, Müslim’in de önünde çâresiz kalışının kendisine sunduğu imkânı sonuna kadar kullanıyordu. Altta kalmamak için yeniden sesini yükseltti:
“-Ey fâsık! Nefsin hayâller kuruyordu, sen de o kuruntular dünyâsında yaşıyordun. Fakat Allah seninle hayâllerinin, kuruntularının arasına set çekti. Çünkü sen buna ehil değildin, Allah da nasîb etmedi.”
Konuşma şeklinden durumunu silâh olarak kullandığı açık olarak anlaşılıyordu. Bununla hem kendini hem de Müslim’e biât ettikten sonra ahde vefâsızlık edenleri, yan çizenleri, sonunda onu yalnızlığa terk edip bu duruma düşürenleri rahatlatmaya çalışıyordu.
Onun dediğine göre Allah, Müslim’i ehil görmemişti. Ehil olan İbn Ziyâd mıydı? Yoksa herkesten daha ehil Yezîd miydi? Ya da şu anda seyreden insanlar, verdikleri ahde sadâkatsızlığa, zulmün yanında yer almaya, onlara güvenerek yola çıkan insanı satmaya, şimdi de hıyânetin meyvelerini toplamaya mı ehildi?Müslim kötüydü, fâsıktı da onlar mı iyiydi. İnsanlara zulmedenler, kan dökerek idareyi elde tutmayı meslek edinenler mi iyiliğin temsilcisiydi? Akla gelen bir şey daha vardı: Yoksa bu insanlar bütünüyle iyiye lâyık değil de Ubeydullah İbn Ziyâd gibi birinin idâresinde yaşamaya mı lâyıktı?
İlk sataşmaların peşinden aralarındaki konuşma şöyle devam etti.
“-Ziyâd oğlu! Sence ehil kim?”
“-Mü’minlerin Emîri Yezîd.”
“-Her hâl ve durumda Allah’a hamd olsun. Biz, Rabbimizin sizinle bizim aramızdaki hükmüne râzıyız.”
“-Sanki idâreye hakkınız varmış gibi bir zan taşıyorsun?”
“-Hayır vallahi! Bu zan değil. Bu kesin bir hakîkat.”
Bu sözün arkasından yine tehdît devreye girdi:
“-Eğer seni, İslâm târîhinde şimdiye kadar hiç kimsenin öldürmediği bir şekilde öldürmezsem Allah canımı alsın!”
“-İslâmda olmayan bir şeyi İslâm’a sokmaya çalışmak sana zaten yakışır. Bildiğin en kötü öldürme yollarından, işkencelerden hiçbirini ardına koyma. Yazarlarınızdan, câhillerinizden öğrenip kazandığınız ne kadar habîs huy, çirkin ahlâk varsa onları da ardına koyma.”
İbn Ziyâd, elinde bulundurduğu güce dayanarak Müslim’e, Hz Hüseyin’e, hattâ bu dünyadan göçüp giden Hz. Alî’ye hakâretler yağdırdı. Konuşmaları giderek çirkefleşti. Onu çıldırmış gibi gören Müslim sustu. Onun düştüğü çirkefliğe düşmek, kirli bataklığa saplanmak istemiyordu.
Hezeyânları biten İbn Ziyâd yine; “-Seni öldüreceğim!” dedi.
Müslim, ölüme zaten hazırdı. “-Öyle olsun!” diye cevâb verdi. Bütün bunlar Abdurrahmân’ın verdiği emânın burada geçmeyeceğini gösteriyordu. Müslim’in de zaten böyle bir ümîdi yoktu... |