Tekil Mesaj gösterimi
Alt 10 Şubat 2014, 13:28   Mesaj No:38

enderhafızım

Medineweb Emekdarı
enderhafızım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:enderhafızım isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5879
Üyelik T.: 28 Aralık 2008
Arkadaşları:32
Cinsiyet:Bay
Memleket:İst
Yaş:39
Mesaj: 3.185
Konular: 1383
Beğenildi:174
Beğendi:17
Takdirleri:216
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Şehadete Giden Yol - İstanbul – 1434

Şehâdete Giden Yol - İstanbul 1434 / 2013 Bölüm-39

İbn Ziyâd bir öncekini söylememiş gibi tekrar etti: “-Seni öldüreceğim!”
“-Bana yakınlarıma vasiyette bulunma fırsatı ver.”
Müslim bunu istiyordu çünkü kendini rahatsız etmeye başlayan bir mektûbu vardı. Hz. Hüseyin’e yazdığı mektûb.
“-Et bakalım!”
Müslim, meclîste bulunanlara göz gezdirdi. Orada bulunanlar arasında Sa’d İbn Vakkâs’ın(r.a) oğlu Ömer de vardı. Ona seslendi:
“-Ey Ömer! Seninle aramızda akrabalık bağı var. Şu anda sana ihtiyacım var. Söyleyeceğim sırdır. Kasrın tenhâ bir köşesine çekilelim.”

Ömer kalkamadı. İbn Ziyâd’dan çekindiği, ondan izin beklediği belli oluyordu. İbn Ziyâd izin verdi. Gelen izin üzerine kalktı. İbn Ziyâd’ın bulunduğu salonda bir kenara çekildiler.
Müslim yerine getireceğine inandığı Ömer’e; “-Kûfe’de 700 dirhem borcum var. O borcu benim yerime sen öde. Bedenimi de İbn Ziyâd’dan iste ve göm. Hüseyin’e haber gönder. Ben ona Kûfe’deki insanların biât edip yanında yer aldığını yazmıştım. O şimdi yollara düşmüş geliyordur,” dedi.

Söyleyecekleri bu kadardı. Sözleri bitince yerlerine döndüler. Müslim’in tavrı, İslâm şuûru taşıyan her mü’minin tavrıydı. Şimdi üzerindeki yükü kısmen boşaltmış, biraz rahatlamıştı.
Ömer, Müslim’in onu kendine yakın bulması ve bir kenara çekerek konuşması ile kendini töhmet altında hissediyor olacak ki bütün söylediklerini İbn Ziyâd’a aktardı. Müslim’in isteklerini reddetmenin manâsı yoktu, izâhı da yoktu. Bütün istekleri kabûl etti ve yerine getirilmesini istedi. Hz. Hüseyin’le ilgili birkaç kelîme söyleme ihtiyâcı duydu: “-Hüseyin’e gelince; o bizi hedef seçmezse biz de onu hedef seçmeyiz. Eğer bizi kendine hedef seçer üzerimize gelirse, biz de elimiz kolumuz bağlı durmayız.”

Müslim, şimdi hazırdı. Kimseye söyleyeceği bir şey yoktu. Esâsen yaşananlar çok şey anlatıyordu. Ancak orada bulunanlar anlamak istemiyorlar, anlamaya niyetli görünmüyordu.

İbn Ziyâd, Müslim’in kasrın tepesine çıkarılmasını emretti. Çok geçmeden Müslim kasrın tepesindeydi. Kendisini seyreden herkesten mânen yüksek olduğu gibi şimdi mekân olarak da yüksekteydi.

Bütün gözler ona kilitlenmişti. Kalplerden geçenleri ise Allah bilirdi. Kendisini seyredenler arasında birkaç gün önce ona biât edenler de vardı. Şimdi yaşadıkları sürece unutamayacakları bir ibret levhasının son bölümünü seyrediyorlardı.

Gözler ona bakarken Müslim kasrın tepesinde yüksek sesle tekbîr, tehlîl getiriyor, Allah’ı tesbîh ediyor, Rabbinden mağfiret diliyor, salât ü selâm getiriyordu. Ardından yanık yüreğinden gelen şu duâ duyuluyordu:

" !اللَّهُمَّ احْكُمْ بَيْنَنـَا وَ بَيْنَ قَوْمٍ غَرُّونـَا وَ خَذَلُونـَا"

“Allah’ım! Bizi aldatan, yardımsız bırakıp çâresiz duruma düşüren bir millet ile aramızdaki hükmünü sen ver!”

Bu, Müslim için duâ, onu aldatan, çâresizliğin kucağına teslîm eden, zâlimlerin eline düşürenler için bedduâ idi. Bir milletin bu şekilde anılması ve târîhte hep böyle yâd edilmesi ne kadar kötüydü. Müslim’in bu sözleri aynı zamanda Kûfe’de yaşadıklarının bir özetiydi.

Sonra Müslim için dünyâ hayâtı bitti. İnen kılıç acıları, çileleri, hıyânetleri, vefâsızlıkları, yorgunlukları, sataşmaları ve küstahlıkları geride bıraktı. İlâhî hesâb için yeniden açılıncaya kadar defteri kapandı.

Kılıcı indiren Bükeyr İbn Hamran’dı. Bükeyr, önceki mücâdelede Müslim’in yaraladıklarından biriydi. O zaman birçok arkadaşı ile bilikte Müslim’e diş geçirememişlerdi. Verilen emânla kılıcını teslîm eden, eli-kolu bağlı kalan Müslim’in cellâdı o olmuştu. O da bu cellâdlığı âhirete taşıdı. Sonra kestiği başı kasrın üstünden aşağı attı. Peşinden de bedenini…

Târîh, 60. Hicrî yılın Zilhicce ayının 9. gününü gösteriyordu. Sonra Müslim’i evinde barındıran Hâni' İbn Urve’yi yakaladılar. Onun başı da hayvan pazarında vuruldu. Başsız bedeni Künâse denilen mevkîde asıldı. Vefâdan pek nasîbi olmayan Kûfe halkına ibret olsun istenmişti. Yoksa, bu cinâyetlerde sizin de payınız var, “Sebep olduğunuzu iyi seyredin” mi denmek istemişti?

Ölümler, Müslim ve Hâni’ ile bitmedi. Kûfe halkı biâtlarından dönüşlerinin daha birçok eserini gördüler. Çünkü İbn Ziyâd tarafından ipler artık iyice ele geçirilmiş, Kûfe’de ölüm çarkı işlemeye başlamıştı. Müslim’in şehâdetinden önce vurguladığı gibi; kan dökerek sultayı elde tutmayı kendilerine idâre tarzı seçenler yeniden ölüm saçmaya, kan dökmeye başlamışlardı.

Müslim’in yanında yer alıp yardım eden, ona biâta teşvîk eden birçok insan öldürüldü ve başları Şam’a, Yezîd’e gönderildi.
Bu başlarla beraber Kûfe’de neler olduğunu, nereden nereye gelindiğini bildiren bir mektûb da Şam’a ulaştırılmıştı.
Sanki Kûfe’de hasad mevsimi gelmişti. Ancak biçilen, hasad edilen ekinler değil, insanlardı.

Allah Rasûlü(s.a.v.), Vedâ Hutbesi'nde; “Bu belde nasıl mukaddes bir belde, bu an nasıl mukaddes bir zaman dilimi ise kanlarınız, mallarınız, ırzlarınız birbirinize öylece mukaddes, öylece harâmdır!” diyordu.

Şimdi ise ne kadar mü’min kanı dökülür olmuştu…
Alıntı ile Cevapla