Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 Arkadaşları:32 Cinsiyet:Bay Memleket:İst Yaş:39 Mesaj:
3.185 Konular:
1383 Beğenildi:174 Beğendi:17 Takdirleri:216 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cevap: Şehadete Giden Yol - İstanbul – 1434 Şehâdete Giden Yol - İstanbul 1434 / 2013 Bölüm-40
Misver İbn Mahreme ise onu yazdığı bir mektûbla ikâz ediyordu: “Ehl-i Irâk’ın mektûbları da seni aldatmasın, İbn Zübeyr’in ‘yanlarına var, onlar sana yardım edeceklerdir,’ sözleri de.”
Belki de Mekke’de kalması için en çok ısrâr edenlerin başında Abdullâh İbn Abbâs(r.a) vardı. “Harem’i terk etme. Eğer Irâklıların gerçekten sana ihtiyâcı varsa, buraya ulaşmak için gerekirse develerle sahrâlar aşar yanına gelirler. Sen de çevreni saran bir orduyla, bir güçle buradan çıkarsın.”
Abdullâh’ın tavsiyeleri yerli yerindeydi. Hz. Hüseyin, Mekke’yi âilesi ile terk edecek, hepsi birden Irâk yollarına düşeceklerdi. Bu küçük kâfile her kötü niyetli birliğin, her Yezîd ordusunun veya ona yaranmak isteyen bir ordunun hedefi hâline gelebilirdi. Irâklılar, Hz. Hüseyin’i hakîkaten ümmetin başında görmek istiyorlar, ümmetin birlik ve dirlik bulma, izzet ve şeref dolu günlerine dönme ümîdinin ona bağlı olduğuna inanıyorlarsa, mektûb yazıp çağırmak yerine güçlü bir birlik ile gelir onu ve âilesini alır, koruma altında Kûfe’ye getirirlerdi. Yüzlerce fersah mesâfeyi tehlikelerle yüzleşerek aşmasına fırsat vermezlerdi.
Akrabâsından olan Bekir İbn Abdurrahmân yanına geldi. “-Amca oğlu!” dedi. “Irâk ehlinin babana ve kardeşlerine yaptığını gördün. Şimdi sen bu insanların yanına varmak için yola çıkmak istiyorsun. Onlar dünyâya kul olmuş insanlardır. Sana yardım vaad edeni bile karşına geçip seninle savaşabilir. Sana muhabbet besliyor olsa bile sevmediği insanların yanında yer alıp seni yardımsız bırakabilir, çâresizliğe terk edebilir. Allah için kendi canını korumanı hatırlatırım. Onun aşkı için ne olur kendini koru!”
Hz. Hüseyin onun bu sözlerine; “Amca oğlu Allah ecrini, mükâfaatını lutfetsin. Allah’ın takdîr ettiği ne ise o olur,” diye karşılık verdi.
Bu sözleri duyan Bekir; " ( إِنَّا للهِ وَ إِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ ) " dedi ve ekledi: “Artık Hüseyin’i Allah yoluna fedâ edilmiş sayıyoruz.”
Hz. Cafer’in Habeşistan hicreti sırasında dünyâya gelen oğlu Abdullâh bir mektûb yazmış, Irâklılar hakkında onu uyarmış, “-Allah için onların yanına gitme!” demişti. Hz. Hüseyin ona; “-Ben bir rüyâ gördüm. Rüyâmda Rasulullâh’ı gördüm, o bana bir şey emretti. Ona doğru gideceğim. Yapmam gerekeni yapıncaya kadar bu rüyânın ne olduğunu kimseye söylemeyeceğim,” cevâbını gönderdi.
Haremeyn Nâibi Amr İbn Sa‘îd İbn Âs’dan bir mektûb ulaştı. Mektûbda onu yanına çağırıyor şöyle diyordu: “Rabbimden sana rüşd ilhâm etmesini niyâz ederim, niyetlendiğinden de seni döndürmesini. Bana ulaştığına göre Irâk’a gitmeye azmetmişsin. Allah’ın seni ayrılıktan korumasını dilerim. Eğer can korkusu taşıyorsan bana gel. Benim yanımda emniyet, dostluk, iyilik ve yakınlık bulacaksın.”
Hz Hüseyin’in ona da cevâbı şu oldu:
“Eğer bana gönderdiğin mektûbda hayrımı, iyiliğimi ve dostluğumu istediysen Allah dünyâda da âhirette de seni mükâfaatlandırsın.
Allah’a çağıran, sâlih amel işleyen ve ‘hakîkaten ben müslümânlardanım’ diyen bir insan ayrılık çıkaran olamaz. Emniyetin en hayırlısı Allah’ın bahşettiği emniyettir. Allah’a inanmayan, dünyâ hayâtında Allah korkusu taşımaz.
Dünyâ hayâtında Allah’tan dilediğimiz korku, yarın kıyâmet gününde bize huzûr ve güven verecek korkudur.”
Rasûlullah’ın vefâtında genç bir sahâbî olan Abdullâh İbn Abbas(ra) artık Hâşim oğullarının büyüklerindendi. Kendisini yakınlarından mes'ûl hissediyor, Hz. Hüseyin ve âilesinin âkıbeti onu korkutuyordu. Hz. Hüseyin’in yanına gelerek defâlarca onunla konuştu, kalmak için iknâ etmeye çalıştı. Kendisi anlatıyor: Hüseyin(r.a), Mekke’den çıkış hakkında benimle istişâre etti. Ona; “İnsanlar davranışımızı hafîf bulmayacak olsa ellerimle başını sımsıkı tutar, seni gitmeye bırakmazdım,” dedim. Bana cevâbı şu oldu: “Herhangi bir yerde öldürülmem Mekke’de öldürülmemden daha iyidir. Olacaksa bu şekilde olmasını tercîh ederim.”
Beni Hüseyin hakkında tesellî eden bir şey varsa, onun bu sözleridir[1]
Gitme kararını ilk duyduğunda da yanına gelmiş; “-Amca oğlu insanlar senin Irâk’a gitmek istediğini konuşup duruyorlar. Ne yapacaksın, bana açıkça söyle!” demişti. Hz. Hüseyin, onun bu sözlerine; “-Bu bir-iki gün içinde inşâAllah yola çıkma kararındayım,” diye cevâb verdi. Duyduğu sözlerle İbn Abbâs üzülmüş; “-Bana söyler misin?” demişti. “Başlarındaki idâreciyi yok etmişler mi, düşmanlarını kovmuşlar mı, beldelerini zabt u rabt altına almışlar mı? Eğer bunu yaptılarsa yanlarına git. Emîrleri hayâtta ve başlarında ise, idâreyi elinde tutuyor, beldeye dirâyetle hükmediyorsa ve memûrları vergileri topluyorsa, onlar seni fitneye ve savaşa çağırıyorlar demektir. İçim rahat değil, insanları sana karşı kışkırtırlar, kalblerini senin aleyhine çevirmenin yollarını bulurlar. Seni dâvet eden insanlar sana karşı en şiddetli insanlar hâline gelirler.”
Bu sözler yerli yerinde sözlerdi. İyiliğini isteyen bir insanın sözleriydi. Hz. Hüseyin ona geçiştirici bir cevâb verdi: “ - İstihâre yapacağım. Ne olacağına yeniden bakacağım.” İbn Abbâs(r.a) yanından ayrıldı, Abdullâh İbn Zübeyr(r.a) girdi. O da ne yapmak istediğini sordu. Hüseyin(r.a); “ - Kendi kendime Kûfe’ye gitme kararı verdim. Orada bulunan taraftârlarım ve şehrin eşrâfı yanlarına gelmem için bana mektûb yazdılar. İstihâre yapacağım.”
Abdullah İbn Zübeyr(ra); “Senin taraftârların gibi taraftârlarım olsaydı, ben onlardan vazgeçmezdim,” dedi. Sözleri gitmeye teşvîk eder gibiydi.
Çok geçmedi, o gün akşam veya ertesi gün Abdullâh İbn Abbâs dayanamayıp Hüseyin’in yanına yine geldi. “-Amca oğlu! Sabretmeye çalışıyorum, sabredemiyorum,” dedi. “Bu yolda ilerlersen hayâtını kaybedeceğinden korkuyorum. Irâk ehli gadretmekten çekinmeyen bir millet. Onların hâli seni kandırmasın. Irâklılar, düşmân bildikleri kimseleri diyârlarından sürünceye kadar bu beldede kal. Ondan sonra yanlarına var. Bu gerçekleşmezse Yemen’e git. Orada kaleler, koruması kolay dağ arası beldeler ve sarp yollar var. Orada babanın taraftârları da var. Şâmlıların hükmü altındaki insanlardan uzakta ol. Onlara mektûb yaz, aralarına dâvetçilerini yay. Bunu yaparsan bir süre sonra arzu ettiğin noktaya geleceğini ümîd ederim.”
Bunlar öncekinden daha da yönlendirici fikirlerdi. Hz. Hüseyin onu dikkatle dinlemişti. Ne demek istediğini anlıyordu, iyi niyetini de biliyordu. “–Amca oğlu! Vallâhî biliyorum ki sen şefkatli bir nasîhatçisin. Ancak ben gitmeye azmettim.” İbn Abbâs’ın yerli yerinde bir tavsiyesi daha vardı: “ - Eğer mutlaka gitmeye niyetlendiysen hac mevsimi geçinceye kadar bekle. Hacda birçok insanla karşılaşırsın, neler düşünüyor, meyilleri nedir, iç dünyâlarında neler taşıyorlar öğrenirsin. Sonra karârını buna göre verirsin.” Abdullâh(r.a) bunları söylediğinde Zilhicce ayı girmiş, Arafat’a çıkışa sayılı günler kalmıştı. Hüseyin(r.a) bu teklîfi de kabûl etmedi. O karârını vermişti, Irâk’a gidecekti. Abdullah dayanamadı, acı da olsa kalbinden geçeni söyledi: “-Gideceksen bâri çocuklarını ve hanımlarını götürme. Vallâhî Osmân’ın, hanımı ve kızlarının gözü önünde öldürüldüğü gibi senin de kadınların ve çocuklarının gözleri önünde öldürülmenden korkuyorum.” Bu da yerli yerinde bir tavsiye idi, ancak yine icâbet edilmedi. Abdullâh’ın ısrârları fayda vermedi.
Hüseyin(r.a); “–Başka diyârda öldürülmem Mekke’de öldürülmekten, başka diyârlarda kanımın helâl kabul edilmesi Mekke hareminde helâl kabûl edilmesinden daha iyidir. Bunu tercîh ederim,” diyordu. Çâresiz kalan Abdullâh İbn Abbâs ağlıyordu.
“-Bu davranışın Zübeyr’in oğlunu sevindirir,” diyor, gözyaşları içinde Hz. Hüseyin’in yanından ayrılıyordu.
Üzüntülüydü, öfkeliydi. Kapıda Abdullah İbn Zübeyr’i gördü.
“–Ey Zübeyr oğlu!” dedi. “İstediğin oldu. Arzuladığın gerçekleşiyor. Gözün aydın! Ebû Abdullah[2] (Hüseyin) buradan ayrılıyor. Hicâz’ı sana bırakıyor.” Sözleri sitem doluydu. Sitemine bir de şiir ekledi:
"ياَ لَكِ مِنْ قَنْبَـرَةٍ بِمَعْمَـرِ | خَلاَ لَكِ الْجَوُّ فَبِيضِى وَ افْرَخِـى
وَ نَقِّرِى كَماَ شِئْتِ أَنْ تُنَقِّرِى | صَيَّادُكَ الْيَوْمَ قَتِـيلٌ فاَبْشِـرِى"
“Ey geniş topraklarda yaşayan kanbere[3] kuşu!
Gökyüzü şimdi senin, istediğin gibi yumurtla, istediğin gibi yavrula.
Ne kadar ötmek istiyorsan artık dilediğince öt,
Bu gün avcın öldü, müjdeler olsun sana!”
O, Abdullâh İbn Zübeyr’in de Hz. Hüseyin’i durdurmasını istiyordu. Kendisi gibi o da kalması için ısrâr etmeliydi. Ancak aksini görüyordu. Abdullâh İbn Zübeyr(r.a) hiçbir zaman Hz. Hüseyin’e muhâlefet etmemişti. Yanına gelir, diğer insanlarla birlikte sohbetine iştirâk ederdi. Mekke’ye ulaşan ve başta Hz. Hüseyin’i hedef alan Yezîd güçlerini o göğüsler, o püskürtürdü. Ancak söz ve davranışları Hz. Hüseyin’i Irâk’a gitmeye teşvîk yönündeydi. Abdullâh İbn Abbâs(r.a) bunu; “Sen Irâk’a git de Hicâz bana kalsın,” manâsına anlıyor, böyle değerlendiriyordu. Abdullâh’ın bütün söz ve davranışları değerlendirildiğinde de ortaya bu manâ çıkıyordu.
Hz Hüseyin, Medîne’ye haber gönderdi. Abdülmuttalîboğullarından durumu müsâid olanları yanına çağırıyordu. Kardeşleri, kızları ve hanımlarından meydana gelen 19 kişi olarak Mekke’ye geldiler. Kardeşi Muhammed İbn Hanefiyye[4] de onlarla berâber gelmişti. Bu günlerde Mekke’den ayrılma karârının doğru bir karâr olmadığını söyledi, kalması için o da ısrâr etti. Ne var ki Hz. Hüseyin’i iknâ edemedi. Muhammed, kendi çocuklarının Hz Hüseyin’le yola çıkmasına izin vermedi. Onun bu davranışı ister istemez Hz. Hüseyin’de kırgınlığa sebeb oldu. Ona; “–Bizim başımıza gelenin çocuğunun başına gelmesinden mi korkuyorsun?” dedi. Kırgınlığı sözlerinden belli oluyordu. Muhammed bu kırgınlık taşıyan soruya cevâb verdi: “-Çocuğumun veya âilemin başına geleceklerden senin başına gelecek benim için çok daha önemli.”
Onun bu sözleri Hz. Hüseyin’in gönül kırgınlığını kısmen yatıştırmıştı. Ancak hiçbir söz onu kalmaya râzı edememişti. [1] El-Bidâye ve’n-Nihâye (8/ 161).
[2] Ebû Abdullâh, Hz. Hüseyin’in künyesidir. Bir insanın künye ile anılması ona hürmet manâsı taşır, ona değer verildiğini gösterir.
[3] Kanbera veya kubbera kuşu, açık alanlarda yaşayan küçük yapılı, Türkçe’de “çekik kuşu” veya “tuğrul kuşu” diye anılan kuştur. Şiir İthâfü’l-Verâ isimli eserde (2/ 47) “kubbera” kelîmesiyle zikredilir.
[4] Muhammed İbn Hanefiyye, Hz. Hüseyin’in baba bir kardeşidir. Yani o, Hz. Ali’nin oğludur. Annesi Hanîf kabîlesinden olduğu, biraz da Fâtıma’nın oğlu olmadığının anlaşılması için İbn Hanefiyye diye anılmıştır. Annesinin adı Havle’dir.
Hicrî 21. yılda Medine’de dünyâya geldi. Son derece bilgili, takvâ sâhibi ve çok cesur bir insandı. Hicrî 81 yılında da vefât etmiştir. Hakkında bize ulaşan birçok bilgi vardır. (A’lâm 6/ 270). |