Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 Arkadaşları:32 Cinsiyet:Bay Memleket:İst Yaş:39 Mesaj:
3.185 Konular:
1383 Beğenildi:174 Beğendi:17 Takdirleri:216 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cevap: Şehadete Giden Yol - İstanbul – 1434 Şehâdete Giden Yol - İstanbul 1434 / 2013 Bölüm-41
Hz. Hüseyin, Mekke’den ayrılmadan önce umre yapmak istedi. Hacca kalmama kararındaydı. Onu ihrâmlı olarak Mültezem’de (Hacerü’l-Esved ile Kâbe kapısı arasında) gördüler. Yanında Abdullâh ibn Zübeyr(r.a) vardı. Her ikisi de ayaktaydı. Konuşuyorlardı. Vakit kuşluk vaktiydi. Güneş yükselmişti, canlıydı. Abdullâh, Hz. Hüseyin’e; “–İstersen aramızda kal, ümmetin idâresini sen üstlen. Yanında yer alır sana destek oluruz. Sana biât eder, bilgi ve tecrübemizi paylaşırız,”dedi.
Hüseyin(r.a) cevâb verdi: “Babam bana bir koçunun olacağını, kanının helâl kabûl edileceğini anlatmıştı. Bu koçun ben olmasını istemiyorum.”
“–O zaman burada kal. Beni işin başına geçir. Sözünden çıkılmayacak, sana karşı gelinmeyecek.”
“–Bunu da istemiyorum.”
Sonra çevredeki insanlar tarafından duyulmaması için seslerini alçalttılar. Bir süre daha böylece konuştular. Güneş iyice yükselmişti. Münâdîler, Minâ’ya çıkış için sesleniyorlardı.
Hüseyin(r.a) tavâfını, arkasından da Safâ, Merve arasında sa‘yını yaptı, saçını kısaltarak umresini tamamladı ve ihrâmdan çıktı.
Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’ın sözleri de paylaşılması gereken sözlerdendi: “–Çıkma! Allah, Rasûlullah’ı(sav) dünyâ ile âhiret arasında muhayyer bıraktı, dilediğini seçecekti. O, âhireti seçti. Sen ondan bir parçasın. Sen de dünyâya ulaşamazsın.”
Vazgeçmeyeceğini anlayınca da sarılarak ağladı ve vedalaştı…
Kûfe Yollarında
Zilhicce’nin 8.günü(Terviye günü), insanlar Minâ’ya doğru akarken Hüseyin(r.a) Kûfe’ye doğru yola çıktı. Yanında, âilesi, yakınları ve onlara yoldaşlık eden Kûfeli 60 kişi vardı.
Hüseyin(r.a) ve yanındakiler Mekke’den ayrılmış gidiyorlardı. Harameyn nâibi Amr İbn. Sa‘îd’in gönderdiği bir ekip yolunu kesti. Başlarında nâibin kardeşi Yahyâ İbn Sa‘îd vardı. Hz.Hüseyin’e;
“- Geri dön! Nereye gidiyorsun?” dedi.
Tavır küstahça, söz emredici idi. Hüseyin(r.a) onlara da sözlerine de aldırmadı, yoluna devâm etti. İki gurup arasında sürtüşme oldu. Kamçılar ve âsâlar havalandı. Darbe sesleri duyuldu.
Gelen gurubun engelleme niyetinin ciddîyeti anlaşılınca Hz. Hüseyin’in çevresindekiler sertleşti ve gelen ekibi gerilemeye zorladı. Hüseyin(r.a) yoluna devâm ederken Yahyâ’nın sesini duydu:
“–Ey Hüseyin! Allah’tan korkmuyor musun? Halîfe’ye bağlı bir cemâate karşı çıkıyorsun. Söz bir noktada toplandıktan sonra ümmetin birliğini dağıtıyorsun!”
Ne kadar garîbdi? Herkes hâdiseye bir başka taraftan bakıyordu. Yezîd’e biât ümmetin birliği olmuş, Hüseyin(r.a) ise parçalayanı, dağıtanı. Yezîd’e itâat takvâ, karşı çıkmak da isyân ve bozgunculuk…
Hüseyin(r.a) bu sözlere şu âyetle cevap verdi:
( ل۪ي عَمَل۪ي وَ لَكُمْ عَمَلُكُمْ اَنْتُمْ بَر۪يۤؤُنَ مِمَّاۤ اَعْمَلُ وَ اَنَا بَر۪يۤءٌ مِمَّا تَعْمَلُونَ )
“Benim amelim bana, sizin amelleriniz de size aittir. Siz benim yaptığımdan uzaksınız ben de sizin yağtığınızdan uzağım, berîyim.” (Yûnus 10 / 41).
Bu, Rabbimizin kulu ve Rasûlünden inkârcılara vermesini istediği cevâbdı. Âyet, “Rabbin bozguncuları, fesâd çıkaranları en iyi bilendir,” âyetinden sonra geliyordu.
Bu sözlerin arkasından iki kâfile birbirinden uzaklaştı.
Kâfile Ten’ îm’de ilerlerken Yemen nâibi Büceyr İbn Ziyâd el-Himyerî’nin Yezîd’e gönderdiği hey'etle karşılaştı. Yezîd’e hediyeler gidiyordu. Elbise boyamak için vers (turuncu boya) ve kumaşlar vardı. Hz.Hüseyin’in kâfilesi bunlara el koydu. Yüklü develeri kiraladı, üzerindeki bütün malların ücretini ödedi. Kâfile çok geçmeden yolda Farazdak ile karşılaştı. Farazdak, Hz.Hüseyin’i tanımıştı. Kendisi Irâk’tan geliyordu. Selâm verdi. Ardından; “–Allah, arzuladığına nâil etsin, emeline ulaştırsın,” dedi. Hz.Hüseyin ona insanların durumunu sordu. Irâk’ta geride bıraktığı insanlar ne düşünüyor, nasıl davranıyordu. Hüseyin(r.a) bunu merâk ediyordu. Etmeliydi de.
Farazdak, Hz Hüseyin’’in ne murâd ettiğini biliyordu. Sorusuna verdiği cevâb az, öz ve ibretliydi:
“–İnsanların kalbi seninle, kılıçları Ümeyyeoğulları ile. Hüküm semâdan iner, Allah dilediğini yapar.”
Hz.Hüseyin; “–Doğru söylüyorsun,” dedi. “Geçmiş ve gelecek her şey Allah’ın takdîrinde. O dilediğini yapar. Her gün yeni bir tecellî ile karşılaşabiliriz. Hoşumuza giden bir kazâ tecellî ederse ni'meti için Allah’a hamd ederiz. Şükrünü edâ için yine onun yardımına sığınır, ondan yardım dileriz. Kazâ arzu ettiğimiz, ümîd bağladığımızla aramızı ayıracak şekilde tecellî ederse niyeti hak olan, iç dünyâsı takvâ dolan haddini hudûdunu bilerek hareket eder.”
Bu sözlerden sonra Hüseyin(r.a) bineğini hareket ettirdi ve; “Es-Selâmü Aleyküm!” diyerek Farazdak’tan ayrıldı. Farazdak, gönlü buruk olarak onun arkasından uzun uzun baktı. Sonra o da Mekke’ye doğru yoluna devâm etti.
Hüseyin(r.a), Zâtü Irk denilen mevkîe varıncaya kadar bir daha durmadı. Irâk istikâmetinden gelenler için mikât mahalli olan Zâtü Irk’ta konakladı.
O, yollarda iken Mervân’dan İbn Ziyad’a bir mektûb ulaşıyordu:
“Hüseyin İbn Alî sana doğru geliyor. O, Fâtıma’nın oğludur. Nefsini hiçbir şeyin tahrîk etmesine izin verme. Sonra hiçbir şey olanları örtemez. İnsanlar onu unutamaz. Dünyâ durdukça anılmaya, konuşulmaya, dillerde dolaşmaya devâm eder.”
İbn Ziyâd’a Yezîd’den de başka bir mektûb geldi:
“-Bana Hüseyin’in Kûfe’ye doğru yola çıktığı haberi ulaştı. Diğer zamanlar içinde senin zamanın böyle bir imtihânla karşı karşıya. Diyârlar içinde de senin belden. Diğer canlılar içinde de sen bu imtihânla yüz yüzesin. Hürriyetini kazanmak da köleler gibi esârete düşmek de bu imtihâna bağlı.”
Hz.Hüseyin’in oğlu Alî’den gelen bir bilgiye göre Hz.Ca'fer’in oğlu Abdullâh(r.a), oğulları Avn ve Muhammed ile bir mektûb göndermişti. O hâlâ Hüseyin’i durdurmak, daha doğrusu korumak için çırpınıyordu. “Mektûbum sana ulaşınca yola devâm etme, beni bekle,” diyordu. “Gittiğin yer helâkin olacak, ehl-i beytin yok edilecek diye korkuyorum. Eğer sen yok edilirsen İslâm’ın nûru söner. Sen hidâyet yolcularının temel direği, yol arayanın yolunu bulacak nişânı, alemisin. Mü’minlerin ümîdisin. Yol almak için acele etme. Ben mektûbun peşinden yoldayım, geliyorum. Vesselâm.” Böyle diyordu. Sanki hep birlikte olacakları hissetmiş gibiydiler. Hakîkî dostlar felâketi önlemek için çırpınıyorlardı.
Abdullâh İbn Ca’fer mektûbu gönderdikten sonra Mekke nâibi Amr İbn Sa‘îd'in yanına vardı. Ona; “ – Hüseyin’e bir mektûb yaz. Ona emân verdiğini, can güvenliğini sağlayacağını söyle. Ona hayırlı düşüncelerini bildir, yakınlık göster. Mektûbunla ona güven ver, geri dönmesini iste. Kalbi mutmaîn olursa belki döner,” dedi. Esâsen Amr da bunu istiyordu. Hz.Hüseyin, sadece Rasûlullah’ın torunu olduğu için kıymetli değildi. O insan olarak da bulunmaz bir kıymetti. Emsâli nâdir bulunabilecek biriydi. Abdullâh’a; “Nasıl arzu ediyorsan benim ağzımdan öyle bir mektûb yaz. Sonra bana getir mühürleyeyim,” dedi. Abdullah nelerin söylenmesini arzu ediyorsa onların hepsini Amr’ın sözleri olarak yazdı. Sonra mektûbu Amr’a getirdi. Amr, mektûbu kendi mühürüyle mühürledi. Abdullâh ondan makûl bir şey daha istedi: “–Benimle birlikte ona güven verecek birini gönder.” Amr da kardeşi Yahyâ’yı gönderdi.
Abdullah ile Yahyâ, Hz.Hüseyin’e yetiştiler. Yazılan mektûbu kendisine okudular. Bu çırpınışlar da fayda vermedi. Hüseyin(r.a,) dönmeyi kabûl etmiyordu. Rasûlullah’ı(sav) rüyâsında gördüğünü ve kendisine bir emir verdiğini söylüyor; “–Ben o yolda devam edeceğim,” diyordu. “–Bu rüya nedir?” diye sorduklarında; “Rabbime kavuşuncaya kadar onu kimseye anlatmayacağım,” diyordu.
Abdullâh ve Yahyâ çâresiz geri döndüler... |