Cevap: Şehadete Giden Yol - İstanbul – 1434 Şehâdete Giden Yol - İstanbul 1434 / 2013 Bölüm- 43
Kûfe’den Gelen Haberler
Hz Hüseyin Kûfe’ye doğru yol almaya devâm ediyordu. Kûfe’de cereyân edenlerden haberi yoktu. Hangi su başında konaklasa, hangi kabîlenin yanına varsa sevgi ve hürmetle karşılanıyor, orada kendisine biât edenler ve katılanlar oluyordu.
Esed kabîlesinden Abdullah İbn Süleym ile Münzir İbn Müşmail anlatıyor: “Haccımızı yapmıştık. Şimdi tek arzumuz Hz Hüseyin’e yetişmekti Nitekim Kûfe’ye varmadan da yetiştik.
Hüseyin(ra), Esedoğullarından bir adamın yanından geçti. Onunla konuşmaya, ona bir şeyler sormaya niyetlendi, sonra bundan vazgeçip yoluna devam etti. Onun arkasından adamın yanına vardık. Haberleri sorduk. “-İnsanlar ne yapıyor?” dedik. “-Ben Kûfe’den ayrılmadan Müslim İbn Akîl ve Hânî İbn Urve öldürülmüştü. Onların
ayaklarından tutularak çarşıda sürüklendiğini gördüm,” dedi.
Adamla konuştuktan sonra Hz Hüseyin’in peşinden yetiştik. Kûfe’de olanı ona da haber verdik. Defalarca; (إِنَّا للهِ وَ إِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ) “Biz Allah’ın kullarıyız, onunuz ve ona döneceğiz,” dedi. Ona; “-Allah için, Allah için kendi canını düşün! Kendini koru!” dedik. “-Onlardan sonra yaşamanın ne hayrı var?” diye cevap verdi.
Hüseyin(ra) çok üzülmüştü. Sözleri hem üzüntüsünü, hem ümit kırıklığını aksettiriyordu. Derin derin iç çekti. Haberle birlikte kara bulutlar çökmüş gibiydi. Kaybedilen canlar, can dostlar ve kaybolan ümitler…
Kûfe yine öbür çehresini göstermişti. Acı veren ve çirkin olan çehresini. Hz Hüseyin’in yanındakilerden biri; “Vallahî Müslim’le sen aynı değilsin,” dedi. “Kûfe’ye sen varsaydın, insanlar hemen çevrende yer alırdı.” Bu doğru muydu? Hakîkaten alırlar mıydı veya ne kadarı alırdı. Bunların hakîkî cevâbını Allah bilirdi. Müslim’in biât edenler gibi önceden yanında yer alırlar sonradan dağılırlar mıydı?.. Onu da Allah bilirdi. Ancak ortada bir gerçek vardı: Bütün bunlar üzüntüyü dağıtmıyor, gidenleri geri getirmiyordu.
Hz Hüseyin’in kâfilesinde Akîl’in oğulları da vardı. Kardeşlerinin ölümünü ve uğradığı muâmeleyi duymuşlar, yürekten yaralanmışlardı. Geri dönme fikrini kabûl etmediler. “-Hayır!” diyorlardı.”İntikâmımızı almadan ya da kardeşimizin tattığını biz de tatmadan geri dönmeyiz!”
Hüseyin(ra) yola devam etti. Zerûd denilen mevkîye ulaşınca kendisiyle mektûb gönderdiği Kays’ın ölüm haberini aldı. Acısına acı eklendi. “-Bizim safımızda olduğunu söyleyenler bizi hayâl kırıklığına uğrattı. Kolumuzu kanadımızı kırdılar,” dedi. Çok üzülmüştü. Ümîdleri, istikbâle âit düşündükleri derin yaralar almıştı. Aldığı yaraların acısını kalbine gömerek yanındakilere döndü ve büyüklüğünün gereğini yaptı:
“-Kim ayrılmak isterse hiç sıkıntı duymadan ayrılabilir. Bize bağlılık mecbûriyetiniz yok,” dedi. Bu; “-Durumu görüyorsunuz. Bu yolun ucunda dünyâlık ümîdi yok. Sıkıntılar ve acılar var. Belki de ölüm var. Sizi bunların içine sürüklemek istemiyorum. Bu durumu bilerek kendi karârınızı verin. Ayrılmayı seçenler serbesttir. Onları kınamıyoruz,” demekti.
Bu sözün arkasından garîb bir el değmiş gibi çevresindeki insanlar sessizce sağa sola dağılmaya başladı. Kûfelilere yakışan bir başka davranış yaşanıyordu. Geriye Hz Hüseyin’in Mekke’den yola çıktığı insanlar kaldı. Ölüme kadar onunla olmayı göze alanlar.
Ayrılanlar kınanmadı, kendilerine sitem edilmedi. Ancak her gidenin arkada burukluk bırakmadığı, giderken de içleri rahat gittiği elbette ki söylenemez... |