Cevap: Şehadete Giden Yol - İstanbul – 1434 Şehâdete Giden Yol - İstanbul 1434 / 2013 Bölüm- 44
Mechûle Giden Adımlar
Zilhicce ayı bitmiş Muharrem ayı başlamıştı. Zilhicce’nin bitişiyle Hicrî 60. yıl da bitmiş, 61. yıla girilmişti.
Hz. Hüseyin, yanındakilerle birlikte artık nereye gideceğini, nerede duracağını bilmez bir şekilde ilerliyordu. Gönlündeki bütün ümit ışıklarının sönüp sönmediğini bilemiyoruz. Ancak durumun ne kadar ümit pırıltılarına kapalı olduğunu anlıyor, mü’minin ye’se kapılmayacağını, kapılmamasının gerektiğini biliyoruz. Târîh de, onun bu duyguyla mücâdeleye devâm ettiğine şâhid oldu.
Ubeydullah İbn Ziyâd, Hz Hüseyin’in Kûfe’ye doğru geldiğini ve yaklaştığını biliyordu. Çevreye muhâfız birlikleri salmış, onlardan Basrâ, Kûfe ve Şâm yollarını çok iyi takîb etmelerini, hiç kimseyi bu şehirlere bırakmamalarını, uzaklaşmaya da müsâade etmemelerini emretmişti. Kısaca şehirlere, insanların iskân ettikleri beldelere girmelerine müsâade edilmeyecek, uzaklaşıp gözden kaybolmalarına da imkân verilmeyecek, ilerleyişleri durdurulacak ve boş arâzîlerde oyalanacaklardı.
Hz. Hüseyin ve adamları “Şeraf” denilen yere gelmişlerdi. Burada konakladılar. Seher vakti olmuştu. Hüseyin(r.a) hizmetinde bulunanlara alabildikleri kadar su almalarını söyledi. Suyu çok almalarını istiyordu çünkü, bir sonraki merhalede, hangi şartlarda konaklayacakları mechûldü.
Sular alındıktan sonra gün ortasına kadar yola devâm ettiler. Hz. Hüseyin(r.a) adamlarından birinin tekbîr getirdiğini duydu, niçin tekbîr getirdiğini sordu. “-Hurmalık gördüm!” diye cevâb verdi. Sevinmişti, sesi de sevinçliydi. Bu açık denizde ilerlerken kara parçası görmek gibi bir şeydi. Hurmalık görüldüğünün söylenmesi kâfiledekileri sevindirmişti. Çünkü düzenli ağaçlar var demek, bahçe var demekti. Bahçe var demek de yerleşim beldesi, insanlar var demekti. Onlar, umrân bir diyâra ulaşıldığı manâsına geliyordu. Günlerdir mamûr diyârlardan uzaktılar. İçinde insanların yaşadığı bir beldeyi özler hâle gelmişlerdi. Ancak hac dönüşü gelerek kâfileye yetişen iki Benî Esedli sevinçlere gölge düşürdü. “-Bu mekânda hurmalık yoktur,” dediler.Onlar bölgeyi bilen insanlardı. Civârda böyle bir hurmalık yoktu. Bu mıntıkada konup göçen bedevîler arasında buraya yakın herhangi bir hurmalığın sözünün edildiğini de duymamışlardı. Hz.Hüseyin endişelenmişti. Onlara; “-Sizin kanâatiniz nedir?” diye sordu. Cevâb, endîşeyi artırıcıydı: “Süvârî birliği. Sizin peşinizdeler, size doğru geliyorlar!”
Uzaktan hurma ağaçları zannedilenlerin çok geçmeden ağaçlar gibi yerlerinde durmadığı, giderek yaklaştığı anlaşıldı. Benî Esedliler haklı çıkmıştı. Gelenler süvârî birliğiydi. Hüseyin(r.a); “-Sırtımızı vereceğimiz bir sığınağımız yok mu? Düşmânla tek cebheden yüzyüze gelelim,” dedi. Benî Esedliler, “-Var,” dediler. “Zû Hasm denilen yer.”Bulundukları yerden sola dönüp Benî Esedlilerin rehberliğinde hızla “Zû Hasm” diye anılan mıntıkaya doğru ilerlediler. Oraya süvârî birliğinden önce ulaşmalı ve orada yer tutmalıydılar.
Zû Hasm’a varınca atlarından indiler. Hüseyin(r.a) çadırların kurulmasını emretti. Çadırlar kuruldu, şekil olarak düzenlendi. Hazırlıklar bittikten sonra sırtlarını dağa verdiler ve yüzlerini gelen süvârî birliğine dönerek birliğin gelişini beklemeye başladılar... |