Tekil Mesaj gösterimi
Alt 11 Şubat 2014, 10:39   Mesaj No:6

EyMeN&TaLhA

Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:EyMeN&TaLhA isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 21422
Üyelik T.: 08 Kasım 2012
Arkadaşları:35
Cinsiyet:
Mesaj: 3.297
Konular: 784
Beğenildi:132
Beğendi:34
Takdirleri:141
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Sevgili Pisikoluğum Bediüzzaman (2)

Sevgili psikoloğum Bediüzzaman-5



Sevgili psikoloğum, dünyada hiçbir psikolok yoktur ki, kendisi ebedi âlemde olsunda, kitabı hastasının imanını kurtarsın üstelik tedavi etsin. Yazdıklarını okurken anlıyoruz ki aynı zamanda sizinle dertleşiyoruz.

Duygularımızın diline tercüman olup, gönülden geçenleri, hakikatlerin telinde mest eden nağmeler haline getirmişsiniz. Okuduklarımız düz bir metinden ziyade, yaralı gönüllerimizden aklımıza atılan neden, niçin gibi kıvılcımlara, yıldırımlar gibi karanlıkları yırtan, aydınlık reçetesi metni ve cevaplar oluyor. Yine öyle bir psikoloğsun ki, terapi ettiklerin, acılar içinde kıvrananlara, hayata küs perdeleri çekenlere yardımcı olup, yeni başlangıçlara vesile oluyorlar... Evet, bizi terapi etmeye, içimizdeki taşları ayıklamaya devam edecek sininiz. En önemlisi de iyileşmemiz için, hastalıklarımızı kabul etme gereğini anlamamızı sağlıyorsunuz.

Sevgili psikoloğum, size rüyada bir hitabede, münevver, emsalini dünyada görmediğiniz, Selef-i Salihînden ve a’sârın meb’uslarından gelen: “Ey felâket, helâket asrının adamı, senin de reyin var. Fikrini beyan et!” ifadesine verdiğiniz ve o harika insanları rahatlattığınız cevap, bizlere de günümüzdeki felaketlerde rahatlatıcı, iyileştirici merhem oluyor. Kuran’ın etrafında kenetlenmemiz, ondaki hakikatleri anlayışımıza ve uygulamamıza kolaylık sağlayan efendimiz (sav)’in sünnetine artması gereken muhabbete, eskisinden daha çok ihtiyacımız var. Bütün bunlara vesile olduğunuz için, minnettarlığımızı en iyi ifade edecek olan daha fazla okumamız gerektiğini anlıyoruz.

Sevgili psikoloğum, aylardır yaşanan hadiseler, dışarıda ruhu yaralı, yüreği yaralı insanlara ulaşmayı engelliyor. Ne paralel yapı, nede hiçbir oluşum, iman kurtarma yanında bir değer ifade etmiyor. Tüm insanlığın huzuruna muhabbet fedaisi olmak, en güzel yapı ve ne güzel oluşum.

Enerjilerimizi siyaset yerine onların kurtuluşuna yönlendirsek, ne çok insanın iman hakikatlerini tanımasına, ebedi hayatlarının kurtuluşuna vesile olacağız. Siyasetin tozu dumanı, nurlara ihtiyacı olanları göremeye engel oluyor. Siyaset iman kurtarmıyor, Kur’an talebesi olmak iman kurtarıyor. Gönüller, tedavi için iman hakikatlerini beklerken, bizim siyasetle vakit geçirecek lüksümüz yok. Zira Allah’ı ve Efendimizi gereği gibi tanımadan, Kur’an ikliminden nasiplenmeden hayat geçirenlere bu yaşanan gürültüler kulak vermeği engelliyor.

Sevgili psikoloğum, Kordon’da yürürken bir beyefendinin oturduğu banka yaklaştım ve izin isteyip, selam vererek bankın diğer ucuna oturdum. Bir süre sonra kendisiyle tanışarak, uzunca muhabbet ettik. Murat bey, 70’li yıllarda İzmir’e Doğu Anadolu’dan gelmiş, ticaretle uğraşarak emekli olmuş. Sakin ama içi fırtınalı birine benziyordu. Sizin reçetenizdeki iman hakikatlerinden fırsat buldukça anlatmaya çalıştım. Her insaf ehlinin kabul ettiği hakikatleri ilgiyle dinlemişti.

Oturduğum yerden ayaklarımın iyice üşüdüğünü hissedip, birini kaldırıp, diğerini indirmeye başlamıştım. Ayıp olmasın diye de kalkıp gidemiyor, anlattıklarını dinliyordum.

Benim ayaklarımı hareket ettirmeye başlamam dikkatini çekmişti, merakla sordu:

“Ayaklarınız mı üşüdü?”

“Hem de nasıl, karlar üzerinde yalın ayak gibiyim. Allah beterinden korusun.”

“O derecemi üşüyor” dedi.

“Aynen öyle Murat Bey.”

Murat Beyin yüzüne birden hüzün hâkim olmuş, yüzündeki çizgiler derinleşmişti. Bakışları bir noktada sabit kalarak, düşüncelere dalmıştı. Bir süre bende sessizce denizi izlemeye koyuldum. Bir ara dönüp yüzüne baktım:

“Sessiz kaldınız, düşünceye daldınız sanırım.”

“Evet, Bana unutamadığım bir şeyi hatırlattınız.”
“Hayırdır? Anlatmanızda sakınca yoksa dinlemek isterim” dedim.

Oturduğu yerden biraz doğruldu, yönünü bana doğru çevirerek, iki elini önünde birleştirdi:

“Aslında daha önce hiç kimseye hatta eşime ve çocuklarıma bile anlatmadım.”

Merakım artmıştı:

“Kim bilir belkide karşılaşmamız hayra vesile olur.”

“Sizin ayaklarınızın üşümesi bana çocukluğumla ilgili bir şeyi hatırlattı.”
“Buyurun dinliyorum.”dedim. Hüzünlü bir şekilde anlatmaya başlamıştı.

“Henüz okula başlamamıştım. Memleketimde sert bir kış hüküm sürerken, arada sokağa yazlık naylon ayakkabılarımla çıkıp, karlar üzerinde bir iki sağa sola koşturup, oynamaya çalışarak, sonra eve dönerdim. Annem bir akşam babam eve döndüğünde yazlıklarımı göstererek:

“Murat karda kışta bunlarla dışarı çıkıyor” demişti.

Ertesi akşam babam eve içleri tüylü bir çift siyah naylon botla dönmüş. Sabah uyandığımda annem babamın bana bot getirdiğini söyleyince sevinmiştim. Babamdan çekinmiş sevinç çığlıkları atamamıştım. Sessizce holde botları ayağıma takıp, dolaşmaya başladım. Kız kardeşim ve babam henüz kalkmamışlardı. Annem gaz ocağına çayı koyarken, arada bakışları beni takip ediyordu. Sevincime diyecek yok, kısık sesle söyleniyordum. Babam uyanmış, anneme sert sesle "çay hazır mı" diye sormuştu. Benim botlar ile dolaştığımı görünce yanına çağırıp öfke ile, “Neden botları ters giydin?” diye çıkışmıştı. Ben korkumdan kalakalmış, dizlerim titremeye başlamıştı. Babam artan kızgınlıkla, "Çabuk çıkar botları ayağından” demişti. Botları ayağımdan çıkarıp, düzelterek tekrar giymek isteyince babam hışımla kolumdan tutup, dış kapıyı açarak, benim ceza olarak çorapsız çıplak ayaklarımla buzun üzerinde kalmamı isteyip, içeri girerek kapıyı kapatmıştı.

Yalın ayak buz üzerinde beklemeye başlamıştım. O bekleme kaç saniye ya da dakika olmuştu hiç hatırlamıyor ve bilmiyorum, hatırladığım bir şey vardı ki ayaklarım kaskatı olmuştu. Küçücük yüreğime öfke dolmuş ve botlara nefret etmiştim. Hatta kırgınlıktan hiç içeri girmeyi düşünmüyordum. Sonsuza kadar orda kalmak istemiştim. Birden kapı açılıp, babam tekrar kolumdan tutup, sertçe içeri çekmiş, “Aklın başına geldi mi? Bir daha ters giymezsin İnşallah” demişti. Babam işe gittikten sonra öfkemden o gün ayakkabılara hiç dokunmamış, bir köşede uzun süre sessizce kalmıştım. İşte şimdi o hadiseyi tekrar hatırladım” demişti.
Sevgili psikoloğum, Murat beyin anlattığı ve babasına olan kırgınlığı beni üzmüştü. Babalar bazen bilmeden çocuklarının dünyasına derin izler bırakan yanlışlar yapıyorlar. Oturduğum yerden biraz yaklaşarak:
“Murat bey, belki de babanız da gereken sevgiyi görmeden çocukluk geçirmiştir, bunu da düşünmek lazım değil mi? Birkaç saniye ya da birkaç dakika buzun üzerinde çıplak ayakla ceza olsun diye bekletilmenizin sizi üzmesi, kırması doğrudur. Ayaklarınız üşümüştür ki bunu da iyi bilirim, üşüyen ayaklar sahibi olduğum için. Ama siz bunu uzunca yıllar unutmamakla, aklınızdan çıkarmamakla, duygularınız babanıza karşı buz tutmuş; yüreğiniz üşümüş. İçinizin ısınması için, ruhunuzun buzları çözülmesi için, bence babanızı affetmelisiniz. Kısa bir süre ayaklarınızın üşümesine, babanızın insafsızlığına bedel olarak, bir ömür ceza vermişsiniz. Aslında affetmemek, kendimize ceza oluyor. Bizi kıran ve üzen öfke duyduklarımız, uzaklarda bile olsa, yanı başımızda durarak, üzülmeye devam etmemize sebep oluyorlar... Onların bizi kısa sürede kırmalarına bir ömür hem kendimize hem onlara ceza sanırım pek adil değil. İçimizdeki zindanın kapılarını açıp, onları şartsız afla salıvermeliyiz. Çünkü nefret ve kin, ayaklı hapishane taşımaktır. Onları zindana koymakla kendimizi de zindana hapsediyoruz.”


Murat beyin gözleri dolmuştu. Yine kısa bir süre sessiz kalarak, ağır ağır elini cebine sokup, telefonunu çıkardı ve birini aradı. Karşıdan cevap gelince biraz doğrularak, diğer eli ile gözlerini silip, “Selamün aleyküm baba! Ben Murat nasılsın?” dedi.

Uzunca konuşmuş, bende sessizce dinlemiştim. Telefonu kapadıktan sonra, elimi sıkıca kavrayıp:

“Allah razı olsun kardeşim, sizinle karşılaşmamız ne iyi oldu, şu an itibari ile içimdeki babama olan öfkemi salıverdim” dedi. Ben de sevinçle izin isteyip kalktım. Düşünüyordum… Dışarıda hayatlarına dokunulması gereken, çok insan var. Siyaset ile uğraşı ve tarafgirlik ise sadece engel olmakta.


alıntıdır

Selahattin GEZER

risale haber
Alıntı ile Cevapla