Cevap: İstanbul ilitam Arapça-2 metin tercümeleri 8.ÜNİTE المِحَكَّةُ الجديدةُ YENİ KAŞAĞI
كان بيتُنالم يكد يُرى من كثرة أشجار الكستانة المحاطة به. Evimiz kendisini kuşatan kestane ağaçlarının sıklığı yüzünden neredeyse görünmüyordu.
و أنا كنت أحب اللعب مع أخي الصغير في الحديقة و خاصة في الإصطبل. Ben ise küçük kardeşimle bahçede özellikle de ahırda oynamaktan hoşlanırdım.
كان لأبي سائس الخيل اسمه دَادَارُوه يَحُسُّ حصان أبي و يقوم بعمل تنظيف البيت و الإصطبل. Babamın Dadaruh adında atını tımar eden, evin ve ahırın temizlik işine bakan bir seyisi vardı.
كنت أنا أيضا أريد أن أُطمِّرَ الحصان مثل داداروه و أطلب منه المحكة لكنه كان لا يسمح لي في هذا الأمر. Ben de Dadaruh gibi atı tımar etmeğe can atıyor ve kendisinden kaşağıyı istiyordum, ancak o bu konuda bana izin vermiyordu.
و أنا ما كنت أعدل عن الطلب و في النهاية كان داداروه ينـزعج من كثرة طلبي و يُجلسني على الحصان و يعطيني المحكة. Ben ise bu talepten geri adım atmıyordum, isteğimin sıklığından ötürü sonunda Dadaruh bunalıyor, beni atın üzerine oturtup elime kaşağıyı veriyordu.
لكني ما كنت أستطيع أن أَحُسَّ الحصان مثله. Fakat atı onun gibi tımar etmeyi beceremiyordum.
لأنَّه عندما بدأ داداروه الحَسَّ كان يَهُزُّ ذيله من الفرح و السرور. Çünkü Dadaruh tımara başladığında, hissettiği mutluluk ve keyiften ötürü kuyruğunu sallardı.
لكن بحكِّي إياه ما كان يهز ذيله بل يهتز و يَتَبَلْبَلُ. Fakat kendisini ben tımar ettiğimde kuyruğunu sallamadığı gibi kendisi irkilip huysuzlanıyordu.
فيوما من الأيام كان داداروه و أخي الحسن قد ذهبا إلى شاطئ النهر. Günlerden bir gün Dadaruh ve kardeşim Hasan nehir kıyısına gitmişlerdi.
و ودِدْتُ أن أحس الحصان بوحدي لكن لم أجد المِحَكَّة بعد طول البحث عنه. Atı kendi başıma tımar etmek istedim ama uzun süre aramama karşın kaşağıyı bulamadım.
و جلست تحت الشجرة حزينا. فقلت في نفسي: يا تُرى أين وضع داداروه المِحسَّة؟ لماذا لا أجده؟ Melül mahzun ağacın altına oturdum. Kendi kendime dedim ki: Dadaruh kaşağıyı acaba nereye koydu? Onu niçin bulamıyorum?
بينما كنت ألتفت يُمنَةً و يُسرة لفت انتباهي كوخ داداروه فأطْلَقْتُ صَرخةً عالية قائلا: لا بد من أن تكون المحكة فيه!! Sağ sola bakınıp dururken dikkatimi Dadaruh’un kulübesi çekti. Yüksek sesle şu şekilde haykırdım: Kaşağı muhakkak orada olmalı!!
و عدوت نحوه راكِضاً و دخلته. فإذا فيه محكةٌ جديدة تتلألأ على الرفِّ. Koşarak hızla ona doğru ilerledim ve içine girdim. Bir de ne göreyim, rafın üzerinde yeni bir kaşağı parlıyor.
أخذتها دون أن أُفَوِّت وقتا فأسرعت إلى الإصطبل. Hiç vakit kaybetmeden onu aldım ve ahıra koştum.
دخلت الإصطبل لاهثا و كان حصان أبي يأكل الشعير نظر إليَّ بِبَلاهة فلم يكترث لِي و تابع أكله. Nefes nefese ahıra girdim. Babamın atı arpa yemekteydi. Aldırış etmeksizin o değilden bana baktı ve yemeye devam etti.
دنوت منه و بدأت أن أحكَّه لكنَّه انزعج و زَعِل من حَسِّي إياه. Yaklaşıp onu tımar etmeye başladım. Fakat rahatsız oldu ve benim kendisini tımar etmemden ötürü huysuzlandı.
استغربت من هذا لأنه متى حكه داداروه كان يهز ذيله فَرِحا. و أنا أيضا كنت أُحرِّك المحسة مثله. Bu durumu yadırgadım, çünkü Dadaruh tımar ettiğinde keyiften kuyruğunu sallıyordu. Ben de kaşağıyı aynı onun gibi hareket ettiriyordum.
نظرت إلى أسنان المحكة فوجدتها حادَّةً. ثم شرعت أن أمسحها على الجدار كي تَتَثَلَّمَ و لا يزعَل منها الحصان. Kaşağının dişlerine baktım ve onları keskin buldum. Sonra körelmesi ve dolayısıyla atın kendisinden rahatsız olmaması için onu duvara sürtmeye başladım.
لكن عندما كرَّرْتُ الحك وجدتها ينزعج. و هذا أثار غضبي فألقيتها على الأرض ثم ضربتها بحجر و انكسرت فألقيتها في الحوض. Fakat tekrar tımara başladığımda yine huysuzlandığını gördüm. Bu durum öfkemi kabarttı. Onu yere attım, sonra bir taşla ezdim. Kırıldıktan sonra yalağa attım.
و بعد غد صباحا سمعت صوت أبي يدعو داداروه غضبانَ و يسأله عن المحكة المكسورة التي وجدها في الحوض. فأجابه بأنه لا يعرف عنها شيأ. Ertesi gün sabah Dadaruh’a öfkeyle bağırırken babamın sesini işittim. Kendisine yalakta bulduğu kırık kaşağıyı soruyordu. Kendisi ise babama onunla ilgili bir şey bilmediği yönünde cevap veriyordu.
فوجَّه أبي السؤال إليَّ فخِفت من عقابه فقلت بأن الحسن قد أخذها من كوخ داداروه و كسرها. Babam aynı soruyu bana da yöneltti. Cezalandıracağından korkarak Hasan’ın onu Dadaruh’un kulübesinden alarak kırdığını söyledim.
كان الحسن صغيرا لذلك عندما سَأله أبي و أنكر لم يُصدِّقه أبي و غضب عليه و عاقابه و قال له أن لا تخرجْ من البيت حتى تعترفَ بِجُرمَك!!! Hasan küçüktü. Bu yüzden sorup da o inkar edince, babam kendisine inanmadı, öfkelenip onu cezalandırdı ve ona suçunu itiraf edene dek evden çıkma dedi.
حزن الحسن حزنا شديدا و نظر إلى أبي بعين تتوسل إليه فلم يرجع عما قال ثم نظر إليَّ مسترحما و ابتلع ريقه فلم يسطع أن يتفوه بِبِنْتِ شَفَةٍ لكني لم أقل الحق. Hasan çok üzüldü, babama yalvaran bir gözle baktı, ama sözünden de dönmedi. Sonra medet umarcasına bana baktı, yutkundu, tek kelime edemedi. Ancak ben de doğruyu söyleyemedim.
ثم نكس رأسه فقال بصوت منخفض بأنه لم يقترف أيَّ ذنب و المُجرِم ليس هو بل أنا. لكن أبي لم يصدقه و عاقبه كما قال. Sonra başını eğdi, kısık bir sesle hiçbir suç işlemediğini gerçek suçlunun kendisi değil ben olduğumu söyledi. Ancak babam ona inanmadı ve dediği biçimde onu cezalandırdı.
مرَّت على هذه الحادثة أيامٌ. كنت أخرج من البيت كل يوم و الحسن لا يتكلم معي و يتفرَّج على الحديقة من النافذة طوال اليوم مشتاقا إلى الخروج و اللعب في الحديقة. Bu hadisenin üzerinden günler geçti. Her gün evden çıkıyordum. Hasan benimle konuşmuyor, dışarı çıkma ve içinde oyun oynama özlemiyle gün boyu pencereden bahçeyi bakıyordu.
فيوما قالت أمي بأن الحسن قد أصيب بمرض و اشتدت حرارته. دعا أبي طبيبا. و بعد الفحص قال الطبيب إنه أصيب بالخُناق. Bir gün annem Hasan’ın bir hastalığa yakalandığını ve ateşinin arttığını söyledi. Babam bir doktor çağırdı. Muayene ettikten sonra doktor kendisinin kuşpalazına yakalandığını söyledi.
أصبحت أمي كئيبة و بدأت تصيح و تقول: وا ولداه وا ابناه وا قلبي. Annem perişan oldu, feryada başladı ve şöyle dedi: Vah evladım vah! Vah oğlum vah! Ah kalbim!
أنا كنت قد خجلت من فَعْلَتي لكن ما قلت لأبي الحقيقة. ثم تلك الليلة سمعت أخي يَئِنُّ متألما و يقول مرَّةً وا رَأْسِي و مرة وا حُلْقُمَاه و مرة وا صدريا. Yaptığımdan utanmış ancak babama gerçeği söylememiştim. Sonra o gece kardeşimi acı içinde inlerken duydum. Kâh ah başım, kâh ah boğazım, kâh ah göğsüm diyordu.
و أمي لم تنم ليلةإذٍ و كانت تنتظر عنده و تُمَرِّضُه حسَبَ ما تعلم من التمريض و تصيح كئيبة و عيناها تذرفان بالدموع... Annem o gece uyumadı, onun başucunda bekliyor ve bildiği kadarıyla bakımını yapmaya çalışıyordu. Perişan bir halde feryat ediyor, gözleri yaşlarla doluyordu.
وا ولدُ وا حسناه وا ابنيا وا كبداه. لم أتحمَّلْ هذا المشهد المُؤْلِم و قررت على أن أقول كل شيء صباحا كما حدث و نِمْتُ. Vah oğul! Vah Hasan’ım! Vah evladım! Vah ciğerim! Bu trajik sahneye dayanamadım, sabahleyin her şeyi olduğu gibi anlatmaya karar verip uyudum.
استيقظت بالنواح قبل أن ينبلج الفجر. فإذا بالبيت مليء بالأقرباء و الجيران يَرْثون أخي. Daha şafak sökmeden feryat u figanla uyandım. Bir de ne göreyim ev kardeşime ağıt yakan akraba ve komşularla dolu.
و رآني أحدهم و صرخ قبل أن أسأله سبب بكائه بأن قال: وا أخاكاه و التفت الآخر لأبي و أمي و صرخ قائلا وا ولدكماه وا ولدكموه. İçlerinden biri beni gördü, ona ağlama nedenini soramadan şu sözlerle haykırdı: Vah kardeşin senin! Bir başkası babama ve anneme dönüp şöyle diyerek haykırdı: Vah oğulcağızınız, vah evladınız!
و غُشِيت على أمي و أمسكها أبي كي لا تقع على الأرض.... Annem bayıldı, yere düşmesin diye babam onu tuttu.
مضت سنواتٌ طويلة على هذه الحادثة الأليمة. تزَوَّجْت و رُزِقت بابنٍ. سميته الحسن. لكني لا أستطيع النوم منذ ذلك اليوم. أقضي لياليَّ ساهرا. Bu elim olayın üzerinden uzun yıllar geçti. Evlendim bir oğlum oldu. Adını Hasan koydum. Fakat o günden beri beni uyku tutmuyor. Gecelerimi uykusuz geçiriyorum.
و كلما يأخذني نعاس أرى في منامي الحسن يقول لي: و الله ما كسرت أنا لماذا كذبت عليَّ؟ لماذا؟ أنا ماذا فعلت بك؟ Her ne zaman beni uyku tutsa rüyamda Hasan’ı görüyorum. Bana diyor ki: Vallahi ben kırmadım. Niçin bana iftira attın. Ben sana ne yaptım ki?
فأستيقظ من النوم. و يضيق صدري و تَفيض دموع عيني... Uykudan uyanıyorum. İçim daralıyor, gözyaşlarım akıp gözümden taşıyor…
(بتصرف من أقصوصة الأديب عمر سيف الدين) Yazar Ömer Seyfettin’in öyküsünden sadeleştirilerek alınmıştır. |