Konu Başlıkları: Ubudiyet
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 20 Şubat 2014, 02:33   Mesaj No:7

Tuba_

Medineweb Emekdarı
Tuba_ - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Tuba_ isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 20781
Üyelik T.: 10 Ekim 2012
Arkadaşları:13
Cinsiyet:
Yaş:39
Mesaj: 1.326
Konular: 73
Beğenildi:19
Beğendi:6
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cevap: Ubudiyet

F- İnsan Külli Ubudiyet İçin Yaratılmıştır

Yazar: Mehmed Kırkıncı, 08-7-2010

İbadet, Cenab-ı Hakkın varlık ve birliğini, azamet ve kibriyasını tasdik ederek emrine itaat ve kulluk etmektir. İbadet, “*Hâlik ile abd arasında pek yüksek bir nisbet ve şerefli bir rabıtadır.”1

İbadet, İslâm dininin ruhu ve temelidir. İman edip hakkıyla ibadet eden insan, kâmil manada Müslüman olur ve Cenab-ı Hakkın muhabbet ve rızasını kazanır.

Cenab-ı Hakkın bizlere emrettiği ibadetlerin bir kısmı malî, bir kısmı da bedenîdir. Bunlar namaz, oruç, zekât, hac ve tefekkür gibi ibadetlerdir. Hastalıklara ve musibetlere sabır ve tahammül etmek ise menfi ibadetlerdendir.

Cenab-ı Hak, insanı kendisine itaat ve ibadet için yaratmıştır. Nitekim Kur’an-ı Kerimin’de:*“Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.”2*buyurarak bu hakikati ifade etmiştir. Bazı müfessirler*liya’budunkelimesini*liya’rifun*olarak da tefsir etmişlerdir. Yani insanın yaratılmasından asıl maksat, Halık’ını bilmek, O’na itaat ve ibadet etmek ve böylece O’nun rızasını kazanmaktır.“O’nun muhabbetiyle kendinden geçmektir. Kalbin göz bebeğinde aks-i nurunu yerleştirmektir.3

Evet, insanın yaratılışındaki asıl gaye, Allah’a iman etmek ve ona gönül hoşluğuyla ibadet edip rızasını kazanmaktır. Şu ayetlerde de aynı hakikat şöyle zikredilmektedir:*“Ey insanlar! Hem sizi, hem de sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz. Böyle yapmakla her türlü zarardan korunmayı ümit edebilirsiniz.” “O Rabbiniz ki, yeryüzünü size bir döşek, göğü de bir kubbe yaptı. Gökten yağmur indirip, onunla size rızık olarak çeşitli mahsuller çıkardı Öyleyse siz gerçeği bilip dururken, sakın Rabbinize eş koşmayın.”4

Bediüzzaman Hazretleri bu ayet-i şöyle izah etmektedir

“İbadet, şükürdür. Şükür, mün'ime edilir; yani nimetleri veren zâta şükretmek vâcibdir. Yani: Rabbinize ibadet yaptığınızda şerik yapmayınız. Zira Rabbiniz ancak Allah'tır. Sizi, nev'iniz ile beraber halkeden odur. Ve Arz'ı size mesken olarak hazırlayan odur. Semayı sizin binanıza dam olarak yaratan odur. Ve sizin rızık maişetinizi tedarik için suları gönderen odur. Hülâsa, bütün nimetler onundur; öyle ise bütün şükürler ve ibadetler de ancak onadır.”5

Öyleyse insan, vazife-i asliyesi olan ibadeti kendi saadet ve selametine vesile yapıp, Allah’ın ibadetten müstağni olduğuna itikat etmelidir. Yani insan, Cenab-ı Hakkın hiçbir mahlukun ibadetine muhtaç olmadığının şuurunda olmalıdır.

İbadet yalnız ve yalnız Cenab-ı Hakkın rızasını kazanmak için yapılır. Çünkü “Ubudiyet, emr-i İlahîye ve rıza-yı İlahîye bakar. Ubudiyetin dâîsi emr-i İlahî ve neticesi rıza-yı Hak'tır. Semeratı ve fevaidi, uhreviyedir. Ubudiyetin esası olan, acz ve fakr ve kusur ve naksını bilmek ve niyaz ile dergâh-ı uluhiyete karşı secde etmektir”.6

İnsanın en mükemmel fiili kendi vicdanın sesiyle riyasız olarak aşk ve muhabbetle yaptığı ibadettir. Zaten ibadetin hakikatı da budur. Bir kulun aşk, muhabbet ve hürmetle halıkını sevip O’nu tazim etmesi, cidden şerif ve nezif bir ibadettir.

Ubudiyet insanın kulluğunun şuurunda olup ona göre hareket etmesidir. Her şeyde olduğu gibi, ubudiyet ve kullukta da rehber ve önder Hazret-i Peygamber’dir (sav).

“Rabb-ül Âlemîn, meyve-i âlem olan insana, âlemi içine alacak bir vüs'at-i istidad verdiğinden ve bir ubudiyet-i külliyeye müheyya ettiğinden ve hissiyatça kesrete ve dünyaya mübtela olduğundan, bir rehber vasıtasıyla, yüzlerini kesretten vahdete, fâniden bâkiye çevirmek istemesine mukabil; en a'zamî bir derecede, en eblağ bir surette, Kur'an vasıtasıyla en ahsen bir tarzda rehberlik eden ve risaletin vazifesini en ekmel bir tarzda îfa eden, yine bilbedahe o zâttır.”7

Ubudiyet-i külliyenin bir vechesi de Cenab-ı Hakkın insana verdiği nihayetsiz istidat ve kabiliyet ile O’na ayinedarlık etmesidir. Mesela gözüyle Cenab-ı Hakkın kainattaki asarına bakıp temaşa etmesi, kulağıyla ibretli şeyleri dinlemesi, dilinin taamlar için bir müfettiş olması ve aklıyla en büyük ibadet olan tefekkürü yapmasıdır.

Ulema-i Kiram Hazretleri ibadeti dörde ayırmışlardır:

1 Cenneti kazanmak için yapılan ibadetler,

2 Cehennem azabından kurtulmak için yapılan ibadetler,

3 Allah’ın rızasını kazanmak için yapılan ibadetler,

4 Muhabbetullah için yapılan ibadetler.

Bütün kullar Cenab-ı Hakka ibadet etmeye borçludurlar. Bundan hiç kimse hariç kalamaz. İnsanın yaptığı ibadetler Cenab-ı Hakkın vermiş olduğu geçmiş nimetlere bir şükürdür, gelecek nimetlere mazhar olmak için değildir.

“Evet biz ücretimizi almışız. Ona göre hizmetle ve ubudiyetle muvazzafız.”8

Zira Cenab-ı Hak, bizi kendisinin bir ihtiyacı olduğu için yaratmadı. Ancak kemal-i kereminin icabı olarak halkedip, bütün nimetler ile perverde etti.

“İşte insan, şu kâinata geldikten sonra "iki cihet ile" ubudiyeti var: Bir ciheti; gaibane bir surette bir ubudiyeti, bir tefekkürü var. Diğeri; hazırane, muhataba suretinde bir ubudiyeti, bir münacatı vardır.

*Kâinatta görünen saltanat-ı rububiyeti, itaatkârane tasdik edip kemalâtına ve mehasinine hayretkârane nezaretidir.

Sonra, esma-i kudsiye-i İlahiyenin nukuşlarından ibaret olan bedi' san'atları, birbirinin nazar-ı ibretlerine gösterip dellâllık ve ilâncılıktır.

Sonra, herbiri birer gizli hazine-i manevîye hükmünde olan esma-i Rabbaniyenin cevherlerini idrak terazisiyle tartmak, kalbin kıymet-şinaslığı ile takdirkârane kıymet vermektir.

Sonra kalem-i kudretin mektubatı hükmünde olan mevcudat sahifelerini, arz ve sema yapraklarını mütalaa edip hayretkârane tefekkürdür.

Sonra, şu mevcudattaki zînetleri ve latif san'atları istihsankârane temaşa etmekle onların Fâtır-ı Zülcemal'inin marifetine muhabbet etmek ve onların Sâni'-i Zülkemal'inin huzuruna çıkmağa ve iltifatına mazhar olmaya bir iştiyaktır.

*eserden müessire geçer, görür ki: Bir Sâni'-i Zülcelal, kendi san'atının mu'cizeleri ile kendini tanıttırmak ve bildirmek ister. O da iman ile marifet ile mukabele eder.

Sonra görür ki: Bir Rabb-ı Rahîm, rahmetinin güzel meyveleriyle kendini sevdirmek ister. O da ona hasr-ı muhabbetle, tahsis-i taabbüdle kendini ona sevdirir.

Sonra görüyor ki: Bir Mün'im-i Kerim, maddî ve manevî nimetlerin lezizleriyle onu perverde ediyor. O da ona mukabil; fiiliyle, haliyle, kaliyle, hattâ elinden gelse bütün hasseleri ile, cihazatı ile şükür ve hamd ü sena eder.

Sonra görüyor ki: Bir Celil-i Cemil, şu mevcudatın âyinelerinde kibriya ve kemalini ve celal ve cemalini izhar edip nazar-ı dikkati celbediyor. O da ona mukabil: "Allahü Ekber, Sübhanallah" deyip, mahviyet içinde hayret ve muhabbet ile secde eder.

Sonra görüyor ki: Bir Ganiyy-i Mutlak, bir sehavet-i mutlak içinde nihayetsiz servetini, hazinelerini gösteriyor. O da ona mukabil, ta'zim ve sena içinde kemal-i iftikar ile sual eder ve ister.

Sonra görüyor ki: O Fâtır-ı Zülcelal, yeryüzünü bir sergi hükmünde yapmış. Bütün antika san'atlarını orada teşhir ediyor. O da ona mukabil: "Mâşâallah" diyerek takdir ile, "Bârekâllah" diyerek tahsin ile, "Sübhanallah" diyerek hayret ile, "Allahü Ekber" diyerek istihsan ile mukabele eder.

Sonra görüyor ki: Bir Vâhid-i Ehad, şu kâinat sarayında taklid edilmez sikkeleriyle, ona mahsus hâtemleriyle, ona münhasır turralarıyla, ona has fermanlarıyla bütün mevcudata damga-i vahdet koyuyor ve tevhidin âyâtını nakşediyor. Ve âfâk-ı âlemin aktarında vahdaniyetin bayrağını dikiyor ve rububiyetini ilân ediyor. O da ona mukabil; tasdik ile, iman ile, tevhid ile, iz'an ile, şehadet ile, ubudiyet ile mukabele eder.

İşte bu çeşit ibadat ve tefekküratla hakikî insan olur, ahsen-i takvimde olduğunu gösterir. İmanın yümnüyle emanete lâyık, emin bir halife-i arz olur.”9

Mabud-u Hakk’ın emrettiği ibadetler, insanların gücünün yetmeyeceği şekilde değil, hatta insan takatinin çok altındadır. Müfessirler, Cenab-ı Hakk’ın emrettiği ibadetlerin insan takatinin son sınırı olmadığını ifade etmişlerdir. Yani bunun sınırı orucu bir ay tutmak ve namazı beş vakit kılmak değildir. Öyle ise, O’nun emirlerini yerine getirmede tembellik göstermek, hatta hiç yapmamak mümin kullarına yakışmadığı gibi, hem de bir cinayet-i azimedir.

Zerrelerden yıldızlara kadar, canlı cansız her şey Allah tarafından vazifelidir. Onların vazifeleri ibadetleridir. Her şey ibadet ile mükellef iken, elbette insan gibi mükerrem, şuurlu bir mahluk bundan müstesna olamaz.

Cenab-ı Hak, âhirette bizlere :“Ey Kullarım! Ben sizleri yoktan var ettim. Sizin nihayetsiz ihtiyaçlarınızı yerine getirmek için bütün kainatta olan enfusi ve afaki nimetlerimle size teveccüh ettim. Yani size ihsan ettiğim bu hadsiz maddî ve manevî nimetleri başınızdan aşağı döktüğüm halde siz kimin huzurunda eğildiniz, kime secde ettiniz, kime hizmet eylediniz ve nimetlerin şükrünü kime ettiniz? Şükür ve ibadet bana layık iken, beni unutup kimlere el açıp boyun eğdiniz?”*dediğinde o huzurda hâsıl olan hayâ ve utanma ateşi, Cehennem ateşine nisbeten daha ağır ve şiddetli olmaz mı?

Öyle ise her insan, şu ulvi hakikatı her türlü kötülüğü isteyen nefs-i emaresine söylemelidir:

“Ey nefs-i emmarem! Sana tabi değilim. Sen istediğin şeye ibadet et ve istediğin şeyin peşine düş; ben ancak ve ancak beni yaratıp, şems ve kamer ve arzı bana müsahhar eden Fâtır-ı Hakîm-i Zülcelal'e abd olurum.”10

Tevhid bülbülleri unvanına layık olan müezzinler, şairin ifade etttiği,

“Emr-i Bülentsin ey ezan-i Muhammedî!

Kâfi değil sadana cihan-ı Muhammedî!”

ulvî hakikatını minarelerden yükselen lâhuti bir sada ile mü’minlerin kalplerine sürur ile doldururlar. İşte o müezzinlers seher vakti “” nidası ile insanları uyku gafletinden uyandırarak, dergâh-ı ilâhiyeye kulluk vazifeleri için davet ederler. İlahi feyizlerin sağnak sağnak yağıp tecelli ettiği o seher vaktinde, azamet-i subhaniyeyi temaşa eden ve O’nun vahdaniyetini ve kudretini müşahede eden hakiki neşe erbabı için, bundan daha büyük bir lezzet ve mazhariyet tasavvur edilemez. Hakiki aşk ile gark olan bir mü’min, o vakitte abdest alıp ubudiyetini ilan etmekle ebedi bir saadete kavuşur ve o vaktin letafetini zevk eder.

Allah’ın rızasını kazanmak kadar büyük bir saâdet düşünülemez. Bunun en büyük vesilelerinden biri ibadettir. İbadetle insan, kalbini Allah’a bağlar; tevekkül ile O’na istinad eder, hadiselerin tazyikinden kurtulur, huzur ile yaşar. İbadet, insanların kalplerinden uzaklık perdesini kaldırır ve onları daimî bir huzura kavuşturur, tâ ki gaflete dalarak Allah’ı unutmasınlar.

İnsan ibadetsiz olmaz. Zira ibadet insanın,

“Bu misafirhane-i dünyada, aciz ve fakir kalbine kut ve gıda ve elbette bir menzili olan kabrinde gıda ve ziya ve herhalde mahkemesi olan mahşerde senet ve berat ve ister istemez üstünden geçeceği sırat köprüsünde nur ve buraktır.”11

Dipnotlar:

1*İşarat-ül İ’caz s, 83

2*Zariat Suresi, ayet, 56

3*Sözler 129.

4*Bakara Suresi ayet 21-22

5*İşaratül İcaz s, 95

6*Lem’alar

Alıntı ile Cevapla