Konu Başlıkları: Sorum var
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 23 Şubat 2014, 00:07   Mesaj No:14

umut628

Medineweb Aktif Üyesi
umut628 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:umut628 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 24048
Üyelik T.: 01 Ocak 2013
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 242
Konular: 66
Beğenildi:64
Beğendi:0
Takdirleri:110
Takdir Et:
Standart Cevap: Sorum var

KIRAAT İLMİ ve TARİHİ


Abdülhamit BİRIŞ1K: 1963 yılında Oğuzeli'nde (Gaziantep) doğdu. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ni (1987) bitirdi. Aynı üniversitede Tefsir alanında yüksek lisans (1990) ve dok­tora (1996) eğitimi gördü. Araştırma maksadıyla 2 yıl Pakistan ve Hindistan'da, 1 yıl da İngiltere'de bulundu. Başbakanlık Os­manlı Arşivi, TDV İslâm Araştırmaları Merkezi ve Türkmen Dev­let Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde görev yaptıktan sonra 2001 yılında UÜ İlahiyat Fakültesi'ne Tefsir Yardımcı-Doçenti olarak atandı. Arapça, İngilizce ve Urduca bilen Binşık'ın kitap, makale, bildiri, ansiklopedi maddesi ve çeviri çalışmaları bulun­maktadır.

ÖNSÖZ


Yüce Kitabımız Kur'ân-ı Kerîm, indiği günden itibaren bir yandan zengin anlam dünyasıyla ve insanlann problemlerine ge­tirdiği çözümlerle diğer yandan da kendisine özgü mûsiki ve okunuş tarzıyla insanları derinden etkilemiştir. Hz, Peygamber (s.a.) Kur'ân'ı doğru ve güzel okuma noktasında Cebrail aracılı­ğıyla eğitilmiş, kendisi de benzer eğitimi ashabı üzerinde icra et­miştir. Resûlullah ashâb içerisindeki güzel seslileri ve güçlü ez­berleme yeteneğine sahip olanian Kur'ân kıraati için teşvik etmiş hattâ özel olarak yetiştirmiştir. Resûl-i Ekrem döneminde ashâb içerisinden bazıları Kur'ân'ı güzel okuma noktasında temayüz etmişler, bunlar kıraat ilminin sonraki nesillere intikalinde de bü­yük görevler üstlenmişlerdir.
Hz. Peygamberin vefatından sonra sahâbiler öğrendikleri okuyuş şekillerini sonrakilere aktarmak ve bu ilmi yaymak için çok uzak diyarlara gitmişlerdir. Hz. Osman'ın oluşturduğu heyet tarafından istinsah edilerek çeşitli bölgelere gönderilen mushaflarla birlikte buralara birer kıraat âlimi gönderilmesi uy­gulaması Kur'ân'm doğru öğrenilmesini bir devlet politikası hali­ne getirmiştir. Sahabenin sözlü aktarımından sonra tâbiûn dev­rinde Kıraat İlmi'ne dair eserler yazılmaya başlanmış ve hicrî i-kinci asrın sonlarından itibaren kıraat ekolleri teşekkül etmiştir. İlimde sözlü ve yazılı geleneği birleştiren Kıraat İlmi, zamanla en güçlü İslâmî ilimlerden biri haline gelerek bütün İslâm dünyasına yayılmıştır.
İbn Mücâhid'in, İslâm toplumunun okuyuşları üzerinde icmâ ettiği yedi kıraat âliminin tercihlerini Kitâbü's-Seb'a adlı bir eser­de bir araya getirmesinden sonra Kıraat İlmi iki önemli aşama geçirmiştir. İlk aşama Seb'a Tarîki'nin uygulanması olup büyük oranda Endülüs'te şekillenmiştir. Ebû Amr ed-Dânî ile el-Kâsım b. Firrûh eş-Şâtıbî'm'n sistemleştirip eğitim-öğretime uygun hale getirdiği Seb'a Tarîki Endülüs'ten bütün İslâm dünyasına yayıl­mış ve dört-beş asır eğitim müfredatı içerisinde tek başına yer almıştır. İkinci aşama İbnü'l-Cezerî'nİn Aşere Tarîki ile başlar. O, yedi kıraat imamına aynı vasıfta gördüğü üç imamı ekleyerek onlu tasnifi (Aşere) oluşturmuş ve bu tasnif eğitim sistemi içeri­sinde yavaş yavaş Seb'a Tarîki'nin yerini almıştır. İbnü'l-Cezerî'nin dönemin şartları gereği İslâm dünyasının büyük bir kısmını dolaşması ile bu tasnif eğitim programlarına iyice yer­leşmiştir.
Diğer birçok ilimde olduğu gibi Kıraat İlmi'nin de ilk asırdan itibaren Arap olmayan müslümanların hakimiyetine geçmesi, başka bir deyişle Arap olmayanların da kendilerini Araplar kadar yetkin görmesi yedi harf ruhsatının bir yansıması olsa gerektir. Resûl-i Ekrem tarafından getirilen yedi harf ruhsatı o dönemde Kureyş dışındaki farklı kabileleri Kur'ân üzerinde çalışma nokta­sında cesaretlendirmiş, İslâm'ın dünyaya yayılmasıyla da diğer milletler Kur'ân'ı ilk muhatapları gibi sahiplenmişlerdir. Buradan hareketle, yedi harf ruhsatının İslâm'ın evrenselliğini fiili olarak göstermede çok büyük katkısının olduğunu söyleyebiliriz.
Kıraat İlmi uzun bir duraklama veya sessizlik devresinden sonra XIX. yüzüm son yarısından itibaren müslümanların gün­demine yeniden girmeye başlamıştır. Batılıların İslâm dünyasına ve müslümanlara yönelik başlattıkları sömürgeleştirme hareketi ve bunun tabii bir uzantısı olan misyonerlik ve oryantalizm faa­liyetleri Kur'ân ve kıraat çalışmalarına da yansımıştır. Kur'ân'm Allah kelamı olmadığı yönündeki iddiaları için delil aranırken mushaflardaki bazı küçük farklar ve kıraat farklılıkları en önemli deliller olarak sunulmak istenmiştir. Müslüman ilim adamları ta­rafından oryantalistlerin mushaflar ve kıraatler ile ilgili itirazlarına ve iddialarına cevaplar verilmiş ise de tartışmalar neticelendi-rilememiştir.
Kıraat İlmi ve Tarihî adıyla hazırladığımız bu çalışma, Kur'ân ve Mushaf tarihini, Kıraat îlmi'nin tedvinini, güvenilirliğini, eği-tim-öğretimini, diğer İslâmî ilimlerle ilişkisini, meşhur kıraat âlimlerini ve kıraat literatürünü ana kaynaklara dayalı olarak öz­lü bir biçimde ortaya koyma maksadıyla telif edilmiştir. Bu eserin ortaya çıkmasında sayın hocam Dr. Tayyar Altıkulaç'ın cesaret­lendirmesinin büyük payı vardır. TDV İslâm Ansiklopedisi çalış­maları esnasında kıraat alanında hazırladığım bir madde üzerine bu konuyu derli toplu bir biçimde kitap olarak çalışmamın yararlı olacağım söylediklerinde kıraat ilmini nazarî olarak çalışan biri­nin bu davranışının bir 'haddi aşma1 olacağını düşünmüştüm. Ancak bu alanda yazılan eserlerin gerek dilinin eskimesi gerekse sistematik olarak bazı zaaflannin bulunması sayın Altıkulaç'ın teşvikini karşılıksız bırakmamam gerektiği noktasında kendimi ikna etmemi sağladı. Burada kendilerine teşekkür ediyorum.
Eserin hazırlanmasında yardımlarını gördüğüm, eserlerinden yararlandığım hocalanm ve meslektaşlarım da olmuştur. Burada onlara da ayrı ayn teşekkür ediyorum. Geniş bir okuyucu kitlesi­ni hedef alarak hazırladığım bu küçük çalışmanın Allah katında Kur'ân'a bir hizmet olarak kabul edilmesini niyaz ediyorum.
Abdülhamit BÎRİŞIK Bursa 2004[1]

GİRİŞ


Kur'ân ilimlerinden biri olan kıraat konusunun genel çerçeve içerisindeki yerini görebilmek için Kur'ân ilimlerinin, tarihine ve Kur'ân'm anlaşılmasındaki yerlerine kısaca bakmakta yarar ol­duğunu düşünüyoruz. Bu sebeple aşağıda, Kıraat İlmi ile İlgili bilgi vermeden önce Kur'ân ilimlerinin geçmişinden ana hatlan ile bahsedilecektir. Arapçasi"ulûmu'1-Kur'ân" olan Kur'ân İlimle-ri terkibi "Kur'ân" ve "İlim" kelimelerinin bir araya gelmesiyle oluşmuş bir isim tamlamasıdır. Tamlamanın şuurlu olarak seçil­diği ve doğru kullanıldığı farzediiirse, Kur'ân ilimlerinin Kur'ân'la ilgili olması gerekmektedir. Kur'ân ile ilgisi olmayan, fakat kendi­sinden Kur'ân'ın yorumunda dolaylı olarak yararlanılan ilimlerin Kur'ân ilmi sayılıp sayılmayacağı noktası tartışmaya açıktır. Bu sebeple zaman zaman kullanılan "Kur'ânî İlimler (el-ulûmü'l-Kur'âniyye)" şeklindeki sıfat tamlaması "ulûmu'1-Kur1 ân" terki­binin anlamını vermediği için "Kur'ân İlimleri" yerinde kullanıl­ması yanlış olsa gerektir. Çünkü astronomi, matematik, biyoloji gibi ilimler Kur'ânî oldukları halde genel kabule göre Kur'ân ilim­lerinden değillerdir. Kur'ân İlimleri ile ilgili bir tanım getirmek ge­rekirse, "Kur'ân'ın vahyi, nüzûlu, yazımı, okunması, tertibi, top­lanması, çoğaltılması, hattı, kıraati, tefsiri, i'cazi, nâsih ve mensûhu, i'râbı, dil, üslûb ve belagatı, âyet ve sûrelerinin birbi­riyle ilişkisi, muhkem ve müteşâbihi tek tek Kur'ân ilmi olarak karşımıza çıkarken bunların tamamını birlikte ve sistematik ola­rak inceleyen ilim "Kur'ân İlimleri" adıyla anılır.
Son yıllarda İslâm dünyasında ve özellikle Türkiye'de yapılan bir kısım çalışmalara verilen "usûlü't-tefsir" adı genellikle Kur'ân İlimleri yerinde kullanılmaktaysa da birebir karşılama olmadığın­dan karışıklığa sebebiyet vermektedir. Çünkü bu terkip kuruluşu itibaiyle Kur'ân tefsirinin esaslarını çağrıştırdığından daha çok tefsir yöntemini akla getirmektedir. Ulûmu't-tefsir terkibinin ilk dönemlerde ulûmu 1-Kur'ân yerine kullanıldığına da rastlanıl­maktadır. Ancak kapsam olarak bunun ulûmü'l-Kur'ân'a denk olduğunu söylemek mümkün değildir.[2]
Kur'ân ilimlerinin münferid olarak doğuşu ve temelleri Kur'ân'ın ilk nüzûlu günlerine kadar gider. Resûl-i Ekrem'e vahiy getiren meleğin Alak sûresinin ilk âyetlerini nasıl okuduğunu bi­lemiyor isek de Kur'ân'a özgü bir okumanın varlığından rahatlık­la söz edilebilir. İlk âyetlerin ve cereyan eden hâdiselerin yorum­lanması için Varaka b. Nevfel'e gidilmesi Kur'ân tefsirinin kay­naklarından biri olan diğer kutsal kitaplara başvurmayı çağrıştır­dığından tefsirin kaynaklarının o günlerde ortaya konulduğu şeklinde anlaşılabilir. Aynca Hz. Hatice'nin Resûlullah ile ilgili hüsnü şehâdeti Kur'ân'ın Allah dostlanyla doğrudan ilişkisini ak­la getirmektdir.
Peygamberlikle görevlendirilmesinden sonra gelen âyetleri müslümanlara okuyup tefsir eden Hz. Peygamber bunun kendi­sine verilmiş Kur'ânî bir görev[3] olduğunu biliyordu. Ayrıca o tef­sir ederken zaman zaman âyetlerde yer alan anlamı kapalı kelimeleri de açıklıyor, nâsih ve mensûhu da bildiriyordu. Ashâbdan Kur'an'da anlamakta zorluk çektikleri yerleri soranlar da vardı. Mesela "İnanıp ta imanlarına bir zulüm katmayanlar..."[4] ayeti inince Resûl-i Ekrem'e "Hangi birimiz kendi nefsine zulmetmedi" diye sorulmuş ve duyulan endişe ihsas ettirilmiştir. Bunun üzeri­ne Resûlullah buradaki "zulüm" kelimesini "şirk" ile tefsir ederek "İnne'ş-şirke le zulmün azîm"[5] ayetini okumuştur.[6] Esbâb-ı nü­zul ilminin de daha Mekke döneminde iken ortaya çıktığım gös­teren pek çok örnek vardır. Bu ilim özellikle ashâb tarafından sû­re ve âyetler nakledilirken kullanılıyor ve yanlış anlamaların önüne geçiliyordu. Ancak bütün bunlar tabii bir surette sadece sözlü kültür olarak devam ediyordu. Vakıa olarak varlığını sür­dürmesine rağmen Resûl-i Ekrem veya sahabe devrinde Kur'ân tefsirine ve ilimlerine dair bir eser telifine gerek görülmemiştir.[7]
Resûl-i Ekrem'in vefatından sonra Kur'ân üzerindeki çalışma­lar hızlanarak devam etmiştir. Ashâb Kur'ân'la ilgili soruları ce­vaplandırırken Hz. Peygamber'den gelen hadislere, burada yeter­li açıklama bulamadıklarında da Arap dili ve şiirine başvuruyor­lardı. Kendi şahsî görüşlerini ise en sona bırakıyorlardı. Kur'ân-ı Kerîmin muhataplarından kendisi üzerinde derinliğine düşünme­lerini isteyip anlama ve yoruma teşvik etmesi[8] aynca kendisi üzerinde düşünmeyenleri kınaması[9] insanlann Kur'ân tefsirine yönelmesinde çok etkili olmuştur. Sahabe ve tâbiûn devrinde şifahi olarak devam eden Kur'ân tefsirinin Kur'ân ilimleri içerisinde ilk tedvin olan ilim olduğu söylenebilir.[10] Zira hadis âlimleri eser­lerinde Tefsir bölümleri ihdas etmişler tâbiûnun önde gelenlerinin Kur'ân tefsirleri derlenerek sonraki dönemlerde kitap haline geti­rilmiştir,
Kur'ân'ın Hz. Ebû Bekir devrinde toplanması (cem1), Hz. Os­man zamanında istinsah edilip çoğaltılması, sonra da hareke ve noktalanması, çoğaltılan Kur'ân nüshalar esas alınarak kıraat eğitiminin başlaması ile sistemli olarak başlayan Kur'ân ilimleri­nin tedvini İslam coğrafyasının genişlemeye başladığı tâbiûn devrinde daha da hızlanmıştır. Bu dönemde ilk olarak resmü'l-mushaf, kıraat, esbâb-ı nüzul, ma'ânil-Kur'ân, mecâzü'i-Kur'ân, garîbü'l-Kur'ân, müşkilü'l-Kur'ân, i'râbül-Kur'ân gibi rivayet ve dil ilimlerinin tedvin edildiği görülmektedir. Dil ilimlerinin bir kısmı aynı zamanda luğavî tefsir özelliği de taşımaktaydı. Âyet ve sûrelerin nüzul sebepleriyle ilgili rivayetler iik olarak hadis mecmualarının tefsir bölümlerinde yer almış, müstakil tedvini daha sonra gerçekleşmiştir. Tedvin döneminde üç kol diğerlerine göre daha fazla genişlemiş ve yayılmıştır. Bunlar kıraat, dil-Kur'ân ilişkisini temel alan iugavî tefsirler ve son olarak rivayet tefsirleridir.[11]

I. KIRAAT İLMİNİN TANIMI VE İLGİLİ ISTILAHLAR


İlim dallan gelişimlerine paralel olarak kendilerini ifâde ede­bilmek için bir yandan ıstılah üretirler öte yandan da ortaya üre-tilmiş veya oluşmuş ıstılahları zenginleştirirler, geliştirirler. Bir kelime farklı alanlarda farklı şeyler ifade eden ıstılahlar olarak karşımıza çıkabilir. "Vücud" veya "mevcud" kelimeleri günlük dilde veya tıpta insan bedeni, var olan şey, varoluş gibi anlamla­ra gelirken Kelam ilim dalında kâinattaki varlıkların ontoîojik hallerini ifâde için kullanılır. Kıraat da bir İlim dalı olarak kendi­sine özgü ıstılahları ile diğer alanlardan ayrılır. Arap dilinde de kullanılan bir kelime olan "idgam" Kıraat alanında daha farklı bir aniam alanına sahiptir. Elinizdeki bu kitapta Kıraat İlmi1 ne dair onlarca farklı ıstılahın kullanıldığını göreceksiniz. Bunlardan bir kısmını bu bölümde kalan bir kısmını da geçtiği yerlerde açıkla­maya çalışacağız. Kitapta ortaya konulan bilgilerin doğru anlaşı­labilmesi için bu ıstılahların doğru öğrenilmesi gerekmektedir.[12]

1. Kıraat Kelimesinin Sözlük ve Istılah Anlamlan


"Kıraat n\j>" kelimesi Arap dilinde ka-ra-e (tji) kök fiilinden türemiş bir isimdir. Bu kök sözlükte daha çok zamanın geçmesi, kadının adetli olması ve/veya adetten temizlenmesi/kesilmesi (ezdad), hayvanın hâmile kalması ve doğurması, bir şeyi birikti­rip birbirine katmak anlamlarına gelir. Okumak, tilâvet etmek, telaffuz etmek anlamlan da vardır. Ancak bu kökün okumak ve tilâvet etmek anlamındaki kullanımının Kur'ân'ın nüzulünden önce yaygın olmadığı bildirilmektedir[13]. Kıraat, "ka-ra-e" fiilinden semaî mastar; sesli veya sessiz, nağmeli veya nağmesiz oku­mak, tilâvet etmek anlamında isim olarak gelir Aynı fiilin diğer bir semaî mastarı olan "kur'ân oT/' kelimesi sözlükte ve Kur'ân'ın kullanımında[14] "kirâ'at" ile eş anlamlıdır[15].
Kur'ân-ı Kerîm'e baktığımızda "kirâ'at s^/' kelimesi veya "kırâ'ât c/uijî" şeklindeki kırık çoğulu hiçbir sûrede yer almaz. Tilâvet anlamını veren "kara'te", "kara'nâ", "kuri'e", "li takra'ahû" ve "ikra"' şekillerindeki fiil kiplerinde ve "kur'âne'i-fecr", "kur'âneh" şeklinde masdar olarak müteaddit defalar geçer.[16] Bunların bazılarında "bir araya getirmek, toplamak" anlamı da vardır.
Resûl-i Ekrem'den sonra kavram olarak anlamı büyük oranda netleşen kıraat kelimesi bir ilim ve Kur'ân ilimleri ıstılahı olarak birbirine yakın çeşitli şekillerde tanımlanmıştır. Ebü'1-Bekâ, kıraat için "Okuma esnasında kelime ve harflerden bir kısmını diğerine eklemek ve katmaktır"[17] tanımını kullanırken Râğıb el-İsfehânî kıraati "Tertilde harf ve kelimeleri birbirine katmaya denir."[18] şeklinde tanımlar. Taşköprizâde'nin kıraat tanımı "Mütevâtir ihti­laf vecihleri bakımından Allah kelâmı olan Kur'ân-i Kerîm'in nazmının şekillerinden bahseden bir ilim dalıdır"[19] şeklinde kar­şımıza çıkmaktadır. Birinci ve ikinci tanım daha çok tecvid ilmini ve Kur'ân'm edâ keyfiyetini ortaya koyarken üçüncü tanım Kur'ân'ın farklı telaffuz edilen mütevâtir lafızlarına dikkat çek­mesi bakımından bir bakıma Arap diliyle ilgilidir. Abdülfettâh el-Kâdî'nin kitabına aldığı tarif "Kendisiyle Kur'ân kelimelerinin na­sıl söyleneceğim ve edâ yollarını (tarîk) ihtilaf veya ittifak suret­lerinden biri ile ve her bir vechi nakleden kimseye nispet ederek bilmektir" şeklinde olup bir hayli şümullüdür.
Büyük kıraat âlimi İbnü'l-Cezerî'nin,
"Kur'ân kelimelerinin nasıl okunacağım ve râvilerine nispet etmek suretiyle bu kelimeler üzerindeki farklı okuyuşları konu edinen bir i-limdir"[20]
şeklinde yaptığı kıraat ilmi tanımı kapsayıcı ve tanım tarifine uygundur. Çünkü kıraat ilmi hem bir obje olarak Kur'ân lafizla-nyla hem de bunların edâ ve ifade keyfiyetleri ve okunuş güzel­liğiyle ilgilenmektedir. İbnü'l-Cezerî'nin tanımı isabetli bir şekilde nahiv, dil ve tefsir ilimlerini dışanda bırakmaktadır. Çünkü bun­larda edâ keyfiyeti zorunlu değildir. Ayrıca sözü ilk sahibine gö­türme de çoğu zaman beklenmez. Kur'ân kelimelerinin okunuş keyfıyetiyle ilgilenen ilim dalına kıraat denilmekle birlikte gerekli ■şartlan taşıyan kimselerden her birinin belli kurallar dairesinde tercih ettikleri okuyuşlarına da bir bütün olanak kıraat denir. Bü­yük kıraat imamlarının tercihleriyle ilgili söylenen Nâfî kıraati, Âsim kıraati gibi ifâdeler bunu açıkça göstermektedir. Bu aniam-daki kıraate makra' da denilmekte ve makra'u Nâfi' ve makra'u Âsim gibi kullanılmaktadır,[21] Zaman zaman kıraat yerinde kulla­nılan "harf kelimesi daha çok ilk dönemlere ait bir tercihtir. Şa­hıslara nispet edilerek "harfti fülân" denildiğinde onun kıraati ve okuyuşu kastedilmektedir[22].

2. Kıraat İlmiyle İlgili Istılahlar


Kıraat âlimleri tarafından ortaya konulan kıraatler kendi içeri­sinde Sahih, Mütevâtir ve Şâz olmak üzere gruplandırılmıştır. Sahih kıraat, Resûl-i Ekrem'e kadar ulaşan muttasıl bir senede sahip olan, bir vecih ile de olsa Arap diline uygun düşen ve Hz. Osman'ın çoğalttığı mushallardan birine uyan her bir kıraattir. Bu kıraatlerin yedi veya on imamdan gelmiş olma şartı olmayıp ilk dönem âlimlerinden herhangi birinin kıraati de bu kategoride değerlendirilebilir. Ancak kıraatlerin belli âlimlere nispetle anıl­ması ve diğerlerinin kitaplarda ve eğitimde kullanılmaması sade­ce onların sahih olduğu yönünde bir kanaatin oluşmasına sebe­biyet vermiştir. Mütevâtir kıraat ise sahih kıraatin şartlarını ta­şıyan ve genellikle Seb'a veya Aşere'den her birine verilen ad olmakla birlikte bu konuda tam bir ittifak yoktur. Bazdan yedi kıraat için mütevâtir derken diğer üç kıraate de meşhur demek­tedir.[23] Sahih kıraatin şartlarından birini veya daha fazlasını ta­şımayan okuyuşlar ise Şâz kıraat adını alır. şâz kıraatlerin sayı­sı çok olmakla birlikte genellikle İbn Muhaysin, Yezidî, Hasan-ı Basri ve A'meş'e nispet edilen kıraatler bu sınıfta mütâlâa edil­mektedir. Ayrıca bazı sahabenin Kur'ân metnine açıklama mak­sadıyla eklediği müdrec kelimeler de şâz kıraat olarak kabul edilmektedir. Rivayet ilmi bakımından hiç bir aslı olmadığı halde uydurma bir senetle birilerine nispet edilen kıraatlere de mevzu kıraat adı verilir.
Sonraki dönemlerde yapılan tasniflere göre kıraat âlimlerinin okuyuşları yedili, onlu ve on dörtlü olarak adlandırılmıştır. İbn Mücâhidin tasnifine göre Nâfi, İbn Kesîr, Ebû Amr, İbn Âmir, Âsim, Hamza b. Habîb ve Kisâî'nin kıraati Kirâat-i Seb'a olarak adlandırılmıştır. Îbnü'l-Cezerî ise bu imamların şartların! taşıdığı halde bunlar arasında yer almayan Ebû Ca'fer el-Kârî, Ya'kûb el-Hadramî ve Halefi de listeye ekleyerek onlu tasnif olan Kirâat-i Aşere'yi ortaya koymuştur. Kırâat-i Erba'ate Aşer tasnifi ise on kıraate ek olarak, İbn Muhaysin, Yezidî, Hasan-ı Basrî ve A'meş adlı kıraat imamlarının okuyuşlarını ihtiva etmektedir.[24]
Kıraat kelimesiyle aynı kökten ism-i fail tarzında türeyen kâ­ri" terimi genel anlamıyla kıraat âlimi demek olup mübtedi, mütevassit ve müntehi olmak üzere üç kışıma ayrılır. îfrad metoduyla kıraat öğrenmeye başlayıp aynı metodla üç kıraate kadar öğrenen kişiye mübtedi, kiraatlann çoğunu ve meşhur olanlarını okuyarak nakleden kişiye ise müntehî denir.[25] Dört veya beş kıraati ifrâd tarikiyle bilenin de "mütevassıt" olarak ad-landınldığı ifade edilmektedir.[26] "Kâri" kelimesinin kırık çoğullan olan "kara'e" ve "kurrâ" kelimeleri zamanla müfredlerinden fark­lı anlamlar kazanmışlardır. Kârı kelimesi kıraat ilmi bakımından daha alt seviyede olan bir kişiyi tanımlarken kurrâ kendilerine yedi veya on kıraat nispet edilen imamlardan her birine denir. Bu durumda "kurrâ" kelimesi tekil anlamında kullanılır ve mesela "racülün kurrâun" ve "imraatün kurrâetün" denir[27]. Bu kullanış menşei itibariyle sahabeye kadar gitmektedir. Sahih hadis kitap­larında ve târih kaynaklarında ashabın Kur'ân ve Kur'ân'm oku­nuşu üzerinde geniş bilgisi olanları için "kurrâ" kelimesi kullanıl­dığına şahit olmaktayız[28]. Ancak bu kelimeyle sadece Kur'ân'i güzel okuyan ve güzel okuma (tecvid ile tilâvet) ilmine sahip olan sahabelerin kastedilnıediği aynı zamanda Kur'ân'm anlam ve yorumunu bilip ilgili fıkhî hükümlere nüfuz edebilen sahabe­lerin kastedildiği de bir gerçektir.
Mukrİ terimi, kıraatları sağlam ve kesintisiz bir isnadla almış bir otoriteden (üstad) müşafehe yoluyla (ağızdan ağıza) rivayet eden kıraat âlimi için kullanılır. Eğer bir kimse kıraati müşafehe ile almamış ise nazari bilgileri ne ölçüde İleri olursa olsun bu o-nun mukrî olması için yeterli ve geçerli değildir.[29] Mukrî tabirinin ilk olarak, Hz, Peygamber (s.a.) tarafından Birinci Akabe Biati'nı müteakip Medine'deki Evs ve Hazrec kabilelerine Kur'ân öğret­mek için gönderilen Mus'ab b. Ümeyr (r.a.) için kullanıldığı bildi­rilmiştir.[30] On veya on dört imama nispet edilen kıraatlerden biri­ni ve}'a birkaçını o kıraatin imamından doğrudan veya vasıtalı olarak alan kimse için râvî terimi kullanılırken râvîye nispet edi­len kıraate de rivayet denir. Böyle olunca kıraat imamlarından her birinin çok sayıda râvîsinin bulunması kaçınılmazdır. Ancak kıraat rivayetlerini nakleden ve eğitim maksatlı hazırlanan kitaplarda her imam için ikişer râvîye yer verilmesi gelenek halini al­mıştır. Kıraat, râvîden alana nispet edilirse tarîk adım alır (Âsim kıraatinin Hafs rivayetinin Ubeyd b. es-Sabbâh tarîki gibi). Vech ise kıraat, rivayet ve tarîk dışında kaian ve alınması ihtiyarî olan okuyuşa denmiştir.[31]

II. KIRAAT İLMİNİN TÂRİHİ


Kıraat ilmi, Kur'ân'la doğrudan ilgisi sebebiyle Kur'ân'ın nüzûlundan sonra ortaya çıkmışsa da Kur'ân'ın Arapça olması, kendine mahsus okunuş şekillerinden bir kısmının Araplar tara­fından Kur'ân'dan önce de uygulanması gibi nedenler, bu ilmin köklerinin daha öncelere kadar uzandığını göstermektedir. Yedi harfin Arap dili lehçeleriyie ilgisi sebebiyle kıraat ilminin aynı zamanda Arap dili târihiyle de alakası bulunmaktadır. Bu sebeple ilk dönem dilcilerinden büyük bir kısmının kıraat ilmiyle, kıraat âlimlerinden bir haylisinin de dil ilmiyle ilgilendiği görülmektedir. Kıraat ilminin edâ ve ifâde keyfiyeti bakımından İslâm öncesiyle ilişkisi, ayrı bir konu olduğundan burada bunun üzerinde özel olarak durulmayacak, ileride Kıraat-Arap dili ilişkisi açıklanırken konuya sadece bazı göndermeler yapılacaktır. İslâm ilimler târihi bakımından kıraatin Resûi-i Ekrem ve sahabe dönemindeki du­rumu fevkalade önemlidir. Bu bölümün ortaya çıkması kıraat il­minin geneli hakkında rahat bir tahlil imkanı verecektir.[32]
daha geniş bilgi için Darül kitap/Abdülhamit Birışık'ın kitabına bakınız
Alıntı ile Cevapla