Hadis Tarihi Notlar/ilitam -Medineweb
Kavramsal Çerçeve: Hadis, Sünnet, Bid’at[1]
Söz ve haber anlamına gelen “hadis” kelimesi, ayet ve hadislerde daha çok lügavî/kelime anlamı olarak, bazı rivayetlerde ise ıstılahî/terim olarak kullanılmış, sahabe ve sonrasında ağırlıklı olarak Allah Rasulü’ne nisbet edilen sözler için kullanılan bir terim haline gelmiştir. Artık “bu konuda şöyle bir hadis var” denildiğinde, o konuyla ilgili olarak Hz. Peygamber’e izafe edilen bir rivayetten söz edilmektedir. Bu nispet veya izafenin sahih olduğu ise ancak isnad ve metin-muhteva tenkidiyle ve neticede zannî olarak tespit edilebilecektir. Dolayısıyla hadis, Hz. Peygamber’e atfedilen, ona dair sözlü veya yazılı bilgiyi bize ulaştıran rivayetlerdir. İşte bu noktada hadis ile rivayet ortak anlamda bir kullanıma sahiptir. Ne var ki hadis, daha çok Hz. Peygamber’e ait bilgileri ifade ederken; rivayet, ayrıca sahabe ve sonrası nesillerden gelen bilgileri de kapsamaktadır.
Sünnet ise daha çok Hz. Peygamber’in örnek davranışları ile ilgili bir kavramdır. Elbette hadis ve rivayetlerle nakledildiği için, bu davranışların da sahihliği araştırılmalıdır. Sünnet kavramının kökünde yer alan özgünlük, örneklik, önderlik, çığır açma, mutedillik, kasıtlılık, düzenlilik, normatiflik, olumluluk vb. hususlar, Hz. Peygamber’in ümmeti için bıraktığı tüm örnek davranışlar için de geçerlidir. Sünnet kavramının terimleşme sürecine bakıldığında, özellikle genç sahabenin dilinde bu durum açıkça görülmektedir. Artık onların dilinde “Sünnet” denildiğinde, bununla Hz. Peygamber’in izlenecek örnek davranışları kast edilmektedir. Fakat sahabe sonrasında, halifelerin sünneti, Medinelilerin sünneti, ilk nesillerin sünneti vb. bazı kullanımlara da rastlanmaktadır ve bu dönemlerde sünnet kavramının anlamında belli bir genişleme söz konusudur. Bununla birlikte geçmişten günümüze yine de “sünnet” denildiğinde ilk akla gelen ve herkesçe anlaşılan anlam bu davranışın, nebevî bir davranış olduğudur.
Sünnet’in zıddı olarak kullanılmaya başlanan bid’at kavramı, benzer bir terimleşme süreci yaşamıştır. Kısaca Hz. Peygamber’in hayatında veya zamanında görülmediği halde sonradan ortaya çıkan din veya ibadetle ilgili bir uygulamanın kastedildiği bid’at, sünnetin korunması açısından oldukça önem arz etmektedir. Her ne kadar bunun gibi sonradan ortaya çıkan bazı uygulamalar, bazı sahabilerce olumlu ve güzel görülerek tasvip edilmişse de, sünnete muhalif görülen pek çok yeni uygulama “bid’at” olarak görülmüş ve tasvip edilmemiştir. Aslında sünnet, bid’at ve muhdes/ât kavramlarının hepsindeki ortak nokta, herhangi bir uygulamanın yeni olması, sonradan ortaya konulmasıdır. Sünnet ile diğerlerinin arasındaki ayırt edici fark ise sünnetin olumlu, bid’atın olumsuz anlama sahip olmasıdır. Bundan dolayıdır ki sünnetler yapılması istenen, bid’atlar ise sakınılması istenen davranışlardır.
Hicrî, ikinci asırdan itibaren sünnî çevrelerde sünnet ve bid’at kavramlarından ilkinin Ehl-i Hadis’i, daha sonra da ehl-i sünnet’i, ikincisinin ise diğer tüm mezhep ve fırkaları ifadede “ehl-i bid’at” şeklinde kullanılması ilginç bir şekilde kavramın siyasileştiğini göstermektedir.
Sonuç olarak, insanlar kelimeler ve kavramlarla konuşur ve anlaşırlar. Hadis ilminin en sık kullanılan bu üç terimin sağlıklı bir şekilde kavranması, hadis ve sünnetin doğru anlaşılmasını sağlayacak, bir takım yanlış anlayışları da bertaraf edecektir. Böylece Allah Resul’üne izafe edilen ve sahih rivayetlerle gelen hadislerin ortaya koyduğu sünnetlere uyulacak ve bid’atlere iltifat edilmeyecektir.