Konu Başlıkları: İbadet yükümlülüğü
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 18 Mayıs 2014, 16:24   Mesaj No:2

Medineweb

Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:5
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:342
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: İbadet yükümlülüğü

Teklîfî Hükümler

Hükümler, fiilin mükellefin gücü dâhilinde olup olmaması ve hükmün
oluşmasında mükellefin katkısı bakımdan iki kısma ayrılır. Allah ve Resulü,
mükellef adı verilen sorumlu kimselerden bir fiili yapmalarını veya
yapmamalarını ister. Bazen de bir fiili yapıp yapmama arasında onları serbest
bırakır. Yapılması veya yapılmaması istenen fiil mükellefin gücü dâhilinde
ise, yani onu yapma veya yapmama imkânına sahipse bu gibi fiillere verilen
hükümler “teklîfî hüküm” adını alır. Mesela, “namaz kılmak farzdır”, “yalan
söylemek haramdır” gibi ifadeler birer teklîfî hüküm bildirmektedir. Burada
teklif, hükmü veren tarafından gelmektedir. Mükelleften istenen, emredilen
fiili yapması, yasaklananı ise yapmamasıdır. Meydana gelen fiilde mükellefin
gücü ve katkısı önemli değilse bu gibi hükümlere de “vad’î” hüküm denilir.
“Abdestsiz namaz kılınmaz”, “Ramazan ayı girmeden ramazan orucu
tutulmaz” gibi hükümler vad’î hükmün örneklerindendir. Bu örneklerde
namaz için abdestin, oruç için ramazan ayının girmesinin şart olduğunu
belirleyen Allah ve Resulüdür. Bu konuda mükellefin hiçbir katkısı yoktur.
Burada konumuz bakımından doğrudan ilgili olduğu için sadece teklîfî
hükümler ele alınacaktır


Mükellefin Fiilleri

Az önce de belirtildiği gibi, teklifî hükümlere fıkıhta “mükellefin fiilleri” adı
da verilir. Hanefi fıkıh bilginlerine göre mükellefin fiilleri şunlardır: Farz,
vacip, sünnet, müstehap, mubah, haram ve mekruh. Diğer mezheb
bilginlerine göre ise bu sayı; vacip, mendub, haram, mekruh ve mubah olmak
üzere beştir. Burada Hanefilerin taksimi esas alınıp diğerleri ile aradaki farka
işaret edilecektir.

1. Farz
Allah veya Resulü tarafından kesin delille emredilen ve ifade ettiği anlamda
tereddüt bulunmayan eylemlerdir. Farzlar, başka anlama gelme ihtimali bu-
lunmayan ayet, mütevatir veya meşhur hadis, ya da icmâ gibi kesin delillere
dayanır.
Farzın yapılması kesin olarak gereklidir. Terkeden ağır cezayı haketmiş
olur; farz olduğunu inkâr edenin dinden çıktığına hükmedilir

Farzlar; farz-ı ayn ve farz-ı kifâye olmak üzere ikiye ayrılır:

Farz-ı ayn: Mükellef olan her Müslümanın kendisinin yerine getirmesi
gerekli olan farzlardır. Bir kısım mükellefin yapmasıyla diğerlerinden yü-
kümlülük kalkmaz. Beş vakit namaz ve ramazan orucu böyledir.


Farz-ı kifâye: Mükellef Müslümanlara ayrı ayrı değil, topluca emredilen
şeylerdir.bir kısım müslümanlar bunu yerine getirince diğerleri sorumluluktan kurtulur.
Kur'an-ı Kerim'i ezberlemek,şahitlik yapmak,insanların ihtiyacı olan sanatları ve ilimleri öğrenmek ve cenaze namazı kılmak gibi.






2. Vacip

İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre farzla vacip eşanlamlıdır
Hanefilere göre ise, farz ve vacip
birbirinden farklı anlam taşır. Vacip; Allah veya Resulü tarafından yapılması
kesin olarak istenilen ancak dayanağı farz kadar kesin olmayan fiillerdir.
Fiilin dayanağının farz kadar kesin olmaması, bazen bize gelişi kesin fakat
farklı yoruma müsait olmasından (delâletinin zannîliğinden) kaynaklanır.
Bazen de fiilin dayandırıldığı delil bize kesin olan yollardan gelmemiş
(sübutu zannî) olabilir. Fıtır sadakası vermek, kurban bayramında kurban
kesmek, vitir ve bayram namazları, namazda Fâtiha sûresini okumak gibi.




3. Sünnet

Fıkıh usûlünde sünnet, delil olması yönüyle ele alınmıştır. Buna göre dinde
delil olan sünnet, Hz. Peygamber’den nakledilen söz, fiil ve onaylardır.
Başkasının yaptığı ve Hz. Peygamber’in de haberdar olduğu zaman
onayladığı davranışlar da sünnet kapsamına dâhil edilmiştir. Bu gibi
sünnetlere onaya dayalı olmaları sebebiyle “takrîrî sünnet” adı verilmiştir.
Hz. Peygamber’in yaptığı her davranış ve söylediği her söz dinen bağlayıcı
bir delil olmasa da, geniş anlamıyla sünnet olarak adlandırılmaktadır. Bu
manada sünnet, Kur’ân’la birlikte İslâm’ın iki temel kaynağından ve dinî
hükümlerin delillerinden biridir.
Fıkıhta ve ibadet alanında sünnet ise, Hz. Peygamber’in farz ve vacip
kapsamı dışında kalan yani kesin ve bağlayıcı olmayan ancak tavsiye ve
örnek olma niteliği taşıyan söz ve fiillerinin genel adıdır.
Sünnet; müekked ve gayri müekked sünnet olmak üzere iki kısma ayrılır.
Bu ayırım Hz. Peygamber’in dine dâhil olan davranışlarının diğer
Müslümanları bağlayıcılık derecesine göre yapılmıştır. Hz. Peygamber’den
sâdır olan davranışların dine dâhil olup olmaması bakımından ise sünnet,
sünnet-i hüdâ ve sünnet-i zevâid kısımlarına ayrılmaktadır.



Müekked Sünnet: Pekiştirilmiş ve güçlü sünnet demektir. Bunlar, Hz.
Peygamber’in devamlı olarak yaptığı ve sırf mecburi olmadığını göstermek
için ara sıra terk ettiği fiillerdir. B


Gayr-ı müekked sünnet: Hz Peygamberin çok defa eda edip bazen terkettiği sünnetlerdir.İkindi ve yatsı namazlarının ilk sünnetleri gibi. Gayr-ı
müekked sünnetlere, “müstehab” veya “mendub” adı da verilir.


Sünnet-i hüdâ: Sünnetin müekked ve gayr-i müekked çeşidine “Sünnet-i
hüdâ” da denilir. “Sünnet-i hüdâ” ile daha çok, dinî vecibeleri tamamlayıcı
özellik taşıyan fiiller kastedilir. Cemaatle namaz kılmak, ezan ve kâmet
okumak bu kabildendir.



Sünnet-i zevâid: Hz. Peygamber’in insan olması itibariyle yaptığı, dini
tebliğ maksadı taşımayan, normal insanî davranışlarıdır. Bunlara âdet sünneti
de denir. Mesela, Hz. Peygamber’in beyaz elbise giymesi, saç ve sakalını
kınalaması, yeme, içme gibi hususlardaki alışkanlıkları zevâid sünnettir. Bu
fiiller dinî yükümlülük kapsamında değildir. Yapılması dinen tavsiye de
edilmiş değildir. Mükellef bu nevi sünnetleri, Hz. Peygamber’e olan sevgisi
ve bağlılığından ötürü ve Resûlüllah’ın yolunu takip etmek niyetiyle yaparsa
sevap kazanmış olur. Bu gibi sünnetleri terkeden ise, kötü bir davranışta
bulunmuş olmaz, kınama ve cezalandırılmayı da haketmez.


4. Müstehab

Güzel görülen, sevimli ve tercih edilen amel demektir.Hz.Peygamberin bazen işleyip bazen terkettiği İslam almlerinin dini bakımdan uygun ve güzel bulup işlediği işlere denir.
Nâfile namaz ve oruçların bir kısmı bu
niteliktedir. İbadetlerin yapılışında; farz, vacip ve sünnetlerin dışında kalan
bazı davranışlar müstehabtır. Sabah namazının, ortalık aydınlanıncaya (isfâr)
kadar, sıcak mevsimde öğle namazının serin vakte (ibrâd) kadar geciktirilerek
kılınması, akşam namazında ise acele edilmesi müstehaba örnek verilebilir.
Müstehabın yapılmasında sevap vardır, terkinde ise kınama yoktur.


5. Mubah

Allah veya Resulü’nün, mükellefi yapıp yapmamakta serbest bıraktığı fiile
“mubah” denir.Mubahın yapılmasında ve yapılmamasında sevap veya günah yoktur.
Yapılıp yapılmaması, sevap veya günah açısından eşittir.



6. Haram

Allah veya Resulü tarafından yapılmaması ve vaz geçilmesi kesin olarak istenen fiildir.
Bir fiilin haram niteliğinde olabilmesi için ayet ya
da mütevatir veya meşhur hadisle kesin ve bağlayıcı şekilde yasaklanması
gerekir. Başkasının malını haksız yere yemek, adam öldürmek, evlilik dışı
cinsel ilişki (zina), alkollü içki içmek, yalan söylemek, dinin kesin haram
kabul ettiği ve yasakladığı bazı fiillerdir. Haramı yapmayan ve terkeden,
mükâfat ve sevap kazanır, yapan ise âsî ve günahkâr olur. Haramı inkâr eden
dinin sınırları dışına çıkar.


Haramın çeşitleri

İslâm dininin “haram” diye nitelediği fiiller gözden geçirildiği zaman, her
birinin pek çok zarar içerdiği görülür. Haram fiil, ya kendisi bizzat kötü
olduğundan veya kötülüğü iyiliğinden daha fazla olduğu için yasaklanmıştır.
Bu kötülük ve fenalık, ya fiilin bizzat kendisindedir veya fiilin beraberindeki
diğer hususlardadır.işte bu sebeple haram,doğrudan ve dolaylı larak ikiye ayrılır.

a. Doğrudan haram: Allah ve Resulü’nün geçici ve bir sebebe dayalı olmaksızın
baştan itibaren ve temelden yani kendi yapılarındaki kötülük veya
zarardan dolayı haram kıldığı fiildir


b. Dolaylı haram: Esasen meşru olduğu halde, haram kılınmasını gerektiren
bir durum sebebiyle haram kılınan fiildir. Buna “haram li-ğayrihî” denir.
Gasbedilmiş arazide namaz kılmak, kendisine cuma namazı farz olanlar
için cuma vaktinde alış-veriş yapmak, bayram gününde oruç tutmak
böyledir. Mesela, oruç tutmak aslı itibariyle meşru bir fiildir, fakat
bayram gününde oruç tutmak haram kılınmıştır. Çünkü bu günlerde
insanlar Allah’ın misafiri sayılırlar. Ayrıca bayram sevincini birlikte
yiyerek içerek yaşarlar. Oruç ise bu sevinci yaşamaya aykırıdır. İşte bu
haricî unsur sebebiyle, bayramda oruç tutmak meşru sayılmamıştır.





7. Mekruh

Allah ve Resulü’nün, kesin ve bağlayıcı olmayan bir tarz ve üslupla yapılmasını
ı istediği fiile mekruh denir. Hem haram hem de mekruh, yasaklanan ya
da hoş karşılanmayan veya çirkin olan fiilleri ifade eder.
Ancak haram ve mekruh kavramları Hanefilerde, diğer mezheplere göre
bazı farklılıklar gösterir. Haram; ayetle ya da mütevatir veya meşhur sünnetle
kesin ve bağlayıcı şekilde yapılmaması istenen fiili ifade eder. Mekruh ise; ya
yine bu delillerle fakat kesin ve bağlayıcı olmayarak yapılmaması istenen
fiilleri; ya da haber-i vahid gibi sübut bakımından kesinlik ifade etmeyen bir
delil ile terk edilmesi istenen fiilleri ifade eder.



Mekruhun kısımları
Mekruh Hanefîlere göre, tahrîmen ve tenzîhen mekruh olmak üzere ikiye ayrılır.


a. Tahrîmen mekruh
Allah ve Resulü’nün, yapılmamasını kesin ve bağlayıcı tarzda istediği,
ancak haber-i vahid gibi kesin olmayan zannî delile dayanan fiildir. Harama
yakın mekruh demektir.

b. Tenzîhen mekruh
Allah ve Resulü’nün kesin ve bağlayıcı olmayan bir üslupla yasakladığı
fiildir. Helala yakın mekruh demektir. Namaz için mescide gidecek kimsenin
soğan vaya sarmısak yemesi bu çeşit bir mekruhtur. Bu yasağı bildiren
deliller ağır tehdit içermeyip ilgili fiillerin yapılmamasının yapılmasından
daha iyi olacağını bildirdiği için, bunlara helala yakın mekruh denilmiştir.


Tenzîhen mekruhu işlemek cezayı ve kınanmayı gerektirmez. Fakat bu
kapsama giren bir şey yapan, daha iyi ve faziletli olan şekle aykırı davranmış
olur. Her iki mekruhu terkeden kimse de övgüyü hak eder
Alıntı ile Cevapla