02Haziran 2014, 21:44
|
Mesaj No:38 |
Durumu: Medine No : 43566 Üyelik T.:
01Haziran 2014 Arkadaşları:0 Cinsiyet: Memleket:İstanbul Yaş:33 Mesaj:
6 Konular:
0 Beğenildi:0 Beğendi:0 Takdirleri:10 Takdir Et:
| Cevap: Bu Haftanın Misafiri "ece seymen " kardeşimiz Alıntı: umut628 Üyemizden Alıntı
Gerçekleri kavramak ve onları karşılaştırarak sonuçlar elde etmek, sırf akılla mümkündür; bilginin kaynağı olarak akıl, tartışılmaz bir önceliğe ve üstünlüğe sahiptir. İnsanın, bilinçli olarak yaptığı iş ve eylemler rastgele değil, bilakis ilkelere dayanır. İlkeler ise insan aklının ürünüdürler.
Buna göre deneyin konusu olan “madde”, “neden” ve “yargı” bile akıl tarafından üretildikleri için gerçeğin saptanmasında esas olan deney değil, akıldır. Dolayısıyla insanın en gizli duygularında bile matematiksel ilişkilerin bulunduğunu savunan ve aynı zamanda deneyi de hiçe sayacak kadar yargıyı soyut bir nedenselliğe dayandıran rasyonalizme göre "Allah, melek, ruh, cin, kıyamet, cennet, cehennem ve mucize gibi gerçekler, inanılacak şeyler değildir."
Şu halde vahyi bir çırpıda inkâr eden rasyonalizm, sonuç itibariyle materyalist bir düşünce akımıdır ve yorum gerektirmeyecek bir kesinlikle küfürdür.
Vâkıa, İslâm da akla gerektiği kadar önem vermiştir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyeti “akletmez misiniz?!” ve “akletmezler mi?!” şeklindeki uyarılarla bitmektedir. Ancak aklın rolü ve görevi, hiç kuşkusuz sınırlıdır. Çünkü aklın da çok kere yanıldığı, bir gerçektir. Ne var ki ilk İslâm aydınlarından bazı şahsiyetler, aklı aşırı derecede ön plâna çıkarmış, bu yüzden ümmetin çoğunluğundan ayrılmışlardır. Bunlar İslâm tarihine Mu’tezilîler olarak geçmişlerdir.
Akıl elbette ki belli sınırlarda ölçü olabilir. Bu sınırlar içinde “akılcı” olduğunu, ya da “akılcı hareket etmek” gerektiğini söyleyen Müslümanı materyalist anlamda akılcılıkla suçlamanın imkanı yoktur. Ancak akılcılığın - bilimsel anlamda- söz konusu olduğu her yerde İslâm'ın ölçüleri hatırlanmalıdır. |
teşekkürler..
|
| |