Tekil Mesaj gösterimi
Alt 06 Temmuz 2014, 15:11   Mesaj No:3

Medineweb

Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:5
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:342
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Sıhhat yönünden haber çeşitleri

B.MERDÛD HABERLER


1.Merdûd Haberin Tanımı


Reddedilmesi gereken hadîslere delâlet etmek üzere, makbulün mu­kabili olarak genel manâda kullanılan bir tabirdir. İbn Hacer'in taksimine göre, mütevâtir dışında kalan ve âhâd denilen haberler, ya makbul, ya da merdûd olurlar. Daha önce de açıkladığımız gibi, bu haberler, ya kabul sı­fatını hâizdirler ve bu sıfat, onları nakleden râvilerin doğruluklarının ke­sinlik kazanmasının bir sonucu olarak ortaya çıkarlar; yahutta red sıfatını hâizdirler; bu sıfat da, râvilerin yalancı olarak bilinmelerinden sonra ortaya çıkar. Birincisinde, râvilerin doğrulukları dolayısıyle haberlerinin de doğruluğuna hükmedilir; bunlar makbul haberlerdir. İkincisinde ise, râvilerinin yalancılığı dolayısıyle haberlerinin de yalan olduğu kabul edilir; bunlar da merdûd haberlerdir. Bazen râvilerin ne doğrulukları ve ne de yalancılıkları hakkında kesin bir hüküm vermek mümkün olmayabilir. Bu takdirde, bunların haberlerini makbul veya merdûda sokacak herhangi bir karinenin bu­lunup bulunmadığı araştırılır. Eğer böyle bir karîne de mevcut değilse, bu çeşit haberler üzerinde tevekkuf edilir. Bir haber üzerinde tevekkuf, o haberle amel etmemek, bir başka ifade ile, o haberi delil olarak kullanmamak demektir. Üzerinde tevekkuf olunan haber, aynen merdûd haber gibidir; ancak onun merdûd sayılması, onda red sıfatının kesinlik kazanmış olması dolayısıyle değil, kabulünü gerektiren bir sıfatın bulunmaması do-layısıyledir.

2. Haberin Merdûd Olma Sebepleri


Bir haberin merdûd olması, genel olarak iki sebebe dayanır. Bu se­beplerden biri isnadla ilgilidir ve isnaddan bir veya daha fazla râvinin düş­mesiyle haber merdûd olur. Yahutta isnadı oluşturan râvilerden bir veya bir kaçının, diyanet yahut zabt yönünden cerh edilmesi halinde haber merdûdsayılır.
îsnaddan râvi düşmesi, değişik şekillerde tezahür eder ve düşen râvinin isnaddaki yerine göre haber veya hadîs değişik isimler alır. Meselâ hadîsi kitabında nakleden bir musannif, kendi tasarrufu ile isnadın ba­şından itibaren bir veya daha fazla râviyi hazfeder; bazen de bütün isnadı zikretmeden sadece Hazreti Peygambere isnadla hadîsin metnini verir ki, bu çeşit hadîslere mu'allak denir. Bazen hadîsi rivayet eden râvilerden bi­rinin, isnadın ortasından veya sonundan, bir veya bir kaç râviyi düşürmesi sebebiyle hadîs merdûd olur. İsnadın ortasından bir râvisi düşmüş olan hadîse munkatı' , birbirini takip eden iki veya daha fazla râvisi düşmüş olan hadîse de mu'dal denir. Eğer isnadın sonunda sahabî düşmüş olursa, bu çeşit hadîslere de mursel adı verilir.
Bazen bir isnad içerisinde muasır olmayan iki râvinin birbirinden hadîs nakletme durumları dolayısıyle aralarında bir râvinin düşmüş olduğu açıkça anlaşıldığı halde, bazen de muasır olan, hattâ birbirine mülâki oldukları bilinen iki râvinin, birbirinden işitmedikleri hadîsleri naklettikleri olur; aslında böyle bir hadîsi diğerinden nakleden râvi, onu naklettiği şa­hıstan işitmemiş, fakat başkası vasıtasıyle ondan almış, sonra da hadîsi ri­vayet ederken o vasıtayı herhangi bir sebeple zikretmemiştir. Böylece, ara­daki vasıtayı isnaddan düşüren râvi, şeyhinden işitmediği hadîsi, ondan işitmiş gibi rivayet etmek durumunda kalmıştır. Ancak bu çeşit rivayetlerde, râvinin şeyhine mülâkî olduğunun bilinmesi dolayısıyle, is-naddan bir râvinin düşürülmüş olduğu çok defa anlaşılmaz ve o hadîsin de râvinin muttasıl senedle rivayet ettiği hadîslerden olduğu sanılır. İsnadında bu çeşir hafi (gizli) râvi düşmesi olan hadîslere de müdelles denilmiştir.
işte, isnadda, çeşitli şekillerde râvi düşmesi sebebiyle ortaya çıkan bu hadîs çeşitlerinin hepsi de merdûd haberler arasında yer alır.
Hadîsin merdûd olmasının diğer bir sebebi de, isnadı oluşturan hadîs râvilerinden birinin veya bir kaçının adalet ve zabt yönünden cer-hedilmesidir. Aşağıda da ayrıca açıklanacağı üzere, bu konuda şiddet yö­nünden birbirinden farklı on çeşit cerh sebebi vardır ve bunlardan herhangi biriyle cerhedilen râvinin hadîsi merdûd sayılır.
Cerh sebeplerinin en şiddetlisi, râvinin kizbi, yâni yalancılığıdır. Ya­lancılığı sabit olan ve bu yönden cerhedilen râvinin hadîsi mevzû'dur, yâni uydurmadır. İkincisi, râvinin yalancılıkla itham edilmesidir; böyle bir râvinin hadîsine de metruk denilmiştir. Cerh sebeplerinin üçüncüsü, râvinin rivayetlerinde fâhış hata yapması, dördüncüsü, gafleti, beşincisi de fışkıdır. Bu hallerinden dolayı cerhedilen râvînin hadîsine de münker denir, altıncı cerh sebebi vehim olup, râvinin mürsel olan bir hadîsi muttasıl olarak, yahut bunun aksine, muttasıl olan bir hadîsi mürsel olarak rivayet et­mesidir. Bir râvinin, rivayetinde vehmettiğine hükmetmek oldukça güç bir iştir. Eğer bazı karineler yardımıyle rivayette vehim bulunduğuna hük­medilebilir ve râvi bu yönden cerhedilirse, hadîsi muallel olur.
Cerh sebeplerinin yedincisi, râvinin diğer râvilere muhalif rivayetidir. Bu muhalefet, ya rivayetine bazı yabancı isimler veya hadîsten olmayan iba­reler dercetmesiyle olur; bu takdirde kendisine yabancı sözler sokulmuş olan hadîse mudrec denir. Yahut muhalefet, hadîsin isnad veya metninde bazı takdim ve tehirler yapılmak suretiyle ortaya çıkar. Böyle bir hadîse de maklûb adı verilir. Yahut muhalefet, râvinin ibdaliyle olur ve bu halde iki muhalif rivayet arasında tercîh yapılamazsa, hadîse muztarib denir. Yahut muhalefet, yazının şekli değişmeksizin bazı harflerin nokta hatalarından or­taya çıkar ve hatadan dolayı hadîse musahhaf denir. Eğer yazının şeklinde bir değişme olur ve muhalefet bu yönden meydana gelirse, bu takdirde hadîs muharref adını alır.
Cerh sebeplerinden sekizincisi cehalet, yâni râvinin adalet ve zabt yön­lerinden halinin bilinmemesidir. Dokuzuncu sebep râvinin su-i hıfzı, onuncu sebep de, bid'atıdır.
Aşağıda daha geniş bir şekilde açıklanacak olan râvilerin cerh se­bepleriyle ortaya çıkan hadîs çeşitlerinin hepside, merdûd haberler ara­sında yer alırlar.

3. İsnadda İnkıta ve Munkatı Hadîs Çeşitleri


İnkıta, isnad zincirinden bir veya birden fazla râvi halkasının düş­mesiyle isnadda meydana gelen kopukluktur ve kopuk isnadla nakledilen hadîse munkatı denir. Râvi düşmesinin, isnadın başında, ortasında ve so­nunda olmasına ve düşen râvi sayısına göre, o isnadla gelen hadîs, değişik isimler altında zikredilir. Mürsel, mu'dal ve munkatı gibi. Ancak burada şunu hemen belirtmek gerçkir ki, munkatı tabiri, lügat yönünden, isnadı muttasıl olmayan, yâni isnadında kopukluk bulunan hadîsler için kul­lanıldığı halde, ıstılahta, tâbi'îden sonraki herhangi bir tabakada, is­nadından bir, veya birbirini takip etmeksizin birden fazla râvisi düşmüş olan hadîs çeşidinin adıdır. Bu itibarla biz, bu bahisle ilgili konu başlığında Munkatı Hadîs Çeşitleri ifadesini kullanırken, munkatı kelimesini lügat manâsında kullanmış olduğumuz halde, isnadın çeşitli yerlerinde düşen râvi sayısına göre hadîslerin mürsel, mu'dal ve munkatı gibi isimler altında zikredildiğini söylerken de, aynı kelimeyi ıstılah manâsında kullandık
Bir isnadda râvi düşmesi veya inkıta, bazen zahir, yâni açık ve herkes tarafından kolayca anlaşılabilecek şekilde vukubulduğu halde, bazon de hafiy veya gizli olur ve bu irikıtâya vâkıf herhangi bir kimse tarafından açıklanmadıkça, hiç kimse, o isnadın munkatı olduğunu anlayamaz. Isnaddaki zahir veya açık inkıta, râvinin, muasırı olmayan bir şeyhten hadîs rivayet etmesiyle ortaya çıkan kopukluktur. Herkes tarafından kolayca bilinip an­laşılır ki, o râvi, hadîsini naklettiği o şeyhin muasırı değildir; dolayısıyîe ona mülâkî olmamıştır ve onun hadîsini bizzat ondan almamıştır. O halde, mülâkî olmadığı o şeyhin hadîsini kendisine nakleden başka bir aracı şeyh vardır; fakat hadîsi rivayet ederken isnadında bu aracı şeyhin ismini her­hangi bir sebeple zikretmemiştir. İsnadında açık râvi düşmesiyle ortaya çıkan hadîs çeşitleri, aşağıda da açıklanacağı üzere, muallak, mu'dal, mun­katı ve mürsel 'dir.
İsnaddan hafi veya gizli râvi düşmesi ise, râvinin, mülâkî olduğu ve hattâ bazı hadîslerini aldığı bilinen bir şeyhten işitmediği bir hadîsi rivayet etmesi halinde ortaya çıkan inkıta şeklidir. Herkes tarafından bilinir ki, bu râvi, normal olarak o şeyhe mülâkî olmuş ve ondan, rivayet ettiği bazı hadîsleri işitmiştir; dolayısıyle işittiği bu hadîsleri o şeyhten rivayet etmeye hakkı vardır. Şu da var ki râvi, bu hadîsleri ondan rivayet ettiği gibi, bunlardan ayrı olarak şeyhten işitmediği, fakat başka vâsıta ile ondan aldığı bazı hadîsleri daha rivayet eder; aradaki bu vâsıtayı da isnadında açıklamaz ve onları da şeyhten işittiği zehabını uyandırır. Râvinin o şeyhe mülâkî ol­duğunu ve ondan hadîs işittiğini bilenler ise, onun işitmediği hadîsleri de ri­vayet ettiğini anlayamazlar. İşte, aşağıda açıklanacağı üzere, râvinin bu tarz hadîs rivayetine tedlls, rivayet ettiği hadîse de müdelles denilmiştir.
Mudelles'ten çok ince bir farkla ayrılan ve mursel-i hafi denilen hadîs çeşidi de, râvinin, muasırı olup da mülâkî olmadığı şeyhten rivayet ettiği hadîstir ve zikrettiğimiz bütün bu hadîs çeşitleri, isnadında düşen râvilerin adalet ve zabt yönünden hallerinin bilinmemesi sebebiyle merdûd hadîsler arasında yer alırlar.

a) Muallak Hadîsler


İsnadının başından bir veya birbirini takip etmek üzere daha fazla râvisi hazf ve en son hazfedilen râvinin şeyhine isnad edilmiş hadîslere mu­allak denilmiştir. Muallak, ta'lîk'tan ism-i mefûldür. Ta'lîk, lugatta bir şeyi asmak, destek veya dayanaktan mahrum bırakmak manâsına gelir. Hadîs ıstılahında ise, musannifin, kitabında naklettiği bir hadîsin isnadından, ya kendi şeyhini, yahut kendi şeyhi ile birlikte sırasıyle bir kaç şeyhi ve hattâ bütün isnadı hazfederek veya ibaresiyle, hadîsi,zikrettiği ilk kaynağa isnad etmesidir.
Muallak ismi, umumiyetle cezm sîgasıyle, yâni gibi kesinlik ifade eden tabirlerle rivayet edilen hadîslere verilmiş, fa­kat Îbnu's-Salâh'm da dediği gibi,. gibi temrîz ifade eden tabirlerle nakledilen hadîslerde bu isim kullanılmamıştır''. Bununla be­raber, müteahhırûndan olan bazıları, meselâ Ebu'l-Haccâc el-Mizzî, el-Bu-hârî'nin Sahîh'indeki bu kabilden hadîslere de muallak adım vermiştir''.
El-Buhârî'nin Sahîh'inm muallak hadîslerin başlıca menşei olduğu an­laşılmaktadır. Bu konuyla ilgili olarak, değerli araştırmacı Fuat Sezgin şu görüşleri ileri sürmüştür: "Kaynakların verdiği malumattan anlaşıldığına göre, Sahîh'te mevcut bu gibi merviyatı ilk defa ciddî bir şekilde ele alıp ta'lîk diye adlandıran kimse, Ebu'l-Hasan ed-Dârakutnî (Ö. 385), daha sonra aynı isimle el-Cem' beyne's-Sahîhayn adlı kitabında mevzuubahs eden Ebû Abdillah el-Humeydî (Ö. 420) olmuştur'. Bu bakımdan muallak hadîs, bir hadîs çeşidi olmaktan ziyade el-Buhârî'nin Sahîh'inin en Önemli hususiyetlerinden birini teşkil eder. Bu hususiyet üzerinde duran İbn Hacer, şöyle der: "Ta'lîk, şeyhten semâ yolu ile alındığını göstermeyecek (meselâ Jli ./i ./i. ;k ,Jli gibi) kat'î veya yarı kat'î bir ifade ile, isnad-tan bir veya daha fazla şahıs hazfetmektir. Eğer kat'î bir ifade kullanılırsa ( ^jj ,JU gibi) kendinden almanın sıhhatine delâlet eder''.Ancak, onun hazfolunan senedinin râvileri üzerinde düşünmek gerekir: Eğer bunlar sikattan iseler, ta'lîklarmdaki sebep, bu hadîsin, kitabın bir başka yerinde, veya manâsının o bâbta diğer bir vâsıta ile de olsa bulunmuş olmasıdır ki, ihtisaren ona ta'lîk ile işaret edilmiştir; yahutta bu ta'lîk, muhaddisin, hadîsi şeyhinden semâ yolu ile aldığını, fakat bu şeyhin tedlîs ile ta­nındığını, yahutta hadîsin mevkuf bulunduğunu, yâni senedin ancak sahabîye kadar çıkabildiğini gösterir. Bir başka ihtimal de, haddizatında si-kattan olmakla beraber, aralarında, el-Buhârî'nin şartına uymayanların bu­lunmasıdır. İşte bu ihtimaller dolayısıyle müellif hadîsini doğrudan doğruya ta'lî-kan, yâni senedini kısaltarak alır; bazen de mütâbeat yolu ile alır. Bu da, yukarıdaki muhtelif sebeplerden biriyle "cezm" (yâni kat'î, meselâ S& \S-ij <Cyfe sîgasıyle yapılır...Musannif, şayed temrîz (yâni kat'î olma­yan, meselâ yukâlu, yurvâ) sîgasıyle bir hadîs almışsa, bu takdirde hadîsin isnadında, ta'lîkda zikrettiği şahsa kadar zayıf bulduğu bir şahıs var de­mektir. Yalnız bazen bu zayıflık, başkalarının seneddeki illeti görmemiş ol­malarından veya mühimsememelerinden dolayı sahîh kabul edecekleri kadar ehemmiyetsiz derecede de olabilir. Bu tarzda, muallak olarak alınmış bulunan hadîsin birinci kategoride olduğu gibi senedinde teemmüle şâyân şüpheli bir taraf var dernektir"''.
Kısaca ifade etmek gerekirse, ta'lîk, el-Buhârî'nin Sahîh'ine hâs özel­liklerden biridir. Onun daha çok bâb başlarında yer verdiği bu çeşit hadîsleri niçin ta'lîk ettiği kesinlikle bilinmezse de, bazı imamlar, bunun için başlıca dört sebep zikretmişlerdir. Bu sebepleri şöyle sıralamak müm­kündür:
1) El-Buhârî'nin ta'lîkan zikrettiği hadîs, hadîsçiler arasında sika (gü­venilir) râvilerin muttasıl rivayetleriyle maruf olan bir hadîstir. El-Buhârî, bâb başında bu hadîsi delil olarak zikretmek lüzumunu hissettiği zaman, ihtisar olmak üzere, isnadını vermeye gerek görmemiştir. Çünkü hadîs is-nadıyle maruf olan bir hadîstir.
2) El-Buhârî'nin, Sâhîh'imn çeşitli fıkıh bâblarmda delil olarak kul­lanılmalarını sağlamak için bazı hadîsleri mükerrer olarak naklettiği bi­linen hususlardandır. Eğer bir hadîs, herhangi bir fıkıh babında nak­ledilmişse, el-Buhârî, aynı hadîsi bâb başında delil olarak tekrarlamak lüzumunu hissettiği zaman, onun isnadını tekrar vermek lüzumunu duy­mamıştır.
3) El-Buhârî'nin ta'lîkan naklettiği bazı hadîslerin isnadında şartlarına uygun olmayan bir râvinin bulunması ihtiamli de vardır. Eğer el-Buhârî, bâb başında delil olarak zikredebileceği bir hadîs bulamamış ise, şartınauygun olmayan râvinin hadîsini nakletmek zorunda kalmış, fakat kitabında onun ismine yer vermemek için de,ya hadîsin bütün isnadını, yahutta o râvinin şeyhine kadar isnadın bir kısmını hazfetmiştir.
4) Bir görüşe göre de, muallak hadîsler, el-Buhârî'nin vicâde yolu ile al­dığı hadîslerdir. Vicâde, ileride de açıklanacağı üzere, bir hadîsçinin rivayet ettiği hadîsi, zamanına yetiştiği veya yetişemediği herhangi bir şeyhin ki­tabında bulmasından ve işitmeksizin o kitaptan alıp nakletmesinden iba­rettir. El-Buhârî, asıl olarak değil, fakat adını zikrettiği bâb başlarına uygun bir delil olmak üzere bu çeşit hadîsleri talikan kullanmakta bir mah­zur görmemiştir.
Muallak hadîsin sıhhati, isnadının bilinmesine veya hadîsçüer ara­sında maruf olmasına bağlıdır. İsnadı bilinen ve kabul şartlarını hâiz olarak hadîsçiler arasında maruf olan muallak bir hadîsin sahîh veya hasen hük­münü taşıması tabiîdir. Ancak, isnadın başından bir ve daha fazla râvinin hazfedilmesi, çok defa müellifin tasarrufundan olsa bile, hazfolunan râvilerin bilinmemesi dolayısıyle bu çeşit hadîsler merdûd hadîsler arasında yer alır. Hattâ onları hazfeden, veya hadîsim talikan nakleden kimsenin "hazfettiğim râvilerin hepsi de sikattandır" demesi halinde de muallak hadîs yine zayıf hükmündedir; zira müellifin, hazfettiği râvileri ta'dîli müp­hemdir ve hadîs hakkında sıhhat hükmünü vermek için yetersizdir''.
El-Buhârî'nin, Sahîh'inde muallak olarak zikrettiği bir haber şöyledir:
(İlimde haya babı: Mucâhid şöyle demiştir: Utanan da, büyüklenen de ilim sahibi olamaz. A'işe de şöyle demiştir: Şu Ansâr kadınları ne güzel ka­dınlar!.. Haya (yâni utanma), onların dînde faküı olmalarına asla engel ol­muyor)

b) Mursel Hadîsler


Hazreti Peygambere yakın bir devirde yaşamış olmaları dolayısıyle, sa­habenin çoğunu gören ve onlarla sohbette bulunan tâbi'îlerin, hadîs rivayet ederken, kendilerinden hadîs işittikleri sahabîleri atlayarak, yahut onların isimlerini zikretmeksizin diyerek rivayet ettikleri hadîslere mursel denilmiştir. Buna göre mursel hadîs, isnadında sahabîsi düşmüş olan hadîstir ve murselle ilgili olarak verdiğimiz bu tarif, bize, hadîsçilerin üzerinde ittifak ettikleri ıstılah manâsmdaki murseli tanıtır. Zira bazı usûlcülerle fıkıh ulemâsı, kelimenin lügat manâsını ele alarak, onunla munkatı, hattâ mu'dal denilen hadîs çeşitleri arasında hiçbir ayırım yap­mamışlardır'Aynı görüşe sahip olanlardan biri de el-Hatîb el-Bağdâdî'dir. Murselden bahsederken bu konuya temas ederek der ki: Mu-delles olmayan hadîsin irsali, râvinin, muasırı olmayan, yahut mülakatı bulunmayan kimseden rivayetidir. Meselâ Sa'îd İbnu'l-Museyyib'in, Ebû Se­leme îbn Abdirrahman'ın, Urve İbnu'z-Zubeyr, Muhammed İbnu'l-Munkedir, el-Hasanu'1-Basrî, Muhammed îbn Şîrîn, Katâde ve tâbi'ûndan olan diğer bir çok kimsenin Hazreti Peygamberden rivayetleri böyledir. Keza tâbi'ûndan olmayan İbn Cureyc'in, Ubeydullah îbn Abdillah îbn Utbe'den, Mâlik îbn Enes'in el-Kâsım İbn Ebî Bekr es-Sıddîk'tan, Hammâd îbn Ebî Süleyman'ın Alkame'den rivayetleri de bu kabildendir. Bunların hepsi de, muasır olmayanların rivayetleridir. Mu'âsırı olup da mülakatı bu­lunmayanların rivayetlerine gelince, bunlara da el-Haccâc İbn Ertât'm, Sufyân es-Sevrî'nin ve Şu'be'nin ez-Zuhrî'den rivayetleri misal olarak gös­terilebilir. Bize göre bunların hepsi hakkındaki hüküm birdir. Hattâ mülâki olduğu şeyhten hadîs işiten, fakat bu arada işitmediği hadîsi irsal eden kim­seler hakkındaki hüküm de böyledir.
El-Hatîb'in bu ifadelerinden açıkça anlaşılıyor ki, ona göre, tâbi'ûnun doğrudan doğruya Hazreti Peygamberden rivayet ettikleri hadîsler mursel olduğu gibi, tâbi'ûndan olmayan ve daha sonraki tabakalara mensup bu­lunan kimselerin muâsarat etmedikleri, yahut muâsarat etseler bile mülâkî olmadıkları, hattâ mülâkî olup da işitmedikleri kimselerden rivayet ettiklen hadîsler de murselden sayılır. Maamafih, murselin tarifiyle ilgili olan bu ihtilâf, ıstılah ve kelime yönünden olan bir ihtilâftır ve manânın özü üze­rinde herhangi bir tesiri yoktur; zira ister el-Hatîb'in görüşüne uyularak hepsine birden mursel denilsin, ister mursel yalnız tâbi'ûnun rivayetine atfedilmiş olup bunun dışındakilere mu'dal veya munkatı denilmiş olsun, hepsi de, her iki gurup nazarında makbul olmayan hadîs çeşitlerindendir. Şu da var ki, mursel tabirini daha umumî manâda kullanan el-Hatîb, es-Suyûtî'nin ifadesine göre, bu tabirin istimal yönünden çok defa tâbi'ûnun Hazreti Peygamberden rivayet ettikleri hadîslere ıtlak olunduğunu da be­lirtmiş bulunmaktadır''.
Mursel hadîslerin delil olarak kullanılıp kullanılamayacağı hususunda çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. En-Nevevî'nin belirttiğine göre, hadîsçilerin çoğunluğu, birçok fukahâ ve usûlcüler nazarında mursel zayıftır ve onunla ihticac olunmaz. Eş-Şâfi'î de aynı görüşe sâhiptir. Müslim ise,
Sahîh'in mukaddimesinde "rivayetlerden mursel, bize ve haberlere vâkıf kimselere göre hüccet değildir" demiştir
Murselin zayıf ve merdûd hadîsler arasında yer almasının başlıca se­bebi, mahzûf olan râvinin, yâni tâbi'înin hadîsini almış olup da isnadda zik­retmediği şeyhin, adalet ve zabt yönlerinden halinin bilinmemesidir. Eğer isnaddan düşmüş olan bu şeyhin sahabî olduğuna kesinlikle hükmedilebilse idi, o zaman, sahabîlerin udûl oldukları kaidesine istinaden, hadîs üzerinde tereddüde mahal kalmaz ve onun sahîh olduğuna hükmedilirdi. Fakat tâbi'înin hadîsini alıp ismini hazfettiği şeyhin de kendisi gibi bir tâbi'î ol­ması ihtimali vardır. Keza bu şeyhin tâbi'î olduğu takdirde, ya sika ya da zayıf olması ihtimali vardır. Sika olduğu farzedilse bile, onun da kendisi gibi bir tâbi'îden almış olması ihtimali vardır. Eğer tâbi'î ise, o da diğeri gibi ya sika ya da zayıf olabilir. Velhâsıl bu ihtimaller ilânihaye teselsül eder gider ki, akıl, bu teselsülü sonu gelmeyen bir şekilde tecvîz edebilir. Fakat is-nadlar tetkik edildiği zaman, bazen bir tâbi'înin, en çok altı veya yedi tâbi'îden hadîs rivayet ettiği görülmüştür.
Bu sebepledir ki, tâbi'îden sonraki sahabî makamında râvisi düşmüş hadîsler, düşen râvinin zayıf olması ihtimaline binâen merdûd sa­yılmışlardır. Bununla beraber, murselin sahîh olduğu görüşünü ileri sü­renler de vardır. Bunların başında Mâlik ve Ebû Hanîfe gelir. Bunlara göre, eğer mursil, yâni hadîsi irsal eden râvi, hadîsine güvenilir kimselerden olur ve yine güvenilir kimselerden irsal ettiği bilinirse, onun murselini almakta hiçbir mahzur yoktur.
İbn Cerîr ise, bu konuda şu görüşü ileri sürmüştür: Tâbi'ûn mur-sellerinin kabulü hususunda ittifak etmişlerdir. Ne onlardan ve ne de daha sonraki imamlardan hiçbirinden murselin inkârı ile ilgili bir söz gel-memiştir.İbn Abdi'l-Berr'e göre, İbn Cerîr, bu sözü ile ikinci asrın baş­larında mursele karşı ilk muhalefetin eş-Şâfî'î'den gelmiş olduğuna ve ondan sonra şiddet kazandığına işaret etmiş olacaktır. Bununla beraber, eş-Şâfı'î'nin mursel hadîsleri külliyyen reddetmediği de bir gerçektir. Ni­tekim er-Risâle'deki ifadesine göre, bazı şartlara bağlı olarak kibar-ı tâbi'înin mursel hadîsleri kabul edilebilir. Bu şartlardan biri: Eğer mursel hadîs, hafız ve güvenilir kimseler tarafından bir başka tarîktan ve fakat musned olarak rivayet edilmiş ise, o zaman murselin sıhhatine hükmedilir. Diğer bir şart: Eğer mursel rivayeti takviye eden ikinci tarîk da mursel ise,
bu takdirde ikinci tarîkin mursilinin, kendisinden hadîs alınan kimselerden ve birinci tarîkin mursilinden başka bir kimse olması lâzımdır. Böyle olduğu zaman, ikinci tarîk mursel de olsa, birincisini takviye eder. Şu var ki bu, musned olarak rivayet edilen ilk şekle nisbetle daha zayıftır. Bir başka şart: Mursel hadîsi takviye eden ne musned ve ne de mursel, bir başka tarîkla gelmiş bir rivayet bulunmaz, fakat Hazreti Peygamberden ashabı tarafından rivayet edilen haberler arasında mursel hadîse uygun bir söz bu­lunursa, râvinin, murselini sahîh olan bir asıldan aldığına hükmedilir. Diğer bir şart, mursel hadîsin, ilim ehlinin fetvalarına uygun olmasıdır.
Eş-Şâfı'î, kibar-ı tâbi'înden mursel olarak rivayet edilen hadîslerin kabul edilebilmesi için ileri sürdüğü bu şartların her birinde, hadîslerin mahreçlerinin sıhhatini gösteren delâletler bulunduğunu ve bunlara is­tinaden onların kabul edilebileceğini söylemiş, bu şartları ihtiva etmeyen mursel hadîslerin ise, kabule şâyân olmadıklarını ileri sürmüştür.
Hazreti Peygamberin bazı ashabiyle uzun müddet beraber bulunan kibar-ı tâbi'înden sonrakilerin, yâni sığar-i tâbi'înin, murselleri hakkında ise, eş-Şâfî'î, herhangi bir şart ileri sürmeksizin "bunlardan murseli kabul edilen hiç kimse bilmiyorum" demekle yetinmiştir.
Eş-Şâfi'î'nin mursel hadîslerin kabulü ile ilgili olarak ileri sürdüğü bu şartlar gözönünde bulundurulursa, onun, kibar-ı tâbi'înden Sa'îd Îbnu'l-Museyyib'in mursellerinden başka mursel kabul etmediği yolunda ileri sü­rülen görüşlerin yerinde olmadığı anlaşılır. Filhakika es-Suyûtî, Pa'îd Îbnu'l-Museyyib'in mursellerinden başka murselle ihticac etmediğine dâir eş-Şâfi'î hakkında ileri sürülen bir görüşün şöhret kazandığına işaretle, bu görüşün mesnedi olarak eş-Şâfi'î'nin Mâlik'ten rivayet ettiği şu hadîsi zik-d.
Eş-Şâfî'î bu mursel hadîsi zikrettikten sonra şu görüşü ileri sürmüştür: "El-Kâsım İbn Muhammed, Sa'îd İbnu'l-Museyyib, Urve İbnu'z-Zubeyr ve Ebu Bekr İbn Abdirrahman da etin hayvan karşılığı satılmasını haram sayıyorlardı. Bu, bize göre de böyledir ve Hazreti Peygamberin ashabı içinde herhangi birinin Ebû Bekr es-Sıddîk'a muhalefet ettiğini bilmiyoruz. Bizim nazarımızda İbnu'l-Museyyib'in irsali hasendir"
Eş-Şâfı'î'nin, Sa'îd Îbnu'l-Museyyib'in irsali hakkındaki bu sözü, ikiyönden mütalâa edilmiştir. Bazılarına göre, diğerlerinin murselleri hilâfına, İbnu'l-Museyyib'in murselleri, eş-Şâfi'î'nin nazarında hüccettir; çünkü eş-Şâfî'î, onun mursellerini tetkik etmiş ve hepsinin de musned olduğunu gör­müştür. Diğer bazılarına göre ise, İbnu'l-Museyyib'in murselleri de, eş-Şâfi'î'nin nazarında diğerlerinden farksızdır; yâni onlar da diğerleri gibi hüccet değildir. Bununla beraber eş-Şâfi'î, onun mursellerini tercih et­miştir; çünkü her ne kadar hüküm istinbatında mursel delil olarak kul­lanılmasa bile, bazı hallerde onunla tercihte bulunmak caizdir''.
El-Hatîb, bu ikinci şıkka işaretle, kendi nazarında sahîh olan görüşün bu olduğunu söyler ve "esasen Sa'îd'in murselleri arasında musned olmayan hadîsler de bulunmaktadır. Bununla beraber eş-Şâfi'î, kibar-ı tâbi'înin mursellerini diğerlerinden ayırdederek onlara üstün.bir meziyyet atfetmiştir. Bunlar arasında tabiatiyle Sa'îd'in murselleri de vardır" der'.
Burada şuna da işaret etmek gerekir ki, Sa'îd İbnül-Museyyib'in mur­selleri, imamlar arasında umumiyet itibariyle sahîh kabul edilmiştir. Mese­lâ Yahya İbn Ma'în "mursellerin en sahihi, Sa'îd İbnu'l-Museyyib'in mursel-leridir" demiş, Ahmed İbn Hanbel de, buna yakın bir ifade ile, "Sa'îd İbnu'l-Museyyib'in murselâtinin en sahîh murseller olduklarını" söylemiştir'.
Sa'îd İbnu'l-Museyyib'in mursellerini söz konusu eden el-Hâkim de, bunların en sahîh murseller olduğunu söylemiş ve buna delil olarak şöyle demiştir: "Çünkü Sa'îd, sahabe evlâdındandır. Babası el-Museyyib İbn Hazn, Şecere ve Rıdvan bey'ati ashabından idi. Sa'îd, Ömer'i, Osman'ı, Alî, Talha, ez-Zubeyr ve diğer Aşere-i Mubeşşere'yi idrak etmiştir. Halbuki tâbi'ûn arasında onları idrak eden ve onlardan hadîs alan Sa'îd ve Kays İbn Ebî Hâzim'den başka kimse yoktur. Bütün bunlara ilâveten Sa'îd, Hicaz eh­linin fakîh ve müftisi ve Fukahâ-i Seb'anm ilkidir; o Fukahâ-i Seb'a ki, Mâlik İbn Enes onların icmâ'ını bütün halkın icmâ'ı saymıştır"'.
El-Hâkim'in belirttiğine göre, mursellerin çoğu, Medine ehlinden Sa'îd Îbnu'l-Museyyib, Mekke ehlinden Atâ îbn Ebî Rabâh, Mısır ehlinden Sa'îd İbn Ebî Hilâl, Şâm ehlinden Mekhûl ed-Dımaşkî, Basra ehlinden el-Hasan îbn Ebi'l-Hasan (el-Basrî) ve Küfe ehlinden İbrahim îbn Yezîd en-Naha'î vâsıtasıyle rivayet edilmiştir''. Yukarıdada açıklandığı gibi, bunların en sahîhi, Medîne ehlinden olan Sa'îd İbnu'l-Museyyib'in mur selleridir. Mekke ehlinden gelen Atâ İbn Ebî Rabâh'm murselleri ise, Alî Îbnu'l-Medînî'nin ve Ahmed îbn Hanbel'in belirttiklerine göre, Atâ'nın her çeşit insandan hadîsalması dolayısıyle en zayıf mursellerdir. Bu sebeple Alî İbnu'l-Medînî, Mucâhid'in mursellerinin bile Atâ'nın mursellerinden çok daha iyi olduğunu söylemiş; Ahmed İbn Hanbel de, "murselât arasında el-Hasanu'1-Basrî ve Atâ İbn Ebî Rabâh'ınkilerden daha zayıf mursel yoktur" demiştir''. Yahya İbn Sa'îd ise, Sa'îd îbn Cubeyr'in mursellerini Atâ'nm mursellerine tercîh et­miştir''. Basra ehlinden gelen el-Hasanu'1-Basrî'nin mursellerine gelince, Ahmed îbn Hanbel'in bunlar hakkındaki görüşüne biraz Önce işaret et­miştik. Buna ilâveten, el-Irâkî'nin el-Hasan'ın murselleri hakkında "şibhu'r-rîh" denildiğine dâir bir sözüne de işaret edebiliriz''.Bununla beraber, onun mursellerini bu derece zayıf görmeyenler de vardır. Meselâ Alî İbnu'l-Medînî'ye göre, sikâtm el-Hasanu'1-Basrî'den rivayet ettikleri murseller sahîhtir. Ebû Zur'a ise, el-Hasan'ın "kale Rasûlullah (s.a.s.) diyerek rivayet ettiği hadîslerin sabit birer aslını buldum; yalnız dört hadîs müstesna" demiş, Yahya İbn Sa'îd el-Kattân da, buna yakın bir ifade kullanmıştır. Ancak Ebû Zur'a'mn istisna ettiği dört hadîse karşılık, Yahya İbn Sa'îd, bir yahut iki hadîsi müstesna kılmıştır'. Yine bu cümleden olarak, Yûnus İbn Ubeyd'in el-Hasan el-Basrî'ye tevcîh ettiği "yâ Ebâ Sa'îd, sen Hazreti Peygambere yetişmediğin halde, rivayet ettiğin bazı hadîslerde kale Rasûlullah diyorsun; bu nasıl olur?" sualine, el-Hasan'ın verdiği şu cevap zikredilebilir: "Ey kardeşimin oğlu, bana Öyle bir şey sordun ki, senden önce hiç kimse bunu bana sormamıştı. Benim nazarımda senin yerin olmasaydı, sana cevap vermezdim. Ben, kimin zamanında yaşadım, biliyorsun. El-Haccâc zam anı... Benim kale Rasûlullah dediğimi işittiğin bütün hadîsler Alî İbn Ebî Tâlib'tendir. Ancak ben öyle bir devirde yaşadım ki, Alî'nin ismini açıklayamadım"''.
Nakledilen bu sözlerin sıhhati hakkında kesin bir şey söylemek müm­kün değildir. Bununla beraber şurası bir gerçektir ki, el-Hasan'ın isnad ede­rek naklettiği hadîsler hüccet olarak kabul edildiği halde, murselleri kabul edilmemiştir.
Küfe ehlinden gelen İbrâhîm en-Naha'î'nin murselleri ise, Yahya îbn Ma'în tarafından daha sıhhatli görülmüş ve meselâ eş-Şa'bî'nin mursellerine tercîh edilmiştir. Hattâ İbn Ma'în, "onun murselleri, Salim İbn Abdillah'ın, el-Kâsım ve Sa'îd İbnu'l-Museyyib'in mursellerinden daha çok hoşuma gi­diyor" demiştir. Keza Ahmed İbn Hanbel'e göre de, en-Naha'î'nin mur-sellerinde bir beis yoktur''.
Mursel hadîsler, bazı imamlar tarafından müstekıl kitaplar halinde ce-medilmiştir. Bunlar arasında en çok şöhret kazananları, Sünen sahibi Ebû Dâvûd es-Sicistânî (202-275)'nin Kitâbu'l-merâsîl'i, İbn Ebî Hatim (240-327)'in aynı isimdeki kitabı ve Ebû Sa'îd el-Alâ'î (694-761)'nin Câmi'u't-tahsîl fî ahkâmi'l-merâsH'Vdir.
Burada bir de sahabî mursellerine işaret etmek yerinde olur. Bu mur-seller, bir sahabînin yaşının küçük olması, yahut İslâm'a geç girmesi dolayısıyle bizzat müşahede etmediği, yahut işitmediği şeyleri Hazreti Pey­gambere isnadla naklettiği haberlerdir. Sahîh olan görüş gereğince, bu çeşit mursellerin sıhhatine hükmedilir. El-Buhârî ve Müslim'in Sa/u/ı'lerinde bunlar sayılamayacak kadar çok yer almıştır. Çünkü bir sahabînin, Hazreti Peygamberden işitmeden ona isnad ettiği bir haberi ancak kendisi gibi bir sahabîden almış olduğuna şüphe yoktur. Belki sahabî olmayan kimselerden aldığı haberlerin de bulunabileceği düşünülse bile, bu çok nâdirdir ve bu çe­şit haberlerin kaynakları da genellikle belirtilmiştir. Sahabe, hepsi de udûl oldukları için, heberlerinde herhangi bir şüphe ve tereddüde yer yoktur,

c) Mu'dal Hadîsler


İsnadında birbirini takip eden iki ve daha fazla râvisi düşmüş hadîslere mu'dal denilmiştir. Bu tarife göre mu'dal, munkatı hadîslerin bir çeşididir; ancak mu'dalda birbirini takip eden en az iki râvinin düşmüş ol­ması şart koşulduğu için, bazen bir, bazen de birbirini takip etmeksizin ara­lıklarla birden fazla râvisi düşen ve ıstılahta munkatı denilen hadîslerden ayrılır. Buna göre her mu'dal munkatı olduğu halde, her munkatı mu'dal de-ğildi.
Meselâ Mâlik îbn Enes'in sojydL hadîsi mu'daldir. El-Irâkî, Mâlik'in, Ebû Hureyre'nin bazı ashabından hadîs işittiğini ve bu hadîsleri doğrudan doğruya Ebû Hureyre'ye isnad etmesi halinde, düşürülen râvi sayısının ancak bir olması ihtimali dolayısıyle, bu hadîsleri mu'dal saymanın güç ola­cağını ileri sürmüş, fakat yukarıda zikredilen hadîs hakkında böyle bir güç­lük bulunmadığını, zira Mâlik'in, bu hadîsi Muvattâ' dışında Muhammed îbn Aclân vâsıtasıyle babasından mevsûl olarak rivayet ettiğini ve bu su­retle Mâlik ile Ebû Hureyre arasında iki râvinin düşmüş olduğunun an­laşıldığını kaydetmiştir.
Meşhur musanmflardan birinin, isnadı başından sonuna kadar haz­fedip diyerek rivayet ettiği hadîslere de mu'dal denilmiştir. Bu takdirde, mu'dal ile, daha önce üzerinde durduğumuz muallak hadîs çe­şidi birleşmiş olur. Zira muallak, musannifin tasarrufu ile isnadın başından itibaren ya tamamının, ya sahabîye kadar, yahutta tâbi'îye kadar olan râvilerin hazfedilerek rivayet edilen hadîs çeşididir; bazen de musannif, ya kendi şeyhini, yahutta şeyhi ile birlikte onu takip eden şeyhleri hazfedebilir. Şu var ki muallakta, birbirini takip eden râvilerin isnadın başından itibaren düşmüş olması gerekir. Buna göre mu'dal ile muallak, isnadın başında en az iki ve daha fazla râvisi düştüğü zaman birleşirler; fakat isnadın ortasında veya sonunda en az iki veya daha fazla râvisi düşmüş olan mu'dal çeşidi, muallaktan ayrılır; o, sadece mu'daldir; fakat muallak değildir. Bu ba­kımdan, isnadın başında birden fazla râvisi düşmüş her muallakın, aynı za­manda mu'dal olduğu söylenebilirse de, her mu'dala aynı zamanda mu­allaktır demlemez.
Tâbi'u't-tâbi'înin tâbi'îden maktu olarak rivayet ettiği merfû hadîsler de mu'daldir. Meselâ : hadîsini el-A'meş i'dâl etmiştir. Nitekim Müslim'in Sahth'indeFudayl İbn Amr, eş-Şa'bî tarikiyle Enes İbn Mâlik'ten şu şekilde rivavet et-iti.
Mu'dal hadîsler, isnadlarmdan düşürülen râvilerin kimlikleri bilinip adalet ve zabt yönünden halleri tesbit edilmedikçe merdûd hadîslerden sa­yılırlar.

d) Munkatı Hadîsler


Munkatı tabiri, lügat yönünden, umumiyetle isnadı muttasıl olmayan hadîsler için kullanılmıştır. İnkıta veya râvi düşmesi, isnadın ister başında olsun, ister ortasında veya sonunda olsun, o isnad munkatıdır. Bu ba-ımdan sahabîsi düşen ve mursel denilen, yahut musannifin tasarrufu ile is­nadın başından hazfedilen ve muallak denilen isnadla munkatı arasında *ugat manâsı yönünden hiçbir fark yoktur olduğunu söy-
Bununla beraber ıstılahta munkatı, el-Hâkim'in de işaret ettiği gibi, murselden ayrı bir şeydir ve isnadda tâbi'îye varmadan önceki bir râvinin, kendisinden hadîs naklettiği şahsı işitmeden ondan rivayetidir
Bu durum, tabiatiyle râvinin, hadîsi bir başka şahıs vâsıtasıyle almış olduğuna delâlet ettiği gibi, bu vâsıtanın isnadda zikredilmemiş olması da, isnadın munkatı, yâni kopuk olmasını gerektirir.
El-Hâkim'e göre munkatı üç çeşittir. Birincisi, tâbi'îye varmadan ön­ceki râvinin, kendisinden hadîs naklettiği şahsı işitmeksizin ondan ri­vayette bulunmasıdır. El-Hadramî'nin Muhammed Ibn Sehl'den, Muhammed'in Ab-durrazzâk'tan, Abdurrazzâk'm Es-Sevrî'den, es-Sevrî'nin Ebû İshâk'tan, Ebû İshâk'm Zeyd İbn Yusey'den, Zeyd'in Huzeyfe'den, Huzeyfe'nin de Rasûlu'llah (s.a.s.)'tan rivayet ettiğine göre, Allah'ın elçisi şöyle bu­yurmuştur: "Eğer bu işin başına Ebû Bekr'i geçirirseniz, o, kuvvetli ve gü­venilir bir kimsedir. Hiçbir kötü kişinin kötü sözü, onu Allah yolundan alı-komaz. Eğer Alî'yi geçirirseniz, o da hidayete ermiş hidayet edici bir kimsedir. Sizi de dosdoğru yola yöneltir".
Bu rivayetin isnadını gören herkes, ilk anda onun muttasıl olduğuna hükmeder. Çünkü el-Hadramî ve Muhammed İbn Sehl, her ikisi de gü­venilir kimselerdir. Abdurrazzâk'm Sufyân'dan, keza Sufyân'm da Ebû İshâk'tan senıâ'ı maruf ve meşhurdur. Bununla beraber, Abdurrazzâk Sufyân'dan, Sufyân da Ebû İshâk'tan bu hadîsi işitmemişlerdir. Yâni Ab­durrazzâk ile Sufyân ve Sufyân ile Ebû îshâk arasında isimleri isnaddan düşürülmüş iki râvi vardır. Bu sebeple isnad munkatıdır.
Munkatı'm bir başka çeşidi de, isnadda nıübhem şahısların yer almış olmasıyle ortaya çıkar.
Ebu'1-Alâ' İbni'ş-Şihhîr'in, Hanzala oğullarına mensup iki adamdan, < iki adamın Şeddâd İbn Evs'ten rivayet ettiklerine göre, Şeddâd şöyle de mistir: "Rasûlu'llah (s.a.s.), herbirimize namazda şöyle duâ etmesini öğ retirdi: Rabbım! Senden işlerimde sebat, sağlam bir irade, akl-ı selîm, sâdılş bir dil diliyorum. Keza senden nimetlerine karşı şükür, sana ibadetlerimde güzellik diliyorum. Senin bildiğin her çeşit kötülüklerimi bağışlamanı is­tiyor, bildiğin bütün kötülüklerden sana sığınıyor ve bildiğin her iyiliği sen­den diliyorum".
Hadîsin isnadında Ebu'1-Alâ' İbn Abdillah İbni'ş-Şıhhîr ile Şeddâd İ^, Evs arasında yer alan ve hadîsi rivayet etmiş olan Benû Hanzala'dan iki şahsın kim oldukları mübhemdir. Bu sebeple hadîs munkatı sayılmıştır. Bazen de bir hadîs, isnadında isimlendirilmeyen bir râvi ile rivayet edilir; fakat bu hadîs munkatı sayılmaz. Meselâ:
...Ahmed îbn Seyâr'ın Muhammed İbn Kesîr'den, onun Sufyân es-Sevrî'den, es-Sevrî'nin Dâvûd İbn Ebî Hind'ten, onun adını açıklamadığı bir şeyhten, onun Ebû Hureyre'den rivayetine göre, Rasûlullah (s.a.s.) şöyle bu­yurmuştur: "İnsanlara öyle bir zaman gelecektir ki, adam, o zaman gelince, acz ile fücur arasında bocalayacaktır. Kim böyle bir zamana yetişirse, aczi fücura tercih etsin"
Bu hadîsin isnadında bulunan ve ismi açıklanmaya şeyh dolayısıyle rivayet munkatı olarak gelmiştir ve hadîslerin farklı rivayetlerine vâkıf ol­mayanlar nazarında bu hadîs de munkatı bir hadîstir. Ancak isnadlara vukufu olan başka bir hadîsçi, Dâvûd îbn Ebî Hind'ten gelen şu rivayeti de bilirdi):
Hadîsin bu rivayetinde mübhem olan râvinin açıklanmış olması do­layısıyle, diğer rivayet munkatı olarak gelmiş olsa bile, hadîs mevsûldür ve buna göre değerlendirilir.
İbn Hacer, isnadda düşen râvilerin açık ve gizli oluşuna göre munkatı hadîsleri iki kısımda incelemiş, düşen râvinin açık ve herkes tarafından an­laşılır olması halinde bu çeşit hadîslere munkatı, gizli olması halinde de,
bunlara mudelles denildiğini açıklamıştır. Ibn Hacer şöyle demiştir: "...Eğer isnaddan râvi düşmesi, birbirini takip eden iki ve daha fazla râvi ile olursa, bu türlü hadîslere mu'dal denir. Ancak düşme, birbirini takip etmeksizin, meselâ iki ayrı yerde olursa, bu da munkatı'dır. Keza yalnız bir, yahut bir­birini takip etmemek şartıyle ikiden fazla râvi düşerse, bu hadîslere de munkatı denir".
"Bazen râvinin, kendisinden hadîs rivayet ettiği şeyhe muasır ol­maması dolayısıyle isnaddan bir râvinin düşmüş olduğu açık bir şekilde bi­lindiği ve herkes tarafından kolayca anlaşıldığı halde, bazen de bu düşme gizli olur ve bunu, hadîsin isnadlarma ve bu isnadlardaki illetlere vâkıf mü­tehassıs imamlardan başkası anlamaz. Bu iki şıktan birincisi, yâni açık olanı, râvinin şeyhin asrına yetişmemesi, yetişse bile onunla biraraya gel­memesi ve ondan aldığı bir icazet veya vicâdeye sahip bulunmaması do­layısıyle aralarında herhangi bir mülakatın olmaması yönünden anlaşılır. Bu sebeple, râvilerin doğum, ölüm tarihlerini, hadîs öğrenmeye başladıkları vakitleri ve bunun için giriştikleri seyahatları anlatan tarih kitaplarına ih­tiyaç duyulmuş ve bu kitaplar sayesinde, bazı şeyhlerden rivayet iddiasında bulunan kimselerin yalanları ortaya konulmuştur".
"İkinci kısma, yâni gizli olan düşmeye gelince, buna da mudelles denir..."''. İbn Hacer'in bu açıklamasından da anlaşıldığı üzere, mudelles, munkatı hadîs çeşitlerinden biridir.

e) Mudelles Hadîsler


Mudelles, bir râvinin mülâkî olduğu şeyhten işitmeden, (yahutta muasırı olmakla beraber mülâkî olmadığı şeyhten işitmiş gibi) rivayet ettiği hadîslere mudelles adı verilmiştir.
Ancak vermiş olduğumuz bu tarifte yer alan "yahutta muasırı olmakla beraber mülâkî olmadığı şeyhten işitmiş gibi rivayet ettiği" ifadesini ih­tiyatlı kabul etmek gerekir. Çünkü İbn Hacer'e göre mudelles, yalnız, râvinin mülâkî olduğu şeyhten işitmeden rivayet ettiği, bir başka ifade ile, şeyhe mülâkî olduğu halde, ondan bir vâsıta ile alıp o vâsıtayı zikretmeden doğrudan şeyhe isnadla naklettiği hadîstir. Buna göre, bir hadîse mudelles diyebilmek için, râvisinin, işitmediği halde, kendisinden hadîs naklettiği şeyhe mülâkî olduğunun bilinmesi şarttır''. Bununla beraber, en-Nevevî Takrîb'inde, râvinin muasırı olduğu şeyhten işitmeden'', İbnu's-Salâh ise, Ulûmu''I-hadîs'inde, râvinin mülâkî olduğu şeyhten işitmeden, yahut muasırı olup da mülâkî olmadığı şeyhten mülâkî olmuş gibi rivayet ettiğihadîse mudelles ismini vermişlerdir'.Bundan anlaşılıyor ki, gerek en-Nevevî ve gerekse İbnu's-Salâh, râvi ile şeyhi arasında mülakatın bulunup bulunmadığına itibar etmeksizin muasır olmalarını yeterli görmüşler ve mudellesi buna göre tarif etmişlerdir. Halbuki İbn Hacer'in tarifinde mu­delles, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, birbirine mülâkî oldukları bilinen iki kişiden birinin diğerinden işitmeden rivayet ettiği hadîstir. İbn Hacer'e göre, muasır olan, fakat birbirine mülâkî olmadıkları bilinen iki kişi ara­sında, işitme olmaksızın yapılan rivayet, mudelles değil, mursel-i hafî olarak isimlendirilir. Bu bakımdan mudelles ile mursel-i hafî arasında çok ince bir fark vardır. Mudelles, şeyhe mülâkî olduğu bilinen râviye mahsûstur ve o şeyhten işitmeden rivayet ettiği hadîstir. Mursel-i hafî ise, şeyhe muasır olan ve fakat onunla mülakatı olduğu bilinmeyen râviye mahsûstur; mülakat olmayınca, tabiatiyle râvi o şeyhten işitmediği hadîsi rivayet etmiş olacaktır'O halde mudellesin tarifini yaparken, mülakatı nazarı dik kata almaksızın muâsaratı sözkonusu eden kimse, mursel-i hafîyi de bu ta­rifin içine sokmuş olur ki, bu yanlıştır; doğrusu, her ikisini birbirinden ayır­maktır. İbn Hacer, mudelleste mülakatın şart olduğuna ve muâsarata değil mülakata itibar edilmesi gerektiğine, hadîs ilmine vâkıf kimselerin, Ebû Osman en-Nehdî ve Kays İbn Ebî Hâzim gibi muhadramlarm Hazreti Pey­gamberden rivayet ettikleri hadîslerin mudelles değil, mursel-i hafî cin­sinden oldukları üzerindeki ittifaklarını delil olarak İleri sürer. Çünkü Mu-hadramlar, Hazreti Peygamberin muasırı olan, fakat ona mülâkî olmadıkları bilinen kimselerdir. Bu bakımdan eğer bir muhadram, aradaki vâsıtayı atlayarak doğrudan doğruya Hazreti Peygamberden hadîs nak-letmişse, bu hadîs mursel-i hafidir, mudelles değildir'
Mudelles, zulmet veya karanlık manâsına gelen deles'ten türetilmiş tedlîs'ten ism-i mef ûl olup, bir şeyin ayıbını ve kusurunu gizlemek, açık ve belli olması gerekirken onu karanlıkta bırakıp belirsiz hale sokmak de­mektir. Tedlîsin bu manâsı gözönünde bulundurulursa, râvinin, şeyhinden işittiği ve işitmediği hadîsleri birbirinden ayırt etmeksizin hepsim de ri­vayet etmesidir ki, işitmediği hadîsleri de işitmiş olduğu vehmini uyan­dırdığı için, ayıbını ve kusurunu gizlemiş olur.


f) Mursel-i Hafi


İbn Hacer'in tarifine göre mursel-i hafi, bir râvinin, muasırı olan, fakat mülâki olduğu bilinmeyen kimseden rivayet ettiği hadîsin ismidir.İbnu's-Salâh'm ve ona uyan en-Nevevî'nin tariflerinde ise, râvinin, ken­disinden hiçbir hadîs işitmediği, yahut kendisine hiç mülâkî olmadığı bi­linen şeyhten rivayet ettiği hadîstir.
Bu tariflerden anlaşılıyor ki, mursel-i hafî, senedinde inkıta bulunan hadîstir; yâni munkatı dediğimiz bir hadîs çeşididir. Bununla beraber, se­nedinde inkıta bulunan başka hadîs çeşitleri de vardır ve bunları bir­birinden ayırdetmek gerekir; zira bunlar arasında, senedlerindeki inkıta yö­nünden bir benzerlik bulunsa bile, inkıta'm sened içinde bulunduğu yere ve şekle göre ince farklarla birbirlerinden ayrıldıkları bilinen hususlardandır. Umumiyet itibariyle inkıta, bir râvinin, işitmediği şeyhten hadîs rivayet et­mesiyle hâsıl olur ve râvi ile şeyh arasında mülakat ve muâsaratm bulunup bulunmamasına göre de dört hadîs çeşidi ortaya çıkar ki, bunlar, mursel-i hafî, mursel, mudelles ve munkatı'dır.
Mursel-i hafî, yukarıda da belirttiğimiz gibi, senedin neresinde olursa olsun, muasır olan, fakat mülakatı bulunmayan, yahut aralarında semâ ol­mayan iki râviden birinin diğerinden rivayet ettiği hadîstir. Burada dikkat edilmesi gereken husus, bu iki râvi arasında semâ olmadığının, yahut mülakat bulunmadığının bilinmesidir.
Mursel zahir, daha önce de açıkladığımız gibi, tâbi'ûndan olan bir râvinin kale Rasûlullah (s.a.s.) ibaresiyle naklettiği hadîstir ve yalnız tâbi'ûna mahsustur. Buna göre seneddeki inkıta, sahabînin düşmesiyle hâsıl olmuştur.
Mudelles ise, birbirinin muasırı olan, aralarında mülakat bulunduğu, hattâ birbirinden hadîs işittiği bilinen iki râviden birinin, diğerinden işit­meden rivayet ettiği hadîstir. Burada râvi, rivayet ettiği bu hadîsi digerinden işitmediğine göre, bir başkasından işitmiş olacaktır. Ancak bu baş­kası senedde yer almadığı için inkıta hâsıl olmuş demektir. Burada dikkat edilmesi gereken husus, iki râvi arasında mülakat ve semâ bulunduğu halde, birinin diğerinden işitmeden rivayet ettiği hadîsin de, işitmiş olduğu diğer hadîslerden olduğu vehminin insanda galip gelmesidir. Bu açık­lamadan anlaşıldığına göre, mursel-i hafi ile mudelles arasındaki fark, bi­rincisinde, bir râvinin, muasırı olan, fakat mülâkî olmadığı bilinen bir şeyh­ten hadîs rivayet etmesidir. İkincisinde ise, râvi, mülâkî olduğu ve hattâ hadîsini işittiği şeyhten, işitmediği bir hadîsi rivayet etmesi ve böylece, bu hadîsi de, diğerleri gibi o şeyhten işitmiş olduğu vehmini uyandırmasıdır. Bu sebepledir ki, mudelles hadîsin isnadında inkıta bulunduğuna hük­metmek, diğerine nisbetle çok daha güçtür.
İnkıta ile hâsıl olan dördüncü hadîs çeşidi de, munkatı'dır. Munkatı, se­nedin neresinde olursa olsun, bir râvisi düşmüş olan hadîstir. Bu ba­kımdan mursel olsun, mudelles olsun, munkatı'ın iki ayrı çeşididir; fakat hepsi de mursel-i hafiden farklıdır.
Alıntı ile Cevapla