Durumu: Medine No : 7 Üyelik T.:
14Haziran 2007 Arkadaşları:1 Cinsiyet: Yaş:43 Mesaj:
1.277 Konular:
640 Beğenildi:17 Beğendi:0 Takdirleri:10 Takdir Et:
| Cvp: Cahiliyye dönemi
Fuhuş Çok Büyük Orandaydı
Cahiliyye Araplar'ı arasında fuhuş da çok yaygın sapkınlıklardan biriydi. Cariyelerini zorla fuhuşa sürükleyenler vardı. Kur'an-ı Kerim'de bu hususa işaretle: "İffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın."(en-Nur, 24/33)buyurulur.
Kocaların, birkaç metresi olduğu gibi, kadının da başkalarıyla ilişkide bulunması, bazı çevrelerce nefretle karşılanmayan bir davranıştı. Fuhuşla ilgili cahiliyye Araplarının şu adetlerini zikredebiliriz: Kadınların lohusa dönemlerinden sonra bizzat kocası ona şu adama git ve ondan hamile kal"[/B] derdi. Kadın istenilen adamla beraber olduktan sonra kocası hamileliği belli oluncaya kadar ona yaklaşmazdı. Sonra yaklaşabilirdi. Bu, fiziken iyi bir çocuğa sahip olmak için yapılırdı.
Sayıları üç ila on arasında değişen bir grup erkek, kadının evine girerek, sırasıyla hepsi de onunla cinsi münasebette bulunurdu. Kadın hamile kalıp da doğum yaparsa doğumdan bir kaç gün sonra bu erkekleri çağırır, erkekler de zorunlu olarak bu davete iştirak ederlerdi. Sonra onlara: "Olanları biliyorsunuz, doğum yaptım içlerinden birine işaret ederek çocuğun babası sensin"derdi. O da bundan kaçınamazdı.
Bazı fuhuş yapan kadınlar da tanınmaları için kapılarına bayrak asarlardı. Bu tür kadınlardan biri doğum yaptığı zaman teşhis heyeti toplanıp çocuğun kime ait olduğunu tespit ederdi. O da çocuğun babası olduğunu kabul etmek zorunda kalırdı. (Buhari, Nikah, 36)
Kadına değer verilmez, hak ve hukuku tanınmaz, adeta bir eşya gibi telakki edilip miras alınırdı. Biri ölüp karısı dul kalınca ölenin varislerinden gözü açık biri hemen elbisesini kadının üzerine atardı. Kadın daha önce kaçıp bu halden kurtulamazsa artık onun olurdu. Dilerse mehirsiz olarak onunla evlenir, dilerse onu bir başkasıyla evlendirerek mihrini almaya hak kazanır ve kadına bundan birşey vermezdi. Dilerse, kocasından kendisine kalan mirası elinden almak için onu evlenmekten menederdi. Bunun üzerine inen ayette: "Ey inananlar! Kadınlara zorla mirascı olmaya kalkmanız size helal değildir." (en-Nisa, 4/19)[/B] buyurulmuştur.
Yiyeceklerin bazısı yalnız erkeklere ait olup kadınlara yasak ediliyordu. "Onlar: Bu hayvanların karınlarında olan yavrular yalnız erkeklerimize mahsus olup, eşlerimize yasaktır. Ölü doğacak olursa hepsi ona ortak olur dediler."
(En'am, 6/139)
Cahiliyye Arapları'nın kötü adetlerinden biri de kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeleriydi. Onlar bunu namuslarını korumak veya ar telakki ettikleri için, bazıları da sakat yahut çirkin olarak doğan çocuklarına yapıyorlardı. Kur'an-ı Kerim'de şu ayetlerde buna işaret edilir:
Onlardan birine Rahman olan Allah'a isnat ettikleri bir kız evlad müjdelense içi öfkeyle dolarak yüzü simsiyah kesilirdi."
(ez-Zuhruf, 43/17),
"Diri diri toprağa gömülen kız çocuğunun hangi suçla öldürüldüğü sorulduğu zaman..."
(Tekvir, 81/8-9),
"Ortak koştukları şeyler müşriklerden çoğuna çocuklarını öldürmeyi süslü gösterirdi."
(el-En'am, 6/137)[/B]
Ekin ve hayvanlarını iki kısma ayırıyor bir kısmını Allah'ın böyle emrettiğini sanarak Allah'a veriyor ve bir kısmını da Allah'a eş koştukları putlarına ayırıyorlardı. Onlar bu batıl inanç ve adetlerinde biraz daha ileri giderek Allah'ın payına düşeni alıyorlar, onu eş koştukları putların payına ekliyorlardı. Ama putlarının payından alıp öbürüne ilave ettikleri görülmüyordu.
"Allah'ın yarattığı ekin ve hayvanlardan O'na pay ayırdılar ve kendi iddialarına göre: "Bu Allah'ındır, şu da ortak koştuklarımızındır" dediler. Ortakları için ayırdıkları Allah için verilmezdi. Fakat Allah için ayırdıkları ortakları için verilirdi. Bu hükümleri ne kötüydü!
(el-En'am, 6/136).
Bir kısım hayvanlarla ekinlerin bazısını dilediklerinden başkasına yasaklıyorlardı. Ayrıca bir kısım hayvanlara binerken ve keserken Allah'ın adının anılmasına engel oluyorlardı. (el-En'am, 6/138)
Bunun dışında hayvanlarla ilgili şu adetleri de vardı:
Deve beş batın doğurup beşincisinde erkek doğurursa kulağını çentip serbest bırakırlardı. Artık ona binmeyi ve sütünü sağmayı haram kabul ederlerdi. Buna
"Bahira"
derlerdi.
*Saibe;
dileği yerine gelen kimsenin putlara adadığı deve idi. Buna da binilmez ve sütü sağılmazdı
*Vasile;
koyun dişi doğurursa kendileri için; erkek doğurursa putları için olurdu. Sayet biri erkek, biri dişi olmak üzere ikiz doğurursa, dişinin hatırı için erkeği de kesmezler ve buna "Vasile" derlerdi.
su ve otlakta serbest bırakılırdı. Kimse ona dokunmazdı
Bütün bunlardan başka müşrikler atalarından devraldıkları birtakım adetleri devam ettirme konusunda direniyor ve hatta bunların bazılarının, kendilerini Allah (c.c.)'a daha çok yaklaştırdıklarını ileri sürüyorlardı.Kureyş, ya Fil olayından evvel veya daha sonra meydana geldiğini tahmin ettiğim bir bid'at ortaya çıkardı ki, tarihte (Hums) diye anılıp, asalet-i diniye iddiasından ibarettir."Bunlar: "Biz, İbrahim'in evladıyız, ehl-i Harem biziz, Beyt'in sahibiyiz, Mekke'nin de sakini bulunuyoruz. Arap kabilelerinden hiçbir kabile, bizim sahip olduğumuz bu şeref ve itibara sahip değildir. Binaenaleyh biz, bu müstesna mevkiimizin şeref ve itibarını korumalıyız. Bundan sonra Harem haricinde hiçbir şeye tazim etmeyip bütün ihtiramatımızı Harem dahilinde haşretmeliyiz. Mesela, Arafat'ta halk ile bir sırada, yan yana, omuz omuza durup vakfe etmek, sonra halk ile geri dönüp gelmek bizim kadrimizi tenzil eder" diyorlardı
İbn İshak devamla: Kureyşliler bu asalet fikrini ortaya koydu ve uygulamaya da başladı. Arafat'a çıkmayı, Arafat'tan ifazayı terk ettiler. Herkes Arafat'ta vakfe ederken, bunlar Müzdelife'ye giderler, orada dururlardı. Ve [B]"Biz ehlullahız, Harem-i Şerif'in hadimleriyiz"diyerek, diğerleriyle eşitliği kabul etmezlerdi. Fakat bunlar, Arafat'ta vakfe etmenin İbrahim (a.s.)'ın dini muktezası olduğunu biliyorlardı. Kinane ile Hüzaaoğuları da bu hususta Kureyş'e iltihak etmişlerdi.
Bunlar haç için, umre için gelen bedevilere müdahaleye kadar ileri gitmişlerdir. Harem haricinden gelen herkesin, Beyt'in ilk tavafı Siyab-ı Hums ile tavaf etmelerini kararlaştırdılar ve uyguladılar. Bu kararın neticelerinden biri: Kim ki adi bir elbise ile gelip tavaf ederse, tavaftan sonra o elbiseyi çıkarıp atması zaruri idi
Bu kararların ikinci neticesi ise; asilzadelere mahsus bir elbisesi olmayan bedevi erkeklerin çıplak; kadınların da yalnız önü yırtmaçlı kısa iç gömleği ile tavafa mecbur edilmesidir.
Bu ve bunun gibi pek çok adetler yürürlükte idi. Rasulullah (s.a.s)'a iletilinceye kadar da bu adetler yürürlükte kalmaya devam etti. Daha sonra da A'raf suresinin 26, 27, 28, 31 ve 32. ayetlerinde, çıplak tavaf ile birlikte diğer bid'atler de yasaklanmıştır
Ebu Hüreyre (r.a.)'den gelen bir rivayete göre, Ebu Bekr es-Sıddık (r.a.) Veda Hacc'ından (bir sene) evvel, Hz. peygamber tarafından Hac Emiri* olarak (Mekke'ye) gönderildiğinde, Ebu Bekr de Ebu Hureyre'yi Kurban Bayramının ilk günü Mina'da büyük bir cemaat içinde halka (su iki maddeyi) ilana memur kılmıştır. (Ebu Hüreyre): "Ey Nas! İyi biliniz, bu yıldan sonra müşriklerin haccetmeleri, çıplakların da Kâbe'yi tavaf etmeleri yasaktır" demiştir. (Sahah-i Buhari, Tecrid-i Sarih Tercümesi, VI,13) Fakat onlar bunu kabule yanasmamışlar, atalarını körükörüne taklide çalışmışlardır. "Onlara: Allah'ın indirdiğine ve peygambere gelin dendiği zaman: Atalarımızı üzerinde buldugumuz sey bize yeter' derler. Alalari bir sey bilmeyen ve dogru yolu da bulamayan kimseler olsalar da mi?" (el-Maide, 5/104).İslam, topluma hakim olunca bütün bu cahili sistemin ilkel davranışlarını tamamen yasaklamıştır.
Bütün bunlara baktığımızda, cahiliyye'nin bir inanma biçimi olduğunu görüyoruz. Cahiliyye; bir şeyi gerçeği dışında bilmek, anlamak ve buna göre amel etmek demektir. Bu duruma göre cahiliyye; insanın ve toplumun İslam öncesi ve İslam dışı bir yasayış biçimiyle yaşaması demektir. Doğru yolun zıddı, ilmin aksi olan, eskiyen ve değişken olan, bölgelere, kavimlere ve anlayışlara göre kurulan her türlü İslam dışı rejimler; cahili sistemler ve hükümlerdir.
__________________
Her insan hata eder. Hata işleyenlerin en hayırlıları tevbe edenlerdir.
Tirmizî, Kıyâme, 49; İbn Mâce, Zühd, 30. |