Cevap: Atauzem fıkıh usulü dersi (özet) 4.ÜNİTE
a-İcmâ : Şer'î delillerden üçüncüsü icmâdır. sözlük anlamı olarak, ittifak etmek, azmetmek, mutabakat etmek gibi anlamlara gelmektedir. Fıkhi bir terim olarak, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) vefatından sonraki herhangi bir asırda, şer'î bir meselenin hükmü konusunda İslam müçtehitlerinin ittifak etmeleri anlamına gelmektedir.
Buna göre bir konudaki fikir birliğinin icmâ sayılabilmesi için, öncelikle fikir birliği edenlerin müçtehit olmaları ve de o asırda yaşayan müçtehitlerin bütününün fikir birliği içinde olmaları, müçtehitlerin İslam müçtehidi olmaları, fikir birliği edilen konunun şer'î bir meselenin (dînî) hükmü olması, bu fikir birliğinin Peygamber Efendimizin (s.a.s.) vefatından sonraki herhangi bir asırda olması şarttır. Bu beş şarttan birisinin bile bulunmaması halinde sağlanmış olan görüş birliği icmâ sayılmaz.
İcma meydana geliş şekline göre sarih icmâ ve sukûtî icmâ olmak üzere ikiye ayrılır. Herhangi bir zamanda dînî bir meselenin hükmü konusunda bütün müçtehitlerin görüşlerini teker teker açıklamasıyla oluşan fikir birliği sarih icmâ diye isimlendirmiştir. Bir veya birkaç müçtehidin görüş beyan etmesinden sonra, bu konudaki beyan edilen görüşe muttali olduktan sonra, o devirdeki diğer müçtehitlerin olumlu veya olumsuz bir görüş açıklamayıp, davranışlarıyla da muvafakat veya muhalefete işaret teşkil edecek belirti de göstermeksizin sessiz kalmaları şeklindeki tutuma, sukûtî icmâ denilmektedir. Bu tür bir ittifakın sukûtî icmâ sayılabilmesi için, görüş beyan etmeyen müçtehitlerin konuyla ilgili açıklanan görüşe muttali olmaları ve bu görüşleri inceleyebilecek kadar sürelerinin bulunması ve de görüş beyan etmelerini engelleyecek herhangi bir durumun (tehdit vb.) bulunmaması gerekmektedir.
İcmanın muteber olabilmesi için, icmâ ile ulaşılan hükmün, Kur'an-ı Kerim veya Peygamber Efendimizin (s.a.s.) sünnetinden bir dayanağı olması gerekir ki buna icmânın senedi denir.
İcmanın gerçekleşmiş sayılabilmesi için, icmâ edilen konuda görüş bildiren müçtehitlerin hepsinin ölene kadar görüşünde ısrar etmiş olmaları gerekir. b-Kıyas : Şer'î delillerden dördüncüsü kıyastır. Sözlükte bir şeyi diğer bir şey ile ölçmek, çeşitli açılardan karşılaştırmak anlamına gelen kıyas, bir hukuk terimi olarak ise, hakkında nass bulunmayan bir fıkhi mesele hakkında, aralarındaki ortak illet sebebiyle hakkında nass bulunan meselenin hükmünü vermektir/sabit görmektir.
Aslın hükmünün dayandığı illetin akılla kavranabilir olduğu fıkhi konular “ta’lili” konular olarak isimlendirilirken, hükmün illetinin akılla kavranamadığı fıkhi konular ise, “taabbudi” konular olarak isimlendirilir.
Buna göre nasslarda belirtilen hükmün dayandığı illetin akılla kavranamadığı konularda kıyas yapılamaz.
Kıyas yapılabilecek fıkhi konular genellikle muamelatla ilgili konulardır.
Bütünüyle içtihadi bir faaliyet olan kıyas işlemi, nasslardaki hükümlere illet olmaya elverişli vasfın tespit edilip çıkartılması (tahricu’l-menat), illet olmaya elverişli gibi görünen başka vasıfların ayıklanması (tenkıhu’l-menat) ve bu illetin fer’de de bütünüyle mevcut olduğunu ortaya koyabilmek için yapılan içtihatlar (tahkiku’l-menat) sonucunda, asıl ile fer’in aslın hükmünün illeti konusunda eşit olduğu kanaatine varmalarıyla, aslın hükmünü fer’de de sabit görmeleri suretiyle yapılmaktadır/sonuçlandırılmaktadır.
Aslın hükmüne dayanak teşkil etmeye elverişli gibi görünen vasıfların ayıklanması kapsamında, illet, hikmet ve sebep kavramları arasındaki farkların bilinmesi konumuz açısından son derece önemlidir. Tariflerden de anlaşılacağı gibi bu kavramlardan en geniş kapsamlısı sebeptir.
Esasen kıyasla yeni bir hüküm sabit olmayıp, mevcut şer’î hükmün ortaya çıkartılması söz konusudur. Bundan dolayı, kıyas müsbit bir delil değil, muzhir bir delil olarak kabul edilmiştir.
İslam hukuk tarihinde fakihlerin büyük çoğunluğu kıyası muteber bir şer'î delil olarak kabul etmekle birlikte, Zahiriler ve bir kısım Şiiler başta olmak üzere bazı fakihler çeşitli gerekçelerden dolayı kıyası reddetmişlerdir. alıntıdır |