Cvp: Tefsir Usülüne Giriş Kur’ân'da Çelişki Olduğu İzlenimini Veren Buyruklar
Tearuz (çelişki, çatışma); iki âyetin birisinin ifade ettiği hususu, diğerinin ifade ettiğini imkansız kılması demektir. Meselâ; bir âyet bir hususu tespit ederken, diğeri aynı hususu nefyeder.
İkisinin de ifade ettiği muhteva haber vermek mahiyetinde olan iki âyet arasında bir teâruzun ortaya çıkması imkânsızdır. Çünkü bu durumda birilerinin yalan olması gerekir. Bu ise yüce Allah'ın verdiği haberler hakkında imkânsız bir şeydir. Yüce Allah: "Allah'tan daha doğru sözlü kimdir?" (en-Nisâ, 4/87) ve "Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir?" (en-Nisâ, 4/122) diye buyurmaktadır.
Her ikisi bir hükme delâlet eden iki âyet arasında bir teâruzun olması da imkânsızdır. Çünkü bu iki âyetten sonra gelen âyet birinci geleni neshedicidir. Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır:
"Biz bir âyeti nesheder veya unutturursak ya ondan daha hayırlısını ya da onun benzerini getiririz." (el-Bakara, 2/106)
Nesh sabit olduğuna göre birinci âyetin hükmü artık devam etmez ve ikinci âyetin hükmü ile çelişki arzetmez.
Bu kabilden tearuz izlenimi veren âyetler görüldüğü takdirde, her iki âyetin birlikte telif edilmesine gayret edilir. Eğer bu sağlanamayacak olursa, o takdirde bu hususta herhangi bir yargıya varmadan işi bilene havale etmek gerekir.
İlim adamları -Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- teâruz (çelişki) izlenimini veren pekçok örnekler sözkonusu etmiş ve bu hususta âyetlerin birlikte nasıl telif edileceklerini açıklamışlardır. Benim bu konuda gördüğüm en kapsamlı eser Şeyh Muhammed el-Emin eş-Şenkîti -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun-'nin: "Def’u Îhami'l-Izdırâb an Âyi'l-Kitap" adlı eseridir.
Bu türden örneklerden birisi yüce Allah'ın Kur’ân-ı Kerim hakkında: "O takvâ sahipleri için bir hidayettir." (el-Bakara, 2/2) buyruğu ile: "O ramazan ayı ki Kur’ân onda indirilmiştir. O insanları hidayete erdirmek, doğru yolu... açıklamak üzere indirilmiştir." (el-Bakara, 2/185) buyruklarıdır. Birinci âyette Kur’ân-ı Kerim'in hidayeti özel olarak takvâ sahipleri için sözkonusu edilmişken, ikincisinde genel olarak bütün insanlar için sözkonusu edilmiştir.
Bu iki âyetin birarada anlaşılmalarına gelince: Birinci âyette sözü edilen hidayet tevfik hidayeti ve faydalanma hidayetidir. İkincisinde sözkonusu edilen hidayet ise açıklama ve irşad hidayetidir.
Bu iki âyetin bir benzeri de yüce Allah'ın Rasûlü hakkındaki: "Muhakkak ki sen sevdiğini hidayete erdiremezsin. Fakat Allah dilediğine hidayet verir." (el-Kasas, 28/56) buyruğu ile yine onun hakkındaki: "Ve muhakkak ki sen doğru yola hidayet edersin (iletirsin)." (eş-Şûrâ, 42/52) buyruklarıdır. Birinci âyet-i kerimede sözkonusu olan tevfik hidayetidir. İkincisinde sözkonusu olan ise, beyân ve açıklama hidayetidir.
Yüce Allah'ın: "Allah kendisinden başka hiçbir ilâh olmadığını, adaleti ayakta tutarak açıkladı. Melekler de, ilim sahipleri de". (Al-i İmran, 3/18)
"Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur." (Al-i İmran, 3/62)
"O halde Allah ile birlikte başka bir ilaha dua etme!" (eş-Şuara, 26/213)
"Rabbinin emri gelince Allah'ı bırakıp da dua ettikleri ilahları onlara bir fayda sağlamadı, zarara uğratmaktan başka bir şeylerini de arttırmadılar." (Hud, 11/121) âyetleri de bu türden örnekler arasında sayılır.
Çünkü ilk iki âyette yüce Allah'ın dışındaki ilâhların ulûhiyetleri reddedilmekte iken, sonraki iki âyette onun dışındaki varlıkların ulûhiyetlerinden sözedilmektedir.
Bu iki yaklaşım şöylece açıklanır: Yüce Allah'a has olan ulûhiyet, hak olan ulûhiyettir. Ondan başka varlıklar hakkında sözkonusu edilen ise, bâtıl ulûhiyettir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Bunun sebebi şudur. Çünkü Allah hakkın ta kendisidir. Ondan başka onların dua ettikleri (taptıkları) ise bâtıldır ve muhakkak Allah çok yücedir, çok büyüktür." (Lukman, 31/30)
Yine yüce Allah'ın: "De ki: 'Allah hiçbir zaman hayasızlığı emretmez." (el-Araf, 7/28) buyruğu ile: "Bir ülkeyi helâk etmek istediğimiz zaman, onun nimet ve refahtan şımarmış elebaşılarına emrederiz de orada fâsıklık ederler. Artık üzerlerinde söz (azab) hak olur. Biz de onu kökünden yıkar, helâk ederiz." (el-İsra, 17/16) buyruklarıdır.
Birinci âyet-i kerime'de yüce Allah'ın hayasızlığı emretmeyeceği belirtilmektedir. İkinci âyetin zahirinden ise, Allah’ın fâsıklık olan bir takım hususları emrettiği anlaşılmaktadır.
Bu iki âyetin arası şöylece telif edilir: Birinci âyet-i kerimede sözkonusu edilen emir, şer’î emirdir. Yüce Allah ise koyduğu şer’î emirlerde hayasızlığı emretmez. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Şüphesiz ki Allah adaleti, ihsanı akrabaya vermeyi emreder. Hayasızlığı, münker ve haddi aşmayı yasaklar." (en-Nahl, 16/90)
İkinci âyet-i kerimedeki emir ise, kevnî emirdir. Yüce Allah ise hikmetinin gereğine uygun olarak dilediği kevni emri verir. Çünkü o şöyle buyurmaktadır:
"O bir şeyi diledi mi ona emri sadece 'ol' demesidir. O da oluverir." (Yâsîn, 36/82)
Kim bu hususta daha çok örnek görmek istiyor ise eş-Şankiti'nin az önce işaret edilen eserine başvurabilir.
|