Durumu: Medine No : 5587 Üyelik T.:
05 Aralık 2008 Arkadaşları:14 Cinsiyet: Memleket:İstanbul Yaş:35 Mesaj:
2.537 Konular:
2038 Beğenildi:116 Beğendi:0 Takdirleri:270 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cvp: Fizilalil Kuran Ali İmran Suresi Tefsiri AYETLERİ İNKÂR EDENLER Bu açıklamadan sonra ayet-i kerime Resulullah'a, ehl-i kitaba yönelip, sıhhatine şahit oldukları ve doğruluğunu yakinen bildikleri halde hakk karşısındaki tutumlarını, insanları hakktan men edip Allah'ın ayetlerini inkar etmelerini ifşa ederek, onları tehdit etmesini telkin ediyor. 98- De ki; `Ey ehl-ı kitap, Allah yaptıklarınızı görüp dururken niye O'nun ayetlerini inkar ediyorsunuz?' 99- De ki; `Ey ehl-ı kitap, niçin Allah'ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek inananları o yoldan döndürmeye çalışıyorsunuz? Oysa onun doğru olduğunu biliyorsunuz. Allah yaptıklarınızdan kesinlikle habersiz değildir : Ehl-i kitabın ipliğini pazara çıkaran (ayıplayan) bu gibi ifadeler bu surede ve diğer surelerde açıkça tekrarlanır. Bu açıklamalar, öncelikle ehl-i kitabı gerçek konumlarıyle yüzyüze getirmeleri, gerçekte kâfir oldukları halde iman ve dindarlık maskesine bürünmelerine karşın onları gerçek sıfatlarıyle vasıflandırması neticesinde faydalı olmuşlardır. Onlar, Kur'an'daki Allah'ın ayetlerini inkâr etmeleriyle kâfir olmuşlardır. Allah'ın kitabından bir kısmını inkâr edense tümünü inkâr etmiş demektir. Onlar şayet kendi yanlarındaki Allah'ın ayetlerine gerçekten inanmış olsalardı kendi Resullerinden sonra Allah'tan gelen ayetlere de inanırlardı. Çünkü dinin hakikati birdir. Bunu bilen, bundan sonra Resullerin getirdiği şeylerin de hakk olduğunu bilir ve bu Resullere uymak suretiyle Allah'a teslim olması gerektiğini de kabul eder... Oysa içinde bulundukları bu durum, sonucundan ürperip korkmalarını gerektiren bir hakikattir. Daha sonra müslüman cemaatten, onların ehl-i kitab oluşlarına kananlar bu açıklamayla yanılgılarından kurtulurlar. Çünkü yüce Allah'ın ehl-i kitabın gerçek durumunu açıkladığını ve onları tam ve açık küfürle damgaladığını görürler. Bundan sonra hiçbir şüphecinin şüphe etmesine gerek kalmamıştır. Arkasından yüce Allah, kalpleri ürperten bir ifadeyle onları tehdit ediyor: "Allah yaptıklarınızı görüyor".. "Allah yaptıklarınızdan kesinlikle habersiz değildir." İnsan bütün yaptıklarına Allah'ın şahit olduğunu ve kendisinden habersiz olmadığını hisseder ve özellikle de yaptıklarının küfür, hile bozgunculuk ve sapıklık olduğunu bilirse bu tehdit daha bir korkunç olur. Bu arada yüce Allah, inkâr edip, insanları menettikleri hakkı aslında bildiklerini de kaydediyor. "Oysa O'nun doğru olduğunu biliyorsunuz." Buna göre onlar kesinlikle yalanladıkları şeyin doğruluğuna ve insanları uymaktan alıkoydukları şeyin sıhhatine inanıyorlardı. Bu ise son derece çirkin ve istenmeyen bir davranıştır. Böyle bir şey yapan, güven ve arkadaşlığa layık değildir. Ona ancak hakaret etmek ve kötülüklerini bir bir saymak yaraşır. "Niçin Allah'ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek, inananları o yoldan döndürmeye çalışıyorsunuz?" ayetinde yüce Allah'ın bu kavmi bu şekilde nitelendirmesi karşısında bir nebze durmamız kaçınılmazdır. Bu şekilde meseleye dikkat çekmek büyük anlamlar ifade etmektedir. Çünkü Allah'ın yolu dosdoğru yoldur. Onun dışındakiler eğri ve yanlıştır. Dolayısıyla insanlar Allah'ın yolunda gitmekten ve müminler Allah'ın metoduna uymaktan alıkonuldukları zaman, bütün işler istikametini ve bütün ölçüler değerini kaybeder. O zaman yeryüzünde, doğrulanması mümkün olmayan eğrilikten başka birşey kalmaz. Bu durumda meydana gelen şey fesattır. Fıtratın bozulmasından ve hayatın eğrilmesinden doğan fesat... Bu fesat, insanların Allah'ın yoluna, müminlerin de O'nun metoduna uymaktan alıkonulmasının sonucudur. Artık, düşüncede, vicdanda, ahlâkta, davranışlarda, bağlılıklarda, gidişatta, insanların birbiri ve içinde yaşadıkları kâinat ile olan ilişkilerinde fesat egemen olur. İnsanlar ya doğruluk, salâh ve iyilik demek olan Allah'ın hayat için koyduğu metoduna uyup istikamet bulacaklar, ya da O'nun dışında, eğrilik, fesat ve kötülük demek olan herhangi bir metoda uymak suretiyle bozulacaklardır. Ortada insanoğlunun hayatını yönlendiren bu iki durumdan başkası yoktur; ya hayır ve iyilik olan Allah'ın metodu üzere istikamet bulmak, ya da bu metoddan sapmak suretiyle kötülük ve fesada kapılıp gitmek... YAHUDİ VE HIRİSTİYANLARA TÂBİ OLANLAR Surenin akışı bu noktada, ehl-i kitapla giriştiği mücadeleye son vererek onları bir kenara bırakıp; hitap, sakındırma, uyarı ve dikkatlerini çekmek suretiyle müslüman cemaate yönelerek Allah'ın çizdiği hayat metodunu gerçekleştirmesi için kendi özelliklerini, kurallarını, metodlarını, düşünce biçimini ve hayat sistemlerini açıklıyor. 100- Ey müminler, kendilerine kitap verilenlerin bir grubuna uyarsanız bunlar sizi iman ettikten sonra döndürüp kafir yaparlar. 101- Allah'ın ayetleri size okunuyorken ve O'nun Peygamberi aranızdayken nasıl kafir olabilirsiniz? Kim Allah `a sımsıkı sarılırsa doğru yola iletilmiş olur. Bu İslâm ümmeti, her yönüyle farklı, tek ve açık olan Allah'ın nizamı üzere yeryüzünde gelişmesini sürdürmek için gelmiştir. Bu ümmet insan hayatında, kendisinden başka kimsenin yerine getiremediği özel rolünü ifa etmek için öncelikle varlığını Allah'ın hayat için koyduğu metoddan alarak yeryüzünde O'nun metodunu yerleştirmek ve onun için de nassların; hareket, amel, prensip, ahlâk, gidişat ve ilişkilere dönüştüğü gözle görünen pratik bir hayat nizamı şeklinde gerçekleştirmek için varolmuştur. Bu ümmet her konuda yalnızca Allah'a başvurmak zorundadır. Beşerden birisine başvurmaksızın, beşerden birine tabi olmaksızın ve beşerden birine itaat etmeksizin yalnızca Allah'a başvurarak beşeriyet önderliğini yerine getirmelidir. Bunu yapmadıkça, varlığının hikmetini gerçekleştirmiş, kendi yolunda istikamet bulmuş ve tamamen farklı, özel ve pratik hayat nizamını yerleştirerek yeryüzünde bu şekilde parlak ve biricik gelişmesini tamamlamış sayılmaz. Evet, ya bu, ya da küfür, sapıklık ve bozulma... Bu, her münasebette Kur'an'ın te'kit edip tekrarladığı bir hakikattir. Müslüman cemaat her fırsatta kendi prensiplerini, düşüncelerini ve ahlâk kurallarını bu hakikat üzerine bina eder. İşte burada konu edilen budur; her fırsatta ehl-i kitapla girişilen mücadele ve onların Medine'deki müslüman cemaate yönelik tuzak ve komploları. Ancak konu, sadece Medine'dekilerle sınırlı değildir. Her nesilden müslümanlara hitabeder. Çünkü hayatlarının ve varlıklarının temel kuralı budur. Bu ümmet insanlığa önderlik yapmak için varolmuştur. O halde, değiştirip Allah'a bağlamak ve Allah'ın metoduyla kendisine önderlik yapmak için geldiği cahiliyyeye herhangi bir konuda başvurabilir mi? Veya önderlik görevinden uzaklaştığı an varlığının bir önemi kalır mı? Tabii ki bu durumda varlığının bir hikmeti olamaz. Evet, bu ümmet önderlik için varolmuştur. Sağlam bir düşüncenin, akidenin, bilincin, ahlâkın, düşünce ve idarenin önderliği... Ancak böylesine sağlıklı ortamlarda akıllar gelişebilir, kâinatın sayfalarını açıp tanıyabilir ve sırlarını çözebilir. Bu durumda, kâinattaki güçleri, enerji kaynaklarım ve hazinelerini hizmetine alabilir. Ancak, bütün bunları elde edecek, tümüne egemen olacak, yıkıp yok etmekle tehdit etmeyip insanlığın iyiliği için kullanacaktır. Bu da ancak, bütün bu kaynakları felaketler ve şehvetler için kullanmayacak bir iman önderliği sayesinde ve direktiflerini Allah'ın kullarından değil de bizzat Allah'tan alarak hidayete ermiş müslüman cemaatin önderliğinde olmakla mümkündür. İşte burada, bu derste, müslüman ümmet kendisinden başkasına uymaktan sakındırılarak, sağlıklı bir ortamın oluşturulmasının yolu açıklanıyor. Öncelikle ehl-i kitaba uymamaları, aksi takdirde kendisini kurtuluşu olmayan küfre sevk edecekleri konusunda uyarılıyorlar: "Ey müminler, kendilerine kitap verilenlerin bir grubuna uyarsanız, bunlar sizi iman ettikten sonra döndürüp kâfir yaparlar." "Allah'ın ayetleri size okunuyorken ve O'nun peygamberi aranızdayken nasıl kâfir olabilirsiniz? Kim Allah'a sımsıkı sarılırsa doğru yola iletilmiş olur." Ehl-i kitaba itaat etmek, herhangi bir konuda onlara başvurmak, metodlarını ve sistemlerini iktibas etmek; Allah'ın metodunun hayata önderlik edip düzenlemesinin ve gelişme-ilerleme yolunda onunla hareket edilmesinin yeterliliğinden şüphe etmek anlamına gelir. Bu durum, öncelikle bir iç yenilgi ve müslüman ümmetin, varlık nedeni olan önderlik rolünden feragatı anlamına gelir. Bu da, müslümanların, bizzat idrak etmedikleri ve yolun tehlikesini sezmedikleri küfrün nefislerde sessizce depreşmesi demektir. Bu, konunun müslümanları ilgilendiren kısmı; diğer tarafta ise, ehl-i kitabın bu ümmeti akidesinden saptırmak için harcadıkları ve başka hiçbir konuda göstermedikleri hırsları. Çünkü bu akide müslüman ümmetin kurtuluş siperi (kayası), savunma hattı ve içten gelen gücünün kaynağıdır. Düşmanları bunu çok iyi biliyor. Eskiden olduğu gibi bugün de biliyorlar. Bu yüzden bütün imkanlarını, tuzaklarını, hilelerini, kuvvet ve malzemelerini bu ümmeti akidesinden uzaklaştırma yolunda kullanıyorlar. Bu akideyle açıktan açığa savaşamadıkları zaman, desise ve tuzaklara başvuruyorlar. Tek başlarına savaşmakta zorluk çektikleri zaman; içten içe bu akideyi karıştırmak, insanları ona uymaktan alıkoymak, İslâm'ın metodundan başka metodları, sisteminden başka sistemleri ve önderliğinden başka önderlikleri süslü göstermek için, müslümanlıklarını ilân etmiş münafıklardan ya da korkularından İslâm'a girmiş olanlardan gönüllü askerler edinirler. Ehl-i kitap, müslümanlardan bazılarını kendilerini dinleyip, itaat etmeye istekli olarak gördükleri an, zaman geçirmeden uykularını kaçıran emelleri uğruna onları kullanarak böylece kolaylıkla müslüman cemaati küfür ve sapıklığa sürüklerler. İşte bu yüzden, bu derece kesin ve korkunç uyarı geliyor: "Ey müminler, kendilerine kitap verilenlerin bir grubuna uyarsanız, bunlar sizi iman ettikten sonra döndürüp kâfir yaparlar." Müslüman için hiçbir şey; imandan sonra küfre dönmek, Cennet'e girdikten sonra ateşe dönmek kadar korkunç olamaz. Bu, her çağda ve her mekandaki gerçek müslümanların özelliğidir. Bu nedenledir ki bu ikaz, vicdanları yakalayan bir alev gibi müslümanları uyarıcının sesine kulak vermeye sevkediyor. Ayetler, korkutma ve hatırlatma şeklinde seyrine devam ediyor... Allah'ın ayetleri kendilerine okunduğu, Allah'ın Resulü de aralarında olduğu, iman davetçileri hazır olduğu ve iman davası sürdüğü, küfürle iman arasındaki yol ayrımına da bu ilahî nur asıldığı halde iman edenlerin tekrar küfre dönmeleri ne korkunç bir şeydir: "Allah'ın ayetleri size okunuyorken ve O'nun peygamberi aranızdayken nasıl kâfir olabilirsiniz?" Evet... İman için gerekli bütün şartlar mevcutken müminin küfre dönmesi büyük bir cürümdür. Her ne kadar Resulullah vefat etmişse de Allah'ın ayetleri ve O'nun Resulü'nün hidayete erdiren fiili önderliği bu gün de vardır. Bizden öncekiler muhatap oldukları gibi biz de bugün doğrudan doğruya bu Kur'an'la muhatabız. Kurtuluş yolu açıktır ve kurtuluş sancağı yükseltilmiştir... ALLAH'IN İPİNE SARILANLAR "Kim Allah'a sımsıkı sarılırsa doğru yola iletilmiş olur." Evet, Allah'a sarılmak kurtuluştur. Çünkü yüce Allah bakîdir, daima diri ve yarattıklarının üzerinde mutlak otorite sahibidir. Resulullah (salât ve selâm üzerine olsun) ashabıyla birlikte, imanî düşünce, sosyal düzen ve insan hayatını düzenleyen konularla ilgisi bulunmayan, ziraat, savaş taktikleri vb. gibi pratik hayatta daha çok deneye ve bilgi edinmeye bırakılan konularda görüş bildirme ve tecrübe edinmede son derece hoşgörülü olmakla beraber, akide ve hayat metodu için başvurulacak mercî konusunda son derece titizdir. Bu ikisi arasındaki fark gayet açıktır. Hayat metodu başka şey, deney ve uygulamaya dayanan pozitif bilimler başka şeydir. Ancak, Allah'ın metoduyla insanlığa önderlik etmek için gelen İslâm, aynı zamanda insan aklını, bilgiye ve hayat metodu dairesinde bütün maddi buluşlardan yararlanmaya yöneltmektedir. İmam Ahmet şöyle der: "Bize Abdurrezzak anlattı, O'na da Süfyan Cabir'den, O da Şa'bî'den, O da Abdullah b. Sabit'ten şöyle haber verdi: Hz. Ömer, Resulullah'a (salât ve selâm üzerine olsun) gelerek şöyle dedi: Ya Resulullah, ben, Beni Kureyza'dan bir yahudi kardeşe Tevrat'tan bazı parçalar yazmasını söyledim. Görmek ister misiniz? Bunun üzerine Resulullah'ın rengi değişti. Abdullah b. Sabit diyor ki: Ya Ömer, Resulullah'ın yüzünü görmüyor musun? dedim. Bunun üzerine Hz. Ömer; Rabb olarak Allah'tan, din olarak İslâm'dan ve Resul olarak Muhammed'den razıyım, dedi. Bundan dolayı Peygamberimiz neşelendi ve şöyle buyurdu: "Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Musa (selâm üzerine olsun) aranızda olsaydı ve siz de beni bırakıp ona uysaydınız şüphesiz sapıtırdınız. Ümmetlerden benim payıma siz, nebilerden de sizin payınıza ben düştüm." Hâfız Ebu Ya'lâ şöyle rivayet eder: Bize Hammad Şa'bî'den O da Cabir'den şöyle anlattı: Dedi ki, "Resulullah şöyle buyurdu: Ehl-i kitaptan birşey sormayın. Onlar sapık olduklarından sizi doğruya iletemezler. Bu durumda siz ya batılı doğrulayacaksınız ya da gerçeği yalanlayacaksınız. Allah'a yemin ederim ki şayet Musa aranızda sağ olsaydı bana uymaktan başka birşey yapamazdı." Başka hadislerde de şöyle dediği rivayet edilir: "Musa ve İsa (selâm üzerlerine olsun) sağ olsalardı bana uymaktan başka seçenekleri olmazdı." İşte (onlar) ehl-i kitap ve işte Resulullah'ın inanç, düşünce, şeriat ve metodla ilgili bir konuda onlara başvurma hususundaki tavırları. Bununla beraber, İslâm'ın ruhuna ve hedefine uygun olduğu sürece, imanî metoda bağlı kalındığı, bilinç açısından, yüce Allah'ın bunları insanoğlunun hizmetine verdiği idrak edildiği müddetçe, amacı bakımından da insanlığın iyiliği, güvenliği ve refahı uğruna kullanıldığı, bilgi ve kâinattaki güç ve enerji kaynaklarını hizmetlerine verdiği için yüce Allah'a kulluk yapmak ve bu bilgiyi insanlığın iyiliğine kullanmak suretiyle şükredildiği müddetçe inanç, düşünce, şeriat ve metod gibi konuların dışında, teorik ve pratik olarak pozitif bilimler gibi bütün insanlığın her türlü çabasından yararlanmanın herhangi bir sakıncası yoktur... HALİMİZ Ancak, imanî düşünce, varlığın yorumu, insan varlığının gayesi, hayat düzeni ve yasaları, ahlâk ve gidişat metodu gibi konularda insanlara başvurmak... Evet, Resulullah'ın rengini değiştiren ve yüce Allah'ın müslüman ümmeti sonucundan sakındırmasına sebep olan bu konuların en basitinde bile onlara başvurmaktır. Bu da apaçık küfürdür. İşte yüce Allah'ın müslüman ümmete yönelik direktifleri. Ve işte O'nun yüce Resulünün pratik önderliği... Ancak kendi kendini müslüman zanneden bizler, bütün samimiyetimizle Kur'an ve hadis anlayışımızı müsteşriklerden ya da talebelerinden alıyoruz. Bir de bakıyoruz ki varlık ve hayat hakkında felsefemizi ya da düşüncelerimizi şundan bundan veya Yunan, Roma, Avrupa ve Amerikan felsefe ve filozoflarından almışız. Ya da hayat düzenimiz, yasalarımız ve kanunlarımız o kaynaklardan gelme. Bakıyorsunuz ki, tavırlarımız, davranışlarımız ve ahlâkımız İslâm ruhundan soyutlanmış ve madde uygarlığının zirvesi bu kokuşmuş bataklıktan alınma... (Hangi dinden söz ediyoruz?).. Sonra da -vallahi aynen böyle- kendimizi müslüman zannediyoruz. Bu zannın günahı açık küfürden daha ağırdır. Çünkü biz, müslümanlık iddiasında bulunmayanın yaptığından daha fazla bu dini zayıflatıp ona kötü örnek oluyoruz. İslâm bir hayat metodudur. Gerek itikadi düşünce açısından, gerek hayattaki bütün ilişkileri düzenleyen kanunlar açısından ve gerekse siyasî, ekonomik ve toplumsal ilişkilerin dayandığı ahlâki kurallar açısından kendine özgü belirgin özellikleri bulunan bir metoddur. Ve bu metod insanlığa önderlik için gelmiştir. O halde insanlığa önderlik yapabilmesi için bu metodu hayatında tatbik eden bir kitlenin varlığı kaçınılmazdır. Daha önce söylediğimiz gibi bu kitlenin, herhangi bir konuda kendi hayat metodundan başkasına başvurması önderliğin tabiatıyla çelişmektedir. Geldiği gün insanlığın iyiliği için gelmiştir bu metod. Aynı şekilde bugün, yarın bu metodun hükmetmesi için çaba sarfeden davetçiler de insanlığın iyiliğini istemektedir. Fakat durum bugün daha bir önem arzetmektedir. İnsanlık bugün bu sapık düzen ve metodların elinden çekeceğini çekmiştir. İnsanlığın hayatında yüklendiği rolü yerine getirmesi ve bir kez daha insanlığı kurtarabilmesi için bütün özelliklerini koruması gereken İlâhi metoddan başka bir kurtarıcı yoktur. Şüphesiz insanlık, varlık alemindeki güçleri hizmetine sokmak için girdiği mücadeleden büyük başarılar kazanmış, sanayii ve tıp alanında geçmişe göre olağanüstü sayılacak aşamaları gerçekleştirmiş ve bu gidişle de birçok mesafe elde edebileceği kesindir. Ancak, bütün bunlar onun hayatına nasıl bir etkide bulundular? Ruhsal hayatı üzerindeki etkisi ne oldu? Acaba mutluluğu bulabildi mi?... İnsanoğlu tatmin olabildi mi?.. Barış sağlandı mı?.. Bütün bunlara verilecek cevap: Kesinlikle hayırlıdır. Bula bula bataklık, sıkıntı, korku, sinirsel ve ruhsal hastalıklar, parçalanmışlık ve korkunç boyutlara varmış geniş bir suç ortamı buldu insanlık... Nitekim, insan varlığının gayesi ve insan hayatının hedefine ilişkin düşünce alanında da herhangi bir ilerleme sağlanamamıştır. Çağdaş uygar insanın zihnindeki insan varlığının gayesi ve insan hayatının hedefi ile ilgili oluşan düşünce ile İslâm düşüncesi arasında bu yönde bir karşılaştırılma yapıldığında; çağdaş uygarlığın son derece bayağı olduğu görülecektir. İnsanın kendisi ve varlık alemindeki konumu hakkındaki düşüncesinin mel'un bir şekilde alçaldığı, değerleri ve istekleri noktasından da gittikçe küçüldüğü gözlemlenecektir. Binaenaleyh manevi boşluk insanlığın bitkin kalbini kemirmekte ve şaşkınlık yorgun ruhunu tehdit etmektedir. Çağdaş insan Allah'ı bulamadığı gibi birçok faktör de onun gittikçe Allah'tan uzaklaşmasına neden olmaktadır. Özellikle Allah'ın metodu doğrultusunda kullanıldığı sürece, elde ettiği her başarı, insanı daha çok Allah'a yaklaştırması gereken bilim bile, ruhunun sönüp dejenere olması nedeniyle insanı gittikçe Allah'tan uzaklaştıran bir hale gelmiştir. Bu yüzden insanlık, Allah'ın kendisine verip birçok yetenekler bahşettiği bilim aracılığıyla kendi varlığı hakikatinin amacını ortaya çıkaracak nuru bulamadığı gibi, kendi hareketleriyle kainattaki hareketleri, kendi fıtratlarıyla kâinattaki fıtratı ve kendisine hükmeden kanunlarla kâinatta yürürlükte olan tabiat kanunları arasında bir uygunluk oluşturacak metod da bulamamıştır. Aynı zamanda, güçleri ve enerjisi, ahireti ve dünyası, bireyi ve toplumu, görevleri ve hakları arasındaki ilişkiyi doğal kapsamlı ve kuşatıcı bir uygarlıkla düzenleyecek sistemde bulmuş değildir. İşte bu durumda olan insanlığı, bazı insanlar Allah'ın doğru yola ileten metodundan yoksun bırakmaya çalışarak; bu metodu anlamaya çalışmayı, geçmiş bir tarihî döneme özlem olarak değiştirip "gericilik" diye isimlendiriliyorlar. Böylece onlar cahilliklerinin veya kötü niyetlerinin ürünü bu davranışlarıyla insanlığı, gelişme ve ilerlemeye sevkedecek, barış ve huzur ortamına götürecek biricik hayat metoduna sahip olmaktan yoksun bırakıyorlar. Ancak bu hayat metoduna inanan bizler, neye çağırdığımızı çok iyi biliyoruz. Bizler insanlığın içinde bulunduğu kötü durumu görüyor ve içinde yüzdüğü kokuşmuş bataklığın iğrenç kokusunu duyuyoruz. Evet, görüyorsunuz... Şuracıkta, kızgın çölde bitkin düşenler için yüce ufuklarda açılan kurtuluş sancağını ve bu çirkef bataklıkta boğulanlar için beliren parlak ve temiz yücelikleri fark ediyorsunuz. Aynı zamanda, şayet insanlığa önderlik bu ilahî metoda devredilmezse insanlığın bütün tarihi ve değerleriyle korkunç bir uçuruma doğru yuvarlandığına da şahid olunacaktır. Bu yolda atılacak ilk adım, yüce Allah'ın tekrar insanlığa önderlik yapmasına izin verene kadar, bu metodun temiz ve sağlam kalması için diğer metodlardan ayrılıp ortaya çıkmasıdır. Bu hayat metoduna inananların da çevrelerindeki cahiliyye belasına hiçbir konuda yönelip başvurmamaları gerekir. Yüce Allah kullarını, şurada burada cahiliyyeye çağıran insanlık düşmanlarının eline bırakmayacak kadar merhametlidir. İşte yüce Allah'ın Kur'ana Kerim'inde müslüman cemaate telkin etmeye irade buyurduğu ve Hz. Peygamberin de sağlam öğretisiyle öğretmeye özen gösterdiği hakikat budur. ALLAH'TAN KORKMAK Yüce Allah ehl-i kitaba herhangi bir konuda başvurmaktan, onlara itaat edip uymaktan sakındırdıktan sonra, müslüman cemaate seslenmekte ve onları, hayatlarının ve metodlarının üzerine bina edildiği Allah'ın kendilerine bahşettiği ve kendilerinin de O'nun uğruna varettiği yüce emaneti yüklenebilmeleri için gerekli olan iki temel kural ile yüzyüze getirmektedir. Herbiri sürekli diğerinin varlığını gerektiren bu iki temel kural: İman ve Kardeşliktir. Allah'a iman, O'ndan korkup hayatın her anında O'nun kontrolünde olduğunu bilme... Ve müslüman cemaatten, beşer hayatında ve insanlık tarihinde üstlendiği "İyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymak, hayatı kötülüğün kirinden arındırıp iyilik esası üzerine kurmak" rolünü yerine getirebilecek, canlı, kuvvetli ve dayanıklı bir bünye meydana getiren, Allah uğruna kardeşlik... 102- Ey müminler, Allah'tan gerektiği gibi korkunuz ve mutlaka müslüman olarak ölünüz. 103- Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı sarılınız sakın ayrılığa düşmeyiniz, Allah'ın size bağışladığı nimeti hatırlayınız. Hani bir zamanlar düşman olduğunuz halde O, kalplerinizi uzlaştırdı da O'nun bu nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Hani siz bir ateş kuyusunun tam kenarındayken O sizi oraya düşmekten kurtardı. Allah size ayetlerini işte böyle açık açık anlatır ki, doğru yolu bulasınız. 104- Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir ümmet olsun. İşte kurtuluşa erenler bunlardır. 105- Sakın kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra parçalanıp çatışmaya düşenler gibi olmayınız. Böyleleri için büyük bir azap vardır. 106- O gün kimi yüzler ağarır, kimi yüzler kararır. Yüzleri kararanlara 'Siz iman ettikten sonra tekrar kâfir mi oldunuz? O halde kafir olmanızın karşılığı olarak bu azabı tadın' denir. 107- Yüzleri ağaranlara gelince, onlar Allah'ın rahmeti içindedirler ve orada sürekli olarak kalacaklardır. Müslüman cemaatin dayandığı ve meşakkatli büyük rolünü onlarla yerine getirebildiği iki önemli nokta... Bunlardan biri yıkıldı mı ortada ne bir müslüman cemaat kalır ne de yerine getirebileceği bir rolü... Başta iman ve takva üssü... Allah'ın hakkı, takva ile yerine getirilir. Ve takva, insan ölene kadar hayatın hiçbir anını kaçırmayan ve ondan gafil olmayan sürekli bir uyanıklıktır. "Ey müminler Allah'tan gereği gibi korkunuz." Allah'tan nasıl korkmak gerekiyorsa öyle korkun. Böylece ayet-i kerime hiçbir sınırlama getirmeksizin kalbi, düşünebildiği ve yapabildiği kadar bu hedefe ulaşmak için çabalamaya sevk etmektedir. Kalp bu yola daldıkça kendisine yeni ufuklar açılır ve yeni arzular belirir. Takvasıyla Allah'a yaklaştığı oranda, ulaştığı makamdan daha yüce ve yükseldiği dereceden öte bir aşamaya yükselme arzusu uyanır. Sonuçta insan, kalbin hiç uyumadığı, hep uyanık kaldığı bir makama ulaşır. "Mutlaka müslüman olarak ölünüz." Ölüm, insanın ne zaman geleceğini bilmediği bir gaybtır. O halde müslüman olarak ölmek istiyen, o andan itibaren ve her dem müslüman olarak kalmalıdır. Burada takvadan hemen sonra zikredilen İslâm, geniş anlamıyla teslimiyet; yani Allah'a teslim olup, O'na itaat etmek ve O'nun metoduna uymak suretiyle O'nun kitabı ile hükmolunmak anlamına gelmektedir. Ve daha önce de değindiğimiz gibi surede yeri geldikçe bu anlam yerleştirilmeye çalışılmaktadır. İşte bu temel kural müslüman cemaatin varlığının gerçekleşmesine ve insan hayatında üstlendiği rolü yerine getirmesi için dayanmak zorunda olduğu ilk temel kuraldır. Çünkü bu kurala dayanmayan bütün toplumlar cahiliyye toplumlarıdır. Dolayısıyla bu toplumlar, Allah'ın hayat için koyduğu metod üzerinde değil de cahiliyye metodlarına uymakta ve insanlığın önderliği, doğru yola ileten önderliğin elinde olmayıp cahiliyyenin elinde demektir. İkinci olarak ta, Allah'ın yolunda, O'nun metodu üzere ve O'nun hayat metodunu hakim kılmak için gerekli olan kardeşlik üssü... "Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı sarılınız, sakın ayrılığa düşmeyiniz, Allah'ın size bağışladığı nimeti hatırlayınız. Hani bir zamanlar düşman olduğunuz halde O kalplerinizi uzlaştırdı da O'nun bu nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Hani siz bir ateş kuyusunun tam kenarındayken O sizi oraya düşmekten kurtardı. Allah size ayetlerini işte böyle açık açık anlatır ki doğru yolu bulasınız." Demek ki bu kardeşlik, birinci temel kural olan takva ve iman kuralından kaynaklanmaktadır. Başka düşünceler başka hedefler veya çeşitli cahiliyye iplerinden birinin etrafında toplanmak olmayıp sadece Allah'ın ipine yani kelâmına, metoduna ve dinine sarılmak esasına dayanmak demektir. "Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı sarılınız, sakın ayrılığa düşmeyiniz." Allah'ın ipine sarılmaktan kaynaklanan bu kardeşlik, yüce Allah'ın ilk müslüman cemaate bahşettiği bir nimettir. Yüce Allah, bu ihsanını sevdiği kullarına bahşetmiştir. İşte burada yüce Allah onlara bu nimetini hatırlatarak cahiliyye döneminde nasıl "düşman" olduklarını hatırlatıyor. Çünkü Medine'de Evs ve Hazreç'ten bir tek düşman bile kalmamıştı. Bunlar Medine'de yaşayan iki Arap kabilesiydi. Aralarındaki düşmanlığı teşvik edip bu iki kabilenin bağını koparmak isteyen ve düşmanlık ateşini körükleyen yahudiler de onlara komşuluk ediyordu. Bu yüzden yahudiler, hiçbir zaman yapamadıkları ve hep onunla yaşadıkları özelliklerine uygun bir ortam bulmuşlardı. Ancak İslâm'dan başka hiçbir gücün ve toptan sarıldıkları ve O'nun nimeti sayesinde kardeş oldukları Allah'ın ipinden başkasının biraraya getiremiyeceği, bu kalpleri biraraya getirmek suretiyle yüce Allah, bu iki kabilesinin kalplerinin arasını uzlaştırmıştır. Tarihi kinlerin, kabileci arzuların, şahsi menfaatlerin ve ırkçı bayrakların, yanında çok küçük kaldığı, Allah yolunda kardeşlikten başka hiçbir güç bu kalpleri biraraya getiremezdi. Ve ancak, büyük ve yüce Allah'ın sancağı altında saflar biraraya gelebilir. "Allah'ın size bağışladığı nimeti hatırlayınız. Hani bir zamanlar düşman olduğunuz halde o kalplerinizi uzlaştırdı da O'nun bu nimeti sayesinde kardeş oldunuz." Aynı şekilde O'nun ipine sarılmak (birinci temel esas) ve kalplerinin arasını uzlaştırmak (ikinci temel esas) suretiyle kardeş olmaları sayesinde, düşmek üzere oldukları ateşin kenarında onları kurtarmasından dolayı yüce Allah üzerlerindeki nimetini hatırlatıyor. "Hani siz bir ateş kuyusunun tam kenarında iken O sizi oraya düşmekten kurtardı". Kur'an-ı kerim duyguların ve bağların kaynağı olan "kalbe" dayanmakta, "aranızı uzlaştırdı" demeyip "kalplerinizi uzlaştırdı" demek suretiyle derin noktalara nüfuz etmektedir. Böylece kalpleri, Allah'ın misakı, ahdi ve eli altında görünümüyle tasvir ediyor. Ayrıca içinde bulundukları durumu resmederek canlı ve beraberinde kalpleri süsleyen hareket halindeki bir sahne şeklinde gözler önüne sermektedir. |