Durumu: Medine No : 5587 Üyelik T.:
05 Aralık 2008 Arkadaşları:14 Cinsiyet: Memleket:İstanbul Yaş:35 Mesaj:
2.537 Konular:
2038 Beğenildi:116 Beğendi:0 Takdirleri:270 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cvp: Fizilalil Kuran Nisa Suresi Tefsiri 123- Allah'ın vereceği mükafatı elde etmek ne sizin ne Kitap Ehli'nin kuruntularına göre olmaz. Kim kötülük işlerse cezasına çarpılır ve Allah'tan başka hiçbir dost, hiçbir yardım edici bulamaz. 124- Buna karşılık erkek yada kadın kim inanarak iyi bir amel işlerse, böyleleri de zerre kadar haksızlığa uğramaksızın cennete girerler. 125- Hem iyi ameller yapıp hem de tüm varlığı ile Allah'a teslim olandan ve İbrahim'den tek ilahlı dine uyandan daha iyi bir dindar kim olabilir? Allah, İbrahim'i dost edinmişti. Yahudi ve hıristiyanlar "Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz" (Maide Suresi, 18) diyorlardı. "Sayılı günlerden başka katiyen bize ateş dokunmayacak." (Bakara Suresi, 80) iddiasında bulunuyorlardı. Yahudiler, "Allah'ın seçtiği halk olduklarını" da iddia ediyorlardı. Bazı müslümanlar da insanlar arasında seçilmiş ümmet olmaları düşüncesinden hareketle, müslüman olmalarından dolayı yüce Allah'ın kendilerinden kaynaklanan hataların hesabını sormayacağını düşünmüş olabilirler. Bunun üzerine şu ayet, onları ve şunları amel yapmaya, ama yalnız amel yapmaya yöneltiyor. Tüm insanları bir tek kritere döndürüyor. Allah'a güzellikle teslim olmaktan, Allah'ın dost edindiği İbrahim'in yolu olan İslâm'a uymaktan ibarettir bu kriter. Kuşkusuz dinlerin en güzeli -İbrahim'in yolu olan- şu İslâm dinidir. Amellerin_en güzeli de "ihsan"dır. "İhsan; Allah'ı görür gibi ona ibadet etmendir. Her ne kadar sen onu göremiyorsan O, seni görür." Her şeyde ihsan gereklidir. Hatta kurban kesiminde bile bu gözetilir. Kesilirken azap çekmemesi için bıçağın keskin olması gibi. Ayet-i kerimede insan ruhunun, amel ve karşılığına ilişkin iki şıkkı arasında bir denge göze çarpmaktadır. Aynı şekilde amelin kabul olmasının iman şartına bağlı olduğu yani Allah'a iman etmenin gerektiği de belirtilmektedir. "... Erkek yada kadın kim inanarak iyi bir amel işlerse böyleleri de zerre kadar haksızlığa uğramaksızın cennete girerler." (Erkek yada kadın) insan türünün iki şıkkına karşı muamelede uyulan kuralın tekliğini açıkça belirten bir hükümdür bu. Ayrıca amelin kabul olması imanın zorunluluğunu da açıkça belirtmektedir. Çünkü imandan kaynaklanmayan ve imana eşlik etmeyen hiçbir amelin, Allah katında değeri yoktur. Bu doğal olduğu kadar mantıksaldır da. Çünkü iyi bir amelin belirgin bir düşünceden kaynaklanıp, bilinen bir hedefe doğru yönelmesini sağlayan, Allah'a imandır. Bu iman, işlenen ameli, doğal ve sürekli bir harekete dönüştürür. Böylece kişisel arzunun karşılığı yada hiçbir kurala uymayan geçici bir davranış olmaktan çıkar. Bu açık sözler; Üstad İmam, Şeyh Muhammed Abduh (Allah rahmet etsin)'un Amme cüzü tefsirinde, yüce Allah'ın "Kim bir zerre kadar iyilik yaparsa karşılığını görecektir." (Zilzal Suresi, 7) sözünü tefsir ederken ileri sürdüğü görüşlere aykırı düşmektedir. Abduh, ayetin hükmünü müslüman-müslüman olmayan herkesi kapsayacak şekilde genelleştirmiştir. Oysa diğer açık nasslar bu görüşü tamamen reddetmektedir. Aynı şekilde Üstad Şeyh Merağî (Allah rahmet etsin)'nin görüşünü de reddetmektedir ayet-i kerime. Bu konuya Amme cüzünde (Fi Zılâl'in otuzuncu cüzünde) değineceğiz. Kuşkusuz yüce Allah'ın şu sözü müslümanlara son derece ağır gelmişti: "Kim bir kötülük işlerse cezasına çarpılır ve Allah'tan başka hiçbir dost, hiçbir yardım edici bulamaz." Çünkü müslümanlar insan ruhunun tabiatını çok iyi biliyorlardı. Ne kadar salih ameller işleseler ne kadar iyi işler yapsalar da kötülük yapmanın kaçınılmaz olduğunu biliyorlardı. İnsan ruhunu -gerçekte olduğu gibi- biliyorlardı, bu yüzden kendilerini de tanıyorlardı. Gerçek durumları konusunda kendilerini kandırmıyorlardı. Nefislerinden kötülüklerini gizleme yoluna gitmiyorlardı. İnsan ruhunda kimi zaman beliren zaaftan habersiz değillerdi. Bu zaafla karşılaştıklarında onu inkar etmeye, örtbas etmeye yeltenmiyorlardı. İşledikleri tüm kötülüklerin cezalandırılacağını duyunca titremeleri bu yüzdendi. Sonuçla fiilen karşılaşmış ona dokunmuş biri gibi titriyorlardı. Onların üstünlükleri de buydu zaten. Ahireti bu şekilde duyumsamaları, duygularıyla ahireti oradaymış gibi yaşamaları, sadece geleceğinden kuşku bulunmayan bir gün olarak değil... Bu vurgulu tehdit karşısında titreyip sarsılmaları bu yüzdendi. İmam Ahmed anlatıyor: Bize Abdullah b. Numeyr, Ebu Bekir b. Ebu Zübeyr'den İsmail anlattı: Bana Ebu Bekir (r.a)'in Resulullah'a (salât ve selâm üzerine olsun) şöyle dediği haber verildi: - Ya Resulullah, "Allah'ın vereceği mükafatı elde etmek ne sizin ne de Kitap Ehli'nin kuruntularına göre olmaz. Kim kötülük işlerse cezasına çarpılır." ayetinden sonra kurtuluş mümkün mü? Çünkü işlediğimiz her kötülük için cezalandırılacağız. Bunun üzerine peygamberimiz, "Allah seni affetsin ya Ebu Bekir, sen hiç hastalanmaz mısın? Yorulmaz mısın? Üzülmez misin? Bir yerin yaralanmaz mı?" buyurdu. Ebu Bekir: - Evet, dedi. Resulullah (salât ve selâm üzerine olsun): - İşte bunlar çekeceğiniz cezalardır, buyurdu. (Hakim Süfyan-ı Sevri kanalıyla İsmail'den rivayet etmiştir.) Ebu Bekir İbni Murdeveyh İbni Ömer (r.a)'e isnad ederek Ebu bekir Es-Sıddık (r.a)'ten şöyle nakleder: Peygamber'le beraber bulunduğum bir sırada, "Kim bir kötülük işlerse cezasına çarpılır ve Allah'tan başka hiçbir dost, hiçbir yardım edici bulamaz." ayeti nazil oldu. Resulullah (salât ve selâm üzerine olsun) ya Ebu Bekir, "Şu anda bana nazil olan bir ayeti sana okuyayım mı?" buyurdu. Ben de; - Evet ya Resulallah bana oku dedim... Bilmiyorum, nasıl olduysa birden belimde kırgınlık hissettim ve gerindim. Bunun üzerine Resulullah (salât ve selâm üzerine olsun): - Ne oldu sana ya Ebu Bekir, dedi. - Anam babam sana feda olsun ya Resulallah, hangimiz bir kötü iş yapmaz? Kaldı ki işlediğimiz tüm kötülüklerin cezasını çekeceğiz, dedim. Bunun üzerine Resulullah (salât ve selâm üzerine olsun) şöyle buyurdu: - Sana ve mümin arkadaşlarına gelince ya Ebu Bekir; siz bunların cezasını dünyadayken çekersiniz, öyle ki günahsız olarak Allah'ın huzuruna varırsınız. Başkaları ise; tüm kötülükleri kendileri için biriktirilir ve kıyamet günü cezasına çarptırılırlar. (Tirmizi) İbn-i Ebu Hatem -kendi isnadiyle- Hz. Aişe (r.a)'den şöyle rivayet eder: Dedim ki, "Ya Resulallah, Kur'an-ı Kerim'deki en ağır ayeti biliyorum." Resulullah (salât ve selâm üzerine olsun) "Hangisidir ya Aişe?" buyurdu. "kim kötülük işlerse cezasına çarpılır" ayetidir, dedim. Bunun üzerine Resulullah (salât ve selâm üzerine olsun); "Mümin kulun başına gelen her şey hatta ayağına değen bir çakıl bile..." buyurdu. (İbn-i Cerir rivayet etmiştir.) Müslim, Tirmizi ve Nesaî Süfyan b. Uyeyne'nin -kendi isnadiyle- Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet ettiğine göre; "Kim bir kötülük işlerse cezasına çarpılır" ayeti indiğinde müslümanlara oldukça ağır geldi. Bunun üzerine Resulullah (salât ve selâm üzerine olsun) onlara şöyle buyurdu: Dosdoğru olun ve Allah'a yaklaşın. Kuşkusuz müslümanın başına gelen herşey keffarettir. Ayağına batan bir diken, bir çakıl taşı bile... " (Müslim, Tirmizi, Neseî) Her nasılsa, bu da amel karşılığına ilişkin doğru imanî düşüncenin oluşum aşamalarından birini oluşturmaktadır. Bir yönden düşüncenin diğer yönden pratik olgunun istikamet bulmasında son derece önemlidir bu aşama. Bu ayet, müslümanların bünyelerini sarsmıştı, ruhlarını titretmişti. Çünkü onlar işi ciddiye alıyorlardı. Allah'ın sözünün doğru olduğunu çok iyi biliyorlardı. Daha dünyadayken bu sözün gerçekliğini ve ahireti yaşıyorlardı. En sonunda amel ve karşılığı sorunu ve ondan önce de, göklerde ve yerde bulunanların tümüyle Allah'a döndürülmesi, yüce Allah'ın hayatta ve hayat sonrasında olan herşeyi kuşattığının belirtilmesi suretiyle şirk ve iman sorunu üzerine bir değerlendirme yer almaktadır: HÜKÜM ALLAH'INDIR 126- Gerek göklerde ve gerekse yeryüzünde bulunan tüm varlıklar Allah'a aittir. Allah herşeyi kuşatmıştır. Kur'an-ı Kerim'de, yüce Allah'ın ilahlıkta birlenmesi söz konusu edildiği zaman çoğu kere beraberinde mülkiyet, egemenlik, otorite ve erişilmez gücü bakımından da belirlenmesi söz konusu olabilir. Çünkü İslâm'ın öngördüğü tevhit, sırf yüce Allah'ın zatının belirlenmesi anlamında değildir. Aktif bir tevhittir İslâm'ın öngördüğü tevhit. Evrendeki faal ve etkin gücün birliğidir, otorite ve egemenliğin de. İnsanın göklerde ve yeryüzünde bulunan herşeyin Allah'a ait olduğunu, onun herşeyi kuşattığını ve hiçbir şeyin onun bilgisinden otoritesinden hariç olmadığını düşünmesi, yüce Allah'ı uluhiyet ve ibadette birlemesine, hayat metoduna uymak ve emrini uygulamak suretiyle hoşnutluğunu kazanmak için çabalamasına neden olacaktır. Evet herşey onun mülküdür. Herşey onun denetimindedir. Ve o herşeyi kuşatmıştır. Bazı felsefî görüşler yüce Allah'ın birliğini kabul ediyorlar ancak, kimi iradesini, kimi ilmini, kimi otoritesini, kimi de mülkünü reddediyor. Bu gibi "felsefi" denilen, yığınlarca görüş var. Bundan dolayı hayatta bir faaliyeti, davranış ve ahlâklarında bir etkisi, duygu ve pratik hayatlarında bir değeri bulunmayan edilgen bir tanrı düşüncesidir bu. Hepsi de laf! Sadece laf! İslâm'a göre, göklerde ve yeryüzünde bulunanlar Allah'ındır. O, her şeyin sahibidir. Herşeyi kuşatmıştır. Herşeyin üzerinde egemendir. Ancak bu düşüncenin gölgesinde vicdanlar doğrulur, davranışlar ve hayat ıslah olur. Cahiliye toplumunun, özellikle kadın ve aile, yetim ve çocuklar gibi zayıflara yapılan uygulamalarına ilişkin tortularını gidermek, müslüman toplumu bu tortulardan arındırmak, aileyi insan türünün iki parçasının üstünlüğü ve çıkarları esaslarına oturtmak, ailesel bağları güçlendirmek ve kök salıp bu bağların kopmasına, aile çatısının içindekilerin özellikle kucakta gelişen zayıf neslin üzerine yıkılmasına neden olmadan önce, aile ortamında baş gösteren sorunları gidermek; yetkilerin güçlünün elinde olmaması ve köklü şeriatın hükmetmesi için toplumu da zayıfları gözeten esaslara dayandırmak gibi surenin başladığı konuların bütünleyicisi konumundadır okuyacağımız ders. Okuyacağımız ders, adı geçen sorunların bir kısmını çözümleyip evrenin düzenine bağlamaktadır. Bu ayetin muhatabı böylece anlıyor ki, kadın, yuva, aile ve toplumda yer alan zayıflar sorunu büyük ve önemli bir sorundur. Gerçekten de bu sorun oldukça önemlidir. Bu cüzde ve surenin dördüncü cüzdeki başlangıcında bundan söz etmiştik. İslâm'ın aileye bakışına ve müslüman toplumun cahiliye tortularından kurtulması için ilahî sistemin sarf ettiği çabaya yeterince değinmiştik. İslâm toplumunun, psikolojik, sosyal ve ahlâksal düzeyinin yüksekliğinden ve bütün bunların müslüman toplumun, çevresindeki tüm toplumlardan, bu dini kabul etmeyen, bu sistemle eğitilmeyen ve onun eşsiz düzenine boyun eğmeyen diğer toplumlara üstünlüğünün garantisi olduğundan söz etmiştik. Şimdi bu derste yer alan ayetleri ayrıntılı bir şekilde ele alalım 127- onlar senden kadınlara ilişkin fetva isterler. De ki; Allah onlar hakkında size şu fetvayı veriyor: Bu fetva, paylarına düşen mirası vermediğiniz, yada nikahlamak istemediğiniz yetim kadınlar, mağdur çocuklar ve yetimlere karşı adil davranmanız konusunda, size okunan Kur'an ayetleridir. Ne iyilik yaparsanız, kuşkusuz Allah onu bilir. KADIN VE İNSAN PSİKOLOJİSİ ÜZERİNE Sûrenin başlarında inen ayetler, kadınlara ilişkin bir takım soruları ve onların bazı durumları hakkında fetva istemelerini anlatmaktadır. Müslümanların soru sormak ve bazı hükümlere ilişkin fetva istemek gibi girişimleri müslüman toplumun gelişimini ve müslümanların hayatî konularda dinlerinin hükümlerini öğrenme isteklerini göstermektedir. Kuşkusuz cahiliyeden İslâm'a dönüşümün ruhlarında meydana getirdiği sarsıntı son derece derindi. Öyle ki cahiliyeden kaynaklanan her konudan, İslâm'da geçersiz olduğu yada değiştirildiği korkusuyla kuşkulanır ve sakınır olmuşlardı. Bu yüzden günlük hayatlarında karşılarına çıkan her şeye ilişkin İslâm'ın hükümlerini öğrenmek istiyorlardı. Bu uyanıklık ve durumlarını İslâm'a uydurma konusunda duydukları bu arzu, -hayatlarında kimi cahiliye kalıntılarının henüz bulunmasına rağmen- o dönemin en belirgin özelliğidir. Kuşkusuz önemli olan durumlarını İslâm'ın hükümlerine uydurmada duydukları gerçek ve güçlü arzu ve aynı ruhla bazı hükümlerin yorumlanmasını istemeleridir. Yoksa günümüzde bir çoğunun müftülere başvurduğu gibi sırf, bir şeyler öğrenmek, bilgin olmak için fetva isteminde bulunmazlardı. Toplum, dininin hükümlerini öğrenmek zorundaydı. Çünkü yeni hayat düzenlerini bu şekillendirecekti. Ayrıca öğrenmeyi şiddetle istiyorlardı. Çünkü, amaç, pratik hayatlarıyla dinlerinin hükümleri arasında uygunluk meydana getirmekti. Cahiliyeden yeni yeni soyutlanmışlardı. Cahiliyenin gelenek, alışkanlık, sistem ve hükümlerinden kaçınıyorlardı. Bu arada İslâm'ın hayatlarında meydana getirdiği bu büyük değişimin yada daha doğru bir ifadeyle, İslâm'ın eliyle gerçekleştirilen bu yeniden doğuşun değerini de çok iyi biliyorlardı. Burada, Allah için öğrenmek istemelerinin, bu istekteki içtenliklerinin ve öğrendiklerine uymadaki kararlılıklarının gerçekliğinin karşılığını görüyoruz. Bütün bunların karşılığı olarak yüce Allah'ın koruma ve gözetimini görüyoruz. İstedikleri fetvayı yüce Allah üzerine alıyor: "Onlar senden kadınlara ilişkin fetva isterler. De ki; onlar hakkında size fetvayı Allah veriyor." Onlar Resulullah'tan (salât ve selâm üzerine olsun) fetva istemişlerdi. Ancak yüce Allah lütfedip peygamberine şöyle söylemesini emrediyor! Kadınlar ve ayette zikredilen diğer konular hakkında size Allah fetva veriyor. Kuşkusuz yüce Allah'ın kullarına şefkati, müslüman cemaate lütfu, onlara bizzat hitap etmesi, onları gözetmesi, fetva isteklerini ve yeni hayatlarının ihtiyaç duyduğu şeyleri karşılaması olayı değeri ölçülemeyecek kadar büyük bir iltifattır. Fetva; ilahî sistemin müslüman toplumu içinden çekip çıkardığı cahiliye kalıntısı olguyu tasvir ettiği gibi, müslüman toplumun hayat düzeyinin yükselmesi ve cahiliye kalıntılarından arınması için uyulması istenen direktifi de içermektedir. "De ki; Allah onlar hakkında size şu fetvayı veriyor! Bu fetva paylarına düşen mirası vermediğiniz yada nikahlamak istemediğiniz yetim kadınlar, mağdur çocuklar ve yetimlere karşı adil davranmanız konusunda size okunan Kur'an ayetleridir. Bu ayet hakkında Ali b. Ebu Talha, İbni Abbas (r.a)'dan şöyle nakleder: Cahiliye devrinde adam tutar yanındaki yetim kızın üzerine elbisesini atardı. Bunu yaptıktan sonra kimse o kadınla evlenemezdi artık. Şayet güzel olur da hoşuna giderse kendisi evlenip malını yerdi. Yok eğer çirkin olursa, ölene kadar erkek yüzü görmesine müsaade etmezdi. Ölünce de mirasına konardı. Bunu yüce Allah haram etti, böyle bir şey yapmayı yasakladı. "... Mağdur çocuklar... sözü hakkında, ibni Abbas, cahiliyede çocuklar ve kızlar varis olamazlardı, der. "...paylarına düşen mirası vermediğiniz..." sözü, bunu göstermektedir. İşte yüce Allah bu durumu yasaklamıştır. Her pay sahibinin payını belirlemiştir. Büyük olsun küçük olsun erkeğin payı, kadının payının iki katıdır, buyurmuştur. Yüce Allah'ın "...Yetimlere karşı adil davranmanız..." sözü hakkında Said b. Cubeyr şöyle der: "Nasıl ki, güzel olduğu zaman adam, "onu nikahladım kendime seçtim" diyorsa, mal ve güzelliği olmadığı zaman da nikah lasın tercih etsin." Ayetin, "Onlar senden kadınlara ilişkin fetva isterler..." diye başlayan ve "nikahlamak istemediğiniz..." sözüne kadarki kısmı hakkında Hz. Aişe (r.a) şöyle der: "Bu, yanında yetim bir kız bulunan adamdır. Velisi durumunda olduğu için ona varis olmaktaydı. Kızcağızın tüm malına hatta hurma salkımına bile ortak olurdu: Fakat nikahlamak istemezdi. ( Yani, nikahlamaktan kaçınırdı, çirkin olduğu için evlenmek istemezdi) Kızın başka bir adamla evlenmesini ve böylece ortağı bulunduğu mala başkasının ortak olmasını da istemezdi. Bu yüzden evlenmesine engel olur. Ayet bunun için indi." (Buhari, Müslim) İbn-i Ebu Hatem diyor ki: Muhammed b. Abdullah b. Abdülhakem'le okuduk. Bize Vehb anlattı, ona Yunus, İbn-i Şihab'dan haber verdi, ona Urve b. Zübeyr Hz. Aişe (r.a)'nın şöyle dediğini aktardı: "Bazıları kadınlar hakkında inen bu ayetten sonra, Resulullah'tan fetva istediler. Bunun üzerine, "Onlar senden kadınlara ilişkin fetva isterler. De ki; Allah onlar hakkında size şu fetvayı veriyor: Bu fetva.. size okunan Kur'an ayetleridir." ayeti indi. Hz. Aişe, "size okunan Kur'an ayetleri" ile yüce Allah'ın, "şayet yetimler konusunda adil olamayacağınızdan korkuyorsanız kadınlardan hoşlandıklarınızla evlenin." dediği ilk ayete işaret edilmektedir." der. Yine bu isnadla Hz. Aişe'den şöyle rivayet edilir: "Yüce Allah'ın: "nikahlamak istemediğiniz." sözünden, sizden birinizin himayesindeki yetim kızı, malı ve güzelliği az olduğundan dolayı nikahlamak istemeyişi kastedilmektedir. Bu yüzden, adil davranmadıkları sürece yetim kızları sırf malları ve güzelliklerinden dolayı nikahlamaktan engellediler. Çünkü gönülsüz davranıyorlardı bu konuda." Bu hadisler ve Kur'an ayetinden cahiliyenin durumu özellikle yetim kızların içinde bulunduğu durum açıkça görülmektedir. Yetim ki; velisinin göz dikmesi ve aldatmasıyla karşı karşıya kalırdı. Velisi, kızın malına göz dikerdi. Mihrini de vermemek suretiyle aldatırdı. Şayet kendisi evlenecek olsa hem mihrini hem de malını yerdi. Çirkin olduğu için evlenmezdi. Üstelik, elinin altındaki malına, kocasının ortak olmaması için başkasıyla evlenmesine izin vermemekle de aldatırdı. Küçük çocukların ve kadınların durumu da böyleydi. Miraslarını koruyacak bir güçleri bulunmadığı için mirastan yoksun bırakılırlardı. Yada savaşacak güçte olmadıkları için, kabileci düşüncenin etkisiyle mirasta hakları bulunmazdı. Çünkü kabile düzeninde herşey savaşçılarındır. Zayıfların hiç bir şeyi yoktur. İşte İslâm'ın değiştirdiği yerine üstün, insana yaraşır gelenekler yerleştirdiği, bu iğrenç ve ilkel geleneklerdir. Daha önce de dediğimiz gibi bu sırf Arap toplumunda söz konusu olmuş bir sıçrama, bir uyanış değildir kuşkusuz. Bu gerçekte yepyeni bir oluşumdur. Yeni bir doğuştur. Bu ümmetin cahiliyedeki realitesinden farklı bir gerçektir bu. Şunu özellikle belirtmemiz gerekir: Bu yeni oluşum, herhangi bir hazırlık döneminin sonucu bir gelişme değildir. Yada bu halkın hayatında maddi olgunun ani değişikliğinden de kaynaklanmamaktadır. Miras ve mülkiyet haklarını savaşçılık esasına dayandırmaktan insanlık esasına dayandırmak, çocuk, yetim ve kadına savaşçılıklarından dolayı değil de insan olmalarından dolayı haklarını vermek değişimi; toplumun savaşçılara değer vermeyen sağlam kurallar edinmesi, bu yüzden savaşçıların kazanılmış haklarını iptal etmesi ve onların öncelikli olmasını gerektirecek bir durumun söz konusu olmadığı bir aşamaya gelmesinden kaynaklandığı sanılmasın! Kesinlikle hayır. Kuşkusuz bu yeni dönemde de savaşçılara büyük değer verilir. Onlara duyulan ihtiyaç da son derece önemlidir. Ancak burada artık İslâm vardır. Burada insanlığın yeniden doğuşu söz konusudur. Bir kitaptan, bir hayat sisteminden kaynaklanan bir doğuş, aynı yeryüzünde, aynı şartlarda; üretim tarzında, araçlarında ve üretimde bir devrim meydana getirmeksizin yalnızca bu yeni doğuşun etkisiyle, bir düşünce inkılabı gerçekleştirerek bu yeni doğmuş toplumu oluşturmuştur. Kur'an'ın eğitim metodunun, ruhlarda ve hayat tarzında cahiliyenin belirtilerini söndürüp gidermek, ruhlara ve hayat tarzına İslam'ın belirtilerini yerleştirip sağlamlaştırmak için, (hem de uzun bir) mücadeleye giriştiği bir gerçektir. Diğer bir gerçek de cahiliye kalıntılarının tekrar hareketlendiği, bazı bireysel durumlarda kendisi değişik kılıklara büründürüp yeniden ortaya çıkmaya çalıştığıdır. "Maddi olgularla mücadeleye girişenin, onları ortadan kaldırıp değiştirenin, gökten indirilen bu ilahî sistem ve bu sistemin oluşturduğu bu düşüncenin ta kendisi olduğu gerçeğidir. Hiçbir zaman bu değişikliği sağlayan; maddi olgu ve maddenin özünde taşıdığı çelişki yada üretim araçlarının değişmesi veya üretim araçlarının öngördüğü bu değişikliği düzenlemek için düşüncelerin, hayat sistemi ve sistemlerinin değişmesini zorunlu gören Marksist hezeyanlardan biri olmamıştır. Burada, bu halkın hayatında yeni ve tek birşey söz konusudur. Yüceler aleminden indirilmiş bir şey. Ruhlar hemen karşılık verdiler. Çünkü yüce Allah yerleştirdiği fıtratın derinliklerine hitap ediyordu. Bu yüzden, böyle bir değişiklik gerçekleşmişti. Daha doğrusu insanlığın bu yeniden doğuşu mümkün olmuştu. Bu doğuşta; bütün yönleriyle cahiliye de hayat, bilinen görünümünden tamamen farklı bir görünüm kazanmıştı. Eski ve yeni görünüm arasında bir çatışma söz konusu olmasına, bir takım sancılar ve fedakârlıklardan dolayı acılar çekilmesine rağmen, tüm bunlar gerçekleşmişti. Çünkü burada yüce bir mesaj, itikadî bir düşünce söz konusuydu. Şu yeniden doğuşta ilk ve son etken oydu. Tabi ki bu dalgayı İslâm toplumuyla sınırlı tutması mümkün değildi. Aynı şekilde tüm insan topluluklarına da yönelecekti kuşkusuz. Müminlerin kadınlara ilişkin Resulullah'tan fetva istediği, yüce Allah'ın da kendilerine fetva verdiği yetimlerin ve mağdur çocukların haklarını bildirdiği şu Kur'an ayeti, bütün bu hakları ve prensipleri, bu sistemin getirdiği kaynağa bağlamakla son bulmasının nedeni de budur: "Ne iyilik yaparsanız kuşkusuz Allah onu bilir." Bilinmemesi mümkün değildir. Kaybolması düşünülemez. Allah katında kayıtlıdır. Allah katında kayıtlı iyiliğin kaybolması mümkün değildir. Müminin yaptıklarıyla döndüğü son merci burasıdır. Niyeti ve çabasıyla gözettiği tek yön budur. Bu prensiplerin ve bu metodun ruhlarda, davranışlarda ve tüm hayatta bu denli güçlü etkin olmasını sağlayan; bu merciin gücü ve otoritesidir. O halde bir takım direktifler vermek, hayat metodları belirlemek ve sosyal düzenler kurmak önemli değildir. Önemli olan bu direktiflerin, metod ve düzenlerin dayandığı, güçlerini, insan nefsi üzerindeki etki ve faaliyetlerini aldıkları otoritedir. İnsanların otorite ve azamet sahibi yüce Allah'tan aldıkları prensip, hayat metodu ve düzenler ile, insanlar arasındaki kendileri gibi bir kuldan aldıkları prensip, hayat metodu ve düzenler arasında, ne kadar da fark vardır. Diyelim ki, tüm sıfat ve özellikleri ile de her ikisi aynı düzeyde bulunsun ve böylece birlikte aynı zirveye ulaşsalar bile -bu da mümkün değil ya- şu sözün kaynaklandığı zatı düşünmem, ruhumda hakkettiği yeri vermem bile, yücelerin yücesi Allah'ın sözü ile insanoğlunun sözünün ruhumda hakkettikleri etkiyi, bırakmaları için yeterlidir. Ardından İslâm'ın, madde aleminde ya da üretim dünyasında geçerli yeryüzü menşeli değişim etkenlerinden çok, mele-i a'ladan -yüceler aleminden indirilen Allah'ın sistemi aracılığıyla oluşturduğu bu toplumda -aile ortamında gerçekleştirilen sosyal düzenlemeyle birlikte bir adım daha atıyoruz: |