Tekil Mesaj gösterimi
Alt 16Haziran 2007, 22:22   Mesaj No:11

KalbinNûru

Medineweb Sadık Üyesi
KalbinNûru - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:KalbinNûru isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 25
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:42
Mesaj: 549
Konular: 49
Beğenildi:8
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart RE: ŞAH-I NAKŞBEND MUHAMMED BAHAÜDDİN BUHARÎ (Kaddesallahu Sırrahulaziz)

Hâce'nin talebelerinden birisi şöyle anlatmıştır: "Bir gün Hâce'nin sohbetlerine kavuşma arzusu içime doğdu. O arzu ile Taşkend vilâyetinden Buhârâ'ya hareket ettim. Hanımım bir mikdâr altın getirip bana verdi ve; "Bu altınları Hâce hazretlerine ver!" dedi. Niçin gönderiyor diye merak edip sordum, fakat söylemedi. Hazret-i Hâce'nin sohbeti ile şereflendiğim zaman, o altınları önüne koydum. Görünce, tebessüm ederek buyurdu ki: "Bu altınlardan çocuk kokusu geliyor. Ümid ederim ki, cenâb-ı Hak sana bir çocuk verecektir." Hâce'nin bereket ve himmetlerinden Hak sübhânehu ve teâlâ bana bir sâlih oğul ihsân etti."

Talebelerinden biri anlatır: "Merv'de, Bahaüddin Buhârî'nin huzûrunda idim. Buhârâ'daki ehlimi, akrâbamı görmeyi çok arzûladım. Kardeşim Şemsüddîn'in vefât haberi geldi. Hazret-i Hâce'den izin istemeğe cesâret edemedim. Yakınlarından olan Emîr Hüseyin'e, bana izin almasını ricâ ettim. Cumâ namazını kılıp mescidden çıkınca, Emîr Hüseyin, kardeşimin ölüm haberini hazret-i Hâce'ye arz etti. "Bu nasıl haberdir! Onun kardeşi sağdır. Onun kokusunu alıyorum, hem de pek yakından." buyurdu. Sözleri biter bitmez, kardeşim Buhârâ'dan çıkageldi. Bahaüddin Buhârî'ye selâm verdi. Bunun üzerine hocam; "Ey Emîr Hüseyin! İşte Şemsüddîn." buyurdu.

Dâmâdı ve yüksek talebelerinden Alaeddîn-i Attâr anlattı. Hazret-i Hâce Buhârâ'da idi. Eshâbının ileri gelenlerinden Mevlânâ Ârif, Harezm'de idi. Bir gün eshâbı ile, görme sıfatı üzerinde konuşuyordu. Söz arasında; "Mevlânâ Ârif, şu anda Harezm'den Serâ'ya doğru yola çıktı ve filân yere ulaştı." buyurdu. Bir müddet sonra; "Kalbime geldi ki, Mevlânâ Ârif, Serâ'ya gitmekten vaz geçti. Şu anda Harezm istikâmetine doğru geri döndü." buyurdu. Talebeleri, bu konuşmanın olduğu gün, saat ve târihi bir yere yazdılar.

Bir zaman sonra, Mevlânâ Ârif, Harezm'den Buhârâ'ya geldi. Bahaüddin Buhârî'nin buyurduklarını ona anlattılar. "Tam buyurduğu gibi olmuştur." dedi. Talebeleri hayretler içinde kaldı.

Talebelerinden biri anlatır: "Hazret-i Hâce'nin sohbeti ile şereflendiğimde, talebelerinin büyüklerinden olan Şeyh Şâdî, bana çok nasîhat etti ve edebden bahsetti. Bana emrettiklerinden biri; hazret-i Hâce'nin bulunduğu yere doğru hiçbirimiz ayağımızı uzatmayız nasîhati idi. Bir gün hava çok sıcaktı. Gazyût'tan Kasr-ı Ârifân'a Hâce hazretlerini ziyârete geliyordum. Bir ağacın gölgesinde dinlenmek için yattım. Bir hayvan gelip, ayağımı iki kere kuvvetlice tekmeledi. Fırladım kalktım. Ayağım çok fazla ağrıyordu. Tekrar yattım. Yine o hayvan gelip beni tekmeledi. Kalkıp oturdum ve sebebini düşünmeğe başladım. Nihâyet Şeyh Şâdî'nin nasîhatını hatırladım ve ayaklarımı, hocamızın o anda bulunduğu Kasr-ı Ârifân'a doğru uzatarak yattığımı anladım."

Alâeddîn-i Attâr şöyle anlatmıştır: "Hocamız, Emîr Hüseyin'e, kış mevsiminde çok odun toplamasını emr etti. Odun toplama işi bittiğinin ertesi günü, kırk gün devâm eden kar yağmağa başladı. Sonra Hâce , Hârezm'e gitmek için yola çıktı. Şeyh Şâdî de hizmetinde idi. Hırâm Nehrine geldiklerinde, suyun üzerinden yürümesini ona emretti. Şeyh Şâdî korktu, çekindi. Bir defâ daha emretti. Yine yapamadı. O zaman büyük bir teveccühle ona baktı. Bununla kendinden geçti. Kendine gelince, ayağını suyun üzerine koyup yürüdü. Suya batmadı. Hocamız da arkasından yürüdü. Suyun üzerinden karşıya geçince, Hocam; "Bak bakalım, pabucun hiç ıslandı mı?" buyurdu. Baktığında, Allah'ın kudreti ile, en küçük bir ıslaklık yoktu."

Talebelerinden biri anlatır: "Hâce hazretlerini sevmem ve sohbetinde bulunmamın sebebi şudur: Bir gün Buhârâ'da dükkânımda idim. Gelip dükkânıma oturdu ve Bâyezîd-i Bistâmî'nin bâzı menkıbelerini anlatmağa başladı. Anlattığı menkıbelerden biri şu idi: "Bâyezîd-i Bistâmî buyurdu ki: "Elbisemin eteğine bir kimse dokunsa, bana âşık olur ve ardımdan yürür." Ve sonra buyurdu ki: "Eğer kaftanımın kolunu hareket ettirsem, Buhârâ'nın büyükleri, küçükleri bana âşık ve hayran olup, ev ve dükkânlarını bırakarak bana tâbi olurlar."O sırada elini yeni üzerine koydu. O anda gözüm yenine daldı. Beni bir hâl kapladı. Kendimi kaybettim. Uzun zaman öyle kalmışım. Kendime gelince, muhabbeti beni kapladı. Ev ve dükkânı terk edip, hizmetini canıma minnet bildim."

Şeyh Ârif-i Dikgerânî, Seyyid Emîr Külâl'in halîfelerinin büyüklerindendi. O anlatır: "Bir gün, Bahaüddin Buhârî'yi, Kasr-ı Ârifân'da ziyârete gittik. Buhârâ'ya döndüğümüzde, oranın fakirlerinden bir grup da bizimle berâberdi. Onlardan biri, Bahaüddin Buhârî'nin aleyhinde konuştu. Sen onu tanımıyorsun, Allah'ın evliyâsına karşı sû-i zan ve sû-i edepte, kötü zan ve edepsizlikte bulunman uygun değildir dedik. Susmadı. Bir eşek arısı gelip, ağzına girdi ve dilini soktu. Dayanamayacak kadar canı yandı. Bu, o büyük zâta edepsizliğinin cezâsıdır dedik. Çok ağladı, pişmân oldu, tövbe etti. Ona karşı îtikâdını düzeltti ve hemen ağrısı geçti.

Bir defâsında Kıpçak çölü askerleri, Buhârâ'yı bir müddet kuşattılar. Buhârâlılar çok zor günler yaşadı. Birçok insan öldü. Buhârâ vâlisi, husûsî adamlarından birini hazret-i Hâce'ye gönderip; "Düşmana karşı koyacak gücümüz yok. Her çâremiz tükendi, plânlarımız bozuldu. Sizin yüksek kapınıza sığınmaktan başka çâremiz kalmadı. Bizi bu zâlimlerden siz kurtarırsınız. Müslümanların onların elinden kurtulması için Allah'a yalvarınız, duâ ediniz. Şimdi yardım zamânıdır." deyip, ricâda bulundu. Hazret-i Hâce; "Bu gece Allah'a yalvarırız. Bakalım Allah ne yapar." buyurdu. Sabah olunca, onlara; altı gün sonra bu belânın kalkacağı müjdesini verdi ve; "Vâlinize böyle müjde verin!" buyurdu. Buhârâlılar bu müjdeye son derece sevindiler. Buyurduğu gibi oldu. Altı gün sonra, şehri kuşatan düşman askerleri çekilip gitti.

Hazret-i Hâce, Herat melîkinin arzusuyla Tûs'dan Herat'a geldiklerinde, Pâdişâhın sarayına girdi. Her uğradığına dikkatle baktı. Kapıcıdan vezîrlere kadar, herkeste bir hal ve değişiklik oldu. Hâlden hâle girdiler. Kendilerinde olmayan mertebelere kavuştular.

Yâkûb-i Çerhî anlatır: Buhârâ'nın âlimlerinden ilim öğrenip fetvâ vermeye izin aldıktan sonra, memleketime dönmeyi düşündüm. Hazret-i Hâce'ye uğrayıp; "Beni hâtırınızdan çıkarmayın." dedim ve çok yalvardım. "Gideceğin zaman mı, yanımıza geldiniz?" buyurdu. "Hizmetinize müştâkım, arzu ve istekliyim." dedim. "Hangi bakımdan?" buyurdu. "Siz büyüklerdensiniz ve herkesin makbûlüsünüz." dedim. "Bu kabûl şeytânî olabilir, daha sağlam delîlin var mı?" buyurdu. Sahîh hadîsde; "Allah bir kulunu severse, onun sevgisini kullarının kalbine düşürür." buyuruluyor dedim. Tebessüm edip; "Biz azîzânız." buyurdu. Bunu duyunca birden hâlim değişti.
Alıntı ile Cevapla