Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 Arkadaşları:2 Cinsiyet: Yaş:48 Mesaj:
4.079 Konular:
315 Beğenildi:49 Beğendi:0 Takdirleri:149 Takdir Et:
| Cvp: Fizilalil Kuran Enam Suresi Tefsiri "Eğer Allah dileseydi bunu yapamazlardı. O halde onları asılsız uydurmaları ile başbaşà bırak." Bunların "bu düşünceler ve uygulamaları biz kendimiz belirledik" demeye cesaret edemediklerini belirtmemiz gerekir. Tersine Allah'a iftira ederek bu hükümleri Allah'ın belirlediğini iddia ediyorlardı. İddialarına göre, bu düşünce ve uygulamaları İbrahim ve İsmail'in (selâm üzerlerine olsun) şeriatından almışlardı. Çağdaş cahiliyenin şeytanları da bugün aynı şeyi yapıyorlar. Bunların çoğunluğu ateist komünistler gibi kafa tutamıyor, dolayısıyla Allah'ın varlığını kökten inkâr edip dini açıkça reddetmeye yeltenmiyorlar. Arap cahiliyesindeki şeytanların sığındıkları yöntemin aynısına sığınıyorlar. Dine saygılı olduklarını söylüyorlar ve insanlar için koydukları kanunların temelde bu dine dayandığını ileri sürüyorlar. Kuşkusuz bu ateist komünistlerin yönteminden daha aşağılık ve daha iğrenç bir yöntemdir. Böyle bir şey, son derece karmaşık olmakla ve aslında İslâm'la hiçbir ilgisi bulunmamakla beraber henüz ruhların derinliklerinde yaşayan dinsel duyguyu uyuşturmaktır. Kuşkusuz İslâm son derece açık,. pratik ve realist bir hayat sistemidir. Bu duygunun kapalı ve karmaşık bir tarafı yoktur. Ayrıca fıtri dinsel enerji cahiliye kalıpları içinde sönüp gider ama, İslâmda değil... Bu da komploların en iğrenci, yöntemlerin en çirkinidir kuşkusuz. Sonra bu dini koruduklarını sanan birtakım kişiler gelip, İslâm gerçeğinin yanında oldukça önemsiz olan yanlışlıklara karşı koymak uğruna emeklerini harcarlar. Bu konuda, Allah'ın ilâhlığını ve otoritesini tümden ele geçiren müşrik cahiliye sistemleri fazla ilgilendirmemektedir onları. Böylece bu ahmakça gayretleriyle bu müşrik cahiliye sistemlerine İslâm süsünü vermiş oluyorlar. Bu sistemlerin gerçek dinin esasına dayandığına, sadece bu tür basit konularda ayrı düştüğüne ilişkin oldukça téhlikeli ve fiili bir tanıklık yapmış oluyorlar. Bu gayretkeşler, cahiliye rejimlerinin iyice yerleşmesi ve tehlikelerden uzaklaşması uğrunda rollerini başarıyla oynuyorlar. Din simsarlarının karmaşık hale getirdiği bozuk dini araçlar da aynı rolü üstlenmişlerdir. Oysa İslâm bu simsarları veya kâhin ve tapınak bekçilerini hiçbir zaman kabul etmemiştir. 138- "Onlar saçma inançları uyarınca `Bu hayvanlar ve ekinler dokunulmazdır. Bizim istediklerimizden başka hiç kimse onları yiyemez, bunlar da sırtlarına yük vurulması ve binilmesi yasak hayvanlardır', dediler. Bazı hayvanları keserken de Allah'ın adını anmazlar, bunu yaparken `Allah'ın emri böyledir, diye O'na iftira ederler. Allah onları yaptıkları bu iftiralardan ötürü cezalandıracaktır. " Ebu Ca'fer b. Cerir et-Taberi şöyle der: Bu, yüce Allah'ın şu müşrik cahillerin durumuna ilişkin verdiği bir haberdir. Onlar, kendi kendilerine ve bu konuda Allah tarafından kendilerine verilmiş bir izin söz konusu olmaksızın haramlar ve helaller belirliyorlardı." Yasaklamak, haram kılmaktır. Allah'ın otoritesine tecavüz eden, buna rağmen koydukları kanunların Allah'ın şeriatı olduğunu iddia eden bu adamlar, bazı ekinleri ve hayvanları kastederek bunları -daha önce açıkladığımız gibi- ortak koştukları tanrılarına ayırarak şöyle derlerdi: "Şu hayvanların ve meyvelerin yenmesi yasaktır. -Asılsız iddialarına göre- Allah'ın dilediğinden başkası bunları yiyemez." Tabii bu konudaki hükümleri belirleyenler, kâhinler, tapınak bekçileri ve kabile başkanlarıydı. Bazı hayvanları kastedip (bu hayvanlar Maide suresinde belirtilen hayvanlardır denilmişti. `Allah Bahire, Saibe, Vesile ve Hami diye bir şey koymamıştır) (Maide Suresi: 103) Bunlara binilmesini haram kabul ederlerdi. Nitekim bazı hayvanları da belirleyip "Bunlara binerken, sağarken ve keserken Allah'ın adı anılmaz" derlerdi. Ortak koştukları tanrılarının adlarını anıp onlara ayırırlardı. Kuşkusuz tüm bunlar "Allah'a iftira etmektir." Ebu Ca'fer b. Cerir şöyle der: Yüce Allah'ın "Allah'a iftira ediyorlar" ("Allah'a İftira Ediyorlar" ifadesi daha önceki bir ayette geçmişti. Bu ayette "Ona iftira ederler" şeklinde bir ifade geçmektedir.) sözüne gelince; burada yüce Allah şöyle diyor: Bu müşrikler yaptıkları şeylerle, belirledikleri haramlarla ve söyledikleri sözlerle Allah adına yalan söyleyip, batılı ona mal ediyorlardı. Çünkü onlar, yüce Allah'ın kitabında belirttiği gibi, bunu haram kılan Allah'dır" diyerek bu konudaki yasakları belirliyorlardı. Yüce Allah bu iddialarını reddedip onları yalanlamıştır. Peygamberine -salât ve selâm üzerine olsun- ve müminlere onların iddialarının yalan olduğunu haber vermiştir. Burada cahiliye toplumlarının büyük çoğunluğunda yinelenen cahili yöntemler böylece gözümüzün önünde belirmektedirler. Bu durum bazı insanların varlığın maddeden oluştuğu iddiasını ileri sürmelerinden, bazısının Allah'ın varlığını tümden inkâr etmeye yeltenmesinden, din yalnızca bir "inanç" işidir, hayata hükmeden toplumsal, ekonomik veya siyasal bir düzen değildir" gibi sözler söylemeden öncesi için geçerliydi. Kuşkusuz, yeryüzünde hakimiyetin Allah'a ait olmayıp insanlara ait olduğu bir sistem meydana getiren sonra da dine saygılı olduğunu ileri süren ve cahili sistemin dinden kaynaklandığını iddia eden cahiliyenin her zaman böyle yöntemlere başvurduğunu iyice kavramamız gerekmektedir. Bu yöntemin, başvurulan yöntemler arasında en iğrenç ve en kurnazcası olduğunu bilmemiz zorunludur. Sözde kahramanların eliyle gerçekleşen, bir zamanlar İslâm'ın egemen olduğu bazı ülkelerdeki deneyimlerin başarısızlığı ortaya çıktıktan sonra evrensel haçlı ve siyonistler, bir zamanlar Allah'ın Kitabıyla yönetilen bölgenin geri kalan ülkelerinde bu yönteme başvurmuşlardır. Kuşkusuz bu deneyim yeryüzünde İslâm toplumunun belirtisi konumundaki diğer birtakım kurumlar gibi halifeliğin kaldırılmasında onlar için son derece önemli bir görev başarmıştır. Ancak bu deneyim lâiklik açısından bölgenin geri kalanına etkin bir örnek oluşturamamıştır. Çünkü dinden tamamen kopmuş, görünümüyle ruhlarının derinliklerinde karmaşık dinsel duygular taşıyan kimselere büsbütün yabancı gelmiştir. Bu yüzden evrensel haçlılar ve siyonistler, aynı hedefe yönelik diğer deneyimlerinde dinsizliği bayraklaştırmak gibi bir hatayı işlememeye özen göstermişlerdir. Bu deneyimlerinin üzerine dinsel perdeler germiş, bu niteliklere ek olarak dinsel araçlara başvurmuşlardır. Gerek propagandalarla gerekse -Bunun dışındakiler sağlamdır- düşüncesine hizmet edecek tarzda sıradan yanlışlıkların bertaraf edilmesi çalışmaları teşvik edilmiştir. İşte bu, insanlardan ve cinlerden şeytanların bu dine karşı hazırladıkları komploların en iğrencidir. Bununla beraber, tüm ağırlıklarıyla bütün dayanışma ve birleşmeleriyle tüm deneyim ve bilgi birikimleriyle bu dönemde etkin olan Haçlılar'ın ve siyonistlerin güdümündeki iletişim araçları Türkiye deneyiminde işlenen hatayı örtme çabası içine girmiş, böylece bu deneyimin İslâmi diriliş hareketi olduğunu iddia etmiş, dolayısıyla onun kendi kendini lâik ilân etmesini, dini bir kenara atıp, hayattan tamamıyla kopardığını doğru kabul etmemizin gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Oryantalistler -ki bunlar Haçlı ve siyonist emperyalizmin fikir ajanlarıdır Türkiye'deki girişimleri dinsizlik töhmetinden kurtarmak için büyük çabalar sarfediyorlar. Çünkü bu deneyimin dinsizliğinin ortaya çıkması sınırlı bir işlev görecektir. Gerçi bu girişimler yeryüzündeki İslâm toplumunun en son işaretini ortadan kaldırmıştır. Ancak bunun dışında başka bir başarı kazanamamıştır. Oysa bölgede daha başka deneyimlerin başarması gereken işler vardır. Cahili rejim ve görünümlerle dini kavramları ve dini koruma duygularını saptırmak, din adına dini değiştirmek, aynı şekilde din adına ahlâkı ve fıtratın temel dayanaklarını bozmak, içinde dini duygu bulunan her bölgede görevini yerine getirmesi için cahiliyeye İslâm kisvesini giydirmek, bu halkları yularlarından tutup Haçlı ve siyonistlerin kucağına atmak, bu üç yüz senedir İslâm'a komplolar kurup saldırılarda bulunan Haçlı ve siyonistlerin yapamadığını gerçekleştirmek gibi... "Allah onları yaptıkları bu iftiralardan dolayı cezalandıracaktır." 139- "Yine onlar `Bu hayvanların karınlarındaki yavrular sadece erkeklerimize aittir, kadınlarımıza ise yasaktır. Ëğer hayvanın yavrusu ölü doğarsa her ikisi de O'na ortak olur, dediler. Allah bu yakıştırmalarının cezasını verecektir. Hiç kuşkusuz Allah hikmet sahibidir ve her şeyi bilir. " Şirk ve putperestlik sapıklığından, helâl ve haram kılma yetkisini erkeklere bırakmaktan kaynaklanan düşünce ve uygulama kuruntularının içinde bocalıyorlardı. Bununla beraber erkeklerin koyduğu bu hükümlerin Allah'ın hükmü olduğunu ileri sürüyorlardı. Bu asılsız kuruntular içinde yüzüyor ve bazı hayvanların karnındaki yavrular için -belki de bunlar Bahire, Saibe ve Vesile dedikleri hayvanlardır- bunlar doğdukları zaman erkeklere özgüdürler, kadınlara haramdırlar derlerdi. Ancak yavru ölü doğacak olursa `kadın, erkek ortakdır' derlerdi. İşte böyle, hiçbir sebep, hiçbir kanıt, hiçbir neden olmaksızın... Sadece birtakım kuruntulara bulaşmış, karmaşık bir din edindikleri erkeklerin keyfi arzuları... Kur'an'ın akışında bu hükümleri koyanlara, Allah'a iftira ederek bu hükümleri Allah koymuştur diyenlere yönelik tehdit dolu bir değerlendirme yer alıyor: "Allah bu yakıştırmalarının cezasını verecektir." "Hiç kuşkusuz O hikmet sahibidir ve her şeyi bilir." Durumların içerdiği gerçekleri bilir ve bir hikmete göre uygulamada bulunur, cahil müşriklerinki gibi değil. İnsan hayret ediyor, Kur'an'ın akışıyla birlikte yaşanan bu sapıklıkları, bunların taraftarlarına yüklediği ağırlıkları, tahribat ve fedakârlıkları gördükçe... Allah'ın şeriatından ve O'nun hayat sisteminden sapmanın doğurduğu ve doğru yoldan sapanlara yüklediği yükümlülüklere, sapıkların uyduğu hurafe, anlaşılmaz duygular ve kuruntuların ağırlığına, toplum ve vicdanda yer eden bozuk inancın insanlara vurduğu kayıtlara baktıkça dehşete düşüyor. Evet insan, sapık inancın hayatı bir bunalım, bir sıkıntı ortamına dönüştürmesinin sadece keyfi arzulara, çeşitli kuruntulara ve körü körüne uyulan geleneklere göre hareket eder duruma getirmesinin yanında ciğerlerinin köküne kadar insanlara ağır yükümlülükler yüklemesi karşısında hayrete düşüyor. Oysa karşılarında son derece sade ve açık tevhid inancı duruyor. Bu inanç, insan vicdanı, asılsız kuruntulardan ve efsanelerden kurtarır. İnsan aklını kör taklitçiliğin tutsağı olmaktan, insan topluluklarını cahiliye düzeni ve yükümlülüklerden, insanı -gerek koydukları kanunlar noktasında, gerekse belirledikleri değer yargıları ve ölçüler noktasında- kullara kul olmaktan kurtarır. Tüm bunların yerine son derece açık, anlaşılır ve sınırları belirlenmiş bir inanç, net, kolay ve huzur verici bir düşünce, varlık bütünü ve hayat gerçekleri konusunda eksiksiz ve derin bir bakış açısı, kullara kul olmaktan kurtuluşu, tek başına Allah'a kul olma makamına yükselişi yerleştirir. Adı geçen bu makamın doruklarına sadece peygamberler -selâm üzerlerine olsun- ulaşır. Dikkat edin, insanlık Allah'ın doğru yolundan saptığı, kokuşmuş cahiliye bataklığına daldığı ve kendileri de birer kul olan sahte Rabblerin aşağılayıcı kulluğuna döndüğü zaman, ahiretten önce daha bu dünyadayken büyük bir felâket, dayanılmaz bir yıkını yaşayacaktır. 140- "Hiçbir bilgiye dayanmaksızın, aptalca evlatlarını öldürenler ve Allah'a iftira atarak O'nun verdiği rızıkları kendilerine yasaklayanlar, gerçekten hüsrana uğramışlardır. Onlar kesinlikle sapıtmışlardır, doğru yola gelecekleri yoktur. " Kesin bir hüsrana uğramışlar. Hem dünyada, hem de ahirette zarar etmişlerdir. Kişilikleri ve çocukları açısından büyük hasar görmüşlerdir. Akıllarını ve ruhlarını heder etmişlerdir. Ondan başkasına kul olmaktan kurtarmakla yüce Allah'ın kendilerine verdiği üstünlüğü, kulların hakimiyetine teslim olmak suretiyle kulların Rabblığına kendilerini teslim ettikleri zaman kaybetmişlerdir. Bütün bunlardan önce inancı kaybetmekle doğru yolu kaçırmışlardır. Büyük bir zarara uğramışlar, artık doğru yolu bulmalarına imkân kalmayacak şekilde sapıtmışlardır: "Onlar kesinlikle sapıtmışlardır, doğru yola gelecekleri yoktur." Bundan sonra ayetlerin akışı müşrikleri yan çizdikleri ilk gerçeğe "Onlar Allah'a O'nun yarattığı ekinlerden ve hayvanlardan sınırlı bir pay ayırdılar" ayetiyle konunun başında işaret edilen gerçeğe döndürmektedir. Hakkında bu tür uygulamalarda bulundukları, bu konuda onları yaratmadıkları, varetmedikleri halde insanlardan ve cinlerden şeytanlara başvurdukları ekin ve hayvanlar asıl kaynağına döndürmektedir. İnsanlara bir geçim kaynağı, bir nimet olması için ekinleri ve hayvanları yaratan yüce Allah'dır. Tüm bunları O'na şükretsinler ve O'na kullukta bulunsunlar diye yaratmıştır. Aslında yüce Allah'ın onların şükrüne ve ibadetlerine ihtiyacı yoktur. O, hiçbir şeye muhtaç olmayan rahmet sahibidir. Bu, dinleri ve dünyaları bakımından durumlarının düzelmesi amacına yöneliktir. O halde onlara ne oluyor da, Allah'ın yarattığı ekin ve hayvanlar konusunda hiçbir şey yaratamayanların hükmüne başvuruyorlar? Allah için bir pay ve sahte tanrılar için de bir pay ayırmaları, üstelik bununla da yetinmeyip, bu işte çıkarları olan şeytanların saptırmasıyla Allah için ayırdıkları pay üzerinde oyun oynamaları da neyin nesi? Kuşkusuz yaratan ve yarattığı canlıların rızkını veren, onların sahibi ve Rabbıdır da. O'nun hükmünde somutlaşan izni olmaksızın O'nun malının üzerinde tasarrufta bulunmak doğru değildir. O'nun hükmü de, peygamberinin -salât ve selâm üzerine olsun- O'nun katından getirdiği mesajda somutlaşmaktadır, yoksa O'nun otoritesini ele geçiren sahte rablerin "Bu Allah'ın şeriatıdır" diye ileri sürdükleri şeyde değil. 141- O ki, çardaklı ve çardaksız bahçeleri, ürünleri değişik hurmaları ve ekinleri, yaprakları benzer ve meyvaları benzemez zeytin ve nar ağaçlarını yarattı. Bu ağaçlar ürün verdiklerinde meyvalarından yiyiniz ve hasat günü haklarını veriniz, fakat israf etmeyiniz, çünkü Allah israf edenleri sevmez. 142- Kimi yük taşıyan ve kiminin yününden yaygı yapılan hayvanları yaratan da O'dur. Allah'ın size verdiği rızıklardan yiyiniz ve şeytanın izinden gitmeyiniz. Çünkü o sizin açık düşmanınızdır. Kuşkusuz bu bahçeleri ilk defa yaratan yüce Allah, hayatı da ölüden çıkarmıştır. Bu bahçelerden bazısı insanların oturaklar ve duvarlarla hazırladıkları, çardaklarla oluşturduklarıdır. Bazısı da çöllerde kendi kendine -Allah'ın takdiri uyarınca- insan yardımı ve düzenlemesi söz konusu olmaksızın yeşermektedir. Değişik renk, tat ve şekilleriyle ekinleri ve hurmaları var eden Allah'dır. Birbirine benzeyen ve benzemeyen çeşitli türden, zeytin ve nar yaratan O'dur. Bütün bu hayvanları yaratan, bazısını yerden yüksek olan uzun ayakları nedeniyle ağırlık taşıyıcısı binek hayvanı kılan O'dur. Yere yakın küçük boyluları da yününden ve kıllarından yaygı için yararlanılan türden kılmıştır. Yeryüzünde hayatı yaygınlaştıran, bu şekilde türlere ayıran ve insanın yeryüzündeki hayatını gereklerine uygun kılan yüce Allah'dır. O halde bunca kanıta ve gerçeğe karşın, insanlar nasıl olur da gidip ekinler, hayvanlar ve mallar konusunda Allah'dan başkasının hükmüne başvurabiliyorlar? Kur'an'ın ifade yöntemi, insanların hayatı üzerindeki hakimiyet noktasında yüce Allah'ın birlenmesinin zorunluluğuna bir kanıt olması için tek başına yüce Allah'ın insanlara bahşettiği rızık gerçeğini sık sık gözler önüne sermektedir. Çünkü tek başına yaratan, yarattıklarının rızkını veren ve onları koruyan kimse, tartışmasız olarak Rabblığın, hakimiyetin ve otoritenin O'na ait olması gerekendir: Burada ayetlerin akışı ekin, meyve verme, hayvanlar ve bu vesileyle Allah'ın nimetlerinin oluşturduğu sahneler üzerinde yoğunlaşmaktadır. Daha önce ilâhlık sorunu tartışılırken, üzerinde yoğunlaştığı bu etkenleri şimdi de hakimiyet sorununda kullanmaktadır. Böylece İslâm inancında ilâhlık ve hakimiyet sorunlarının aslında aynı şey oldukları gerçeğine işaret etmektedir. Ayet, ekinler ve meyveleri söz konusu ederken, şöyle demektedir: "Bu ağaçlar ürün verdiklerinde meyvalarından yiyiniz ve hasat günü haklarını veriniz, fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez." Ayette yer alan hasat günü haklarını verme direktifi, bu ayetin Medine'de nazil olduğuna ilişkin bazı rivayetlere neden olmuştur. Ancak biz surenin tanıtımında, "Bu ayet Mekke'de nazil olmuştur. Çünkü Mekke'de nazil olan bölümünün akışı içinde bu ayet olmaksızın bütünlük sağlanamaz. Dolayısıyla bu ayetin indirilişi Medine'ye ertelenecek olursa ayetin öncesi ile sonrası arasında bir kopukluk meydana gelecektir. Bununla beraber, hasat günü hakkını veririz direktifiyle zekâtın kastedilmiş olması kesin değildir. Çünkü ayete ilişkin bazı rivayetlerde burada amaçlananın sınırları belirsiz sadaka olduğu ifade edilmektedir. Oysa belirlenmiş oranlarıyla birlikte zekât, hicretin ikinci senesinde Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- uygulaması (sünneti) ile belirlenmiştir" demiştik: "Fakat israf etmeyiniz, çünkü Allah israf edenleri sevmez" sözü sadaka vermeye dönük olabileceği gibi, yemeye de dönük olabilir. Rivayetlerde müslümanların mallarını dağıtmada israf edercesine vardıkları anlatılır. Bu yüzden yüce Allah: "İsraf etmeyiniz, çünkü Allah israf edenleri sevmez" buyurmuştur. Hayvanlar söz konusu edilirken şu ifadeye başvurulmaktadır: "Allah'ın size verdiği rızıklardan yiyiniz ve şeytanın izinden gitmeyiniz. Çünkü o sizin açık düşmanınızdır." Amaç, bu rızıkları verenin ve onları yaratanın yüce Allah olduğunu belirtmektedir. Oysa şeytanlar hiçbir şey yaratamazlar. O halde onlara ne oluyor ki Allah'ın verdiği rızıklar konusunda şeytanlara uyuyorlar? Bir de şeytanın onlara açıktan açığa düşman olduğu vurgulanmaktadır. Açıktan açığa düşman olduğu halde, nasıl olur da onun adımlarını takip edebilirler? Sonra ayetlerin akışı, son derece ince bir tavırla cahiliyenin gizli kuruntularını sıraladığı, aydınlattığı, birer birer, parça parça gözler önüne serdiği bir karşılamaya başlıyor. Bu sayede, bir nedene dayandırılması ve savunulması mümkün olmayan oldukça tutarsız, ahmakça düşünceleri gün yüzüne çıkmaktadır. Kuşkusuz bu düşüncelerin açığa çıktığını ve bunların ne bilimsel ne doğru yoldan ne de aydınlatıcı bir kitaptan kaynaklanan dayanağının olmadığını gören kişi kendi kendine utanacaktır: 143- (Erkekli-dişili olmak üzere) sekiz baş olan bu hayvanların ikisi koyun, ikisi keçidir. De ki; "Allah bu hayvanların erkeklerini mi, dişilerini mi, yoksa dişilerin rahimlerinin içerdiği yavruları mı haram kıldı? Eğer doğru söylüyorsanız, bana bilimsel bir açıklama yapınız?" 144- Geride kalanların ikisi deve, ikisi sığırdır. De ki; "Allah bunların erkeklerini mi, dişilerini mi, yoksa dişilerin rahimlerinin içerdiği yavruları mı haram kıldı? Yoksa Allah'ın size bu direktifi verdiğinin somut tanıkları mısınız? Körü-körüne insanları yoldan çıkarmak amacı ile Allah'a iftira eden, Allah adına yalan uyduran kimseden daha zalim kim olabilir? Hiç kuşkusuz Allah zalimleri doğru yola iletmez. " Tartışma konusu yapılan ve geçen ayette Allah tarafından yaratıldıklarına işaret edilen bu hayvanlar sekiz çifttir. -Eşinin yanında dişi, erkek herbiri çift sözcüğüyle ifade edilmektedir- Bir çifti koyun bir çifti de keçidir. Peki bunlardan hangisini yüce Allah insana haram kılmıştır? Yoksa O, analarının karnındaki yavruları mı haram kılmıştır? "Eğer doğru söylüyorsanız bana bilimsel bir açıklama yapınız?" Çünkü bu tür konularda zan ile fetva verilmez. Tahminler sonucu bir yargıya varılmaz. Bilinen bir yetkiye dayanmadan hüküm koyulmaz. Çiftlerin geri kalanı, erkek ve dişi deve, erkek ve sığırdır. Peki bunların hangisi haramdır? Allah bunların yavrularını mı insanlara haram kılmıştır? Ve nereden kaynaklanmaktadır bu haram kılma? "Yoksa Allah'ın size bu direktifi verdiğinin somut tanıkları mısınız?" Böylece hazır bulundunuz ve özellikle bu haram kılma olayına ilişkin yüce Allah'ın size yönelik direktifine tanık mı oldunuz? Çünkü Allah'dan kesin bir emir olmadıkça bir şeyi haram kılma söz konusu olamaz. Bunun ötesi yorum ve sanıya uymaktan başka bîr şey değildir. Böylece kanun koyma yetkisi tümden tek bir kaynağa özgü kılınmaktadır. Onlar kendi koydukları hükümlerin Allah tarafından konulduğunu ileri sürüyorlardı. Bu nedenle sakındırma ve tehditle bu iddiaları geri çeviriliyor: "Körü-körüne insanları yoldan çıkarmak amacı ile Allah'a iftira eden, Allah adına yalan uyduran kimseden daha zalim kim olabilir? Hiç kuşkusuz Allah zalimleri doğru yola iletmez." O'nun izni olmadan Allah'a bir hüküm dayandıran, sonra da bu Allah'ın hükmüdür diyen birinden daha zalim biri bulunamaz. Çünkü O, bilgisizce insanları saptırmayı amaçlamaktadır. Onları hidayetle zan arasında şaşkın bırakmaktadır. Bunları yüce Allah doğru yola iletmeyecektir. Çünkü doğru yola götüren sebeplerle bağları koparmışlardır. Kendilerine hiçbir yetki verilmeyen şeyleri Allah'a ortak koşmuşlardır. Hiç kuşkusuz Allah zalimleri doğru yola iletmez. Şu anda müşriklerin inançlarındaki, düşünce ve uygulamalarındaki gevşeklik, saçmalık ve gülünçlük olanca çıplaklığıyla ortaya çıkmış oldu. Bu düşünce ve uygulamalarının bir bilgiye, bir belgeye ve bir temele dayanmadığı ortadadır. Daha önce gerek kendi kendilerine, gerekse şeytanlarının ve ortak koştukları tanrılarının telkiniyle haklarında birtakım uygulamalarda bulundukları ekin ve hayvanların var edilmesi gerçeğine döndürülmüşlerdi. Bu ekinleri ve hayvanları kendileri için var eden şeytanlar veya sahte tanrılar değildir. Tersine bunları kendileri için yaratan yüce Allah'dır. Bu yüzden yarattığı, rızıklarını verdiği şeyler ve bağışladığı mal ve kullar üzerindeki hakimiyet tek başına O'na ait olmalıdır. Şimdi de onlara bütün bunlarda yüce Allah'ın haram kıldığı şeyler açıklanmaktadır. Yüce Allah'ın bir belgeye ve vahye göre gerçekten haram kıldığı şeyler açıklanmaktadır, zan ve kuruntuya göre değil. Allah tek başına meşru egemenlik sahibidir. Bir şey haram kıldığında o, haramdır. Helâl kıldığı şey de helâldir. Bir insanın müdahalesi ya da ortaklığı söz konusu değildir. Hakimiyet ve kanun koyma yetkisinden dolayı sorgulanmaz yüce Allah. Bu münasebetle yüce Allah'ın özellikle yahudilere haram kıldığı ancak müslümanlara helâl kıldığı şeyler de hatırlatılmaktadır. Bu özel haram kılma, zulümleri ve Allah'ın hükmünden uzaklaşmaları nedeniyle bir ceza olarak yahudiler için belirlenmişti: 145- De ki; "Bana vahyedilen ayetlerde ölü hayvandan, akar kandan, somut bir pislik olan domuz etinden ve sapıkça Allah'dan başkası adına boğazlanan hayvanlardan başka hiçbir hayvanın yenmesinin yasaklandığını görmüyorum. Kim çaresiz kalır da başkasının payına el uzatmamak ve zorunluluk miktarını aşmamak üzere bu yasak etlerden yerse, hiç kuşkusuz senin Rabbin affedicidir ve merhametlidir. 146- Yahudilere bütün tek tırnaklı hayvanları yasakladı. Onlara sığırların ve koyunların sırt, bağırsak ve kemik yağları dışında kalan içyağlarını da haram kıldık. Allah'ın ölçülerini çiğnedikleri için onları bu şekilde cezalandırdık. Söylediklerimiz kesinlikle doğrudur. 147- Eğer onlar seni yalanlarlarsa de ki; "Rabbim, yaygın rahmet sahibidir. Ama O'nun günahkârlara yönelik azabını hiç kimse geri savamaz. Ebu Ca'fer b. Cerir et-Taberi şöyle der: "Ulu Allah, Peygamberi Hz. Muhammed'e -salât ve selâm üzerine olsun şöyle buyuruyor: Ey Muhammed, Allah'ın yarattığı ekin ve hayvanlardan O'na bir pay ayıran, bir pay da sahte tanrılarına ayıran, sonra da `Şu ekinler ve hayvanlar dokunulmazdır, -asılsız iddialarına göre- dilediklerimizden başkası bunları yiyemez" diyen, diğer bazı hayvanların adını anmayan, bazı hayvanlarının karnındaki bazı yavruları kadınlarına ve eşlerine yasaklayan, ancak erkeklerine helâl kılan, Allah'a iftira atarak kendilerine rızık olarak verdiği şeyleri haram sayan, bunları haram kılmanın yanında, bu haramları belirleyenin yüce Allah olduğunu ileri sürenlere söyle: Bunun size haram kılındığını söyleyen Allah katından bir elçi mi size geldi? Bizi de haberdar edin. Yoksa sizin tanıklığınızla yüce Allah mı bunun haram olduğu direktifini verdi? Bunun size haram olduğunu duydunuz da mı haram kıldınız kendinize? Bunu iddia ederseniz yalan söylemiş olursunuz. Bunu ileri süremezsiniz. Çünkü böyle bir iddiada bulunduğunuz an, insanlar sizin yalan söylediğinizi anlayacaklardır. Bu, bana vahyedilen kitapta ve indirilen ayetlerde, haram olduğunu ileri sürdüğünüz hayvanlardan herhangi birinin yiyenlere haram kılındığını görmüyorum. Ancak "murdar" olmaları (bunlar temizlenmeden ölmüşlerdir) Ya da "akıtılmış kan" olması (o da hastalıktır). Bir de "Domuz eti" -bu da pisliktir- ve bir de "yoldan çıkmış birinin kestiği" müstesna. Burada kastedilen, "puta tapan müşrik birinin putu ve tanrıları için kestiği ve üzerine putunun adını andığıdır. Bu şekilde kesmek yoldan sapmaktır çünkü. Yüce Allah bunu yasaklamış ve haram kılmıştır. Kendisine inananları bu şekilde kesilen bir hayvanı yemekten menetmiştir. Çünkü bu hayvan murdardır." "Bu, peygamber ve arkadaşlarıyla ölü hayvanın haram oluşu konusunda tartışmaya girişen müşriklere yönelik yüce Allah'ın katından gelen bir duyurudur. Hakkında tartıştıkları şeyin Allah tarafından haram kılındığı belirtilmektedir. Öte yandan Allah'ın haram kıldığını ileri sürdükleri şey de Allah tarafından helâl kılınmıştır. Haramlığını Allah'a dayandırmakla yalan söylediklerini belirtmektedir böylece." İbn-i Cerir "Kim çaresiz kalır da başkasının payına el uzatmamak ve zorunluluk miktarını aşmamak üzere bu yasak etlerden yerse, hiç kuşkusuz senin Rabbin affedicidir ve merhametlidir" ayetini yorumlarken şöyle der: "Bunun anlamı şudur: Kim ölü, akıtılmış kan, Domuz eti veya Allah'dan başkası adına kesilmiş hayvan eti gibi Allah'ın haram kıldıklarını açlıktan kaynaklanan bir zorunluluktan dolayı çok haz alacak düzeyde yemeden, Allah'ın belirlediği ve yenmesini serbest bıraktığı sınırı aşmak suretiyle yeme işini tekrarlamadan, sırf yemediği zaman öleceği endişesini gidermek amacıyla ve bundan fazlasına yeltenmeden yemek zorunda kalırsa, bunları yemesinde bir sakınca yoktur. "Çünkü Allah affedicidir." Yaptıkları şeyleri örter ve cezalandırmaz onları. Şayet dilerse onları cezalandırabilir. Çünkü "merhametlidir." Zorunluluk anında bunlardan yenmesini serbest bırakmasından dolayı. Çünkü dilerse bunu haram kılar yemesini engellerdi." Haram kılınan bu yiyeceklerden yemeyi helâl kılacak sınıra ve bu durumda helâl olan miktara gelince; bu iki konu etrafında birtakım fıkhî tartışmalar söz konusu olmuştur. Bir görüşe göre, engel olduğunda ölüm korkusu varsa, sadece hayatı kurtaracak kadarı helâldir. Bir diğer görüşe göre, yetecek ve doyacak kadarını yemek serbesttir. Bir başka görüşe göre de bunun ötesinde, yiyeceğin bitmesinden korkulduğu zaman, ilerde yenmek üzere bir miktarını saklamak da mübahtır. Bunun ötesinde ayrıntılara girmiyoruz. Burada anlatılanlar yeterlidir çünkü. Yahudilere ise; yüce Allah bütün tek tırnaklı hayvanları -yani deve, devekuşu, kaz ve ördek gibi bitişik tırnaklı hayvanlar. Bir de sığır ve koyunların içyağları (sırtta bağırsaklara sarılı ve kemiklere karışanı hariç)- haram kılmıştır. Bu, Allah'ın emirlerini ve hükümlerini çiğnemek suretiyle baş kaldırmalarının cezasıydı. "Yahudilere bütün tek tırnaklı hayvanları yasakladık. Onlara sığırların ve koyunların sırt, bağırsak ve kemik yağları dışında kalan iç yağlarını da haram kıldık. Allah'ın ölçülerini çiğnedikleri için onları bu şekilde cezalandırdık. Söylediklerimiz kesinlikle doğrudur." Ayet bu yasaklamanın nedenini açıklamaktadır. Bu sadece yahudilere özgü bir nedendir. Ayrıca bunun doğru olduğunu vurgulamaktadır. Yoksa ataları İsrail'in -Ya'kub peygamberin -selâm üzerine olsun- bunları kendisine haram kıldığını, kendilerinin de O'na uyduklarına ilişkin söylediklerinin doğru olmadığı gerçeği dile getirilmektedir. Bütün bunlar Ya'kub'a helâl ve serbestti. Başkaldırmalarından sonra haram kılındı bunlar. Yüce Allah bu temiz olan şeyleri onlara haram kılmakla onları cezalandırmıştı. "Eğer onlar seni yalanlarlarsa de ki; "Rabbiniz yaygın rahmet sahibidir. Ama O'nun günahkârlara yönelik azabını hiç kimse geri savamaz." De ki; Rabbinizin bize yönelik rahmeti geniştir. Hem mümin kullarına hem de bunların dışındaki yaratıklarına karşı sonsuz merhametlidir. Rahmeti, iyileri de kötüleri de kuşatmıştır. Yüce Allah yumuşaklığından ve rahmetinden dolayı cezayı hakedenlere karşı acele etmez. Çünkü bunlardan bazısı Allah'a dönebiliyor. Ancak, hoşgörüsünden başka suçlara yönelik azabını durduracak hiçbir şey yoktur. Sadece belirlenmiş bir süreye kadar onlara süre tanımıştır. Bu sözlerde insanlara yönelik tehdit kadar Allah'ın rahmetini umma duygusu da yatmaktadır. İnsanların kalplerini yaratan yüce Allah'dır. Onlara hem korku, hem de ümit dolu ifadelerle hitab etmektedir ki, belki sarsılır, Allah'ın emrini algılar ve O'na karşılık verirler diye. Ayetlerin akışı, üzerlerindeki baskıyı artırmak ve bahane yollarını yüzlerine kapatmak noktasında bu aşamaya geldiğinde Allah'a ortak koşmalarını, sapıkça düşünce ve uygulamalarını bağlayacakları son kaçış yollarını ele almaktadır. Şöyle diyorlardı: "İsteyerek şirk ve sapıklığa dalmamızı istememiş olsaydı, hiçbir şeyin durduramayacağı gücüyle buna engel olurdu." 148- Müşrikler diyecékler ki; "Eğer Allah dileseydi, ne biz ve atalarımız O'na ortak koşar ve ne de bu şeyi yasaklardık. " Onlardan önceki!erde bu şekilde peygamberlerini yalanladılar da azabımızın acısını tattılar. Onlara de ki; "Önümüze koyacağınız bir bildiğiniz var mı? Siz sadece sanının, yakıştırmaların peşinden gidiyorsunuz, sırf tahminlere dayanıyorsunuz. 149- De ki; "Yetkin delil, Allah'ın tekelindedir. Eğer O dileseydi, hepinizi doğru yola iletirdi. " Cebir (zorunluluk) ve ihtiyar (serbestlik) problemi etrafında ehl-i sünnet, Mu'tezile, Cebriye ve Murciye mezhepleri arasında, İslâm düşünce tarihinde uzun tartışmalar, olmuştur. Bu tartışmalara bir de Yunan felsefe ve mantığı ve hristiyanlık teolojisi karışmıştır. Böylece sorun, net ve realist İslâm mantığının kabul edemeyeceği bir karmaşıklığa bürünmüştür. Oysa eğer Kur'an'ın dolaysız, kolay ve kararlı yöntemiyle sorun ele alınmış olsaydı, bu tartışmalar şiddetlenmez şu anda bulunduğu konumda olmazdı. Biz müşriklerin bu sözlerine ve Kur'an'ın cevabına baktığımızda problemin gayet açık, basit ve belirgin olduğunu görüyoruz: "Müşrikler diyecekler ki; "Eğer Allàh dileseydi, ne biz ve atalarımız O'na ortak koşar ve ne de bir şeyi yasaklardık." Bunlar hem kendilerinin hem de atalarının şirklerini, Allah'ın haram kılmadığı şeyleri haram kılmalarını ve hiçbir bilgiye ve kanıta dayanmaksızın bunların Allah'ın hükmü olduğunu ileri sürmelerini... Evet bütün bunları Allah'ın iradesine bağlıyorlar. Yani şayet Allah dilememiş olsaydı, ortak koşmayacakları gibi, herhangi bir şeyi haram kılmayacaklardı. Bunu iddia ediyorlardı. Bakalım Kur'an-ı Kerim bu sözlerini nasıl karşılıyor? Onların tıpkı öncekiler gibi yalan söylediklerini, onlardan önceki yalancıların Allah'ın azabını tattıklarını ve Allah'ın azabının yeni yalancıları beklediğini belirterek karşılıyor: "Onlardan öncekiler de bu şekilde yalan söylediler de azabımızın acısını tattılar." İşte bu, duyguları harekete geçiren, gafletten uyandıran ve ibret almaya yönelten bir sarsmadır. İkinci mesaj, düşünce ve bakış yöntemini doğrultma amacına yöneliktir. Allah emirlerini ve yasaklarını onlara bildirmiştir. Kesin bir şekilde öğrenme imkânına sahiptirler. Allah'ın iradesine gelince, bu gaybın kapsamındadır. Buna ulaşma imkânları yoktur. O halde nasıl bilebilirler? Kesin bir şekilde bilemeyeceklerine göre, davranışlarını nasıl ona bağlayabilirler? "De ki; önümüze koyacağınız bir bildiğiniz var mı? Siz sadece sanının, yakıştırmaların peşinden gidiyorsunuz, sırf tahminlere dayanıyorsunuz." Allah'ın emirleri ve yasakları kesin bir şekilde bilinmektedir. O halde yakıştırmaların peşinden gitmek uğruna bu kesin bilgileri neden bir kenara bırakıyorlar? İşte problemin çözüm noktası... Yüce Allah, insanlara, kendilerini uydurmaları için gaybın kapsamındaki iradesini ve takdirini bilme zorunluluğunu getirmemiştir. Kendilerini ayarlamaları için emir ve yasaklarını bilmeyi zorunlu kılmıştır. Ne zaman buna yeltenirlerse, yüce Allah onlara yol göstericilik yapmayı ve göğüslerini İslâm'a açmayı garantilemiştir. Pratik bir olgu olarak, bu tür tartışma ve yargıların karmaşasından uzak, gayet kolay ve net bir şekilde beliren soruna ilişkin bu kadarını bilmek yeterlidir. Şayet isteseydi yüce Allah, daha baştan Ademoğulları'nı doğru yoldan başka bir şey tanımayan bir özelliğe sahip olarak yaratabildi. Ya da onları doğru yola zorlayabilirdi. Ya da kalplerine hidayet duygusunu serpip zorlamaksızın doğru yola girmelerini sağlayabilirdi. Ancak, yüce Allah, bundan başka bir şey dilemiştir. İnsanları doğru yola veya sapıklığa yönelebilme yeteneğine sahip kılmakla denemeyi dilemiştir. Böylece onlardan doğru yola yönelene yol göstericilik yapmayı, sapıklığa yöneleni de körü-körüne karanlıkta bırakmayı dilemiştir. Bu konuda insanlar için koyduğu kural iradesi uyarınca cereyan etmiştir. "De ki; yetkin delil Allah'ın tekelindedir. Eğer o dileseydi, hepinizi doğru yola iletirdi." Sorun gayet açıktır. İnsanın kavrama yeteneğinin algılayabileceği şekilde en basit bir yöntemle ifade edilmiştir. Bu konuda koparılan tüm gürültüler, girişilen tüm tartışmalar İslâm duygusuna, İslâm düşünce metoduna oldukça yabancı şeylerdir. Hiçbir felsefe ya da teolojik görüşte bu tartışmalar doyurucu bir çözüme ulaştırılmamıştır. Çünkü bu tartışma soruna, tabiatına uygun olmayan bir yöntemle yaklaşmaktadır. Çünkü herhangi bir gerçeğin tabiatı, o gerçeğe yaklaşım metodunu ve o gerçeği ifade yöntemini belirler. Maddi bir gerçeğe laboratuar deneyleriyle yaklaşılabilir. Matematiksel gerçeklerse, zihinsel varsayımlarla elde edilebilir. Bu boyutları aşan gerçeklere gelince, bunlar değişik bir yöntemle algılanabilirler. Bu da önce söylediğimiz gibi, bu gerçeği pratik bir ortamda fiilen yaşama yöntemidir. Sorunu eski-yeni tüm tartışmalarda başvurulan zihinsel önermelerden farklı bir tarzda ifade etmektedir. Sonra bu din, son derece açık emir ve yasakların belirlediği pratik bir olgu oluşturmak için gelmiştir. Gaybın kapsamında olan ilahî iradenin sınırlarına girmeye kalkışmak, insan aklını kılavuzsuz bir şekilde boşluğa daldırmaktır. Yapıcı, realist ve gözle görülen işlerde harcanması gereken emeği kaybetmekdir. Sonunda yüce Allah, Peygamberini -salât ve selâm üzerine olsun- daha önce surenin başlarında ilâhlık sorunu için onları tanıklık yapmaya çağırdığı gibi, şimdi de hüküm koyma sorununda tanıklık yapmaya çağırmak suretiyle müşrikleri karşılamaya yöneltiyor: Surenin başında yüce Allah Peygamberine şöyle demişti: - De ki; "En büyük şahitlik kiminkidir?" De ki; "Benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kur'an gerek sizi, gerekse ulaştığı herkesi uyarayım diye bana vahyedildi, sizler Allah ile birlikte başka ilâhlar olduğuna mı şahitlik ediyorsunuz?" De ki; "Ben buna şahitlik etmem; De ki; "O tek bir ilâhtır ve ben sizin O'na koştuğunuz ortaklardan uzağım." (En'am Suresi: 19) 150- "De ki; Allah'ın bu yasakları koyduğuna şahitlik edecek tanıklarınızı getiriniz bakalım. Eğer onlar bu yolda şahitlik ederlerse, sakın şahitliklerini onaylama. Ayetlerimizi yalanlayanların, ahirete inanmayanların ve Rabblerine eş koşanların keyfi arzularına uyma. " Bu dehşet verici bir karşılamadır, aynı zamanda net bir karşılamadır. Bu dinin tabiatına ilişkin gerçeği de gizli değildir. Bu din, açıktan açığa Allah'la birlikte başka tanrılar edinmekle işlenen şirkle, koydukları hükümlerin Allah'ın hükmü olduğunu ileri sürmelerine bakmadan Allah'ın izin vermediği konularda hakimiyet ve kanun koyma hakkını insanlara vermekle somutlaşan şirki bir saymaktadır. Böyle bir davranışta bulunanların Allah'ın ayetlerini yalanladıklarını, ahirete inanmadıklarını, rabblerine bazılarını denk tuttuklarını, yani kendisine denk saydıkları eşler koştuklarını son derece kesin bir ifadeyle dile getirmektedir. Bu ifade, kâfirlerin niteliklerine ilişkin surenin ilk ayetinde kullanılan ifadenin aynısıdır: Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı yoktan var eden Allah'a mahsustur. Durum böyleyken kâfirler, bunları Rabblerine denk tutuyorlar. (En'am Suresi: 1) Hakimiyet yetkisini gasbedenlere ve insanlar için kanunlar koymaya yeltenenlere -hükmettikleri şeylerin Allah'ın hükmü olduğunu ileri sürmelerine bakmadan- ilişkin Allah'ın hükmü budur. Artık bu oldukça önemli soruna ilişkin Allah'ın hükmünden sonra herhangi bir kimsenin görüş bildirme hakkı yoktur. Yüce Allah'ın niçin böyle bir hüküm verdiğini, onları neden ayetlerini yalanlayan, ahiret gününe inanmayan, başkalarını Rabblerine denk tutan müşrikler saydığını anlamak istersek, bunu yapabiliriz. Çünkü Allah'ın şeriatının ve hükmünün gerisindeki hikmeti düşünmek müslümandan istenen bir şeydir. Yüce Allah, kendi kendilerine insanlar için kanunlar koyanlar bu kanunlar Allah'ın şeriatına dayanmaktadır deseler de -hakkında Allah'ın ayetlerini yalanlayan hükmünü vermektedir. Çünkü O'nun bütün ayetleri- şayet evrensel ayetler kastediliyorsa- O'nun yaratıcı, yarattıklarının rızkını veren, aynı zamanda bir olduğuna tanıklık etmektedir. Yaratan, yarattıklarının rızkını veren, onların sahibidir de. O halde sadece O, hayatları üzerinde tasarrufta bulunup onlar için hükümler koyabilir. Kim O'nu hakimiyette birlemezse, O'nun ayetlerini yalanlamış demektir. Şayet Kur'an ayetleri kastediliyorsa; yüce Allah'ın, insanların pratik hayatları üzerindeki hakimiyet noktasında birlenmesinin, sadece O'nun şeriatının kanun edinilmesinin, uygulanan kanun ve egemen hüküm açısından insanların tek başına O'na kulluk yapmalarının zorunluluğuna ilişkin ayetler kesin, açık ve nettirler. Aynı şekilde yüce Allah, onların ahiret gününe inanmadıklarına hükmetmiştir. Çünkü ahiret gününe inanan birinin, kıyamet günü yüce Rabbiyle buluşacağına iman eden kimsenin, Allah'ın ilâhlığına tecavüz etmesi ve yüce Allah'ın ortaksız olduğu bir yetkiyi kendisi için iddia etmesi mümkün değildir. Bu yetki, insan hayatının üzerindeki mutlak hakimiyettir. Bu hakimiyet O'nun ezeli yargısında, kaderinde, şeriat ve hükmünde somutlaşmıştır. En sonunda onların, Rabblerine kimilerini denk tuttukları hükmü verilmiştir. Yani kâfirlerin niteliği olan şirkle itham edilmişlerdir. Çünkü onlar Allah'ı birleyen kimseler olmuş olsalardı, O'nun ortaksız ve bir olduğu hakimiyet yetkisinde bazılarını O'na ortak koşmazlardı. Ya da bir kulun böyle bir iddiada bulunmasını ve böyle bir şeye kalkışmasını hoşnutlukla kabul etmezlerdi. Bizim gördüğümüz kadarıyla, hakimiyet yetkisini ele geçiren ve Allah'ın izin vermediği konularda insanlar için kanunlar koyanlar hakkında, Allah'ın ayetlerini yalanlama, ahiret gününe inanmama ve küfrün belirtisi olan Allah'a ortak koşma hükmünün verilmiş olmasının hikmeti budur. Fakat "hükmün" kendisine gelince; "müslüman" birinin bu konuda tartışmaya girmesi mümkün değildir. Bu konuda peşinde yorum yapılmayacak kesin söz söylenmiştir. O halde her "müslüman" her şeye gücü yeten, güçlü ve hikmet sahibi Allah'ın ayetleri karşısında nasıl bir tavır takınacağına baksın. Tanıklık yapmaya yönelik çağrıdan ve müşriklerin kendi kendilerine belirledikleri yasakların reddedilmesinden sonra, yüce Allah'ın gerçekten belirlediği haramları içeren bir açıklama sunulmaktadır onlara. Yüce Allah'ın haram kıldığı şeylerin yanında, haram kılınmış bir karşılığı bulunan bazı yapıcı yükümlülükleri de bulacağız. Yasaklar, ilk haram kılınan şeyle, yani Allah'a ortak koşma olayıyla başlıyor. Çünkü ilk belirlenmesi gereken kural budur. Teslim olup, müslüman olacak için bilinmesi gerekli olan diğer haram ve yasaklar bu temel kurala dayandırılır: 151- De ki; "Geliniz, Rabbinizin neleri yasakladığını size söyleyeyim: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya karşı iyi davranınız. Yoksulluk kaygısı ile evlâtlarınızı öldürmeyiniz. Sizin de onların da rızkını biz veririz. Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayınız. Haklı bir gerekçe yokken Allah'ın dokunulmaz saydığı cana kıymayınız. İşte Allah, ola ki düşünürsünüz diye size bu direktifleri veriyor. 152- Erginlik çağına erinceye kadar yetimin malına sadece niyetlerin en iyisi ile yaklaşınız. Ölçüde ve tartıda dürüst olunuz. Biz hiç kimseye kapasitesini aşan bir yük yüklemeyiz. Bir söz söylerken, söz konusu olan akrabanız bile olsa, doğru konuşunuz. Allah'a verdiğiniz sözü tutunuz. İşte Allah, ola ki düşünüp öğüt alırsınız diye size bu direktifleri veriyor. 153- İşte benim dosdoğru yolum budur, bu yola uyunuz. Sakın sizi Allah'ın yolundan ayrı düşürecek yollara girmeyiniz. İşte Allah, kötülüklerden sakınasınız diye size bu direktifi veriyor. |