Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 Arkadaşları:2 Cinsiyet: Yaş:48 Mesaj:
4.079 Konular:
315 Beğenildi:49 Beğendi:0 Takdirleri:149 Takdir Et:
| Cvp: Fizilalil Kuran Enam Suresi Tefsiri Bu ayet, "sümme"edatı (sonra) ile kendisinden önceki açıklamalara bağlanmıştır. Yorumu şöyledir: "De ki; Geliniz Rabbinizin neleri yasakladığını size söyleyeyim. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayınız"... "İşte benim dosdoğru yolum budur" ayeti "O'na hiçbir şey ortak koşmayız" cümlesini bağlanmıştır. "Sonra Musa'ya kitabı verdik" cümlesi de her ikisine bağlanmıştır. Çünkü bu da Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- onlara söylemeye çağırıldığı sözlerde sayılmaktadır. Daha önce de söylediğimiz gibi ayetlerin akışı kesintisiz sürmektedir. "İyilik edenlere yönelik nimetimiz tamama ersin" cümlesinin yorumuna gelince; -İbn-i Cerir'in de tercih ettiği gibi- "Sonra Musa'ya, tevratı verdik. Böylece iyilik yapmasına, Rabbinin emrine uymasına, kendisine yüklediği dinin hükümlerini uygulamasına, kavminin ve takipçilerinin ihtiyaç duyduğu dini emirlerin tümünü açıklamasına karşılık olarak, O'na yönelik nimetlerimizi ve lütfumuzu tamamladık. Her şey ayrıntılı biçimde açıklansın" cümlesiyle Katade'nin dediği gibi helaller ve haramlar kastedilmektedir. Musa'ya verilen kitap, doğru yol kılavuzu ve rahmet kaynağıdır. Ola ki, kavmi doğru yolu bulur. Rabblerinin huzuruna çıkacaklarına inanır, böylece yüce Allah azabına karşı onlara merhamet eder. Musa'nın kitabını gönderdiğimiz gibi sizin kitabınızı da aynı amaca yönelik olarak gönderdik. Belki bu sayede doğru yolu bulur ve Allah'ın rahmetine kavuşursunuz. 155- "Bu Kur'an bizim indirdiğimiz kutsal bir kitaptır. Ona uyunuz ve kötülüklerden sakınınız, ki, size merhamet edilsin. " Bu kitap gerçekten de kutsal bir kitaptır. İlk defa surede geçen aşağıdaki ayeti yorumlarken buna değinmiştik. "Bu Kur'an, ana-kent Mekke ile bu kentin çevresinde yaşayanları uyarsın diye sonra indirdiğimiz, kendisinden önceki kutsal kitapları onaylayan mübarek bir kitaptır. Ahirete inananlar bu kitaba da inanırlar. Onlar namazlarını devamlı olarak ve özenerek kılarlar." (En'am Suresi: 92) Orada geniş boyutlarıyla inanç sorunu ele alınırken bu kitaptan söz edilmişti. Burada ise yine yakın ifadelerle şeriat konusu ele alınırken bu kitaptan söz edilmektedir. Ve O'na uyulması emredilmekte ve Allah'ın onlara yönelik rahmeti kitaba uymaya bağlanmaktadır. Surenin başlarında inanç sorunu ele alınırken, kullanılan sözlerin aynısı şeriat konusunda kullanılmaktadır. Her şeyi ayrıntılı biçimde içeren bu kutsal kitabın size indirilmesiyle birlikte bahaneniz geçersiz olmuş, mazeretiniz ortadan kalkmıştır. Çünkü bunun ötesinde başka bir merciye ihtiyacınız kalmamıştır. Ayrıca bu kitabın ele almadan bıraktığı hayatın hiçbir yönü söz konusu değildir. Dolayısıyla kendi kendinize hüküm koymanıza gerek kalmamıştır. 156- Onu size indirdi ki, "Bizden önceki iki ümmete (yahudiler ile hristiyanlara) kitap indirildi ve biz onların okuduklarından habersiz kaldık " diyemeyesiniz. 157- Yine diyemeyesiniz ki, "Eğer bize de kitap indirilseydi, doğru yola onlardan daha sıkı sarılırdık. " Çünkü size de Rabbinizden açık belge, doğru yol kılavuzu ve rahmet geldi. Allah'ın ayetlerini yalanlayıp onlara yüz çevirenlerden daha zalim kim olabilir? Ayetlerimize yüz çevirenleri, bu yüz çevirmelerinden ötürü azapların en kötüsüne çarptıracağız. Yüce Allah, her ulusa kendi dillerini konuşan bir peygamber göndermeyi dilemiştir. Peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed -salât ve selâm üzerine olsun- birlikte en son risaleti gönderene kadar durum bu şekilde sürmüştür. O, Allah tarafından insanlığa gönderilen son peygamberdir. Bu yüzden bütün insanlara gelmiş bir peygamber olmasını uygun görmüştür. Böylece yüce Allah, Araplar'ın şu mazereti ile sürmelerine engel olmuştur: "Musa ve İsa'nın herbiri kendi uluslarına gönderilmişlerdir. Biz de onların kitaplarını öğrenmekten habersizdik. Bu konuda hiçbir bilgimiz olmadığı gibi, ilgimiz de yok. Şayet bize anadilimizde bir kitap gelseydi, bize hitap etseydi, biz de uyarılsaydık, ehli kitaptan daha sıkı doğru yola sarılırdık." Oysa kendilerine bu kitap gelmiş, -bütün insanlığın peygamberi olsa bile- onlara bu peygamber gelmiştir. Üstelik kendisinin doğruluğuna bir belge oluşturan kitapla gelmiştir. Bu peygamber onlara içinde hiçbir karışıklık, hiçbir kapalılık bulunmayan apaçık gerçekler getirmiştir. Bu gerçekler onları içinde bulundukları sapıklıktan kurtarıp doğru yola yöneltir. Ayrıca bu, hem dünyada hem de ahirette onlar için rahmettir. Durum bu olduğuna göre, kendisini doğru yola, iyiliğe ve kurtuluşa çağıran Allah'ın ayetlerini yalanlayıp onlardan yüz çeviren daha zalim kim olabilir? Hem kendisini hem de insanlığı bu ulu hayırdan yoksun bırakan cahiliyenin düşünce ve hükümleriyle yeryüzünde bozgunculuk çıkaran kimse kadar hem kendisine hem de insanlığa karşı zulüm işleyen biri var mı? Bu gerçekten yüz çevirenlerin tabiatlarındaki afet onların gerçeği kabullenmekten kaçınmalarına neden olmaktadır. Tıpkı devenin ayağında bulunan ve gövdesinin eğik durmasına yani yalpalamasına neden olan sakatlık gibi. Onlar hakka ve doğruluğa karşı yan çiziyorlar. Sakat devenin dengeli ve düzgün yürümekten kaçınması, yan çizmesi gibi. Bu yan çizmeleri ve eğri karakterleri yüzünden azabın en kötüsünü hakediyorlar: "Ayetlerimizden yüz çevirenleri, bu yüz çevirmelerinden ötürü azapların en kötüsüne çarpıtacağız." Kur'an'ın ifade tarzı, duygularda anlamın aslına eşlik etmesi için, somut durumdan soyut duruma nakledilmiş sözcükleri kullanır. Örneğin burada = Yesfudu = deyimini kullanıyor ve biz bu kelimenin, ayağında bulunan bir hastalıktan dolayı dengeli yürüyemeyen, eğri yürüyen deve için kullanıldığını biliyoruz. Aynı şekilde, develerde -insanlarda olduğu gibi- rastlanan boyun tutulma sakatlığı deyimi kullanılmaktadır. Bu sakatlığa yakalanan deve zorunlu olarak yüzünü çevirir ve rahat bir şekilde boynunu hareket ettiremez. Yine bunun gibi yaptıkları boşa çıkmıştır ifadesi de kullanılmıştır. Bu deyim, zehirli bir bitki yiyen, dolayısıyla şişerek patlayan devenin yok olmasından alınmıştır. Bu üslûbun örnekleri çoktur. Bu kitabı onaylamak için mucize istekleri geri çevirmek amacına yönelik bu tehditte bir adım daha atılıyor. Bu tehditin aynısı, inanç gerçeğini yalanlama münasebetiyle surenin başlarında yer almıştı. Aynı tehdit burada da tekrar ediliyor ama bu sefer ki münasebet, Allah'ın şeriatına uymaktan ve onà bağlanmaktan yüz çevirmektir. Surenin başında şu ifade yer almıştı: - "Muhammed'e bir melek indirilmeli değil miydi? dediler. Eğer melek indirseydik, işleri bitirilir, kendilerine hiç mühlet tanınmazdı." (En'am Suresi: 8) 158- "Onlar kendilerine meleklerin gelmesini mi yoksa Rabbinin gelmesini mi, yoksa Rabbinin bazı mucizelerinin gelmesini mi bekliyorlar? Rabbinin bazı mucizeleri geldiği gün, daha önce iman etmemiş ya da imanı doğrultusunda bir hayır kazanamamış olan kimseye o günkü imanı bir fayda sağlamaz. Onlara de ki; ' `Bekleyin bakalım, biz de bekliyoruz. " Bu gayet açık ve kesin bir tehdittir. Mucize gelir de yalanlayanlar inanmazlarsa, hemen ardından azabın gelmesi yüce Allah'ın daha önce belirlenmiş bir kanunudur. Ulu Allah diyor ki; şayet istedikleri bazı mucizeler gerçekleşecek olursa bunların devamı da gelecektir. Çünkü Allah'ın bazı ayetlerinin gerçekleştiği gün her şeyin sonu olacaktır. Daha önce inanmamış ve imanı doğrultusunda iyi işler yapmamış birinin o gün inanması kendisine hiçbir yarar sağlamayacaktır. Çünkü İslâm ölçüsüne göre iyi işler yapmak, imanın belirtisi ve O'nun tercümanı niteliğindedir. "Rabbinin bazı mucizelerinin geldiği gün"den kastedilenin, kendisinden sonra inanmanın ve iyi işler yapmanın hiçbir yarar sağlamadığı kıyamet şartları ve belirtileri olduğuna ilişkin değişik rivayetler vardır. Buradan hareketle de birtakım şartları sıralarlar. Ancak ayetin yorumu, şu ilk hayatta yürürlükte olan kanuna yöneliktir. Nitekim buna benzer bir ifade surenin başlarında yer almıştı: "Muhammed'e bir melek indirilmeli değil miydi? dediler. Eğer melek indirseydik, işleri bitirilir, kendilerine hiç mühlet tanınmazdı." (En'am Suresi: 8) Surenin akışının, iman ve itikad konusu ele alınırken başvurduğu ifadenin aynısını şeriat ve hakimiyet konusunu ele alırken tekrarladığı anlaşılmaktadır. Bu, aynı gerçeği vurgulamak amacıyla başvurulmuş bir ifade tarzıdır. Şu halde, Allah'ın yürürlükteki kanununu belirtmek şeklinde, surenin sonunda gelen bir ayeti surenin başında yer alan benzer bir ayetle yorumlamamız daha uygun olacaktır. Konuyu bilinmeyen gayb dünyasına havale etmeye kalkışmaktansa, ayetin yorumu için böylesi daha iyidir. Bundan sonra ayetlerin akışı Peygamberimizi, dini, şeriatı, hayat metodu ve yolu bakımından -aralarında müşrik Arap milleti de olmak üzere- yeryüzündeki tüm milletlerden, bütün insanlardan ve gruplardan ayırmak için O'na -salât ve selâm üzerine olsun- yönelmektedir. 159- "Dinlerinin öngördüğü inanç ve ümmet birliğini parçalayarak çeşitli akımlara bölünenler ile, senin hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır. Allah onlara ilerde yaptıklarının akıbetini bildirecektir. " Bu, dini, şeriatı ve hayat düzeniyle birlikte peygamberimizle -salât ve selâm üzerine olsun- diğer milletler ve inançlar arasındaki yol ayırımıdır. Gerek cahiliye efsanelerinin, alışkanlıklarının ve iç savaşların çeşitli gruplara, fırkalara, kabilelere, aşiret ve oymaklara böldüğü müşriklerden, gerek mezhep ayrılıklarının çeşitli milletlere, inançlara, kamplara ve devletlere ayırdığı yahudi ve hristiyanlardan, gerek bunların dışında veya bundan sonra kıyamete kadar ortaya çıkacak mezhepler, görüşler, düşünceler, inançlar, sistem ve düzenlerden tamamen ayrıdır O. Kuşkusuz, hiçbir konuda peygamberle bunlar arasında ortak bir nokta yoktur. O'nun hayat sistemi, bağımsız, orijinal ve belirgindir. Bu dinin kendisinin dışındaki inanç ve düşüncelerle karışması mümkün değildir. Şeriat ve düzeninin de diğer ekollerle, sistem ve görüşlerle uyuşması söz konusu değildir. Herhangi bir şeriatın, sistemin ya da düzenin iki niteliğinin bulunması, yani bunun hem İslâmi hem de İslâm dışı olmaları mümkün değildir. Çünkü İslâm sadece İslâmdır. İslâm şeriatı da İslâm'ın şeriatıdır yalnızca. İslâm'ın toplumsal, siyasi ya da ekonomik düzeni salt İslâmî olanıdır. Dolayısıyla Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- kıyamete kadar bunlarla ortak bir noktada uyuşması kesinlikle söz konusu değildir. Bir müslümanın İslâm dışı herhangi bir inanç karşısında takınacağı ilk tavır daha baştan kesin ayrılık ve karşı çıkış olacaktır. Aynı şekilde, bunlardan herhangi birisiyle İslâm arasındaki benzerlik veya farklılıklardan söz etmeden önce hakimiyeti tek başına Allah'a vermeyen diğer bir ifadeyle ilâhlık ve Rabblığı tek başına Allah'a özgü kılmayan herhangi bir hüküm, düzen ya da sisteme karşı takınacağı tavır ilk andan itibaren karşı çıkış ve soyutlanma olacaktır. Allah'ın yanında din İslâmdır. Dolayısıyla peygamberle dini bölük pörçük eden ve İslâm'a girmeyen kimseler arasında hiçbir zaman uzlaşma olmayacaktır. Allah'ın yanında din, aynı zamanda hayat sistemidir. Dolayısıyla Allah'ın sisteminden ve O'nun şeriatından başkasını din edinenlerle peygamber arasında ortak bir noktanın bulunması imkânsız bir şeydir. Sorun bir bütün olarak daha ilk bakışta, ayrıntılara girmeden bundan ibarettir. Dini bütünlüklerini parçalayıp gruplara bölünenlerin, Allah'ın hükmü uyarınca peygamberin kendilerinden uzak olduğu bu adamların işi bundan sonra Allah'a kalmıştır. Yaptıklarından dolayı onları hesaba çekecek O'dur: "Onların işi Allah'a kalmıştır. Allah onlara ilerde yaptıklarının akıbetini bildirecektir." Hesaba çekme ve ceza münasebetiyle yüce Allah, kullarının hesaba çekilmesi anında onlara merhamet etmeyi üzerine aldığını belirtmekte ve mümin olarak (çünkü küfürle beraber iyilik söz konusu değildir) bir iyilikle gelene on katı mükâfat vereceğini, bir kötülük işleyene ise sadece karşılığını vereceğini açıklamaktadır. Rabbin hiç kimseye haksızlık etmez, hiç kimsenin hakkını eksik vermez. 160- "Kim Allah'ın huzuruna bir iyilikle varırsa kendisine on katı verilir. Kim Allah'ın huzuruna bir kötülük ile varırsa sadece onun dengi olan cezaya çarptırılır. Ne iyilik edenlere, ne kötülük işleyenlere haksızlık edilmez. " Surenin bitiminde -kanun koyma ve hakimiyet sorununa ilişkin uzun açıklamanın sonunda- insana hoş gelen, cana yakın bir tonda, aynı zamanda kesin ve net bir bildirimde tatlı ve huzur verici bir tesbih yer alıyor. Bu duygulandırıcı vurgu her ayette tekrarlanıyor: "De ki...." "De ki...." "De ki...." Her ayette, tevhit açısından yani yol ve inanç birliği, yön ve hareket birliği, ilâh ve Rabb birliği, kulluk ve ibadet birliği açısından son derece ince ve derin yaklaşımlarla insan kalbinin derinliklerine dokunulmaktadır. Bunun yanında kuralları ve dayanaklarıyla birlikte varlık bütününe ilişkin kapsamlı bir bakış açısı da belirmektedir. 161- De ki; "Rabbim beni doğru yola, insanların tüm ihtiyaçlarına cevap veren dine, Allah'ın birliğine inanan ve O'na ortak koşanlardan olmayan İbrahim'in inanç sistemine iletti. " 162- De ki; "benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm tüm varlıkların Rabbi olan Allah içindir. " 163- "O'nun ortağı yoktur. Bana böyle emredildi. Ben müslümanların ilkiyim. " 164- De ki; "Allah her şeyin Rabbi iken, ben O'ndan başka bir ilâh mı arayayım? Herkesin işlediği kötülüğün sorumluluğu kendisine aittir. Hiç kimse başkasının kötülüğünün sorumluluğunu taşımaz. Sonunda Rabbinize döneceksiniz. O size anlaşmazlığa düştüğünüz meselelerin içyüzünü bildirecektir. 165- Sizi yeryüzünde halife yapan ve verdiği nimetler hakkında sınavdan geçirmek için bazılarınızın derecesini diğer bazılarınızdan üstün kılan O dur. Hiç şüphesiz Rabbinin cezalandırması gecikmesizdir, aynı zamanda O, bağışlayıcı ve merhametlidir. Surenin başlangıç kısmıyla parlak, üstün ve son derece ahenkli bir melodi oluşturan bu değerlendirmelerin tümü, kesilen hayvanlar, adaklar, meyveler, bu konularda cahiliyenin ileri sürdüğü hükümler ve Allah'a iftira ederek bunların O'nun hükmü olduğunu iddia etmeleri sorununa ilişkin açıklamanın da bir değerlendirmesi niteliğindedir. Şu halde bu değerlendirme hangi gerçeklere işaret etmektedir? Bu gerçeklere ilişkin geçmiş açıklamalara ek bir açıklamaya gerek yoktur "De k:; Rabbim beni doğru yola, insanların tüm ihtiyaçlarına cevap veren dine, Allah'ın birliğine inanan ve O'na ortak koşanlardan olmayan İbrahim'in inanç sistemine iletti." Bu duyuru, şükür duygusunu uyandırmakta, kesin güveni işaret etmekte ve pürüzsüz inancı dile getirmektedir. Sözlü kulluğun yapısında ve manevi anlamındaki pürüzsüzlük... Doğru yola iletici bağa güven... Yönlendiren, egemen olan ve gözeten Rabblık bağına... Hiçbir eğrilik ve zorluk bulunmayan dosdoğru yola iletilmenin karşılığı şükür... "İnsanların tüm ihtiyaçlarına cevap veren dine." Bu İbrahim'den bu yana sürüp gelen Allah'ın kalıcı dinidir. Şu müslüman ümmetin babası, kutlu, samimi ve Allah'a itaat eden İbrahim'in... "Allah'ın birliğine inanan ve O'na ortak koşanlardan olmayan İbrahim'in inanç sistemine..." De ki; "Benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm tüm varlıkların Rabbi olan Allah içindir." "O'nun ortağı yoktur. Bana böyle emredildi. Ben müslümanların ilkiyim." Bu, kalpteki her çarpıntıda, hayattaki her harekette, namazda, ibadette, hayatta, ölümde, kulluk davranışlarında, pratik hayatta, ölümde ve onun ötesinde eksiksiz bir şekilde Allah için her şeyden soyutlanmadır. Bu, mutlak tevhitten ve eksiksiz kulluktan kaynaklanan bir tesbihtir. -Allah'ı eksikliklerden uzak saymadır? Namazı, ibadeti, dirimi ve ölümü birleştirip tek başına Allah'a özgü kılmadır. "Tüm varlıkların Rabbi olan Allah'a..." Alemlerin üzerinde eksiksiz otorite ve egemenlik sahibi, eğiten, yönlendiren ve hükmeden Allah'a... Tam bir teslimiyetle, gönülde ve hayatta Allah'dan başkasına kulluk eden bir şey bırakmadan..." Vicdanda ve realiteler dünyasında O'na kulluk yapmaktan başka bir şeye yer vermeden... "Bana böyle emredildi." Ben de duydum ve itaat ettim. Dolayısıyla "Ben müslümanların ilkiyim." "De ki; Allah her şeyin Rabbi iken ben O'ndan başka bir Rabb mi arayacağım? Herkesin işlediği kötülüğün sorumluluğu kendisine aittir. Hiç kimse başkasını kötülüğünün sorumluluğunu taşımaz. Sonunda Rabbinize döneceksiniz. O size anlaşmazlığa düştüğünüz meselelerin içyüzünü bildirecektir." Gökleri, yeri ve her ikisinde bulunan her şeyi içine alan, insanın bildiği bilmediği tüm yaratıkları kapsayan, gizli-açık olan ve meydana gelen her şeyi toplayan, şu dehşet verici evrende bulunan her şey üzerindeki Allah'ın kapsamlı Rabblığıyla her şeyi bürüyen, her şeyi inanç, ibadet ve şeriat açısından Allah'ın mutlak hakimiyetine boyun eğdiren bir ifadedir bu. Sonra red amaçlı bir hayret ifadesi... "Allah her şeyin Rabbi iken O'ndan başka bir Rabb mı arayacağım?" Ben, niyetim ve yaptıklarımdan sorgulanacağım, itaat etmek ve karşı çıkmakla kazandığım şeylerden hesaba çekileceğim halde, Allah'dan başka hayatıma hükmeden, işlerimi düzenleyen, buna egemen olan, beni idare eden ve beni yönlendiren bir Rabb mı arayayım? Bütün bu evren O'nun kontrolünde olduğu ben ve siz O'nun Rabblığı kapsamında olduğumuz halde Allah'dan başka bir Rabb mı arayayım? Her kişi kendi günahının cezasını çekeceği, kimsenin günahının bir başkası tarafından yüklenilmeyeceği halde, Allah'dan başka bir Rabb mı arayayım? "Herkesin işlediği kötülüğünün sorumluluğu kendine aittir. Hiç kimse baş kasının kötülüğünün sorumluluğunu taşımaz." Hepiniz O'na döneceğiniz ve ayrılığa düştüğünüz şeylerden sizi hesaba çekeceği halde Allah'dan başka bir Rabb mı arayayım? İnsanları yeryüzüne yerleştirdiği, şükür mu nankörlük mü ediyorlar diye sınamak için kimisini akıl, beden ve rızık bakımından üstün kıldığı halde Allah'dan başka bir Rabb mı arayayım? Ortada bunca kanıt ve işaret bulunduğu, tümü de tanıklık ettiği ve hepsi yüce Allah'ın tek ve yegâne Rabb olduğunu gösterdiği halde bir başkasının yasasını yasa, buyruğunu buyruk, hükmünü hüküm edinmek suretiyle Allah'dan başka bir Rabb mı arayayım? Bu engin ve son derece tatlı tevhidi arınmadır, her türlü şirk lekesinden uzak saymadır. Bu sözler arasında şu olağanüstü ve göz kamaştırıcı sahne belirlemektedir: Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- kalbinde yer eden iman gerçeğine ilişkin sahne... Bu öyle bir sahnedir ki, olağan üstünlüğünü, göz kamaştırıcılığını Kur'an'ın eşsiz ifade tarzından başkası dile getiremez. Hakimiyet ve şeriat sorununu hedefleyen bölümde yer alan bu son mesaj surede yer alan akide ve iman sorununu ele alan iki mesajlarla tam bir uyum arzetmektedir. Yüce Allah'ın şu sözleri buna güzel bir örnek oluşturmaktadır. - De ki; "Allah'dan başkasını mı dost edineyim ki, O göklerin ve yerin yoktan var edicisidir yedirir, fakat yedireni yoktur." De ki; "Müslümanların ilki olmam emredildi, bana `sakın Allah'a ortak koşanlardan olma' denildi." (En'am Suresi: 14) Surede buna benzer ayetler çoktur. Hem surenin başında, hem de sonunda sık sık tekrarlanan bu ayetlere ilişkin tekrar tekrar söylediklerimizi yineleme ihtiyacını duymuyoruz. Bu, sadece bir gerçeğin değişik görünümlerinden ibarettir. Bu gerçek, bir keresinde vicdandaki inanç şeklinde belirmiş, bir keresinde de hayat sistemi olarak belirmiştir. Aslında her ikisi de bu dinin anlayışında tek bir gerçeği ifade etmektedir. Ancak biz, şu anda -surenin akışı sona erdiği bir sırada- daha önce geçen yedinci cüz ve şu anda incelediğim cüzle birlikte surenin bütününde göze çarpan uzaklara, uzak olanlara, dipsiz derinliklere yöneldiğimizde olağanüstü, dehşet verici bir şey olduğunu fark ediyoruz. Surenin hacmine bakıyoruz, şu kadar sayfa, şu kadar ayet, şu kadar ibare... Şayet bu, insan sözü olsaydı, bunun gibi sınırlı bir alanda bunca gerçeğin, sahnenin, mesajın, onda birini dahi ifade edemezdi. Bütün bu söylediklerimize, bu gerçeklerin ve onları dile getiren ifadelerin ulaştığı olağanüstü düzeyi de katmak gerekir. Dikkat edin, sure boyunca, büyük varlık gerçekleriyle birlikte katettiğimiz boyutları dehşet verici, derinliği dipsiz ve sonsuz uzunlukta bir yolculuktur bu. "İslâm düşüncesinin esaslarını kavramak için bu yolculuk yeterlidir. Tüm parlaklığı, göz kamaştırıcılığı, üstünlüğü ve güzelliğiyle ilâhlık gerçeği... Evren ve hayat gerçeği, her ikisinin ötesinde gizli gayb, bilinmez kader ve dilediği gibi silip süpüren yerinde bırakan, var eden, yok eden, dirilten, öldüren, evreni, canlıları ve insanları hareket ettiren yüce irade gerçeği... Dipsizliği, derinliği, gedikleri ve dönemeçleri, açığı ve gizlisi, ihtirasları ve arzuları, doğruluğu ve sapıklığı, insanlardan ve cinlerden şeytanların telkin ettiği vesveseleri, hidayet ya da sapıklığa götüren adımlarıyla insan ruhu... Kıyamet sahneleri, mahşer gününde karşılaşılacak durumları, sıkıntı ve darlık anları, ümit ve müjde anları, insanın yeryüzündeki tarihinden kesitler, evren ve hayatın tarihinden bölümler... Şu dar imkânlar içinde özetleyemediğimiz birçok alanda yoğunlaşan gerçekler, etkileyici mesajlar... Zaten bunları, o eşsiz oluşu ve olağanüstü sunuş yöntemiyle ancak surenin kendisi ifade edebilir... Hiç kuşku yok ki, bu kitap, kutsal bir kitaptır. Ve yine kuşku yok ki, bu da onun bereketlerinden biridir... Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun |