Durumu: Medine No : 176 Üyelik T.:
15 Eylül 2007 Arkadaşları:0 Cinsiyet: Yaş:31 Mesaj:
612 Konular:
248 Beğenildi:11 Beğendi:0 Takdirleri:10 Takdir Et:
| Cvp: Fizilalil Kur'an Enfal Suresi Tefsiri DENGELİ PAYLAŞIM Yüce Allah nerelere harcanacağını daha sonra belirtilecek olan beşte bir kısmı dışında Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- aralarında eşitçe paylaştırması için ganimetler üzerindeki mülkiyeti, Allah ve Resulüne veriyor. Bunun amacı mü'min kitlenin gönlünü her türlü ganimet duygusundan arındırmak,ganimetler hakkında aralarında başgösteren çekişmeye engel olmak ve ganimetler üzerindeki tasarruf yetkisini Allah'ın gösterdiği şekilde Peygamber'e vermektir. Böylece gönüllerde ganimetlere ilişkin olarak herhangi bir kırgınlık kalmamış olur. Ganimetleri toplayan, ancak paylaşma sırasında başkalarıyla aynı düzeyde tutulan gençlerin gönüllerinde yer eden olumsuz düşünceler giderilmiş olur. Sonra yüce Allah, gerek ganimetler konusunda olsun, gerekse ganimetlerin dışında olsun, yüce Allah'ın seçtiği şeyin daha hayırlı olduğunu, insanların sadece görebildikleri şeyleri bilebildiklerini, gaybınsa onlara kapalı olduğunu anlamaları için onların kendileri için istediği sonuçtan ve Allah'ın onlar aracılığıyla onlar için dilediği sonuçtan oluşan bu örneği veriyor. Gözlerinin önündeki pratik hayatlarından veriyor bu örneği. Ganimetlerini bölüştükleri savaşı örnek veriyor. Bu savaşta kendileri için ne istemiş? İşte böylece onların istediği şeyle Allah'ın istediği şeyin birbirlerinden ne kadar uzak olduğunu öğrensinler. Kuşkusuz bu, aslında daha kapsamlı, görüş ve düşüncenin boyutlarını aşan, gözkamaştırıcı bir mesafedir. 5- (Ganimetlerin bölüşümü sırasında karşılaştığın bu hoşnutsuzluk) tıpkı mü'minlerin bir kesimi istemediği halde Rabbinin seni hak uğruna savaşmak için evinden çıkarmasına benzer. 6- Onlar sanki göz göre göre ölüme sürülüyorlarmış gibi, gerçek ortaya çıktıktan sonra seninle tartışıyorlar. 7- Allah, iki gruptan birinin hakkından geleceğinizi vadettiği zaman, siz güçsüz olan grubun size düşmesini istediniz. Oysa Allah sözleri aracılığı ile gerçeği yüceltmeyi ve kâfirlerin kökünü kazımayı, soylarını kurutmayı istiyordu. 8- Amaç, mücrimlerin hoşuna gitmese de gerçeği yüceltmek ve batılı ortadan kaldırmaktı. Ganimetler üzerindeki tasarruf yetkisinin Allah ve peygamberine bırakılması, ganimetlerin aralarında eşitçe bölüştürülmesi, bazı mü'minlerin bu eşitlikten memnun olmamaları, bundan önce de bazı gençlerin ganimetin büyük kısmını kendilerine ayırmalarından dolayı bazı kimselerin memnun olmayışı... Evet, bu durum, silahlı grupla savaşmak üzere Allah'ın seni evinden hak üzere çıkarması, buna rağmen bazı mü'minlerin savaştan memnun olmayışı durumuna benzemektedir... İşte bu ganimetleri elde etmelerini sağlayan sonuç gözlerinin önündedir. Daha önce Peygamberimizin hayatını anlatan kitaplardan savaşta meydana gelen olayları sunmuştuk. Peygamberimiz kervanın elden kaçmasından sonra yanındakilerle savaş için istişarede bulunup Kureyş'in silahı ve gücüyle geldiğini belirtirken, Ebubekir ve Ömer -Allah onlardan razı olsun- kalkıp güzel bir şekilde görüşlerini belirtmişlerdi. Mikdat b Amr kalkmış ve "Ya Resulullah, Rabbinin emrini yerine getir. Kuşkusuz biz seninle beraberiz. Allah'a andolsun ki, kendi peygamberlerine, `git sen ve Rabbin savaşın, biz de sizinle birlikte savaşacağız' diyeceğiz.." demişti. Ayrıca bunların muhacirlerin görüşü olduğunu belirtmiştik. Peygamberimiz tekrar insanların görüşünü sorduğunda aralarında bulunan Ensar kendilerinin kastedildiğini anlamış ve Sa'd b. Muaz Ensar adına uzun, kesin ve tatmin edici bir konuşma yapmıştı. Ne var ki, Ebubekir ve Ömer'in söyledikleri, Miktad'ın görüşü, Sa'd b. Muaz'ın -Allah ondan razı olsun- konuşması, Peygamberimizle -salât ve selâm üzerine olsun- birlikte Medine'den çıkan herkesin görüşünü yansıtmıyordu. Bazısı savaşmak istememişti, karşı çıkmışlardı. Çünkü savaşa hazırlıklı değillerdi, sadece kervanı koruyan zayıf grupla savaşmak üzere çıkmışlardı. Kureyş'in atlısıyla, piyadesiyle, yiğitleriyle, savaşçılarıyla yola çıktığını öğrendiklerinde, onlarla karşılaşmaktan büyük bir memnuniyetsizlik belirtmişlerdi. İşte Kur'an'ın ifade tarzının, yine Kur'an'ın eşsiz yöntemiyle tablosunu çizdiği hoşnutsuzluk budur. "(Ganimetlerin bölüşümü sırasında karşılaştığın bu hoşnutsuzluk) tıpkı mü'minlerin bir kesimi istemediği halde Rabbinin seni hak uğruna savaşmak için evinden çıkarmasına benzer." "Onlar sanki göz göre göre ölüme sürülüyorlarmış gibi, gerçek ortaya çıktıktan sonra, seninle tartışıyorlar." Hafız Ebubekir b. Mürdeveyh Ebu Eyyüb el-Ensari'ye dayanarak tefsirinde şu rivayete yer verir: "Biz Medine'deyken Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- şöyle buyurdu: `Ebu Süfyan'ın kervanının yaklaştığını haber aldım. Bu kervanı karşılamaya çıkmamızı ister misiniz? Belki Allah onu bize ganimet olarak verir.' Biz de `evet' dedik. Hep birlikte sefere çıktık. Bir veya iki gün yol aldıktan sonra, bize `Kureyş'le savaşmaya ne dersiniz? Çünkü onlar sizinle savaşmak üzere yola çıkmışlar' dedi. Biz de `hayır', vallahi bizim düşmanla savaşacak gücümüz yoktur, biz sadece kervanı istemiştik' dedik. Sonra tekrar, `Kureyş'le savaşmaya ne dersiniz?' dedi. Biz de yine aynı şeyleri söyledik. Bunun üzerine Mikdat b. Amr, `Bu durumda Musa'nın kavminin Musa'ya dediği gibi, sen ve Rabbin gidin savaşın, biz burada oturuyoruz demeyiz, ya Resulullah' dedi. Bunun üzerine biz Ensar topluluğu büyük bir servetimiz olacağına Mikdat b. Amr'ın dediklerini söylemiş olmayı arzulamıştık. Sonra yüce Allah peygamberine şu ayeti indirdi: "(Ganimetlerin bölüşümü sırasında karşılaştığın bu hoşnutsuzluk) tıpkı mü'minlerin bir kesimi istemediği halde Rabbinin seni bak uğruna savaşmak için evinden çıkarmasına benzer." O gün müslümanların bir kesiminin gönlünde böyle düşünceler geçmişti, bu yüzden savaşmak istememişlerdir. Nihayet onlar hakkında Kur'an şöyle demişti: "Onlar sanki göz göre göre ölüme sürülüyorlar." Bu da gerçek ortaya çıktıktan ve yüce Allah'ın kendilerine iki gruptan birini va'dettiğini öğrendikten ve iki gruptan biri -kervan- elden kaçtıktan sonra diğeriyle karşılaşmanın kaçınılmaz olduğunu, Allah'ın onlarla karşılaşmalarını takdir ettiğini, ne olursa olsun ister kervan olsun, ister savaşçılar olsun, ister zayıf ve silahsız olsun, ister caydırıcı güçlü silahlara sahip olsun farketmez, zaferin kendilerine takdir edildiğini bildikten sonra yeralıyordu. Kuşkusuz bu, tehlike karşısında insan ruhunun karakteristik özelliğini ortaya çıkaran bir durumdur. Burada kalben inanılmış olmasına karşın realiteyle karşı karşıya kalmanın etkisi belirginleşmektedir. Realite karşısında inancın gereklerini değerlendirirken Kur'an'ın çizdiği bu tabloyu gözönünde bulundurmalı, insan ruhunun gücünü ve pratikle karşılaşırken tereddüt geçireceğini unutmamalıyız. Dolayısıyla kalbin inancı tamamıyle benimsenmiş olmasına rağmen gerek kendimizin, gerekse bir insanın tehlike karşısında sarsıntı geçirdiğini gördüğümüzde karamsarlığa kapılmamalıyız. Bu kişinin bundan sonra dirençli olması, yoluna devam etmesi, tehlikeye pratik olarak karşı koyması ve bu ilk sarsıntıyı yenmiş olması yeterlidir. Nitekim şu Bedir savaşına katılanlar için Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- şöyle buyurmuştur: "Ne biliyorsun? Belki de yüce Allah Bedir ehline şöyle bir bakmış ve "Dilediğinizi yapın, kuşkusuz sizi affettim" demiştir..." Bu da yeterlidir... Müslüman kitle, yüce Allah'ın karşılaşmalarını takdir ettiği topluluğun zayıf ve güçsüz topluluk olmasını arzulamıştı: "Allah iki gruptan birinin hakkından geleceğini va'dettiği zaman siz güçsüz olan grubun size düşmesini istediniz." O gün müslüman kitle bunu istemişti. Yüce Allah'ın onlar aracılığıyla, onlar için dilediği ise daha başka bir şeydi: "...Oysa Allah sözleri aracılığı ile gerçeği yüceltmeyi ve kâfirlerin kökünü kazımayı, soylarını kurutmayı istiyordu." "Amaç mücrimlerin hoşuna gitmese de gerçeği yüceltmek ve batılı ortadan kaldırmaktı." Lütuf ve ihsan sahibi yüce Allah savaş çıkmasını dilemişti, ganimet elde edilişini değil. Hakkı gerçekleştirip kalıcı kılmak, batılı da geçersiz kılıp yok etmek için hakla batıl arasında bir çarpışmanın meydana gelmesini dilemişti. Kâfirlerin kökünü kurutmayı istemişti. Onlardan öldürülecek olanların öldürülmesini, tutsak edileceklerin tutsak edilmesini, onlardan büyüklük taslayanların burunlarının yere sürtünmesini ve güçlerinin kırılmasını, islâm bayrağının dolayısıyla Allah'ın sözünün yücelmesini istiyordu. Yüce Allah kendi sistemi doğrultusunda hayatlarını sürdürmeleri için müslüman kitleyi bölgeye etkin bir güç olarak yerleştirmeyi, bundan sonra tüm yeryüzünde Allah'ın ilahlığını ilan edip tağutları yerle bir etmek üzere harekete geçmelerini istiyordu. Aynı zamanda yüce Allah bu yerleştirmenin hakedilmesini, ciddiyetten uzak başıbozuk bir şey olmamasını, -Allah bu tür şeylerden uzaktır- bir emeğin, cihadın, realite dünyasında ve savaş meydanında süren cihadın yükümlülük ve zorlukları sonucu olmasını diliyordu. Evet... Yüce Allah bu kitlenin bir ümmet olmasını diliyordu. Güç ve iktidar sahibi bir devlet olmasını diliyordu. Gerçek gücünü düşmanının gücüyle karşılaştırmasını, gücünün bir kısmıyla düşmanın gücüne üstün gelmesini istiyordu. Zaferin sayı, mühimmat, mal, at ve hazırlıkla gerçekleşmediğini, sadece kulların bağlılığının düzeyiyle ilişkili olduğunu öğrenmelerini istiyordu. Bütün bunların da pratik bir deneyim sonucu gerçekleşmesini, salt bir düşüncede ve kalpte yer eden soyut bir inançtan ibaret kalmamasını diliyordu. Amaç, müslüman kitlenin geleceği bakımından bütün bu pratik deneyimlerle hazırlıklı olmasını, her zaman ve her yerdeki tüm müslüman toplumların, kendileri sayıca az, düşmanları çok da olsa, kendileri maddi güç bakımından güçlü de olsa, her zaman düşmanlarına, rakiplerine galip geleceklerine inanmalarını sağlamaktır. Çünkü iman ve tuğyanın -azgınlığın- güçleri arasındaki kesin savaşın dışında bu gerçek bu denli sağlam bir şekilde yer edemez gönüllerde. Bugün yarın bu olaya bakan her kişi, o gün müslüman kitlenin kendisi için istediği sonuçla yüce Allah'ın onlar için ïstediği sonuç arasındaki büyük uçurumu, onların hayır sandıkları şeyle yüce Allah'ın onlar için hayır olarak takdir ettiği şey arasındaki farkı görecektir. Bir insan bu olaya baktığında bu denli büyük farklılığı görecektir. Ayrıca insanların Allah'ın kendileri için seçtiği şeyden daha hayırlı bir şeyi elde etme gücüne sahip olduklarını sandıklarında nasıl yanıldıklarını bilecektir. Ötesinde akıllarına ve hayallerine gelmeyecek hayırlar bulunmasına rağmen, kimi tehlikelerle karşılaştıklarında, biraz eziyet çektiklerinde, yüce Allah'ın kendileri için seçtiği şeyden kaçındıklarını öğreneceklerdir. Müslüman kitlenin kendisi için istediği nerede, yüce Allah'ın onlar için dilediği nerede?.. Şayet güçsüz olan grupla karşılaşacak olsalardı, bir ganimet alma hikâyesi olarak kalacaktı bu olay. Bir kervana saldırıp onu ganimet alan bir kavmin olayı olarak bilinecekti Bedir savaşı. Fakat Bedir savaşı, bir inanç olarak yer alır tarihte. Hakla batıl arasındaki kesin zaferin ve ayrılığın olayı... Hakkın sayısal bakımdan azınlık olmasına, hazırlık ve donatım açısından yetersiz olmasına rağmen, her türlü silah ve mühimmatla donatılmış düşmanlarına galip gelmesinin hikâyesi... Allah'a bağlanan ve kişisel zaaflardan kurtulan gönüllerin kazandığı zafer... Hatta aralarında savaşmak istemeyen kimselerin de bulunduğu bir avuç gönülün kazandığı zaferin olayı olarak tarihte yeralır Bedir savaşı. Bu gönüller somut realitenin üzerine çıkarak güçlerin hakikatine ve ölçülerinin yanılmazlığına inanarak hareket etmişler. Bu yüzden önce kendi nefislerine, içinde bulundukları duruma üstünlük sağlamışlar. Sonra da görünürde güçler dengesinin batıldan yana olduğu savaşa girişmiş, kesin inançları sayesinde dengeyi tersine çevirmiş, hakkı kesin bir şekilde üstün getirmişlerdi. Dikkat edin, meydana geldiği koşullar itibariyle Bedir savaşı insanlık tarihinde bir örnektir. Zafer ve yenilgi prensiplerini realiteler dünyasında duyurmaktadır. Zafer ve yenilginin sebeplerini ortaya çıkarmaktadır. Dikkat edin Bedir savaşı, her zaman ve mekânda tüm nesillerin okuduğu açık bir kitaptır. Bu kitabın anlamı değişmediği gibi, mahiyeti de değişmez. Bedir Allah'ın ayetlerinden bir ayettir. Yarattıkları için yürürlüğe koyduğu kanunlardan bir kanundur. Yer-gök durdukça bu kanun yürürlükte kalacaktır. Cahiliye tarafından istila edildikten sonra tekrar yeryüzüne islâmı egemen kılmak için cihad hareketine girişen bugünkü müslüman kitle, belirlediği kesin değerler ve ortaya çıkardığı insanların kendileri için istediği ile Allah'ın onlar için istediğinin arasındaki korkunç farkla birlikte Bedir savaşı üzerinde uzun uzadıya durmalıdır. "Allah iki gruptan birinin hakkından geleceğinizi va'dettiği zaman siz güçsüz olan grubun size düşmesini istediniz. Oysa Allah sözleri aracılığı ile gerçeği yüceltmeyi ve kâfirlerin kökünü kazımayı, soylarını kurutmayı istiyordu." "Amaç, mücrimlerin hoşuna gitmese de gerçeği yüceltmek ve batîlı ortadan kaldırmaktı." Bugün insanların dünyasında ve realiteler aleminde bu dini yeniden diriltmek için mücadeleye girişen müslüman kitle, kuşkusuz hareket açısından ilk müslüman kitlenin Bedir günü bulunduğu aşamada değildir. Ancak Bedir'in genel ölçüleri, değer ve direktifleri, sebep ve sonuçları ve Kur'an'ın Bedir savaşına ilişkin değerlendirmeleri, hareketin her aşamasında müslüman kitlenin karşısına çıkacak, onu yönlendirecektir. Çünkü bunlar yer-gök durdukça ve yeniden islâmî dirilişi gerçekleştirmek için cahiliyeye karşı cihad eden bir müslüman kitle bulundukça varolması kaçınılmaz olan genel ve sürekli kurallardır. |