Tekil Mesaj gösterimi
Alt 22 Eylül 2008, 00:28   Mesaj No:16

Verda_Naz

Medineweb Sadık Üyesi
Verda_Naz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Verda_Naz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 176
Üyelik T.: 15 Eylül 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:31
Mesaj : 612
Konular: 248
Beğenildi:11
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Fizilalil Kur'an Enfal Suresi Tefsiri

EY MÜ'MİNLER DİRENİN


ALLAH'A İTAAT EDİN, BÜYÜKLENMEYİN

Surede sık sık tekrarlanan mü'min kitleye yönelik çağrılar zincirinin bir halkasıyla başlıyor ayetler. Onlara düşman .karşısında direnmeleri, zafer için gerekli psikolojik ve maddi hazırlığı yapmaları direktifi veriliyor:
"Ey mü'minler, bir savaş birliği ile karşılaştığınızda direniniz, Allah'ı çok anınız ki, başarıya eresiniz."
"Allah'a ve peygamberine itaat ediniz. Aranızda tartışmaya, çekişmeye düşmeyiniz. Yoksa moraliniz bozulur, hızınız kaybolur. Sabrediniz, çünkü Allah sabırlılar ile beraberdir."
"Yurtlarından çalım satarak, halka gösteriş yaparak sefere çıkan ve insanları Allah yolundan alıkoyanlar gibi olmayınız. Şüphe yok ki, Allah onların bütün yaptıklarını bilgisi ile kuşatmıştır."
İşte zaferin gerçek etkenleri; düşmanla karşılaşılırken direnmek, Allah'ı sürekli anarak O'na bağlanmak, Allah'a ve peygamberine itaat etmek, çekişme ve tartışmadan uzak durmak, savaşın doğurduğu ağır zorluklara sabretmek, çalım satmaktan, gösterişten ve aşırılıktan kaçınmak...
Hiç kuşkusuz direnmek zaferin başlangıcıdır. İki taraftan kim daha fazla direnirse o kazanır. Mü'minler, düşmanlarının kendilerinden daha fazla zorluk içinde olduklarını, onların da kendileri gibi acı çektiklerini biliyorlar. Ne var ki, düşmanları mü'minlerin Allah'dan ümit ettikleri şeyi ummuyorlar. Ayaklarını ve gönüllerini dirençli kılacak bir destek beklentileri yok Allah'dan. Mü'minler biraz daha direnecek olurlarsa düşmanları az sonra bozguna uğrayıp dağılacaklardır. İki güzelliğe, yani şehitlik ve zafere sıkı sıkıya bağlı, bunlardan emin olan mü'minlerin ayakları sarsılır mı hiç? Herhangi bir şey dirençlerini kırabilir mi? Üstelik düşmanları sadece dünya hayatını istiyor, bu hayatın üzerine titriyor. Bu hayatın ötesinde bir arzuları ve bundan başka bir hayatları sözkonusu değildir.
Düşmanla karşılaşılırken Allah'ı çokca anmaya gelince; bu mü'minlere yönelik sürekli direktif ve mü'min kitlenin gönlünde yereden sistematik eğitimin gereğidir. Kur'an-ı Kerim tarih boyunca süregelen iman kervanında yeralan müslüman ümmetin tarihinden örnekler aktararak bu hususu anlatır.
Bu konuda Kur'an-ı Kerim'in anlattığı örneklerden biri, gönülleri aniden imana teslim olan, bu yüzden Firavun tarafından azgınca, korkutucu ve iğrenç bir şekilde tehdit edilen Firavun'un sihirbazlarının sözleridir:
"Sen ancak Rabbimizin ayetleri bize gelince inandık diye bizden öç alıyorsun. Ey Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır ve müslüman olarak al canımızı." (A'raf, 126)
Calut'un ordusuyla karşılaşan İsrailoğulları'ndan sayıları az mü'min bir grubun söyledikleri de bu konuda örnek olarak yeralır Kur'an-ı Kerim'de: "Talut ve askerleri Calut ve ordusu ile karşılaştıklarında, "Ey Rabbimiz üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sabit kıl, ve kâfirlere karşı bize zafer nasip eyle" dediler. (Bakara, 250)
Tarih boyunca gelmiş geçmiş bütün mü'min toplulukların savaş esnasında söyledikleri de Kur'an'da örnek olarak yeralır:
"Nice peygamber var ki, çok sayıda taraftarı kendisi ile birlikte savaştı. Bunlar Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşemediler, yılmadılar ve boyun eğmediler. Allah sabırlıları sever." (Al-i İmran, 146)
Allah'ı anma bir ilke olarak yeretmiştir müslüman kitlenin gönlünde. Düşman karşısında Allah'ı çokca anmak müslüman kitlenin belirgin özelliğidir, yüce Allah daha sonraları "Uhut"da yenilmiş kitleden söz etmiştir. İkinci gün düşmanı takip etmeleri istenirse, bu prensip içlerinde hazır bulunuyordu.
"O kimseler ki, insanlar kendilerine "düşmanlarınız size saldırmak için yığınak yaptılar, onlardan korkmalısınız" dediklerinde, bu sözden imanlârı daha güçlenerek "Allah bize yeter, O ne güzel bir vekildir" dediler. (AI-i İmran, 173)
Düşmanla karşılaşılırken yüce Allah'ı anmak, birçok işlevi görür. Bir kere asla yenilmeyen bir güçle bağlantı kurmaktır Allah'ı anmak. Dostlarına her zaman yardım eden Allah'a güvenmektir. Bu aynı zamanda savaşı, nedenlerini ve sonuçlarını gerçek mahiyetiyle zihinde canlandırmayı sağlar. Çünkü savaş Allah içindir. O'nun ilahlığını yeryüzünde hakim kılmak ve bu ilahlığı gaspeden tağutları hayat sahnesinden kovmak içindir savaş. O halde bu, Allah'ın sözünün yücelmesi için yapılan bir savaştır, kişisel ya da ulusal egemenlik kurmak, ganimetler elde etmek, kişisel ya da ulusal üstünlük sağlamak için değil. Ayrıca bu, Allah'ı anma görevinin zor anlarda, en sıkıntılı durumlarda bile ne kadar önemsendiğini vurgulamaktadır. Bu ilahi direktifin içerdiği bu işaretler savaş alanında çok değerli işlevler görürler.
Allah ve Peygamber'e itaat etmelerine ilişkin buyruk ise, mü'minlerin daha baştan tüm varlıklarıyla Allah'a teslim olarak savaşa girişmeleri amacına yöneliktir. Böylece "Allah'a ve Peygamber'e itaat ediniz" buyruğundan sonra işaret edilen çekişmenin nedenleri ortadan kalkmış olur.
"Çekişmeye düşmeyiniz. Yoksa moraliniz bozulur, hızınız kaybolur."
İnsanlar ancak birden fazla komuta ve direktif merkezine uymak durumuyla karşı karşıya kaldıklarında, görüş ve düşünceleri yönlendirici olarak insan arzusuna itaat ettiklerinde, çekişmeye düşerler. İnsanlar Allah'a ve Peygamberine teslim oldukları zaman -karşılaşılan soruna ilişkin olarak birbirinden farklı bakış açılarına sahip olsalar bile- aralarındaki çekişmenin en başta gelen sebebi ortadan kalkmış olur. Çünkü çekişmeye neden olan insanların farklı görüşlere sahip olmaları değildir. Gerçek ortaya çıktığı halde insanı, görüşünde ısrara sürükleyen ihtirastır, arzudur. Bu da, insanın kendi "şahsını" terazinin bir kefesine, "gerçeği" de bir kefesine koyması ve daha baştan "şahsını" tercih etmesidir. Savaşla karşı karşıyayken Allah'a ve Peygamber'e itaat etmeye ilişkin bu direktifin yeralması bu yüzdendir. Hiç kuşku yok ki, bu direktif, savaş esnasında son derece gerekli olan "kontrol" işlemlerinden biridir. Burada en yüce yol göstericilik, en üstün komuta merciine itaat sözkonusudur. Kitleye komutanlık eden kişiye itaat de bundan kaynaklanır. Bu, gönülden gelen derin bir itaattir. Allah için cihad etmeyen ve komutana olan bağlılığı Allah'a bağlılıktan kaynaklanmayan ordularda görülen askeri itaat gibi göstermelik bir disiplin değildir. Bu ikisinin arasındaki mesafe korkunçtur.
Sabır ise savaşa girişmek için gerekli olan bir sıfattır. Hangi savaş olursa olsun, ister insanın kendi içinde giriştiği savaş olsun, isterse muharebe meydanında düşmanla giriştiği savaş olsun, mutlaka sabretmek gerekmektedir: "Sabrediniz, çünkü Allah sabırlılar ile beraberdir."
Allah'ın beraberliği, sabırlılar için başarının, düşmana üstünlük sağlamanın ve kurtuluşun garantisidir.
Son direktif de şudur:
"Yurtlarından çalım satarak, halka gösteriş yaparak sefere çıkan ve insanları Allah yolundan alıkoyanlar gibi olmayınız. Şüphe yok ki, Allah onların bütün yaptıklarını bilgisi ile kuşatmıştır."
Bu direktif mü'min kitleyi sahip olduğu maddi güçle büyüklenerek, çalım satarak, azgınlaşarak savaşa çıkmaktan ve Allah'ın bahşettiği gücü onun istemediği biçimde kullanmaktan koruyor. Mü'min kitle ancak Allah yolunda savaşa çıkar. İnsanların hayatına Allah'ın ilahlığını egemen kılmak ve kulların sadece O'na kulluk yapmalarını sağlamak için çıkar. Mü'min kitle, yüce Allah'ın kulların sadece kendisine ibadet etmeleri hakkını gaspeden, Allah'ın izni ve hükmü dışında yeryüzünde hakimiyet kurmak suretiyle yeryüzünün ilahlığını elinde bulunduran tağutların gücünü kırmak, saltanatlarını başlarına yıkmak, egemenliklerini yerle bir etmek için savaşa çıkar. Tüm yeryüzü boyutunda insanın -insanlığını hiçe sayan, onurunu kıran, onu alçaltan- Allah'dan başkasına kulluk zilletinden kurtuluşunu ilan etmek için savaşa koşar. Mü'min, insanlığın saygınlığını, üstünlüğünü ve özgürlüğünü korumak için savaşa çıkar, insanlar üzerinde üstünlük sağlamak, onları kendine kul-köle yapmak, Allah'ın bahşettiği kuvvet nimetini böylesine iğrenç bir şekilde kullanarak azgınlaşmak ve şımarmak için değil. Savaşa ilişkin tüm kişisel çıkarlarından soyutlanarak koşar savaş meydanına. Allah'a itaat görevini yerine getirmenin O'nun cihad emrine olumlu karşılık vermenin, O'nun hayat sistemini uygulamanın, yeryüzü boyutunda O'nun sözünü yüceltmenin, bundan sonra da O'nun lütfunu ve hoşnutluğunu beklemenin dışında zafer ve galibiyet O'nu ilgilendirmez... Hatta savaştan sonra elde ettikleri ganimetler bile yüce Allah'ın onlara yönelik lütfunun eseridir.
Çalım satarak, insanlara gösteriş yaparak savaşa çıkma tablosu mü'min kitlenin gözlerinin önündeydi. Bu tabloyu, Kureyş'in savaşa çıkış tarzında görüyorlardı. Nitekim bu şekilde çıkmanın sonucu da Kureyş'in şahsında somutlaşmıştı. O gün büyük bir kibir, üstünlük duygusuyla, Allah'a ve peygamber'e başkaldırarak ve büyüklük taslayarak çıkmış ama günün sonunda alçalmış, hüsrana uğramış, dağılmış ve büyük bir bozgun yaşamış olarak dönmüştü. Yüce Allah, fiilen yaşanmış belirtileri, henüz gözlerinin önünde duran bir olayı hatırlatıyordu mü'min kitleye:
"Yurtlarından çalım satarak, halka gösteriş yaparak sefere çıkan ve insanları Allah yolunda alıkoyanlar gibi olmayınız. Şüphe yok ki, Allah onların bütün yaptıklarını bilgisi ile kuşatmıştır."
Çalım satmak, gösteriş yapmak ve insanları Allah'ın yolundan alıkoymak Ebu Cehil'in sözlerinde son derece belirgindir. Kervanı deniz sahiline yöneltip müslümanların tuzağından kurtulduktan sonra Ebu Süfyan Ebu Cehil'e bir elçi göndermiş, geri dönmelerini istemiş, çünkü Muhammed ve arkadaşlarıyla savaşmaları için bir gerekçelerinin kalmadığını bildirmişti. Kureyş ordusu her konaklamada şarkılar söyleyen cariyelerle ve çalgıcılarla sefere çıkmış, hayvanlar kesip eğleniyorlardı. O sırada Ebu Cehil elçiye şöyle demişti: "Allah'a andolsun ki, Bedir kuyularının başına varıp üç gün üç gece kalmadıkça, hayvanlar kesmedikçe, yemek yiyip, şarap içip, cariyeler bizim için şarkı söylemedikçe geri dönmeyiz. Böylece Araplar sonsuza kadar bizden korkar." Elçi Ebu Cehil'in cevabını Ebu Süfyan'a ulaştırınca, Ebu Süfyan, "Vay kavmimin başına gelenler! Bu, Amr b. Hişam'ın (yani Ebu Cehil'in) işidir. Geri dönmek istemedi, çünkü halkın başına geçtikten beri azgınlaştı. Azgınlık ise eksikliktir, uğursuzluktur. Şayet Muhammed savaşçılarımızı yenerse, rezil oluruz" dedi. Ebu Süfyan'ın önsezisi doğru çıktı. Muhammed -salât ve selâm üzerine olsun- savaşçılarını yendi. İnsanlara çalım satan, azgınlaşan, gösteriş yapan, insanları Allah'ın yoluna girmekten alıkoyan müşrikler rezil oldular. Hiç kuşku yok ki, Bedir onların belini kırmıştı.
"Allah onların bütün yaptıklarını bilgisi ile kuşatmıştır."
Hiçbir durumlarını gözden kaçırmaz. Ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, O'nu etkisiz hale getiremezler. Allah onları ve yaptıklarını kuşatmış durumdadır.
Alıntı ile Cevapla