Durumu: Medine No : 176 Üyelik T.:
15 Eylül 2007 Arkadaşları:0 Cinsiyet: Yaş:31 Mesaj:
612 Konular:
248 Beğenildi:11 Beğendi:0 Takdirleri:10 Takdir Et:
| Cvp: Fizilalil Kur'an Enfal Suresi Tefsiri MELEKLERİN KATILDIĞI SAVAŞ Son olarak ayetlerin akışı, savaşta gerçekleşen ilahi müdahalenin sahnelerinden birini canlandırıyor. Bu sahnede yüceler aleminde yeralan melekler Allah'ın emri ve izni uyarınca- müşriklerin yakalanıp cezalandırılması, azaba uğratılması operasyonuna katılıyorlar. Melekler onların canlarını azap ederek alıyorlar. Çalım satmanın ve büyüklük taslamanın karşılığı olarak onur kırıcı bir eziyete uğratıyorlar. Büyük sıkıntı ve zorluk yaşadıkları bu anda, onlara kötü davranışlarını ve iğrenç hedeflerini hatırlatıyorlar. Bu, yaptıklarına uygun bir cezadır ve yüce Allah onlara haksızlık yapmamaktadır. Bu arada ayetlerin akışı sahnenin sunulmasının ardından, yalanlamalarından dolayı onların cezalandırılmasının her zaman için yürürlükte olan bir yasa olduğunu belirtiyor: "Firavunoğulları ile daha önceki kâfirlerin durumu gibi..." ... "Bu böyledir, çünkü bir toplum sahip olduğu iyi bir niteliği değiştirmedikçe, Allah da o topluma vermiş olduğu nimeti değiştirmez." Firavun ve ileri gelenler bunun için cezalandırılmışlardır. Böyle yapan ve Allah'a ortak koşan herkes de bunun için cezalandırılacaktır: 50- Melekler, kâfirlerin canlarını alırken keşki görseydiniz; onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak şöyle derler: "Yakıcı azabı tadınız bakalım. " 51- "İşte bu vaktiyle kendi ellerinizle hazırladığınız bir sonuçtur. Yoksa Allah kesinlikle kullarına haksızlık etmez. " 52- Bu kâfirlerin durumu tıpkı Fïravunoğulları ile daha önceki kâfirlerin durumu gibidir. Onlar Allah'ın ayetlerini inkâr ettiler, Allah da günahları yüzünden yakalarına yapıştı. Hiç şüphesiz Allah güçlüdür ve azabı ağırdır. 53- Bu böyledir. Çünkü bir toplum, sahip olduğu ïyi bir niteliği değiştirmedikçe, Allah da o topluma vermiş olduğu nimeti değiştirmez. Hiç şüphesiz Allah her şeyi işitir, her şeyi bilir. 54- Bu kâfirlerin durumu tıpkı Firavunoğulları ile daha önceki kâfirlerin durumu gibidir. Onlar Rabblerinin ayetlerini yalanladılar, biz de onları günahları yüzünden yokettik, Firavunoğulları'nı denizde boğduk. Bunların hepsi zalimdi. "Melekler, kâfirlerin canlarını alırken keşke görseydin; onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak şöyle derler: Yakıcı azabı tadınız bakalım." "İşte bu vaktiyle kendi ellerinizle hazırladığınız bir sonuçtur. Yoksa Allah kesinlikle kullarına haksızlık etmez." Ayetler grubunun başında yeralan bu iki ayet; müşriklerle savaşa katılan meleklerin durumlarını dile getirmektedirler. Nitekim yüce Allah meleklere; "Vurun boyunlarını, indirin darbelerinizi parmaklarına..." demişti. "Şundan dolayı ki, onlar Allah'a ve Peygamber'e karşı çıktılar. Kim Allah'a ve Peygamber'e karşı çıkarsa bilsin ki, Allah'ın azabı ağırdır." Dokuzuncu cüzde bu ayeti tefsir ederken de söylediğimiz gibi, her ne kadar biz, meleklerin onların boyunlarını nasıl vurduğunu, parmaklarına ne şekilde darbeler indirdiğini bilmiyorsak da bu bilmeyişimiz, ayetin açık anlamını te'vil etmemiz için bir gerekçe sayılmaz. Ayette açıkça yüce Allah'ın meleklere, müşriklerin boyunlarını vurmalarını, parmaklarına darbeler indirmelerini emrettiği belirtilmektedir. Bunun yanında meleklerin, "Allah'ın emrine karşı çıkmadıklarını, emredileni derhal yerine getirdiklerini" biliyoruz. (Durum, "Meleklerin Bedir savaşma katılmadıkları, sadece mü'minlerin ruhlarına karışıp onları moral açısından güçlendirdikleri kesinleşmiştir" iddiasında bulunan merhum Reşid Rıza'nın sandığı gibi değildir. Bu görüş ayetin açık anlamıyla çelişmektedir. Bu durumda ayete uymak daha doğrudur.) Ayetler grubunun başında yeralan bu iki ayet, Bedir gününde meydana gelen bir olayı, aynı zamanda meleklerin bu savaşta kâfirlere neler yaptıklarını dile getiren hikâyenin devamını anlatmaktadır. Ayrıca bu iki ayet, ister Bedir'de, ister başka bir yerde olsun, meleklerin kâfirlerin canlarını aldıkları her zaman için geçerli olan sürekli bir durumu dile getirmektedirler. Yüce Allah'ın, "Keşke görseydin" sözü de bir direktif olarak gören herkese yöneliktir. Nitekim, gören herkesin dikkat etmesi gereken açık sahnelere dikkat çekmek için böyle bir hitap tarzına çokça rastlanır. Şu veya bu farketmez. Kur'an ayeti kâfirlerin hiç de hoş olmayan manzaralarını çiziyor. Onur kırıcı bir sahnede melekler onların ruhlarını çekip çıkarıyorlar. Sahnede yeralan acıklı azap ve ölüm olgularına bir de onur kırılması ve kâfirlerin rezil olmaları ekleniyor: "Melekler, kâfirlerin canlarını alırken keşki görseydiniz, onların yüzlerine ve sırtlàrına vururlar." Ardından ayetin akışı, üçüncü şahıslara ilişkin bir olayı anlatım tarzından doğrudan doğruya muhataba ilişkin hitap tarzına dönüşüyor: "Yakıcı azabı tadın bakalım." Akıştaki sunuş tarzının aniden değişmesinin nedeni, sahneyi şu anda yaşanıyormuş gibi canlandırmak içindir. Sanki cehennem, ateşiyle, yakıcılığıyla şu anda sahnede yeralıyor da, onlar itilip kakılarak, azarlanarak, tehdit edilerek oraya atılıyorlar: "İşte bu vaktiyle kendi ellerinizle hazırladığınız bir sonuçtur." Siz gayet adil bir cezaya çarptırılıyorsunuz. Daha önce kendi ellerinizle işlediğiniz suçlardan dolayı bu cezayı hakettiniz: "Yoksa Allah kesinlikle kullarına haksızlık etmez." "Yakıcı azap" sahnesini canlandırmakla bu ayet, insanın aklına şöyle bir sorunun gelmesine neden oluyor: Acaba bu ayette dile getirilen, kâfirlerin kıyamette, diriliş ve hesaplaşmadan sonra görecekleri azabı -şu anda çekiyorlarmış gibi- meleklerden kâfirlere yönelik bir tehdit midir? Yoksa onlar ölür ölmez bu azapla mı karşılıyorlar? Her ikisi de mümkündür. Kur'an ayetinden bu anlamları çıkarmaya engel oluşturacak bir şey yoktur. Bu açıklamanın dışında fazladan bir şey söylemek istemiyoruz... Bu da yüce Allah'ın bilgisinin kapsamına giren gayba ilişkin bir konudur. Kesinlikle meydana geleceğine inanmaktan başka yapabileceğimiz bir şey yok. Bunun meydana gelmesini engelleyecek hiçbir güç yoktur. Ne zaman meydana geleceğini ise, ancak bilinmezlikleri bilen yüce Allah bilir. Bu kısa değerlendirmenin ardından ayetlerin akısıyla birlikte, bu sahnenin ardındaki büyük ve değişmez gerçeği vurgulamaya geçiyoruz. Kuşkusuz kafirlerin aşağılanmaları ve azaba çarptırılmaları, her zaman için geçerli olan değişmez ve şaşmaz bir yasadır. Bu azap, öteden beri yürürlükte olan bu yasanın kaçınılmaz bir sonucudur: "Bu kâfirlerin durumu tıpkı Firavunoğulları ile daha önceki kâfirlerin durumu gibidir. Onlar Allah'ın ayetlerini inkâr ettiler, Allah da günahları yüzünden yakalarına yapıştı. Hiç şüphesiz, Allah güçlüdür ve azabı ağırdır." Yüce Allah, insanı gelip geçici tesadüflere, kontrolsüz maceraya bırakmamıştır. Onun belirlediği kader doğrultusunda hareket eden yasası egemendir insana ve olaylara. Bedir günü müşriklerin başına gelen her zaman için müşriklerin başına gelen bir olaydır. Nitekim Firavunoğulları ve onlardan önceki kâfirler de aynı akıbete uğramışlardı: "Onlar Allah'ın ayetlerini inkâr ettiler. Allah da günahları yüzünden yakalarına yapıştı." Onu etkisiz hale getiremediler. Onun cezasından yakalarını kurtaramadılar. "Hiç şüphesiz Allah güçlüdür ve azabı ağırdır." Allah onlara nimetinden vermişti, lütfundan onları rızıklandırmıştı, onları yeryüzüne yerleştirmiş, onları kendisine halife kılmıştı. Bütün bunları yüce Allah, şükür mü edecekler, yoksa nankörlük mü edecekler diye denemek ve sınamak için bahşeder insanlara. Ne var ki, onlar nankörlük ediyorlar şükredeceklerine' Allah'ın kendilerine bahşettiği nimetlerden dolayı azgınlaşıyor, Allah'ın belirlediği kuralları çiğniyorlar. Kendilerine bahşedilen nimetler ve güç onları değiştiriyor, birer zorbaya, birer tağuta, birer kâfire ve birer günahkâra dönüştürüyor. Allah'ın ayetleri gelince de inkâr ediyorlar. Bu durumda ayetler duyurulup, onlar da inkâr ettikten sonra kâfirlerin cezalandırılmasına ilişkin Allah'ın kanunu devreye giriyor. Böyle bir durumda yüce Allah onlara verdiği nimeti geri alıyor, şiddetli azabıyla onları cezalandırıyor. Köklerini kurutuyor: "Bu böyledir. Çünkü bir toplum, sahip olduğu iyi bir niteliği değiştirmedikçe Allah da o topluma vermiş olduğu nimeti değiştirmez. Hiç şüphesiz Allah her şeyi işitir, her şeyi bilir." "Bu kâfirlerin durumu tıpkı Firavunoğulları ile daha önceki kâfirlerin durumu gibidir. Onlar Rabblerinin ayetlerini yalanladılar, biz de onları günahları yüzünden yokettik. Firavunoğulları'nı denizde boğduk. Bunların hepsi zalimdi." Yüce Allah, ayetlerini yalanladıktan sonra onları yoketmişti. Kâfir oldukları halde yüce Allah ayetlerini göndermeden onları yok etmemişti. Çünkü O'nun belirlediği kural ve O'nun kullarına yönelik rahmeti bunu gerektirmektedir. "Biz bir peygamber göndermedikçe, kimseye azap etmeyiz. (İsra, 15) Burada, Firavunoğulları ve onlardan önce Allah'ın ayetlerini yalanlayıp bu yüzden yokedilen kâfirleri hatırlatmakta, çünkü onlar "zalimdi" denmektedir. Burada "zulüm" kelimesi, "küfür" ya da "şirk" anlamında kullanılmıştır. Bu kelime Kur'an'da genellikle bu anlamlarda kullanılır... Şu ayetin anlamı üzerinde biraz düşünmek gerekmektedir kuşkusuz. "Bu böyledir. Çünkü bir toplum, sahip olduğu iyi bir niteliği değiştirmedikçe Allah da o topluma vermiş olduğu nimeti değiştirmez." Bu ayet, bir açıdan yüce Allah'ın kullarla ilişkilerinde her zaman adil davrandığını vurgulamaktadır. İnsanlar niyetlerini bozmadıkları, davranışlarını değiştirmedikleri, konumlarını terk etmedikleri sürece yüce Allah onlara bahşettiği nimetini geri almaz. Böyle bir durumda, imtihan ve deneme için kendilerine bahşedilen nimetin değerini bilmedikleri, bu nimete karşılık şükretmedikleri için kendilerinden nimetin geri alınmasını hakediyorlar... Bir açıdan da bu ayet, insan denen yaratığa verilen en büyük onura işaret etmektedir. Yüce Allah, kaderinin uygulanışını insanın hareketlerine ve davranışlarına göre ayarlamakla bu lütfu bahş,etmiştir insana. Yüce Allah, insan hayatındaki takdiri değişikliği, onların gönüllerinde, niyetlerinde, davranışlarında, hareketlerinde ve kendileri için seçtikleri hayat tarzlarında meydana gelen pratik değişikliğe dayandırmıştır. Bir diğer açıdan da insan denen varlığa -kendisine verilen bu büyük onura denk düşecek- büyük bir sorumluluk yüklemektedir. İnsan, nimetin değerini bilip, şükrettiği sürece, Allah'ın kendisine verdiği bir nimeti kalıcı kılabilir, arttırabilir de. Aynı zamanda nimete karşılık nankörlük yaptığı zaman, şımardığı zaman, niyeti ve hayat tarzı bozulduğu zaman bu nimeti kendi eliyle giderebilir, yokedebilir. İşte bu önemli gerçek, "insan gerçeğine ilişkin islâmi düşüncenin" şu varlık bütününde Allah'ın kaderiyle insan ilişkisinin, insanın şu evren ve evrenin içindekilerle ilişkisinin bir yönünü temsil etmektedir. Bu yönden, insanın Allah'ın terazisindeki değeri ve bu değerle kazandığı onur ortaya çıkmaktadır. Aynı zamanda insanın gerek kendi akibeti, gerekse çevresindeki olayların akibeti üzerindeki etkinliği ortaya çıkmaktadır. Allah'ın izni ve kendi hareketleri, davranışları, niyet ve hayat tarzı ile birlikte hareket eden Allah'ın takdiri uyarınca sonucu üzerinde etkin rol oynayan bir varlık kimliğine bürünür insan. Bu düşünce sayesinde materyalist düşünce ekollerinin kendilerine yüklediği, aşağılayıcı ve fonksiyonsuz kimliği atar. Bu düşünceler insanı, zorlayıcı determinizm karşısında fonksiyonsuz bir varlık olarak görürler. Ekonomik determinizm tarihi determinizm, evrim determinizmi gibi, insanın karşılarında güçsüz ve etkisiz bir varlık olarak belirlediği daha nice kaçınılmazlıklar, gerekircilikler... İnsan bu zorunlulukların kendisine yüklediği görevi yerine getirmekten başka bir şey yapamaz. Bunlar karşısında insan silik, zavallı ve aşağılanmış bir yaratıktır. İşte bu önemli gerçek, insanın hayatında ve çalışmasında, iş ve karşılığı arasındaki bu gerekliliği bu şekilde tasvir etmektedir. Aynı zamanda bu gerekliliği kaderi doğrultusunda yürürlüğe giren evrensel yasalarından biri haline getiren yüce Allah'ın mutlak adaletini de dile getirmektedir. Bu yasanın uygulanışında Allah'ın kullarından herhangi birine haksızlık yapılmaz. "Yoksa Allah kesinlikle kullarına haksızlık yapmaz." "Biz de onları günahları yüzünden yokettik, Firavunoğulları'nı da denizde boğduk. Onların hepsi zalimdi." "Bu böyledir. Çünkü bir toplum, sahip olduğu iyi bir niteliği değiştirmedikçe, Allah da o topluma vermiş olduğu nimeti değiştirmez." ... Ve Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun... |