Durumu: Medine No : 176 Üyelik T.:
15 Eylül 2007 Arkadaşları:0 Cinsiyet: Yaş:31 Mesaj:
612 Konular:
248 Beğenildi:11 Beğendi:0 Takdirleri:10 Takdir Et:
| Cvp: Fizilalil Kur'an Tevbe Suresi Tefsiri 28- Ey müminler. Allah'a ortak koşanlar birer somut pisliktirler. Bundan dolayı bu yıldan sonra bir daha Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer (ziyaretçi sayısının azalması yüzünden) yoksul düşeceğinizden korkuyorsanız, biliniz ki, Allah eğer dilerse yakında kendi lûtfu ile sizi zengin edecektir. Hiç şüphesiz Allah her şeyi bilir ve her yaptığı yerindedir. "Müşrikler (Allah'a ortak koşanlar) birer somut pisliktirler." Bu ifade müşriklerin ruhlarının pisliğini somutlaştırıyor, bu pisliği onların mahiyetleri ve özleri olarak sunuyor. Onlar tüm varlıkları ve özleri ile insan duygularının tiksindikleri temizlerin uzak durmaya özen gösterecekleri bir pisliktirler. Sözkonusu olan pislik "maddi" bir pislik değil, "manevi" bir pisliktir. Çünkü onların vücutları organizmaları öz olarak pislik değildir. Burada Kur'ân gerçekleri somutlaştırarak ifade etme örneklerinden biri ile karşı karşıyayız. Evet; "Müşrikler somut pisliktirler. Bundan dolayı bu yıldan sonra bir daha Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar." Müşriklerin Mescid-i Haram'da bulunmalarının yasaklık gerekçesi, bu hükmün amacı budur. Bu gerekçe ile onların Mescid-i Haram'a yaklaşmaları bile yasaklanıyor. Sebep onların pis ve oranın temiz olmasıdır. Fakat Mekke halkının dört gözle beklediği ekonomik kazanç sezonu, Yarımada'da yaşayanların çoğunluğunun hayat damarı olan ticaret fırsatı, sosyal hayatın neredeyse temel ekseni olan güneye ve kuzeye yönelik kış ve yaz seferleri, bütün bu faaliyetler, müşriklere Kâbe'yi ziyaret etmenin yasaklanması ve onlara karşı topyekün savaş ilân edilmesi dolayısıyla durma ve ortadan kalma akıbetine uğrayacaklardır. Evet, öyle. Fakat burada inanç sistemi sözkonusudur. Yüce Allah, kalplerin tümü ile bu inanç sistemine bağlanmalarını, onun dışında hiçbir ihtimali umursamamalarını istiyor. Bundan sonrasına gelince yüce Allah, rızık meselesini bizzat üstleniyor, müslümanların geçimini bilinen ve alışıla gelen yollar dışında başka yollardan sağlayacağını garanti ediyor. Okuyalım: "Eğer (ziyaretçi sayısının azalması yüzünden) yoksul düşeceğinizden korkuyorsanız, biliniz ki, Allah eğer dilerse sizi yakında kendi lûtfu ile zengin edecektir." Yüce Allah dileyince bilinen sebepleri ortadan kaldırarak onların yerine başka sebepler getirir. O dilerse bir kapıyı kapatır, fakat yerine birden çok kapı açar. Çünkü; "Hiç şüphesiz Allah; herşeyi bilir ve her yaptığı yerindedir." Herşeyi bilgiye, gerekçeye, ön tasarıya ve hesaba dayalı olarak plânlayıp yürürlüğe koyar. Kur'ân yöntemi, Mekke fethinden sonra ortaya çıkan ve çeşitli kesimleri arasında, inanç düzeyi bakımından, henüz uyum sağlayamamış olan o günkü İslâm toplumunda fonksiyonunu yürütüyordu. Biz bu kesitte yeralan âyetlerde bu toplumun görüntüsünü gölgeleyen bazı gedikleri gördüğümüz gibi, Kur'ân yönteminin bu gedikleri kapatmaya yönelik işlevini, benzersiz Kur'ân yönteminin bu ümmeti eğitmek için harcadığı yoğun ve uzun soluklu çabayı da gözlüyoruz. Kur'ân-ı Kerim'in bu ümmeti tırmandırmaya çalıştığı doruk yüce Allah'a bağlanma, O'nun dinine sıkı sıkı sarılma doruğudur; inanç esasına dayalı olarak tüm akrabalık bağlarını, tüm dünya, dünya hazlarının bağlarını kesme doruğudur. Bu amaç, Kur'ân yönteminin kafalara aşıladığı bilincin ışığı altında adım adım gerçekleşiyordu. Bu bilinç sayesinde tüm insanlığı tek Allah'a kul yapan ilâhi sistem ile insanları biribirine kul yapan cahiliye sistemi arasındaki çelişik farklılıkların özü kavranabiliyordu. Bunlar biribirleri ile bağdaşması mümkün olmayan, barış içinde birarada yaşamaları düşünülemeyecek karşıt sistemlerdi. İnsan bu dinin tabiatına ve özü ile cahiliye sisteminin tabiatına ve özüne ilişkin bu kaçınılmaz bilince ermedikçe ne insanlar arasındaki ilişkileri ve ne de müslüman blok ile öbür karşıt bloklar arasındaki ilişkileri belirleyen İslâmî hükümleri gerektiği gibi değerlendiremez. MÜSLÜMANLARLA EHLİ KİTAP ARASINDAKİ HUKUK Bilindiği gibi sûrenin ilk kesitinde müslüman toplum ile Arap yarımadasında yaşayan müşrikler arasındaki ilişkilerin belirlenmesi amaçlanmıştı. Şimdi bu ikinci kesitte ise müslüman toplum ile yahudi ve hıristiyanlar, yani kitap ehli arasındaki ilişkiler belirlenmek isteniyor. Yalnız birinci kesitte yeralan âyetler, sözleri ve özleri ile, O günün Arap yarımadasında yaşanan somut pratiğe karşılık veriyordu, orada yaşayan müşriklerden sözediyor, doğrudan doğruya onlarla ilgili olan sıfatları, olayları ve olguları gündeme getirirken şimdiki inceleme konumuz olan ikinci kesitin yahudi ve hıristiyanlardan (kitap ehlinden) sözeden âyetleri sözleri ve özleri bakımından genel-geçerlidirler. Yanî gerek Yarımada'da yaşayanları ve gerekse dünyanın başka yerlerinde oturanları ile tüm yahudi ve hıristiyanları kapsarlar. İnceleyeceğimiz âyetler kesitinde yeralan nihaî hükümler, müslüman toplum ile yahudi ve hıristiyanlar arasında geçerli olan o güne kadarki ilişkilerin dayandığı kurallarda köklü değişiklikler öngörüyor. Bu hüküm özellikle hıristiyanlar için daha çok geçerlidir. Çünkü o güne kadar yahudilere ilişkin bir takım olaylar yaşanmıştı, ama o ana kadar hıristiyanlar ile müslümanlar arasında hiçbir olay meydana gelmemişti. Bu yeni hükümlerde öngörülen en belirgin değişiklik, yüce Allah'ın dininden sapmış olan yahudi ve hıristiyanlar ile, bunlar müslümanlara boyun eğerek kendi elleri ile "cizye" verinceye dek savaşılmasına ilişkin kesin emirdir. Onlardan gelecek barış ve antlaşma önerileri ancak bu şartı, yani gönüllü olarak cizye verme şartını yerine getirmelerinden sonra kabul edilecekti. Bu durumda onlar için anlaşmalı zimmi (güvenli yurttaş) hukuku gerçekleşir, müslümanlarla arasında barış ilişkisi kurulurdu. Ama eğer onlar İslâmî, inanç sistemi olarak onaylayıp benimserler ise o zaman müslümanlar arasına katılırlardı. Yahudiler ile hıristiyanlar (kitap ehli) İslâm dinini kabul etmeye zorlanamazdı. Bu durumlarda geçerli olan kabul "Dinde zorlama yoktur" hükmü idi. Fakat "cizye" verdikçe ve bu esasa dayalı olarak İslâm toplumu ile aralarında antlaşma yapılmadıkça dinlerinde serbestte bırakılamazlardı. İslâm toplumu ile yahudi ve hıristiyanlar arası ilişkileri düzenleyen kurallarda öngörülen bu son değişikliğin özünü iyi kavrayabilmek için bir yandan yüce Allah'ın sistemi ile cahiliye sistemleri arasındaki ilişkilerin kaçınılmaz karakterine ışık tutan bir bilince öte yandan da İslâm'ın hareket yönteminin karakteristik özelliğine, bu yöntemin farklı aşamalarına, yine bu yöntemin değişken insan pratiği ile uyumlu olarak yenilenen araçlarına ilişkin bir bilince sahip olmak gerekir. Daha önce de vurguladığımız gibi yüce Allah'ın sistemi ile cahiliye sistemleri arasındaki ilişkilerin "kaçınılmaz" özelliği, özel durumları ve geçici şartlar dışında bu iki kutup arasında barış içinde birarada yaşamanın mümkün olmayışıdır. Bu ilişkinin dayandığı temel kural şudur: İslâm'ın, insanı kula kulluktan kurtarıp tek Allah'ın kulluğuna yüceltme amacına ilişkin genel bildirisinin önüne yeryüzünde hiçbir maddi engel, hiçbir devlet gücü, hiçbir rejim otoritesi ve hiçbir sosyal pratik dikilmemelidir. Çünkü yüce Allah'ın sistemi, insanı kula kulluk boyunduruğundan kurtarıp tek Allah'a kul olmanın özgürlüğüne kavuşturmak için- ki İslâm'ın evrensel bildirisinin içeriği de budur- egemenlik yetkisine sahip olmak isterken cahiliye sistemleri, varlıklarını koruyabilmek için yüce Allah'ın sistemine dayanan akımı yeryüzünden silmek, bu hareketin varlığına tamamen son vermek isterler. İslâmî hareket yönteminin özelliği, değişik aşamalarda kullanacağı yenilenen araçlarla bu evrensel sosyal pratiğe ya denklik ya da üstünlük sağlayıcı uygulamalarla karşı koymaktır. İşte İslâm toplumu ile cahiliye toplumları arasındaki ilişkilere ilişkin gerek geçici ve gerekse nihai hükümler sözkonusu aşamalarda kullanılacak uygun araçları oluştururlar. Sûrenin bu kesitinde yeralan âyetler, bu ilişkilerin özelliğini belirleyebilmek için önce yahudiler ile hıristiyanların inanç sisteminin mahiyetini belirliyorlar; bu amaçla bu inanç sisteminin "müşriklik" "kâfirlik" ve "eğriyol (batıl)" olduğunu vurguluyorlar. Ayrıca bu âyetler, bu hükme dayanak olan realiteleri, olguları gözönüne seriyorlar. Bu realitelere hem yahudiler ile hıristiyanların "daha önceki kâfirler"in sapık düşüncelerine benzeyen inanç sistemlerinde hem de pratik hayatlarındaki davranış ve uygulamalarından alınmış örnekler gösterilmektedir |