Durumu: Medine No : 176 Üyelik T.:
15 Eylül 2007 Arkadaşları:0 Cinsiyet: Yaş:31 Mesaj:
612 Konular:
248 Beğenildi:11 Beğendi:0 Takdirleri:10 Takdir Et:
| Cvp: Fizilalil Kur'an Tevbe Suresi Tefsiri KİŞİLİGİNİ MENFAATLE YOĞURANLAR Burada toplumun zaaf olan unsurlarından söz edilmektedir. Safların yarılmasına neden olan gruplardan ve özellikle de münafıklardan bahsedilmektedir. Bunlar, islâmın üstün gelip yayılmasından sonra, islâm adını maske olarak kullanarak müslümanların safları arasına sızmışlardır. Sürekli güven içinde yaşamayı ve kazanç elde etmeyi planladıkları için onları, bu planları islâma baş eğmeye zorladı. Müslümanların saflarına karşı dışardan düzenledikleri oyunlar, hileler etkisiz kaldıktan sonra, bu sefer içeriden onlara karşı hileler, tuzaklar kurmaya başladılar. Bu bölümde, surenin giriş kısmında kendisinden söz ettiğimiz olayların hepsini Kur'an'ın üslubunun tasvir ettiği biçimde göreceğiz. Daha önce giriş kısmında yaptığımız açıklamanın ışığı altında meselenin net bir şekilde anlaşılacağını sanıyorum: 42- Eğer yakın vadeli bir kazanç ve kısa bir yolculuk sözkonusu olsaydı, mutlaka peşinden gelirlerdi. Fakat bu sıkıntılı yolculuk onlara uzun geldi. Allah adına yemin ederek, "Eğer gücümüz yetseydi, kesinlikle sizinle birlikte sefere çıkardık"diyerek kendilerini mahvedecekler. Oysa Allah biliyor ki, onlar yalan söylüyorlar. 43- Allah affetsin seni. Kimlerin doğru söylediği belli oluncaya ve kimlerin yalancı olduğunu belirleyinceye kadar onlara niçin izin verdin? 44- Allah'a ve ahiret gününe inananlar, malları ile ve canları ile cihad etmekten geri kalmak için senden izin istemezler. Allah kötülükten sakınanları bilir. 45- Senden savaştan muaf tutulmaları yolunda izin isteyenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayanlar, kalpleri kuşkuya kapılıp bu kuşkuları içinde bocalayanlardır. 46- Eğer onlar sefere çıkmak isteselerdi, bunun için hazırlık yaparlardı. Fakat Allah, sefere çıkmaya kalkışmalarını istemediği için onları böyle bir girişimden alıkoydu. Kendilerine "Kadın, çocuk, yaşlı, hasta gibi) savaşma gücünden yoksun kimselerle birlikte siz de evlerinizde oturunuz " dendi. 47- Eğer sizinle birlikte sefere çıksalardı, size bozgunculuktan başka bir katkıları olmazdı, sizi birbirinize düşürmek için aranıza atılacaklar, balıklama dalacaklardı. Aranızda onların sözlerine kulak verecekler de vardı. Allah zalimlerin kimler olduğunu bilir. 48- Onlar daha önce de fitne çıkarmak istemişler, sana karşı çeşitli entrikalar çevirmişlerdi. Sonunda gerçek geldi ve onların istememesine rağmen, Allah'ın emri üstün çıktı. Eğer yapılan iş, bu dünyanın kazanç getiren işlerinden biri olsaydı, sefer de kısa mesafeli ve akıbeti tehlikeli olmayan bir yolculuk olsaydı, peşinden gelirlerdi. Fakat bu sefer, hayli zor ve uzun mesafelidir. Bu seferde iradesi zayıf, arzuları ve istekleri dağınık insanlar isteksizlik duyarlar. Bu tehlikeli bir iştir. Ürkek ruhlular, korkak kalpliler bu durumda endişeye kapılırlar. Bu öyle yüce ve üstün bir ufuktur ki, onun karşısında zayıf iradeli, ürkek bünyeli insanlar sönüp giderler. Bu, insanlık tarihinde benzerleri her zaman görülecek olan bir insan tipidir. Kur'an-ı Kerim bu tipi birkaç ölümsüz sözle tasvir etmektedir: "Eğer yakın vadeli bir kazanç ve kısa bir yolculuk sözkonusu olsaydı, mutlaka peşinden gelirlerdi. Fakat bu sıkıntılı yolculuk onlara uzun geldi." Onlar çoğunlukla yüce ve onurlu ufuklara yükselen yoldan uçuruma yuvarlanmış kimselerdir. Onlar çoğunluk yolun uzunluğu nedeniyle yorgun düşmüş, kervandan geri kalmış, basit bir mala veya ucuz bir arzuya ilgi duymuş kimselerdir. Onlar insanlığın her yerde ve her zaman bilip tanıdığı çoğunluktur. Onlar herhangi bir dönemde ortaya çıkmış geçici bir azınlık değildir. Her yerde ortaya çıkan, görülebilen tiplerdir. Onlar birtakım çıkarlar elde ettiklerini, arzularına ulaştıklarını, pahalı bir fiyat ödemekten kurtulduklarını zannetseler de hayatın kenarında yaşarlar. (İğreti bir hayat yaşarlar) Çünkü az bir para ile ancak çok değersiz ve ucuz bir şey alınabilir. "Allah adına yemin ederek, "Eğer gücümüz yetseydi, kesinlikle birlikte sefere çıkardık" derler..." İşte bu, her zaman zaafla yanyana bulunan yalandır. Ancak zayıf insanlar yalan söyleyebilirler. Evet, bazı zamanlarda kendisini güçlü kuvvetli olarak görse de, zayıf olan insandan başkası yalan söylemez. Güçlü olan mertçe karşı koyar. Zayıf olan ise, idare eder. Bu kural, hiçbir durumda ve hiçbir günde şaşmış değildir... "Kendilerini mahvedecekler." Bu yemin ile ve bu yalan ile... Onlar bu şekilde davranmakla insanların katında bir kurtuluş yolu bulduklarını sanıyorlar. Halbuki Allah gerçeği biliyor. Bu gerçeği insanlara açıklıyor. Dolayısıyla yalancı insan, dünyada bile yalanı yüzünden mahvoluyor. İnkâr etmenin fayda vermeyeceği ahiret gününde ise, bir daha mahvolacak. "Oysa Allah biliyor ki, onlar yalan söylüyorlar." "Allah affetsin seni. Kimlerin doğru söyledikleri belli oluncaya ve kimlerin yalancı olduklarını belirleyinceye kadar onlara niçin izin verdin?" Bu, yüce Allah'ın peygamberine lütfudur. Ona serzenişte bulunmadan önce, onu affettiğini bildiriyor. Çünkü bazı savaşa çıkmak istemeyenler, Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- izninin arkasına sığınarak, ona birtakım mazeretler ileri sürerek, evlerinde oturmuşlardı. Onların bu mazeret ileri sürmelerinde doğru mu, yalan mi söyledikleri ortaya çıkmadan peygamber mazeretlerini kabul etmişti. Çünkü onlar, peygamber izin vermese dahi savaştan geri kalacaklardı. O zaman da gerçek kimlikleri ortaya çıkacak, ikiyüzlülük maskeleri düşecekti. İnsanlar onların ne tür bir yapıya sahip olduklarını göreceklerdi. Peygamberin izninin ardına gizlenemeyeceklerdi. Böyle olmayınca, Kur'an-ı Kerim onların kimliklerini ortaya çıkarmayı bizzat kendisi üstlendi. Mü'minleri ve münafıkları birbirinden ayıracak ilkeleri bizzat kendisi belirledi: MUTLAK AYIRAÇ "Allah'a ve ahiret gününe inananlar, malları ve canları ile cihad etmekten geri kalmak için senden izin istemezler. Allah kötülükten sakınanları bilir." "Senden savaştan muaf tutulmaları yolunda izin isteyenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayanlar, kalpleri kuşkuya kapılıp bu kuşkuları içinde bocalayanlardır." İşte bu şaşmayan bir ilkedir. Allah'a iman edenler, mükafat ve ceza gününe inananlar, cihad görevlerini yapmaktan kaçarak kendilerine izin verilmesini istemezler. Can ve malla Allah yolunda savaşa çıkma çağrısını yapan davetçinin çağrışım, kulak ardı etmek istemezler. Aksine piyade, süvari demeden, Allah'ın kendilerine emrettiği biçimde, O'nun yolunda savaşa koşarlar. Emrine bağlılık, O'nun buluşmaya ilişkin vadine kesin inanç, cezasına ve mükafatına tam bir güven ile, O'nun rızasını elde etmek için, hem de bu eylemi kendi istekleriyle gönüllü olarak yaparlar. İzin verilmesini istemek bir yana, savaşa teşvik edilmeye bile ihtiyaçları yoktur onların. Ancak kalpleri kesin imandan boşalmış insanlar izin isterler. Böyleleri gönülsüz hareket ederler. Mazeret bulmaya çalışırlar. Dış görünüş olarak bağlılıklarını ileri sürdükleri inanç sisteminin getirdiği yükümlülüklerle, bu yükümlülükleri yerine getirme ile kendileri arasında herhangi bir engel bulup buluşturmaya çalışırlar. Onlar bu inançları hususunda dahi kuşkuludurlar ve onlar işte bu kuşku içinde debelenip durmaktadırlar. Allah'a giden yol, hiç kuşkusuz apaçık ve dosdoğrudur. Bu yolu bilmeyen veya bildiği halde yolun zorluklarına katlanmak istemediği için başka taraflara çekmeye çalışandan başkası, bu konuda tereddüt geçirmez ve takılıp kalmaz! Allah'a giden yol, hiç kuşkusuz apaçık ve dosdoğrudur. Bu yolu bilmeyen veya bildiği halde yolun zorluklarına katlanmak istemediği için başka taraflara çekmeye çalışandan başkası, bu konuda tereddüt geçirmez ve takılıp kalmaz! Oysa savaştan geri kalan bu insanlar savaşabilecek güçte bulunuyorlardı. Ellerinde imkânları vardı ve savaşa hazır durumdaydılar. "Eğer onlar sefere çıkmak isteselerdi, bunun için hazırlık yaparlardı." Bu adamların arasında Abdullah İbn-i Ubey, İbn-i Selul ve Cedd İbn-i Kays da vardı. Bunlar kendi çevreleri içinde ileri gelen, servet sahibi zenginlerdi. "Fakat Allah, savaşa çıkmaya kalkışmalarını istemediği için." Çünkü Allah, onların karakterlerini ve ikiyüzlülüklerini biliyordu. İlerde görüleceği gibi, onların müslümanlara karşı içlerinde ne kötü planlar kurduklarından haberdardı. "Onları böyle bir girişimden alıkoydu." Onların içinde savaşa çıkma arzusunu harekete geçirmedi. "Kendilerine, "Kadın, çocuk, yaşlı, hasta gibi) savaşma gücünden yoksun kimselerle birlikte siz de evlerinizde oturunuz" dendi." Savaşa güçleri yetmeyen ve cihada gönderilmeyen çocuklar, kadınlar ve ihtiyar ninelerle birlikte savaştan geri kalınız. İşte size lâyık olan davranış da budur. Arzuları, istekleri kırılmış, kalpleri kuşkuya kapılmış, ruhları kesin inançtan boşalmış insanlara en uygun tavır budur. Onların geri kalmaları hem dava için, hem de müslümanlar için daha iyiydi. "Eğer sizinle birlikte sefere çıksalardı, size bozgunculuktan başka bir katkıları olmazdı, sizi birbirinize düşürmek için aranıza atılacaklar, balıklama dalacaklardı. Aranızda onların sözlerine kulak verecekler de vardı. Allah zalimlerin kimler olduğunu bilir." Şaşkın kalpli insanlar, saflar arasında çöküntünün ve zaafın yayılmasına neden olurlar. Hain olan insanlar, ordular için büyük tehlikedir. Bu münafıklar, savaşa çıkmakla müslümanların gücünü arttırmazlardı. Tersine, onların sıkıntıya ve disiplinsizliğe düşmelerine neden olurlardı. Müslümanlar arasında korkunun, fitnenin, ikiliğin ve yılgınlığın çabuk yayılmasına yolaçarlardı. O zaman da bazı müslümanlar onlara kulak verirdi. Fakat yüce Allah çağrısını kollamakta ve samimi olan dava erlerini korumaktadır. Mü'minleri fitneden korumaktadır. Yılgınlığa neden olacak münafıkları, evlerinde kendi hallerine terketmektedir. "Allah zalimlerin kimler olduğunu bilir." Burada zalimler, "müşrikler" anlamındadır. Böylece onlar da müşriklerin safına katılmış oluyorlar. Onların geçmişleri içlerine ayna oluyor. Niyetlerinin kötü olduğuna tanıklık ediyor. Onlar Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- karşı durdular. Ona engel olmak için tüm güçlerini kullandılar. Sonuçta mağlup düştüler. İçlerindeki bütün pisliklerle, dış görünüş olarak teslim oldular: "Onlar daha önce de fitne çıkarmak istemişler, sana karşı çeşitli entrikalar çevirmişlerdi. Sonunda gerçek geldi ve onların istememesine rağmen, Allah'ın emri üstün çıktı." Bu olay Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- Medine'ye geldiği sırada gerçekleşmişti. O sırada Allah henüz onu düşmanlarına karşı zafere kavuşturmamıştı. Sonra gerçek geldi. Allah'ın hükmü egemen oldu. Onlar ise istemeyerek de olsa, bu hükme boyun eğmek zorunda kaldılar. Fakat buna rağmen islâma ve müslümanlara karşı fırsat kollamaya devam ettiler. |