Tekil Mesaj gösterimi
Alt 23 Eylül 2008, 01:29   Mesaj No:26

Verda_Naz

Medineweb Sadık Üyesi
Verda_Naz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Verda_Naz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 176
Üyelik T.: 15 Eylül 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:31
Mesaj: 612
Konular: 248
Beğenildi:11
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Fizilalil Kur'an Tevbe Suresi Tefsiri

Sadakalar (zekât gelirleri) sadece yoksullara, düşkünlere... verilir.
Bunu daha önce açıkladık.
"Zekât toplamakla görevli memurlara."
Yani zekâtı toplamak için görevlendirilmiş memurlara...
"Kalpleri islâma ısındırılmak istenenlere."
Bunlar birkaç gruptur. Bunlardan bir kesim islâma yeni girmiştir. İslâma sağlıklı biçimde bağlanmaları istenmektedir. Bir kesimi de henüz islâma girmemiştir. Kalplerinin ısındırabileceği ve müslüman olabilecekleri ümit edilmektedir. Bir kesimi ise, islâma girmiş ve sağlıklı biçimde ona bağlanmıştır. Fakat kendi çevreleri içinde yaşayan, kendileri gibi insanların kalpleri ısındırılmak istenmektedir. Böylece umulur ki, yakınlarının geçim imkânlarına kavuştuğunu görenler, müslüman olma arzusunu duyarlar. İslâmın üstünlüğü gerçekleştikten sonra, kalpleri ısındırılmak istenen insanlara zekât düşer mi, düşmez mi diye fıkhi bir tartışma vardır. Fakat bu dinin stratejisi pek çok durumlarda ve çeşitli aşamalarda böyle uygulamalarla karşı karşıya gelecektir. O aşamalarda bazı insanlara bu tür yardımların yapılması gerekecektir. Onlara verilen zekât ya müslüman oldukları için rızıklarını zorlu mücadelelerle kazandıklarından ya da islâma bağlılıklarını sürdürmelerine bir katkıda bulunması düşüncesiyle veya onların islâma yakınlaştırılmaları amacıyla verilir. Nitekim islâma yararlı olmaları, ona çağrıda bulunup şurada-burada onu savunmaları ümit edilen bazı müslüman olmayan kişilere yardım edilmesi, bu türden bir ihtiyaçtır.
Biz bu gerçeği böyle anlıyoruz. Böylece şartların ve durumların değişmesine rağmen, yüce Allah'ın mükemmel bir hikmet ile müslümanların işlerini idare ettiğini apaçık olarak görmüş oluyoruz.
"Sözleşmeli kölelere."
Bu köleliğin bütün dünyaya egemen olduğu bir sırada, islâmın ortaya koyduğu hükümdü. O günlerde müslümanlarla düşmanları arasında yapılan savaşlarda, bu genel kölelik uygulaması geçerliydi. İslâmın, bütün dünyanın kölelik sisteminden başka bir sistemi tanımasına değin, düşmanın bu uygulamasına karşılık vermekten başka çaresi yoktu... İşte zekât gelirinin bu payı, özgürlüğüne kavuşmak için efendisine belli bir miktar para vermek üzere anlaşan kölelerin özgürlüklerine kavuşturulmasına destek ve yardım olsun diye ayrılmıştır. Bu köle, zekât mallarından aldığı destek ile özgürlüğüne kavuşacaktır. Veya devletin kendisi, bu gelirleri kullanarak köleleri satın alıp azad edecek, serbest bırakacaktır.
"Borçlulara." Bu kimseler gayri meşru sebeplerle borca girmiş olmamalıdır. Onlara borçlarını ödemeleri için zekâttan bir pay verilir. Nitekim materyalist modern medeniyet de, her ne sebeple olursa olsun iflas ettiğini ilan eden borçlu tüccarlara destek vermektedir! İslâm, dayanışmayı ilke olarak kabul eden bir düzendir. Orada onurlu olan düşmez. Güvenilir olanın hakkı zayi olmaz. Bu düzende insanlar, yeryüzü kanunlarında veya orman kanunlarında olduğu gibi, düzenleyici kanunlarla birbirini yemezler!
"Allah yolunda çalışanlara."
Bu geniş bir kapıdır. Allah'ın egemenliğini yeryüzünde gerçekleştirmeye yarayan, toplumun yararına olan her şeyi kapsamına alır, kuşatır.
"Ve yarı yolda kalanlara."
Bunlar kendi ülkesinde zengin olsalar bile, yolda kalan ve dolayısıyla mallarından uzakta kalan, sıkıntıya düşen yolculardır.
İşte bugün pek çok demagojilere neden olan ve bir dilencilik, bir bağış düzeni olarak yaftalanarak dillere dolanan zekât sistemi budur. Böylece anlaşılıyor ki, zekât, sosyal bir görevdir, zorunluluktur. İslâmi bir ibadet şeklinde verilir... Bu yolla Allah kalpleri cimrilikten arındırır, temizler, müslüman ümmetin bireyleri arasında bir merhamet ve dayanışma vasıtası kılar. İnsan hayatının sosyal ortamın sertliklerini yumuşatır, güzelleştirir. İnsanlığın yaralarını sarar. Aynı zamanda sosyal güvenceyi, sosyal dayanışmayı en geniş boyutları ile sağlar, yanısıra bu eylem bunun yine de ibadet niteliğini korur. İnsanlar arasındaki ilişkileri geliştirdiği gibi, insanın Allah'a olan bağını pekiştirir.
"Bu paylaştırma sırası Allah tarafından belirlenmiştir."
İnsan için nelerin yararlı olduğunu bilen ve insanların işlerini en güzel biçimde evirip-çeviren Allah tarafından...
"Allah her şeyi bilir ve her yaptığı yerindedir."
Zekât gelirlerinin bölüştürme ve dağıtma ilkelerini bu şekilde açıkladıktan sonra, güvenilir bir peygambere dil uzatmakla edepsizliklerini ortaya koymalarının yanında, onların bu Peygamberi -salât ve selâm üzerine olsun- karalamakla cahilliklerini açığa vurduklarını belirten surenin akışı, bundan sonra münafıkların gruplarını, neler söylediklerini ve neler yaptıklarını açıklayarak devam etmektedir:



61- Onlardan bazıları da, "Peygamber herkesi dinleyen bir kulaktan ibarettir" diyerek, onu üzerler. Onlara de ki; "O sizin için yararlı bir kulaktır; Allah'a inanır, mü'minlere güvenir, içinizdeki mü'minler için rahmettir. Allah'ın elçisini üzenleri acıklı bir azap beklemektedir.


62- Sizin hoşnutluğunuzu kazanmak için Allah'a yemin ederler. Ohsa eğer mü'min olsalardı, Allah'ın ve peygamberin hoşnutluğunu kazanmayı daha gerekli görürlerdi.


63- Onlar halâ öğrenemediler mi ki, Allah'a ve Peygamber'e zıt düşeni, düşman olanı cehennem ateşi bekliyor; o, orada ebedi olarak kalacaktır. Bu büyük perişanlıktır.


64- Münafıklar kalplerinde sakladıkları kâfirliği açığa vuracak bir surenin inmesinden korkuyorlar. Onlara de ki; "Siz alay edin bakalım, Allah kesinlikle korktuğunuzu meydana çıkaracaktır. "


65- Eğer onlara soracak olursan, `Biz lafa daldık aramızda eğleniyorduk derler. ' De ki; "Allah ile, Allah'ın ayetleri ile ve Peygamber ile mi alay ediyordunuz?"


66- Uydurma bahaneler ileri sürmeyiniz. İman ettikten sonra tekrar kâfir oldunuz. Bir kısmınızı affetsek bile, ağır suçlu olduklarından dolayı diğer kısmınızı azaba çarptıracağız.

Kuşkusuz bu da peygamber hakkında bir edepsizliktir. Zekât gelirleri konusunda peygambere dil uzattıkları gibi, burada da başka şekilde dil uzatıyorlar. Onlar Peygamber'in -salât ve selâm üzerine olsun- insanlara karşı gayet nezih bir edep ve terbiye ile hareket ettiğini, onlara iltifat ettiğini, toleranslı davrandığını, şeriatının ilkeleri gereği olarak dış görünüşlerine göre onlara muamele ettiğini, yumuşak davrandığını, engin bir gönülle onlara açıldığını görüyorlardı. Bu yüce ve üstün terbiyeye kendi adından başka bir ad veriyorlardı. Onu, gerçekte olduğundan başka türlü niteliyorlardı. Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- hakkında, "O sadece bir kulaktır" diyorlardı. Yani her söze kulak verip dinliyor. Yalan, aldatma ve yaldızlı sözlerin hepsine kulak veriyor. Sözdeki aldatmayı ve yalanı farketmiyor. Kim ona yemin ederse onu doğruluyor, onaylıyor. Kim kendisini kandıracak bir söz söylerse onu kabul ediyor. Onlar bu tür sözleri birbirlerine söylüyorlardı. Böylece, kendi kendilerini tatmin ediyorlardı. Peygamber'in -salât ve selâm üzerine olsun- kendilerinin gerçek yüzlerini ortaya çıkaramadığını, ikiyüzlülüklerinin farkına varmadığını söylüyorlardı. Veya münafıkların hallerine ve neler çevirdiklerine, peygamber ve müslümanlar hakkında neler söylediklerine şahit olan samimi müslümanların verdikleri haberleri doğrulamakla peygamberi eleştiriyorlardı. Onların bu her iki halini ortaya koyan rivayetler, ayetin iniş sebepleri sırasında aktarılmaktadır. Bu her iki duruma ilişkin rivayetler de ayetin kapsamına girmekte ve her ikisi de münafıklar tarafından işlenmektedir.
Kur'an-ı Kerim onların sözlerini ele alıyor ki, onunla kendilerine karşılık versin:
"Peygamber herkesi dinleyen bir kulaktan ibarettir diyerek" Evet... Ama!
"Onlara de ki; "O sizin için yararlı bir kulaktır."
İyi bir kulaktır. Vahye kulak verir. Sonra onu size tebliğ eder, iletir. Bu sizin hayrınıza ve yararınızadır. Hayırlı bir kulaktır. Terbiyesini takınarak sizleri dinler. İki yüzlülüğünüzü yüzlerinize vurmaz. Hileleriniz ve aldatmalarınızdan ötürü sizi eleştirmez, gösteriş yaptığınız için de sizi hesaba çekmez.
"Allah'a inanır."
Allah'ın sizler ve diğerleri hakkında kendisine verdiği haberlerin tümünü doğrular, tasdik eder.
"Mü'minlere güvenir."
Onlara karşı açık yürekli olur. Ve onlara güvenir. Çünkü o, mü'minlerin gerçek imana sahip olduklarını, bu gerçek imanlarının kendilerini yalandan, kaypaklıktan ve gösterişten koruyacağını bilir.
"İçinizdeki mü'minler için rahmettir."
Onların ellerinden tutarak kendilerini iyiliğe iletir.
"Allah'ın elçisini üzenleri acıklı bir azap beklemektedir."
Allah'ın elçisi olduğu halde onu rahatsız edenlere karşı peygamberini tutmanın bir sonucu olarak, bu cezayı Allah verir onlara.
"Sizin hoşnutluğunuzu kazanmak için Allah'a yemin ederler. Oysa mü'min olsalardı, Allah'ın ve peygamberin hoşnutluğunu kazanmayı daha gerekli görürlerdi."
Evet, sizi razı etmek için Allah'a yemin ederler. Bu, münafıkların her zamanki halidir, metodudur. Onlar yapacaklarını perde arkasında yaparlar. Söyleyeceklerini insanın arkasında söylerler. Ayrıca yüzyüze gelmekten korkarlar. Apaçık olarak konuşma karşısında etkisiz kalırlar. İnsanların gönlünü kazanmak için küçülürler, alçalırlar.
"Oysa eğer mü'min olsalardı, Allah'ın ve Peygamber'in hoşnutluğunu kazanmayı daha gerekli görürlerdi."
İnsan ne yapabilir ki? İnsanların kuvveti nereye varabilir ki? Fakat normalde Allah'a inanmayan ve O'na boyun eğmeyen biri, kendisi gibi bir insana boyun eğer ve ondan korkar. Halbuki eğer insan herkese eşit ve adil davranan Allah'a boyun eğseydi, daha iyi olurdu. Çünkü Allah'a boyun eğen insan alçalmaz. Allah'ın kullarına boyun eğen insan alçalır. Allah'dan korkan insan küçülmez. Allah'dan yüz çeviren, O'ndan değil de kullarından korkan insan küçülür.
"Onlar halâ öğrenemediler mi ki, Allah'a ve Peygamber'e zıt düşeni, düşman olanı cehennem ateşi bekliyor; o, orada ebedi olarak kalacaktır. Bu büyük perişanlıktır."
Bu kınamayı ve yadırgamayı ifade eden bir sorudur. Çünkü onlar inandıklarını iddia ediyorlar. İman eden bir insan, Allah'a ve peygamberine karşı savaşmanın en büyük günah olduğunu bilir. Böyle bir günahı işleyen kulları, cehennemin beklediğini bilir. Ve bu, perişanlığın, sapıklıkta diretmenin tam karşılığı olduğunu anlar. Eğer onlar iddia ettikleri gibi iman etmişlerse, nasıl bunları bilmiyorlar?
Onlar, Allah'ın kullarından korkuyorlar ve onları razı etmek için yemin ediyorlar. Böylece kendileri hakkında onlara ulaşan haberleri reddediyorlar. Peki nasıl oluyor da, kullardan (insanlardan) korktukları halde onların yaratıcısı olan Allah'dan korkmuyorlar ve Peygamberimize sıkıntı verip onun dinine karşı savaşıyorlar? Sanki onlar bu halleriyle Allah'a karşı savaşıyorlar. Allah herhangi birisinin, O'na karşı savaşmasından çok yücedir. Bu ifade tarzı ile onların ne denli büyük bir cinayet işledikleri, ne denli büyük bir günaha girdikleri tasvir edilmekte, canlandırılmaktadır. Peygamberimize sıkıntı verip gizliden gizliye onun dini aleyhine planlar, tuzaklar kurmaya çalışanlara bir gözdağı verilmek istenmektedir.
Aslında onlar, Peygamberimizin yanındaki mü'minlere mertçe karşı çıkamayacak kadar korkaktırlar. Ve Peygamber'in -salât ve selâm üzerine olsun onların niyetleri hakkında bilgi vermesinden korkmaktadırlar.
"Münafıklar kalplerinde sakladıkları kâfirliği açığa vuracak bir surenin inmesinden korkuyorlar. Onlara de ki; "Siz alay edin bakalım, Allah kesinlikle korktuğunuzu meydana çıkaracaktır."
"Eğer onlara soracak olursan, `Biz lafa daldık, aramızda eğleniyorduk' derler. De ki; "Allah ile, Allah'ın ayetleri ile ve Peygamber'i ile mi alay ediyordunuz?"
"Uydurma bahaneler ileri sürmeyiniz. İman ettikten sonra tekrar kâfir oldunuz. Bir kısmınızı affetsek bile, ağır suçlu olduklarından dolayı diğer kısmınızı azaba çarptıracağız."
Bu ayetler, münafıkların, Allah tarafından indirilecek bir sure ile içyüzlerinin ortaya konmasından, kalplerinde gizledikleri şeyleri haber vermesinden, gizlemiş oldukları şeyleri insanlara bildirmesinden endişe ettiklerini belirten genel bir ifadedir.
Bu ayetlerin iniş sebepleri hakkında, belli birtakım olaylardan söz eden birçok rivayetler de vardır.
Ebu Ma'ser el-Medini, Muhammed b. Ka'b el-Karazi'de ve başkalarına dayanarak bildirdiğine göre, münafıklardan bir adam şöyle demişti: "Görüyorum ki, bizim Kur'an okuyucularımız, mide bakımından bizden daha iştahlı, dil bakımından bizden daha yalancı ve düşmanla karşılaşmada bizim en korkaklarımızdır."
Onun bu sözleri Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- ulaştı. Gönderilen haber üzerine adam geldiğinde peygamber bineğine binmiş, yola çıkmıştı. Adam şöyle dedi:
"Ey Allah'ın resulü, biz sadece oynuyor ve eğleniyorduk" dedi. Peygamberimiz:
"Allah ile Allah'ın ayetleri ile ve Peygamber ile mi alay ediyordunuz?" "Uydurma bahaneler ileri sürmeyiniz. İman ettikten sonra tekrar kâfir oldunuz. Bir kısmınızı affetsek bile, ağır suçlu olduklarından dolayı diğer kısmınızı azaba çarptıracağız." ayetini okudu."
Bu sırada adamın titremesi ayak ucundaki taşları oynatıyordu. Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- onun yüzüne hiç bakmadı. Adam Peygamberimizin kılıcına asılmış duruyordu.
Alıntı ile Cevapla