Durumu: Medine No : 176 Üyelik T.:
15 Eylül 2007 Arkadaşları:0 Cinsiyet: Yaş:31 Mesaj:
612 Konular:
248 Beğenildi:11 Beğendi:0 Takdirleri:10 Takdir Et:
| Cvp: Fizilalil Kur'an Tevbe Suresi Tefsiri DİRAYET DERİNLİĞİ Şimdi ise Kur'an-ı Kerim münafıkların başka bir düşüncesine değinmektedir. Onların zekâta bakış açısı gerçek mü'minlerin zekâta bakış açılarına aykırıdır. Onlar zekâtı olması gerektiği şekilde anlamıyorlar. Yapılarının bozuk ve içlerinin karışık olmalarından kaynaklanan kaş göz hareketlerine başvurmalarının nedeni ortaya konmaktadır. 79- Sadaka konusunda gerek cömertçe veren gönüllülere dil uzatanlar ve gerekse ancak güçlerinin yettiğini verebilenlerle alay edenler var ya, Allah onları maskaraya çevirmiştir, onları acıklı bir azap beklemektedir. Bu ayetin nüzul sebebine ilişkin rivayet edilen kıssa münafıkların Allah yolunda harcamada bulunmaya ve bunun insanın gönlü üzerindeki etkilerine ve yanlış bakış açılarını tasvir etmektedir. İbn-i Cerir, Yahya İbn-i Ebi Kesir ve Said kanalıyla Katade ve İbn-i Ebi Hatim'den, Hakem İbn-i Eban kanalıyla İkrime'den değişik kelimelerle şu olayı rivayet etmektedir. Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- Tebük savaşının hazırlığı konusunda müslümanları mali desteğe teşvik ediyordu. Abdurrahman İbn-i Avf 4000 dirhem getirdi ve: "Ey Allah'ın elçisi benim sekizbin dirhemim vardı. Yarısını getirdim. Yarısını da bıraktım, dedi. Peygamberimiz: "Allah evde bıraktığını da getirip verdiğini de kabul eylesin" buyurdu. "Ebu Akil de bir Sa hurma getirdi ve: "Ey Allah'ın Rasulü iki Sa hurma kazandım bir tanesini Rabbime ödünç verdim, bir Sa'ını da çoluk çocuğuma bıraktım" dedi. Münafıklar Ebu Akil'in bu hareketiyle dalga geçtiler ve: İbn-i Avf'ın verdiği gösterişten başka bir şey değildir. Allah ve Rasulü şu adamın bir Sa'ından müstağni değil midir? dediler. Başka rivayetlerde belirtildiğine göre onlar bütün gecesini 2 sa ücret almak için çalışarak geçiren ve bunları aldığında da bir tanesini alıp Peygamber'e getiren Ebu Akil için: "O ancak kendisinden söz edilmesini istemiştir" demişlerdir. İşte onlar bu şekilde içten gelen arzularıyla gönül rızası ve vicdanlarının huzuruyla herkes kendi gücü ve imkânlarıyla cihad eylemine katılma arzusu içinde hareket eden, mali destek almaya çalışan mü'minler hakkında bu tür dedikodular yapıyorlardı. Çünkü onlar mü'min gönüllerin bu kadar istekli oluşlarını anlayamıyorlardı. Kendi arzularıyla yardımda bulunmadıkça huzura kavuşmayan vicdanların duyarlılığını kavramıyorlardı. Zorluklara, fedakârlıklara ve imanın gereklerine katılmak için gerekli olan kişisel arzu ve isteklerle kanat çırpan duyguları anlayamıyorlardı. İşte bu nedenle, fazlasıyla yardımda bulunana o ancak gösteriş için veriyor. Az verene ise, o kendinden söz ettirmek istiyor diyorlardı. Böylece çok yardımda bulunanı çok verdiğinden dolayı horluyorlardı. İyilik yapan her iki taraf da onların eleştirilerinden ve kınamalarından kurtulamıyordu. Halbuki onların kendileri yerlerinde oturuyor, geri duruyor, ellerini sıkı sıkıya kapatıyor, içlerini cimrilikle dolduruyorlardı. Ancak gösteriş için harcamada bulunuyorlardı. Ve bu basit ve değersiz etkenden başka gönüllerini yardıma, nifaka sevkedecek başka neden bulamıyorlardı. İşte bu nedenle onlara kesin, açık bir cevap veriliyordu. "Allah onları maskaraya çevirmiştir. Onları acıklı bir azap beklemektedir." Ne korkunç bir maskaralık, ne korkunç bir akıbet! Yüce kudret sahibi ve yaratıcı olan Allah nerede şu fani, zayıf, küçük, basit insan topluluğu nerede? Yüce Allah onları maskaraya çeviriyor? O'nun azabı mı bunları bekliyor? Bu gerçekten korkunç, dehşet verici ve ürkütücü bir olaydır. 80- Onlar için ister af dile, ister dileme, onlar adına yetmiş kere (istediğin kadar çok) af dilesen de Allah onları kesinlikle affetmez. Sebebine gelince, onlar Allah'ı ve peygamberini tanımadılar, Allah yoldan çıkmışlar güruhunu doğru yola iletmez. Gönülden ekonomik destekte bulunan mü'minleri bu şekilde eleştiren ve onlara dil uzatan o münafıkların akıbetleri artık kesinleşmiştir. Bunun değiştirilmesi sözkonusu değildir. "Allah onları kesinlikle affetmez." Bağışlanma dilemek onlara fayda vermeyecektir. Artık bağışlanmanın dilenmesi ile dilenmemesi arasında fark yoktur. Öyle anlaşılıyor ki, Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- günahkârlar için bağışlanma diliyordu. Allah'ın onları bağışlaması ümidiyle bunu yapıyordu. Şu münafık grubu gelince bunların akıbetleri belli olduğunu ve bundan herhangi bir değişiklik olmayacağını bildirmiştir. "Çünkü onlar, Allah'ı ve Peygamber'i tanımadılar." "Ve Allah, yoldan çıkmışlar güruhunu doğru yola iletmez." Onlar doğru yoldan sapmışlardır. Artık dönüş yapmaları da beklenemez. Kalpleri de bozulmuştur. Artık kalplerinin düzelmeleri de mümkün değildir. "Onlar adına yetmiş (istediğin kadar çok) af dilesen de Allah onları kesinlikle affetmez." Burada kullanılan `yetmiş' sayısı belirlenmiş bir sayı değil, çokluğu ifade etmek için kullanılmıştır. Genel anlamı şudur: Artık onlar için affedilme beklenemez. Çünkü onlara tevbe kapısı kapanmıştır. İnsanın kalbi, bozukluğun belli bir dozajını aştıktan sonra artık düzelmez. Sapıklıkta belli bir noktaya geldiğinde artık ondan sonra hidayete ulaşması beklenemez. Kalplerin halini en iyi bilen Allah'tır. Şimdi Kur'an-ı Kerim bir daha sözü Tebük savaşında Resulallah ile beraber hareket etmeyip, geri kalan münafıklara getirmektedir: RAHATLIĞI TERCİH EDENLER 81- Sefere katılmayanlar Allah'ın Rasulüne ters düşerek geride kaldıklarına sevindiler. Allah yolunda malları ve canları ile cihad etmeyi istemediler, "Sıcakta sefere çıkmayın" dediler. Onlara "Cehennem ateşi bundan daha sıcaktır" deyiniz. Keşke bunu kavrayabilselerdi. 82- Yaptıklarının karşılığı olarak bundan böyle az gülüp çok ağlasınlar. 83- Eğer Allah sana onlardan bir grubun yanına dönmeyi nasip eder de onlar senden sefere çıkmak üzere izin isterlerse de ki; hiçbir zaman benimle beraber düşmanla savaşmayacaksınız. Çünkü siz ilk keresinde geride kalmaktan hoşlandınız. O halde şimdi de (kadın çocuk, yaşlı ve hasta gibi) savaşma gücünden yoksun kimseler ile birlikte evlerinizde oturunuz. 84- Onlardan biri ölünce asla namazı kılma ve sakın mezarı başında dikilme. Çünkü onlar Allah'ı ve Peygamber'i tanımadılar ve yoldân çıkmış olarak öldüler. 85- Onların malları ve evlatları sakın seni imrendirmesin. Allah bunlar aracılığı ile onların dünya hayatında azaba uğramasını ve canlarını kâfir olarak vermelerini ister. Onlar yeryüzünün ağırlığı, rahat yaşama ihtirasının ağırlığı ve Allah yolunda cimriliğin ağırlığı tarafından yakalanan kimselerdir. Zayıf iradeleri, yılgınlıktan kaynaklanan gevşeklikten ve kalplerinin imandan yoksul olmaları nedeniyle geri kalmış, evlerinde oturmuş kimselerdir. Bu geri bırakılanlar "Allah'ın Rasulüne ters düşmek pahasına güven ve rahat içinde kalmalarına sevindiler. Mücahidleri sıcaklıkla ve zorluklarla başbaşa bıraktılar. Onlar sandılar ki, güven içinde olmak insanların peşinde koşması gereken bir amaçtır. Burada kullanılan "geri bırakılanlar" ifadesi onların ihmal edilen bir eşya veya değersizliğinden dolayı terkedilen bir **** olduğu imajını vermektedir. "Allah yolunda malları ve canları ile cihad etmeyi istemediler" ve "Bu sıcakta savaşa çıkmayın dediler." Bu söz, hiçbir şeye yaramayan gevşek ve yılmış insanların sözüdür. Bunlar mert, yiğit erkeklerin sözü değildir. Bu insanlar irade zayıflığı, gayretsizliği ve dirençsizliğin en tipik örnekleridir. Onlar çoğu zaman yorgunluklardan korkarlar. Yorulmaktan kaçınırlar. Basit rahatı, onurlu yorgunluğa tercih ederler. Zillet içindeki bir güveni onurlu bir tehlikeye üstün tutarlar. Davaların yükümlülüklerini bilen, ciddi bir şekilde yürüyen safların arkasında yığılıp kalırlar. Dökülürler, fakat bu saf bağlanmış dava erleri engellerle ve dikenlerle dolu yollarına her şeye rağmen devam ederler. Çünkü onlar kendi fıtratlarıyla kavrarlar ki, zorluklarla, engellerle, dikenlerle, mücadele etmek insan fıtratının gereğidir. Bu yiğitliğe yakışmayan oturmaktan, savaştan geri durmaktan ve donuk rahattan daha güzel ve daha tatlıdır. Ayeti kerime onların bu yaklaşımlarını, gerçeğe ışık tutan ve hafife alan cümlelerle reddetmiştir: "Bu sıcakta sefere çıkmayın dediler. Onlara "cehennem ateşi bundan daha sıcaktır" deyiniz. Keşke bunu kavrayabilselerdi." Eğer onlar dünyanın sıcaklığından korkuyor ve gölgelerde sere serpe rahatlamayı tercih ediyorlarsa, peki bundan daha çok sıcak ve daha uzun süre devam edecek olan cehennem sıcaklığı karşısında ne yapacaklardır? Bu gerçekten acı bir hafife almadır. Fakat bununla beraber gerçeği de ifade etmektedir. Ya dünyanın sıcaklığında kısa bir sürede Allah yolunda cihad edeceksin ya da Allah'dan başka hiç kimsenin süresini bilmediği cehennemin ateşine atılacaksın: "Yaptıklarının karşılığı olarak bundan sonra az gülüp çok ağlasınlar." Burada sözkonusu edilen gülüş, dünya hayatındaki ve onun sayılı günlerindeki gülüştür. Upuzun ahiret günlerinde ise onlar ağlayıp duracaklardır. Allah katındaki bir gün, dünyadaki bin seneye bedeldir. "Yaptıklarının karşılığı olarak." Bu işlenen suça göre bir cezadır. Eksiksiz ve adil bir cezadır. Az zamanda rahatı yorgunluğa tercih eden, ilk seferinde kervandan geri kalan bu insanlar, evet işte bu insanlar mücadele edemezler. Cihad etmeleri beklenemez. Onlara karşı toleranslı ve iyi niyetli olmak doğru olmaz. Kendi arzuları ile katılmadıkları, geri kaldıkları cihadın onurunu kazanmalarına izin vermek yerinde olmaz: "Eğer Allah sana onlardan bir grubun yanına dönmeyi nasip eder de onlar senden savaşa çıkmak üzere izin isterlerse de ki; "Hiçbir zaman benimle birlikte savaşa çıkmayacak, benimle beraber düşmanla savaşmayacaksınız. Çünkü siz ilk keresinde geride kalmaktan hoşlandınız. O halde şimdi de (kadın, çocuk, yaşlı ve hasta gibi) savaşma gücünden yoksun kimseler ile birlikte evlerinizde oturunuz." Hiç kuşkusuz davalar, sağlam, dürüst, oturaklı, yürekli uzun zaman mücadeleye dayanan, karakterli insanlara büyük ihtiyaç duyarlar. Zayıf karakterli, rahat düşkünü insanların içinde yer aldığı ordular ise fazla dayanamazlar. Çünkü bu tür insanlar sıkıntıya, dara düştüklerinde hemen cayıverirler. Yılgınlık, sarsıntı ve güçsüzlüğün ordunun içinde yayılmasına neden olurlar. Zaaflarına yenilen ve savaştan geri duranların ordudan ihraç edilip uzaklaştırılması zorunludur. Ancak bu şekilde ordu çöküntüden ve parçalanmadan korunabilir. Zor zamanlarda ordudan geri kalan tehlike geçtikten sonra orduya dönmek isteyen insanlara karşı toleranslı davranmak ise, ordunun sıhhatli yapısına karşı büyük bir cinayet olduğu kadar, uğrunda onca büyük mücadeleler verilen davaya karşı da affedilmez bir cinayettir... "De ki: Hiçbir zaman benimle birlikte savaşa çıkmayacak, benimle beraber düşmanla savaşmayacaksınız." Niçin? "Çünkü siz ilk keresinde geride kalmaktan hoşlandınız..." Artık siz Allah yolunda savaşa çıkmanın şerefine, bu askeri birliklere katılma şerefini, hakkınızı kaybettiniz. Çünkü cihad ağır bir yük, ağır bir görevdir. Ehli olmayan bu yükü yüklenemez. Bu konuda ne toleranslı davranış ne de yumuşak davranış sözkonusu edilemez. "O halde şimdi de (kadın, çocuk, yaşlı ve hasta gibi) savaşma gücünden yoksun kimseler ile birlikte evlerinizde oturunuz. Savaşa katılmayıp evlerinde oturan benzerlerinizle birlikte... İşte yüce Allah'ın sevgili peygamberine, gösterdiği yol budur. Bu aynı zamanda bu davanın ve bu dava adamlarının hiç değişmeyecek olan her zamanki yoludur. Öyleyse nerede ve ne zaman olursa olsun, dava adamları bu yolu bilmelidirler, tanımalıdırlar. Yüce Allah Peygamberine -salât ve selâm üzerine olsun- zor zamanda savaştan geri duranları bir daha orduya almamayı emrettiği gibi, onları onurlandıracak, şereflendirecek en ufak bir harekete dahi yanaşmamasını da emrediyor. "Onlardan biri ölünce sakın namazını kılma ve sakın mezarı başında dikilme (durma)". "Çünkü onlar, Allah'ı ve peygamberini tanımadılar ve yoldan çıkmış olarak öldüler." Tefsir bilginleri bu ayeti açıklayan birtakım özel olaylar aktarırlar. Şu kadar var ki, ayetin anlamı bu özel olaylardan çok daha kapsamlıdır. Bu ayet inanç sistemi uğrunda mücadele eden cemaatin düzeninde köklü bir değer ölçüsünü ortaya koymaktadır. Bu değer ölçüsüne göre, rahatını ve keyfini zorlu olan mücadeleye tercih eden insan, kim olursa olsun herhangi bir şekilde onurlandırılamaz, şereflendirilemez. Ona asla bu imkân tanınmamalıdır. Bireylerin saflardaki yeri belirlenirken asla töleranslı davranılmamalıdır. Bu değerlendirmenin ölçüsü sabır, direnme, kuvvet, ısrar ve yumuşamayan, gevşemeyen kararlılıktır. Ayeti kerime bu yasağı nedenini de yerinde belirtiyor: "Çünkü onlar Allah'ı ve peygamberini tanımadılar ve yoldan çıkmış olarak öldüler." Burada gösterilen neden özel bir nedendir. Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- münafıkların namazını kılmamasını ve onların mezarı başında durmamasını emretmektedir. Fakat, daha önce de belirttiğimiz gibi, burada ifade edilen kural bu özel sebepten daha geniş kapsamlıdır. Cenaze namazını kılmak ve mezarın başında durmak, onurlandırmayı ifade eder. Müslüman cemaatin cihad sırasında orduya katılmayan, insanlara böyle bir onurlandırma yakıştırmaktan kaçınması gerekir ki, insanların değerleri, Allah yolunda harcadıkları çaba, bu çabayı sürdürmedeki sabır, tüm gücünü ortaya koymak suretiyle direnme ile ölçülebilsin. Zorluk anında canlarını ve mallarını geri çekip zorluk geçtikten sonra onurlandırılmış bir şekilde tekrar orduya dönüş yapanlar böylece dışlanmış olsun. Buradaki onurlandırma onların toplumun nazarında elde ettikleri onurlandırılma değildir. Vicdan dünyasında elde ettikleri içe yönelik onurlandırma hiç değildir. "Onların malları ve evlatları sakın seni imrendirmesin. Allah bunlar aracılığı ile onların dünya hayatında azaba uğramalarını ve canlarını kâfir olarak vermelerini ister." Ayetin genel anlamı, diğer ayetlerin seyri içinde anlaşılmıştı. Burada aktarılmasının nedeni ise, daha farklıdır. Burada amaç onların mallarının ve çocuklarının bir değeri olmadığını ortaya koymaktır. Zira bunlara imrenmek bilinç altında da olsa, onlara bir değer verdiğimizi ifade eder. Halbuki onlar değer verilmeyi hak etmemişlerdir. Ne dış görünüş açısından ne de bilinç olarak... Burada ifade edilmek istenen, onların ve sahip olduklarının basitliği ve değersizliğidir. |