Durumu: Medine No : 176 Üyelik T.:
15 Eylül 2007 Arkadaşları:0 Cinsiyet: Yaş:31 Mesaj:
612 Konular:
248 Beğenildi:11 Beğendi:0 Takdirleri:10 Takdir Et:
| Cvp: Fizilalil Kur'an Tevbe Suresi Tefsiri BASİT HAYATI KABULLENENLER 86- "Allah'a inanınız ve peygamberi ile birlikte cihad ediniz" direktifini içeren bir sure indiğinde onların içindeki zenginler senden izin isteyerek "Bizi bırak evlerinde oturanlarla birlikte olalım" derler. 87- Onlar evlerinde oturan güçsüzlerle birlikte kalmaya razı oldular, kalplerine mühür vuruldu; artık onlar anlayamazlar. 88- Fakat Peygamber'e ve onunla birlikte canları malları ile savaşanlara gelince, işte bütün hayırlar onları bekliyor ve onlar başarıya erenlerin, kurtuluşa kavuşanların ta kendileridirler. 89- Allah onlara altlarından nehirler akan ve içlerinde sürekli kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur. Bunlar iki farklı karakterdir... İkiyüzlülük, zayıflık ve gevşeklik karakteri ile gerçek iman, kuvvetlilik ve belalara karşı dayanma karakteri... Bunlar iki farklı yoldur... Döneklik, geri çekilme, aşağılık şeylere razı olma yolu ile doğruluk, fedakârlık ve onurluluk yolu... Cihadı emreden bir sure indiğinde imkân sahipleri gelirler. Cihadın araç gereçlerine ve gücüne sahip olan bu insanlar gelirler, ama yüce Allah'ın kendilerine bağışladığı imkânların ve kendilerine verdiği Allah'ın nimetlerine şükretmelerinin gereği olarak islâmın ordularının önünde yürümek için değil. Geri çekilmek, mazeret ileri sürmek, kadınlarla oturup hiçbir kutsal değeri korumamak ve hiçbir yurdu savunmamak amacı ile izin istemek için... Bu alçak oturuştaki bayalığı ve basitliği hiç düşünmezler. Yeter ki, güven içinde olsunlar. Zaten rahat düşkünleri utanmanın ne olduğunu anlamazlar. Çünkü rahata kavuşmak basit bir hayata razı olanların bedelidir. "Onlar evlerinde oturan güçsüzlerle birlikte kalmaya razı olurlar." "Kalplerinize mühür vuruldu; artık onlar anlayamazlar." Eğer onlar anlayabilmiş olsalardı, cihaddaki kuvvete ve onur hayatı ile savaştan geri kalıştaki zayıflık, basitlik ve kötü biçimde yok oluşu kavrarlardı. Zilletin bir bedeli olduğu gibi, onurluluğun da bir bedeli vardır. Çoğu zaman zilletin bedeli daha ağırdır. Bazı zayıf ruhlu insanlar, onurlu hayatın bedelinin güç yetmeyecek kadar ağır olduğunu düşünürler. Bu nedenle sözkonusu ağır yükümlülüklerin altına girmemek için zilleti ve alçaklığı tercih ederler. Basitlik, ucuzluk, ürkeklik ve korkaklık ile dolup taşan bir hayat içinde yaşarlar. Kendi gölgelerinden bile korkarlar. Seslerinin yankılarından irkilirler. Her haykırışı aleyhlerine sanırlar. Onların hayata en düşkün insanlar olduğunu görürler. Zilleti tercih eden bu insanlar onurlu bir hayatın getirdiği yükümlülüklerden daha ağır bir bedel öderler. Onlar zilletin bedelini tam olarak öderler. Onun bedelini canları, güç ve kuvvetleri, ünvanları ve huzurları ile öderler. Onlar çoğu zaman kanları ve malları ile ödedikleri bedellerin farkında bile olmazlar" işte bu insanlardan bir kesim de şu ayette ifadesini buluyor: "Onlar evlerinde oturan güçsüzlerle birlikte kalmaya razı oldular. Kalplerine mühür vuruldu; artık onlar anlayamazlar." "Fakat peygamber ve onunla birlikte olanlar." Bunlar o kesimden farklı bir kesimdir." "Canları ve malları ile savaşırlar." İnanç sisteminin yükümlülüklerini ve imanın gereklerini yerine getirenler oturmakla ulaşılmayan üstün ve onurlu bir hayat için çalışanlar ise, "İşte büyük iyilikler onları bekliyor." Hem dünyanın hem de ahiretin iyilikleri... Dünyada üstünlük, onurluluk, zenginlik ve üstün söz onlarındır. Ahirette ise daha büyük mükafat ve kerem sahibi yüce Allah'ın rızası onlarındır. "Onlar başarıya erenlerin kurtuluşa kavuşanların ta kendileridirler." Onurlu-sağlam bir yaşantı ile gerçekleşen dünya hayatının kurtuluşu ve büyük ödüllere kavuşmakla elde edilen ahiret hayatının kurtuluşu onlarındır. "Allah onlara altlarından nehirler akan ve içlerinde sürekli kalacakları cennetler hazırlamıştır." "İşte büyük kurtuluş budur." 90- Bedevilerin mazeret uyduranları sefere çıkmamak için izin almaya geldiler. Allah'a ve peygamberine yalan söyleyenler ise, mazeret bile ileri sürmeden geri kaldılar. Onların içindeki kâfirler acıklı bir azaba çarpılacaklardır. Birinci gruptakiler gerçek özür sahipleridir. Savaştan geri kalmak için izin isteseler dahi onların mazeretleri vardır. Diğerleri ise özürsüz olarak oturmuşlardır. Allah'a ve peygamberine yalan söyleyerek oturmuşlardır. İşte bunlardan kâfir olanları acıklı bir azap beklemektedir. Kâfir olmayıp tevbe edenlerinden ise, söz edilmemiştir. Belki de onların bu akıbetten başka bir sonları vardır. Son olarak da işin sonucu belirleniyor. Buna göre savaş, çıkmaya gücü yeten ve yetmeyen herkesi kuşatan kaçınılmaz bir sefer değildir. İslâm kolaylık dinidir. Yüce Allah hiç kimseye gücünü aşacak bir yükümlülük yüklememiştir. Sefere çıkmaktan aciz olanlar ne ayıplanır ne de cezalandırılır. Çünkü onların özürleri vardır: PRATİK HAYATIN SOMUT TABLOSU 91- Savaşma gücünden yoksun olanlar, hastalık ve .savaş masraflarını karşılayacak imkânı olmayanlar için Allah'ın ve peygamberinin tarafını tuttukları takdirde savaştan geri kalmanın sakıncası yoktur. İyi niyetlilere karşı kınama ve suçlama yolu kapalıdır. Allah bağışlayıcı ve merhametlidir. 92- Bir de kendilerine binek hayvanı sağlayasın diye sana başvurduklarında "Size binek hayvanı bulamıyorum " deyince, bu yolda harcama yapacak imkânları olmadığı için üzüntüden gözlerinde yaş olarak dönenlere karşı da bir kınama ve suçlama yolu kapalıdır. Yaradılışlarındaki bir sakatlıktan, takattan kesen bir ihtiyarlıktan dolayı aciz ve güçsüz düşenlere, hareket ve mücadele güçleri ellerinden alınan hastalara ve savaş donanımını karşılayacak kadar imkanları olmayan yoksullara... Evet işte bu kesimlerin hepsine savaş meydanından geri kaldıkları halde eğer kalpleri Allah ve peygamberi ile beraber ise, hainlik yapmaz ve aldatmazlarsa, bununla birlikte savaştan daha hafif olan görevlerini yapar. Darul-islâmda (islâm yurdunda) bekçilik, koruma, kadınların başında durma veya müslümanlara fayda getiren başka hizmetlerde bulunma gibi işlerle uğraşırlarsa, işte bu durumda onların savaştan geri kalmalarında bir sakınca yoktur. Çünkü onlar güçlerinin yettiği ölçüde iyi işler yapmaktadırlar. İyi işler yapanlara kınama ve suçlama yoktur. Ancak kötülük yapanlara kınama ve suçlama vardır. Aynı şekilde savaşacak güçleri oldukları halde savaşın yapıldığı yere kadar kendisini taşıyacak binekleri olmayanlara karşı da bir kınama ve suçlama olamaz. Çünkü onlar fakirlikten dolayı savaşa katılmaktan mahrum kaldıklarına gerçekten üzülürler, öyle üzülürler ki, gözlerinden yaşlar boşanır. Zira maddi yönden destek olacak güçleri de yoktur. Bu, cihada karşı duyulan samimi isteğin etkili bir tablosudur. Bu görevi yerine getirmekten mahrum olmanın gerçek üzüntüsünü dile getirmektir. Bu, aynı zamanda Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- döneminde müslüman bir cemaatin pratik hayatında görülen gerçek bir tablodur. Bu konuda rivayetler isimlerin belirlenmesinde çelişkiler gösterse de, bu olayın bir realite olduğunda birleşmektedir. Avf, İbn-i Abbas'tan rivayet ediyor: "Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- kendisi ile birlikte savaşa çıkmalarını insanlara emretmişti. Abdullah İbn-i mağfil el-Maziri'nin de içinde yeraldığı bir grup sahabi, Peygamberimize geldi. Ve: "Ey Allah'ın peygamberi bize binek ver" dediler. Peygamberimiz ise onlara: "Allah'a yemin ederim ki, size verebilecek bineklerini yok" cevabını verdi. Onlar da ağlaya ağlaya geri döndüler. Cihaddan geri kalmak, binek ve azık bulamamak onlara ağır geldi. Yüce Allah onların kendisini ve peygamberini bu derece sevdiklerini görünce Kur'an-ı Kerim'de onların mazeretlerini kabul etti." Mücahid der ki: Bu ayet, Müzeyne kabilesinden Mukrinoğulları hakkında inmiştir. Muhammed İbn-i Ka'b der ki: Bu sahabiler yedi kişiydi. Bunlar Amr İbn-i Avfoğulları'ndan Salim İbn-i Avf, Vakıfoğulları'ndan Ebu Leyla diye bilinen Abdurrahman İbn-i Ka'b, Malaoğulları'ndan Fazlullah, Selemeoğulları'ndan Amr İbn-i Ateme, Abdullah İbn-i Amr ve Müzeni idi. İbn-i İshak, Tebük savaşından söz ederken der ki: "Sonra bazı müslümanlar Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun gözleri yaşlı olarak geldiler. Bunlar yedi adamdı. Bir kısmı Ensar'dan, bir kısmı diğer gruplardandı. Bunlar Amr İbn-i Avfoğulları'ndan Salım İbn-i Umey, Harisoğulları'mn kardeşi Aliy'le İbni- Zeyd, Mazinoğulları'nın kardeşi Ebu Leyla Abdurrahman İbn-i Ka'b, Selemeoğulları'nın kardeşi Amr İbn-i Hammam, İbn-i Camuh, Abdullah İbn-i Mağfil el-Müzeni, (Bazıları bu adamın Abdullah İbn-i Amr el-Müzeni olduğunu söylerler) Vakıfoğulları'ndan Harma İbn-i Abdullah ve İyad İbn-i Sariye el-Fizari idi. Peygamberimizden -salât ve selâm üzerine olsun binek istediler. Çünkü bunlar fakir kimselerdi. Peygamberimiz: "Size verebilecek binek bulamıyorum" cevabını verdi. Onlar geri döndüklerinde harcayacak malları bulunmadığı için üzüldüler ve gözlerinden yaşlar boşandı. İşte böyle bir ruh ile islâm zafere kavuştu. Yine böyle bir ruh ile egemenliği eline geçirdi. Şimdi bakalım kendimize: Biz neredeyiz, onlar nerede? Bizim ruhumuz nerede, bu küçük topluluğun ruhu nerede? Eğer bu duyguların en azından bir kısmının gönlümüzde yer aldığını görebiliyorsak, o zaman zafer ve üstünlük isteyelim. Yoksa kendimize bir çeki düzen verelim. Bu duygulara yaklaşmaya çalışalım. O zaman yüce Allah bize yardım edecektir. |