Tekil Mesaj gösterimi
Alt 23 Eylül 2008, 01:45   Mesaj No:35

Verda_Naz

Medineweb Sadık Üyesi
Verda_Naz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Verda_Naz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 176
Üyelik T.: 15 Eylül 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:31
Mesaj: 612
Konular: 248
Beğenildi:11
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Fizilalil Kur'an Tevbe Suresi Tefsiri

SAMİMİYETİN DEĞERİ


94- Savaştan döndüğünüzde size özür beyan ederler. Çünkü Allah kötü niyetlerinize ve oyunlarınıza ilişkin bize bilgi vermiştir. İlerde Allah da peygamberi de neler yapacağınızı görecektir. Sonra görünür görünmez her şeyi bilen Allah'ın huzuruna çıkarılırsınız da O size ne!er yaptığınızı haber verir.


95- Savaştan döndüğünüzde kendilerini azarlamayasınız diye size Allah adına yemin edeceklerdir. Onları azarlamayınız, bir şey olmamış gibi davranınız. Çünkü onlar soyut pisliktirler. İşledikleri kötülüklerin karşılığı olarak varacakları yer, cehennemdir.


96- Kendilerinden hoşnut olasınız diye size yemin ederler. Oysa siz onlardan hoşnut olsanız bile Allah yoldan çıkmışlar güruhundan kesinlikle hoşnut olmaz.

Ne zayıflara, ne hastalara, ne malı yardımda bulunmak için hiçbir şey bulamayan fakirlere ne de Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- kendilerini savaş yerine götürecek binek bulamadığı kimselere günah ve suçlama sözkonusu olabilir. Bunlar savaştan geri kaldıklarında onlara karşı bir kınama ve suçlama yoktur... Asıl kınama ve suçlama güçleri yettiği ve zengin oldukları halde savaşmamak için Peygamber'den -salât ve selâm üzerine olsun- izin isteyenler içindir. Onları savaştan alıkoyacak gerçek bir özürleri yoktur. Asıl günah ve sorumluluk güçleri yettikleri halde, savaşa gücü olmayanlar gibi evde oturmaya razı olmalarıdır...
İşte bunlar savaştan kaçtıkları veya izin istedikleri için sorumlu tutulacaklar. Çünkü onlar savaşa çıkmaktan çekinmişler yerlerine çakılıp kalmışlar, yüce Allah kendilerini zengin kılmasına, güç ve imkân sahibi kılmasına rağmen, O'nun hakkını ödememişlerdir. Kendilerini koruyan ve üstün kılan islâmın hakkını da ödememişlerdir. Kendileri toplumun hakkını da vermemişlerdir... İşte bunun için Allah onlar için şu vasfı tercih ediyor:
"Savaşma gücünden yoksun olanlarla birlikte evlerinde oturmayı içlerine sindirdiler."
Bu, iradesizliğin, azimsizliğin ta kendisidir. Cihadın yükümlülüklerini yerine getirmekten aciz kaldıkları için evlerinde oturan kadınlar, çocuklar ve yaşlılarla beraber olmaya razı olmaktır... Fakat bu evde kalan gruplar mazurdurlar. Halbuki kendileri mazur da değillerdir!
"Allah onların kalplerini mühürlediği için neyin yararlı olduğunu bilmezler."
Yüce Allah onların bilgi ve bilinç kapılarını kapatmış, sinyalleri alma ve kavrama cihazlarını çalışmaz hale getirmiştir. Çünkü onların kendileri alçaklığa, geri zekâlılığa ve tembelliğe razı olmuşlardır. Canlı, açık, hareketli ve atılgan bir hareket içinde bulunmaktan geri durmuşlardır. Zillet içindeki bir güveni ve geri zekâlılıktan kaynaklanan bir rahatı, ancak görebilme, zevk alabilme, deneyim sahibi olma ve bilgi edinme gibi itici güçlerini kullanmayan bir insan tercih edebilir. Ayrıca bu tip insanlar pratik hayatta varlıklarını ortaya koyma, gözlemleyebilme, etkileme ve etkilenme gibi itici güçlerinden de yoksundurlar. Rahatın verdiği gevşeklik, insanın bilgi ve duygu kapılarını kapatır, kalplere ve akıllara kilit vurur. Hareket, hayatın en açık belgesidir. Aynı zamanda hayatı da harekete geçiren O'dur. Tehlikeyi göğüslemek, insanın ruhunda gizli olan yetenekleri ve aklındaki gizli enerjileri harekete geçirir, kaslarını kuvvetlendirir ihtiyaç halinde ortaya çıkan gizli yeteneklerini ortaya çıkarır, insanın güçlerini, enerjilerini, çalışmaları için eğitir, sinyalleri almaları ve karışık vermeleri için onları hassaslaştırır... İşte bunların hepsi bilginin, tanıyabilmenin, açık olabilmenin birer çeşididirler. Geri zekâlılıktan kaynaklanan bir rahata ve alçaklığı kabul etmekten kaynaklanan güvene düşkün olanlar bu yeteneklerden mahrum kalırlar.
Ayetlerin akışı, zengin oldukları ve güçleri yettikleri halde savaşma gücün- ' den yoksun olanlarla birlikte evlerinde oturmayı içlerine sindirenlerin halini tasvir etmeye devam ediyor.
Barış içinde yaşama arzusu ve güven içindeki bir hayatı tercih etme sevgisinin arka planında dayanma gücünü yitirme, alçaklığa razı olma, boyun eğme açıkça mücadele etmekten ve karşı koymaktan kaçma vardır:
"Savaştan döndüğünüzde size özür beyan ederler."
Bu, yüce Allah'ın Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- ve samimi müslümanların savaştan döndükten sonra savaştan geri kalan bu münafıklara karşı nasıl bir tutum izleyeceklerini haber vermesidir. Bu da, sözkonusu ayetlerin savaş dönüşünde ve Medine'ye yetişmeden önce indiklerini göstermektedir.
Savaştan geri kaldıkları ve evlerinde oturdukları için sizden özür dilerler. Çünkü onlar yaptıklarının, savaştan geri kalışlarının gerçek sahiplerinin ortaya çıkmasından utanırlar. Zira onların savaşa katılmalarının asıl nedeni, inanç zayıflığı... Rahatı tercih etmeleri ve savaştan korkmalarıdır!
"Onlara de ki; "Boşuna özür beyan etmeyiniz, size inanacak değiliz, çünkü Allah kötü niyetlerinize ve oyunlarınıza ilişkin bize bilgi vermiştir."
De ki: Tüm mazeretlerini kendinize saklayın. Size inanacak değiliz. Söylediklerinizi doğrulayacak da değiliz. Daha önce yaptığımız gibi sizin dıştan müslümanlığınıza bakıp hüküm vermeyeceğiz. Çünkü yüce Allah sizin gerçek kimliğinizi, kalplerinizde gizlediklerinizi bize bildirdi. Yaptıklarınızın gerçek nedenlerini bize anlattı. Durumunuzu bize açıkladı. Artık biz daha önceleri sizinle ilişkilerimizde esas aldığımız dış görünüşten, ötesini görmüyor değiliz.
Doğrulamama, güvenmeme, emin olmama ve tatmin olmamanın "Size inanacak değiliz" şeklinde verilmesi özel bir anlam ifade etmektedir. Çünkü iman; doğrulama, güvenme, emin olma ve tatmin olmadır. İman, sözü ile doğrulama, akıl ile emin olma, kalp ile tatmin olmadır. Mü'minin rabbine güvenmesi, kendisi ile beraber bulunduğu mü'minler arasında bir güvenin oluşmasıdır. Kur'ani ifadenin sürekli olarak başka bir anlamı ve bambaşka bir mesajı vardır.
De ki; özür dilemeyiniz. Artık sözün bir anlamı, lafın bir gerekçesi kalmamıştır. Sadece iş yapınız. Eğer yaptığınız işler söylediklerinizi doğrularsa demektir ki, sözünüz doğrudur. Yoksa sadece söz ile güvenme, emin olma ve tatmin olma mümkün olmaz.
"İlerde Allah da peygamberi de neler yapacağınızı görecektir."
Yapılan şeylerin hiçbiri Allah'dan gizli kalmadığı gibi, bu yapılan şeylerin arka planında yeralan gizli niyetleri de O'ndan saklamak da mümkün değildir. Allah'ın resulü de -salât ve selâm üzerine olsun- sizin sözünüzü, yaptıklarınızla değerlendirecektir. Ve müslüman toplumda sizinle ilişkilerinde bu yaptıklarınızı esas alacaktır.
Her ne olursa olsun, iş bu yeryüzündeki dünya hayatı ile asla sona ermeyecektir. Bundan sonra bir de hesaba çekilme ve ceza vardır. Bu hesaba çekilme ve ceza yüce Allah'ın gizli açık her şeyi bilen sınırsız ilmine göre gerçekleşecektir.
"Sonra görünür-görünmez her şeyi bilen Allah'ın huzuruna çıkarılırsınız da, O size neler yaptığınızı haber verir."
Ayette geçen "gayb" kavramı, insanın bilisine ulaşamadığı şeyleri ifade eder. "Şehadet" kavramı ise, gözlenebilen ve bilinebilen şeylerdir. İşte bu anlamı ile Allah "gayb"ı ve "şehadet'i" (bilineni ve bilinmeyeni) bilir. Hatta bundan daha kapsamlı ve geniş bir biçimde bilir. Yüce Allah gözle görülen bu dünyadaki şeyleri ve bunun ötesinde gizli alemlerdeki şeyleri bilir. Bu kimselere yüce Allah'ın "O size neler yaptığınızı haber verir" şeklinde hitab etmesinde özellikle bir noktaya parmak basılmaktadır. Onlar neler yaptıklarını bilmektedirler. Fakat yüce Allah onların neler yaptıklarını daha iyi bilmektedir ki, onlara yaptıklarını bir bir haber verecektir! Yapılan işlerin nice gizli etkenleri vardır ki, bunlar onu yapan kişiye dahi gizli kaldıkları halde Allah onları bilmektedir! Yine bu amellerin nice sonuçlar vardır ki, onları işleyenler bunların farkında olmazken, Allah onları bilir... Doğal olarak burada amaç haber verişin sonucudur. Yani, yapılan işlerin gerçek biçimde hesaplanması ve karşılıklarının verilmesidir. Fakat bu sonucu ayetler açıkça ifade etmiyor, sadece haberin kendisinden söz ediyorlar. Çünkü bu bağlamda böyle bir habere yer verilmesi meselenin işaret yolu ile anlaşılmasına yetiyor.
"Savaştan döndüğünüzde kendilerini azarlamayasınız diye size Allah adına yemin edeceklerdir. Onları azarlamayınız, bir şey olmamış gibi davranınız. Çünkü onlar soyut pisliktirler. İşledikleri kötülüklerin karşılığı olarak varacakları yer cehennemdir."
İşte bu da yüce Allah'ın kendi Resulüne ulaştırdığı bir başka haberdir. Peygamber ve onunla birlikte olan samimi mü'minler sağ salım olarak geri döndüklerinde bu topluluğun neler yapacağını haber vermektedir. Çünkü münafıklar, onların Bizanslılarla yapılacak savaştan geri dönmeyeceklerini sanıyorlardı!
Yüce Allah onların Allah'ın adına yemin ederek mazeretlerini pekiştireceklerini biliyordu ve bunu peygamberine de haber verdi. Üzerine basa basa yemin edeceklerdi ki, müslümanlar onların yaptıklarını ve savaştan geri kalışlarını bağışlasınlar, affetsinler. Kendilerini hesaba çekmesinler ve cezalandırmasınlar!
Sonra yüce Allah peygamberine verdiği direktifle onlardan yüz çevirmesini istiyor. Bu onların bağışlanması ve affedilmesi anlamında değildir. Aksine onlar önemsenmeyecekler ve onlardan uzak durulacaktır. Çünkü onlar kaçınılması ve uzak durulması gereken pisliklerdir:
"Onları azarlamayınız, bir şey olmamış gibi davranınız. Çünkü onlar soyut pisliktirler."
Burada soyut olan pislik somut bir halde ifade ediliyor. Aslında onlar bedenleri ve bünyeleri itibariyle pis -yani murdar- değiller ama ruhları ve bedenleri itibariyle pistirler. Burada canlandırılan tablo ile onların son derece çirkin, apaçık bir pislik oldukları ortaya konuyor. Bu da onların pisliklerini, basitliğini, değersizliğini ve tiksinilecek varlıklar olduğunu pekiştirmektedir!
"İşledikleri kötülüklerin karşılığı olarak varacakları yer, cehennemdir."
Onlar savaştan geri kalmakla bir kazanç elde ettiklerini, oturmakla kâr ettiklerini, rahat ve huzuru elde ettiklerini, mal ve afiyeti koruduklarını sanıyorlardı. Ne var ki, onlar bu dünyada pistirler, murdardırlar. Ahirette de kendi paylarını, nasiplerini yitirirler. Bu bütün şekilleri ve bütün türleri ile katmerli bir hüsrandır... Allah'dan daha doğru sözlü kim vardır?
Ayetler devam ediyor. Cihada gelmeyip evlerinde oturan bu insanların mücahitlerin dönüşünden sonra neler yapacaklarını haber veriyor:
"Kendilerinden hoşnut olasınız diye size yemin ederler. Oysa siz onlardan hoşnut olsanız bile, Allah yoldan çıkmışlar güruhundan kesinlikle hoşnut olmaz."`
Onlar önce müslümanların kendilerini bağışlayarak, affederek yaptıklarını hoş görmelerini istiyorlar. Sonra bu isteklerini daha ileri götürerek müslümanların kendilerinden hoşnut olmalarını diliyorlar. Böylece bu hoşnutluk ile müslüman toplumda rahat içinde yaşamayı garanti altına almak istiyorlar! Müslümanların daha önce yaptıkları gibi dış görünüş itibariyle müslüman oluşlarını esas alarak kendileriyle ilişkilerini sürdürmelerini, kendileriyle savaşmamalarını bu sürede yüce Allah'ın yapmalarını emrettiği şekilde kendilerine karşı sert davranmamalarını garanti etmek istiyorlar. Nitekim bu surede yüce Allah müslümanlar ile münafıklar arasındaki nihai ilişkileri belirlemiştir.
Fakat yüce Allah onların nifaktan kaynaklanan bu savaştan geri kalışlarının onları Allah'ın dininden dışarı çıkardığını ve kendisini islâm dininin dışına çıkan topluluklardan hoşnut olmayacağını bildirmektedir. İsterse onlar mazeretler ileri sürerek yeminler ederek müslümanların kendilerinden razı ve hoşnut olmalarını sağlamış olsunlar! Allah'ın onlar hakkındaki hükmü kesin ve nihai hükümdür.
İnsanların hoşnutluğu bu tür durumlarda Allah'ın onlara öfkelenmesini değiştiremez. Ve onlara zerre kadar fayda sağlayamaz. İsterse bu insanlar müslüman insanlar olsun farketmez. Allah'ı razı etmenin tek yolu bu sapıklıktan dönüş yapmaktır. Allah'ın sapasağlam dinine dönmektir!
İşte bu şekilde yüce Allah özürsüz olarak savaştan geri kalan bu insanların kimliğini müslüman topluma açıklamış ve müslümanlar ile bu münafıklar arasındaki nihai ilişkileri belirlemiştir. Nitekim daha önce yüce Allah müslümanlar ile müşrikler ve yine müslümanlar ile ehli Kitap arasındaki ilişkileri belirlemişti. İşte bu sure bu konuda son ve nihai hükmü ifade ediyordu.

İSLAM TOPLUMUNUN YAPISI

Gelecek ders Tebük savaşının eşiğinde bulunan o zamanki islâm toplumunun yapısını ortaya koymaktadır. Genel organik oluşumu içinde yer alan grupları ve onların iman derecelerini tasvir etmektedir. Onların herbirini kendi sıfatları ve eylemleriyle birbirinden ayırmaktadır.
Onuncu cüzde bu surenin giriş kısmında Medine'deki islâm toplumunun bu değişik düzeydeki imanlarının tarihi nedenlerini detaylı olarak açıklamıştık. Biz burada o açıklamanın son maddelerini aktarmakla yetineceğiz. Böylece bir toplum içinde yaşamalarına rağmen bu kadar değişik düzeydeki iman türlerinin ortaya çıkışında etkili olan faktörleri zihnimizde tekrar canlandıracağız.
Kureyşliler uzun süre islâma karşı koymuşlardı. Bu tutum bu dinin Arap Yarımadası'nda islâmın yayılmasını frenleyen güçlü bir engel oluşturmuştu. Çünkü Kureyş kabilesi, Yarımada'da ekonomi, siyaset ve edebiyat alanlarında nüfuz sahibi olduğu kadar, din konusunda son sözü söyleyen üstün güçtü. Bu yüzden, bu kabilenin böylesine inatla yeni dine karşı koyuşu, Yarımada'nın diğer yörelerinde yaşayan Araplar'ı bu dine girmekten caydırmıştı, en azından diğer Araplar'ı Kureyşliler ile Peygamberimiz arasındaki savaşın sonucu belli oluncaya kadar tereddüde ve beklemeye sürüklemişti.
Fakat Mekke fethedilince Kureyşliler, islâm karşısında boyun eğdiler. Arkasında Taif'te Hevazin ve Sakif kabilelerine de boyun eğdirildi. Bunlar üzerine Medine'deki üç yahudi kabilesinin burnu iyice kırıldı. Bu kabilelerin ikisi olan Kaynukoğulları ile Nadiroğulları Şam'a sürüldü. Kuraydaoğulları ortadan kaldırıldı ve Hayber kalesi kesin bir şekilde teslim oldu. İşte bütün bu ardışık başarılar, insanları yüce Allah'ın dinine akın akın girmeye yönelten bir çağrı oldu, nitekim bir yıl gibi kısa bir zaman zarfında islâm Yarımada'nın tüm yörelerine yayılmıştı.
Fakat islâm yurdunda gerçekleşen bu hızlı yatay genişleme, Bedir zaferinden sonra toplumda meydana çıkan hastalık belirtilerini de beraberinde getirmişti. Üstelik bu defa hastalık belirtilerinin çapı daha da genişti. Oysa Bedir zaferini izleyen yedi yıl boyunca uygulanan sürekli ve yoğun eğitim çabası sonunda toplum, bu hastalıklardan tamamen kurtulmanın eşiğine gelmişti.
Eğer vaktiyle Medine toplumu, bir bütün olarak bu inanç sisteminin sağlam üssü ve bu yeni toplumun sarsılmaz kalesi haline getirilmemiş olsaydı, Yarımada'da gerçekleşen bu hızlı yatay genişleme, islâm hesabına büyük bir tehlike oluşturacaktı. Fakat yüce Allah bu dinin gelişim aşamalarını planlamış, onu gözetimi altına almıştı. Bunun sonucu olarak Bedir zaferinin sağladığı göreceği genişlemenin arkasından nasıl Muhacirlerin ve Ensar'ın ölçülerinden oluşmuş bir avuç ihlaslı mü'mini bu dinin güvenli kalesi olmak üzere hazırladı ise, Mekke fethini izleyen hızlı genişleme döneminde de bir bütün halinde Medine toplumunun islâma güvenli kale olmasını sağlamıştı. Hiç kuşkusuz Allah, dinini geliştirme uğrunda, kimi ya da kimleri görevlendireceğini herkesten iyi bilir.
Bu hızlı genïşlemenin yolaçtığı bunalımın ilk belirtisi, Huneyn savaşında meydana çıkmıştı. İncelemekte olduğumuz "Tevbe" suresinde bu olaydan şöyle söz ediliyor:
"Gerçekten Allah size birçok yerde, birçok olayda olduğu gibi Huneyn savaşı günü de yardım etti. Hani o gün sayıca çok oluşunuz hoşunuza gitmiş, böbürlenmenize yolaçmıştı da bu kalabalık size hiçbir yarar sağlamamıştı, yeryüzü onca genişliğine rağmen size dar gelmişti de sonra arkanıza dönüp kaçmıştınız."
"Bu bozgunun arkasından Allah, peygamberinin ve mü'minlerin kalplerine güven duygusu indirdi ve göremediğiniz askerler göndererek kâfirleri azaba çarptırdı. Kâfirlerin görecekleri karşılık budur."(!)
Bu bozgunun ilk plandaki görünür sebeplerinden biri şuydu: Fetih günü bu dine girmiş iki bin kişilik bir "zoraki" müslümanlar grubu, Mekke'yi fetheden onbin kişilik ordu ile birlikte bu savaşa katılmıştı. İşte bu ikibin kişilik grubun onbin kişilik ordunun arasına katılması birliğin sarsılmasına yolaçtı. Hevazin kabilesinin sürpriz bir saldırı düzenlemiş olması faktörünü de buna eklememiz gerekir. Çünkü ordunun tümü Bedir savaşı ile Mekke fethi arasında geçen uzun dönem boyunca eğitilen ve iç uyuma kavuşturulan o samimi ve sarsılmaz çekirdek kadrodan oluşmuyordu.
Tebük savaşı sırasında ortaya çıkan hastalık belirtileri ile üzücü görüntüler de bu hızlı yatay genişlemenin, bu genişleme sonunda islâma giren yeni gruplardaki farklı iman düzeyinin ve disiplin eksikliğinin yolaçtığı doğal bir sonuç olarak meydana gelmişlerdi. İşte Tevbe suresi bu hastalık belirtilerini gündeme getirmiş, değişik üsluplu ayrıntılı ve uzun tahlillerinde bu bunalımlara parmak basmıştır. Yukarda bu surenin çeşitli kesitlerini örneklendiren seçme ayetleri sunarken, bu tahlillere değinmiştik.
Ana hatlara ilişkin bu açıklamadan sonra bu dersin ayetlerini detaylı olarak incelemeye geçebiliriz.
Alıntı ile Cevapla